Suriye muhalefeti ve Şam rejimi askeri hazırlıklarına hız verdiler

Sakinliğin askeri çatışmalara dönüşmesinden endişe ediliyor.

Suriye'nin kuzeybatısındaki Suriyeli muhalif gruplar eğitimlerine devam ediyor.
Suriye'nin kuzeybatısındaki Suriyeli muhalif gruplar eğitimlerine devam ediyor.
TT

Suriye muhalefeti ve Şam rejimi askeri hazırlıklarına hız verdiler

Suriye'nin kuzeybatısındaki Suriyeli muhalif gruplar eğitimlerine devam ediyor.
Suriye'nin kuzeybatısındaki Suriyeli muhalif gruplar eğitimlerine devam ediyor.

Suriye rejim güçlerinin, İdlib kırsalındaki temas hatlarına yakın kamplarda kendi unsurları için düzenlediği ve hava desteği eğitimlerini de kapsayan askeri tatbikatların sona erdiği bildirildi. Suriye muhalefetinde askeri kaynaklar, sz konusu durumla bağlantılı olarak muhalif silahlı gruplarında İdlib bölgesinde ve Suriye'nin kuzeybatısındaki Halep kırsalındaki kamplarda, saldırı ve savunma hazırlık seviyesini yükseltmek için silah ve çatışma türleri konusunda askeri eğitime son zamanlarda hız verdiğini aktardı.
Rejim güçlerinden kaçan subaylardan, ‘Ceyşu’l-İzze" fraksiyonunun lideri olan Albay Mustafa Bakur şu açıklamada bulundu:
“Ruslar tarafından temas hatlarına yakın bölgelerdeki rejim güçleri gruplarına helikopterlerden müdahale için verilen eğitim artırıldı. Devrimci gruplar, üyelerini çeşitli askeri konularda yetkinlik seviyelerini yükseltmek için eğitmeye, ayrıca birliklerini Suriye devriminin ideolojisine inanan gençlerden yeni kanla desteklemek için yeni unsurlar yetiştirmeye devam ediyor.”
Temas hatlarında iki yıldır ‘temkinli bir sakinlik’ hüküm sürüyor. Yapılan değerlendirmeler her an muhalif gruplar ile rejim güçleri arasında askeri çatışmalar yaşanabileceği ve kontrol alanlarının haritasında değişiklik olabileceği yönünde. Tüm gruplar, Esed rejimi, Ruslar ve İranlılar tarafından Suriye'nin kurtarılmış kuzeyine yönelik herhangi bir saldırıyı püskürtmeye hazır olduklarını defalarca vurguladılar.
Bakur duruma dair yaptığı açıklamada tüm eksenlerde gözün saatte ve parmakların da tetikte olması gerektiğinin altını çizdi. Esed rejiminin kurtarılan bölgelere ilerlemesini engelleyen anlaşmaların varlığına dair söylentilere güvenilemeyeceği vurgulayan Bakur “Çünkü akıllı insan aynı yerden iki kez darbe almaz” dedi.
Diğer yandan süreci yakından takip eden bir kaynak, Tuğgeneral Süheyl el-Hasan önderliğindeki Rusya destekli rejim güçlerinin 25. Tümen’ine ait güçlerin, geçtiğimiz günlerde İdlib ilinde Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde bulunan üç kampta kapalı bir askeri kurs verdiğini aktardı. Bir ay süren eğitime binden fazla unsurun katıldığını kaydetti. Rus subayları ve rejim güçlerinden unsurların, tanklara ynelik saldırılar,  zırhlı füzelerin kullanımı, yakın dövüş, helikopterlerle havadan eğitim ve çatışmalar da dahil olmak üzere çeşitli silah türlerinde unsurların eğitimini denetlediğini de sözlerine ekledi.  Kaynak “Rejim güçlerinin gerçekleştirdiği bu askeri tatbikatlar türünün ilk örneğidir" dedi.
Muhalif gözlemevlerine göre 25. Tümen, üyelerinin askeri rotasyonunu tamamlamasının ardından İdlib'in güneyindeki temas hattına yakın bölgelerde yaklaşık 200 askeri araç ve binden fazla unsurun yer aldığı dev bir geçit töreni düzenledi. Tümen üyeleri İdlib'i kontrol altına alma sözü verdi.
Rusya'ya bağlı en önemli askeri birliklerden olan ve rejim güçleri saflarında çatışan 25. Tümen, Moskova tarafındanciddi büyüklükte  destek görüyor. Ayrıca Rusya'nın destek verdiği Süheyl el-Hasan tarafından yönetiliyor. Hasan, Rusya'ya bağlılığı ve Suriye'nin son yıllarda tanık olduğu çatışmalarda muhalif gruplara yönelik askeri eylemleri nedeniyle Ruslar tarafından Lazkiye kırsalındaki Hmeymim Hava Üssü'nde defalarca nişanla onurlandırıldı. Halep şehri, Doğu İdlib ve Hama kırsalı da dahil olmak üzere muhalefetin kontrolü altındaki geniş alanları ve alanları kontrol ederek askeri açıdan nemli bir ilerleme sağladı.
Suriyeli aktivistler, rejim güçlerini ve İranlı milisleri ülkenin bazı bölgelerinde konumlandırmak da dahil muhalefet gruplarıyla temas hatlarına yakın alanlarda askeri değişiklikler yapıldığını aktardı. Ukrayna’da savaşan Rusya'nın Suriye'deki rolünün azalması bekleniyor. Bu, İran'ın Halep, Humus doğu kırsalı ile Hama ve İdlib kırsalındaki Curin ve Kefr Nebl kamplarında ve Halep'in batısında muhalif gruplarla temas hatlarına yakın olan ‘46. Alay’daki nüfuzunu ve varlığını güçlendirmesine neden oluyor.
Suriye'nin kuzeybatısındaki (İdlib valiliği ve Hama, Halep ve Lazkiye'nin kırsal alanları) bölgeleri içeren ‘gerilimi azaltma’ bölgesi, rejim güçleri ve İran milisleri tarafından artırılan bir askeri gerilime sahne oluyor. Rusya'nın İdlib'in güneyinde ve Halep kırsalında bulunan Cebel ez-Zaviye bölgelerinde temas hatlarına yakın köy ve kasabalara yönelik hava saldırıları devam ediyor. Rejim güçlerinin muhaliflerin kontrolündeki çatışma hatlarına yakın bölgelere sızma girişimleri de sürüyor.



Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
TT

Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

Mark Daou‎

Araplarla İsrail arasındaki savaşların gidişatında bir düşüş çizgisi olarak çizilebilecek net bir tablo var ve buradan, bugün Gazze ve Lübnan'da tanık olduklarımızın İsrail ile yapılan son Arap savaşları olabileceği sonucunu çıkarmak mümkün. İsrail-Arap savaşları 1948'de altı Arap ülkesinin katılımıyla başladı. 1956'daki savaşa tek ülke, 1967'deki savaşa üç ülke, 1973'teki savaşa ise Mısır ve Suriye katıldı. Bundan sonra Arap orduları savaşlara girişmeyi tamamen durdurdu ve özellikle 1967'den sonra düzensiz örgütler dönemi başladı.

1969'da Arap baskısı sonucunda Lübnan'ın egemenliğinden Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçildi. Ürdün de benzer baskılara maruz kalmıştı ancak Haşimi Krallığı, 1970’deki Kara Eylül olaylarından sonra egemenliğini korudu. Lübnan ise devleti zayıflatan bir iç savaşa girdi. Filistinli örgütlerin Lübnan’daki silahlı faaliyetlerinin genişlemesi, 1978'de tampon bölge kurma bahanesiyle Güney Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesine yol açtı. Ardından 1982 yılında İsrail, Lübnan topraklarında ilerleyerek birkaç hafta içinde başkent Beyrut'u işgal etti. Hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı bu savaşta Lübnan yalnız bırakıldı, hatta Esed rejiminin ordusunun sahadan çekildiği görüldü.

Gerçek şu ki, 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşıydı.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı

Ardından tüm cepheler kapatıldı ve geriye sadece Lübnan cephesi ile seksenli ve doksanlı yıllarda Filistin içindeki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki Arap bölgelerindeki halk ayaklanmaları kaldı. Daha sonra iki devletli çözüm süreci olarak bilinen sürecin temelini atan Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bu ayaklanmalar da zayıfladı. Ancak İsrail ile yapılan Filistin ve Suriye barış müzakerelerinin, İsrail'in özellikle Filistinlilerin haklarını asgari düzeyde dahi kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, silahlı grupların Oslo'dan sonra  zayıflayan ivmesi yeniden güç kazandı. Suriye rejimi, İran'ın desteğiyle bu fırsatı kullanarak üç silahlı örgüte (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah) hakim oldu. İsrailliler ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bu örgütlerden yararlandı. Aslında Suriye ve İran rejiminin niyeti, sahte sloganları gibi Filistin'i kurtarmak değildi. Daha ziyade bu örgütleri İran rejiminin ve Suriye rejiminin dış politika araçları olarak kullanmaktı. İran kazanımlar elde edip silahlarını geliştirmeyi, Suriye ise rejimi korumayı ve Golan'ı geri almayı amaçlıyordu. Suriye savaşından önce durum böyleydi ama sonrasında bu ağ tamamen İran'a sadık hale geldi. Yayılmacı Mollalar rejimi ile nükleer politikalarını savunmak için ona hizmet eder oldu.

2008 yılında Hizbullah ülkedeki ortaklarının aleyhine döndü ve onlara askeri bir saldırıda bulundu. Hamas da aynı şeyi Gazze Şeridi'nde yaptı, halkına saldırdı ve Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Zamanla iki örgüt iktidardaki konumlarını güçlendirdi, güvenlik ve askeri kontrolü ele geçirdi ve İran'ın desteğiyle yeteneklerini geliştirdi. Hizbullah, İran'ın iradesi doğrultusunda Suriye rejimini savunmak için Suriye savaşında savaştı ve binlerce savaşçısını kaybetti. İsrail onları gözlemlerken, Filistin saflarının bölünmesi, Lübnan'daki çatırdamanın artması, daha fazla Suriyelinin kanının dökülmesi için onlara göz yumarken, Hizbullah ve Hamas’ın kendilerine olan güvenleri arttı.

Hamas Hareketi, büyüklüğünün, rolünün ve öneminin Tahran'ın bir aleti olmaktan çok daha büyük olduğunu düşünerek 7 Ekim 2023'teki saldırıyı düzenledi. Bu, en kötü radikal  ırkçı zihniyetin önderlik ettiği bir savaş ile birlikte İsrail cehenneminin kapılarının Filistin halkına açılmasına yol açtı. Aynı şekilde Hizbullah da İran nezdindeki konumunun ve direniş ekseni ile ilişkisinin kendisini Gazze'nin yaşadığı kaderi yaşamaktan koruyacağını düşündü, ancak kendisinin yalnızca İranlıların bir piyonu olduğunu keşfetti. Hizbullah, kendisini savunmak için binlerce Lübnanlı gencin canını feda ettiği Suriye rejiminin de kendisini terk ettiğini ve onun için hiçbir şey yapmadığını gördü.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı. Tarihsel süreçten bunların bir daha geri dönülmez bir şekilde yok olacakları açıkça görülüyor. Zira kurtuluş, direniş ve arenalar birliği sloganlarının devrilmesi sonucunda halklar kendi çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edecek, ülkeler ve liderleri kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak olanı benimseyecektir.

İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür.

İranlılar ve Suriyeliler, kendilerinden önceki tüm Araplar gibi, küresel olarak ABD, Avrupa, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve diğerleri tarafından çevrelenmiş olan İsraillilerle askeri çatışmaya girmenin hiçbir anlamı olmadığını anladılar. Özellikle İran tarafı, genişleme zamanının bittiğini, ülke dışında milyarlarca dolara mal olan, gerçek bir savaşı ancak birkaç hafta sürdürebilen, ardından kayda değer hiçbir etkisi olmadan zaman zaman atılan birkaç füze ve İHA ile birlikte yeniden yerel silahlı hareketlere dönüşen milis gruplara yatırım yapmanın bir anlamı olmadığının farkına vardı.

Araplarla İsrail arasındaki çözüm süreci, sabit bir stratejik tercih haline geldi ve bu seçim, Arap ülkelerinin ve halklarının korunmasına, kalkınmasına ve refahına olanak tanıyor. Onları dünyada daha değerli bir ortak haline getiriyor. 7 Ekim belki de Arapların bu seçeneğe yönelme eğilimlerini frenlemek içindi. Bu seçenekle birlikte Arap ülkelerinin gelişmesi, daha büyük ve temel küresel roller oynaması, sistematik bir diplomatik yaklaşım yoluyla Filistin halkının başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma hakkını elde etme konusunda daha kudretli hale gelmesinin kapısı olabilir. Arap halklarına hiçbir başarı ve zafer kazandırmadan, Arap halklarına zarar veren, boş, gürültülü savaş söylemlerini sürdürmenin ise bunu sağlamayacağı kanıtlandı.

1973 yılı Arap orduları ile İsrail arasındaki son savaştı. 2024 yılı, devlet dışı milislerle İsrail arasındaki savaşların sonuncusu olabilir. İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür. Dolayısıyla diplomatik çözümü benimsemek ve Arapların küresel sahnedeki rolünü geliştirmek, günümüzde en uygun ve etkili seçenek olarak ortaya çıkan yaklaşımın iki unsurudur. Bu savaştan sonra yakın gelecekte Araplarla İsrail arasında savaş olmayacak. Aksine, gerçek mücadele Arapların kendi ülkelerini ve güçlerini inşa edebilmeleri olacaktır. O zaman küresel ülkelerin çıkarları İsraillileri değil Arapları memnun etmeye çalışma eğiliminde olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.