Ramazan, Hristiyanların Paskalya ve Yahudilerin Hamursuz Bayramı ile aynı döneme denk geldi

Fotoğraf Reuters
Fotoğraf Reuters
TT

Ramazan, Hristiyanların Paskalya ve Yahudilerin Hamursuz Bayramı ile aynı döneme denk geldi

Fotoğraf Reuters
Fotoğraf Reuters

Kudüs’te Müslüman ve Hristiyan Araplar ile Yahudi İbraniler bir arada yaşıyorlar. Bilindiği üzere üç semavi dinde de Kudüs ‘kutsal toprak’ olarak kabul ediliyor. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler Filistin’in her bir yerinden bu kutsal topraklara ibadet etmek için geliyor. Kudüs’ün ruhların bedenlerle buluştuğu, özellikle üç semavi dinin kutsal günleri içinde olduğumuz bu günlerde tüm insanlık için ‘huzur şehri’ olması beklenirdi.  
Müslümanlar için dün hüzünlü bir cumaydı. Bugün Hristiyanlar için ‘Kutsal Cumartesi’. Ramazan Ayı bu yıl, Hristiyanların Paskalya ve Yahudilerin Hamursuz bayramlarıyla aynı döneme denk geldi. Hamursuz Bayramı dün başladı ve bir hafta sürecek. Kudüs sevgisi ve kutsallara olan saygı kalplerde egemen olsaydı, bu ay ‘ateş alevlerine değil, nur huzmelerine’ şahit olunacaktı. Yüzlerce kişi yaralanmayacak, yüz binlerce inanan mutlu bir şekilde ve huzur içinde kutsallarını yaşayacaktı. Ancak Kudüs’teki gerçeklik, içindeki yaşamı uzun ve acı dolu bir ıstırap yoluna çeviriyor.  
Hristiyanlar için Kudüs, Beytüllahim'den sonra en kutsal şehir olarak addediliyor. Kudüs olağan şartlar içinden geçiyor olsaydı bu hafta yüz binlerce Hristiyan hacı bu şehri ziyaret edecekti. Ancak şehirdeki gerginlik Hristiyanların ziyareti için engel oluşturuyor, Batı Şeria Nasıra, Hayfa ve Akka’dan Kudüs’e gelen az sayıda Hristiyan ziyaretçi, kontrol noktalarından geçme konusunda birçok zorlukla karşılaştı. Her yıl olduğu gibi birçok rahip ve rahibe eski şehrin sokaklarından geçip tarihi kiliselere giderken Yahudi yerleşimci gençlerin hakaretlerine ve tacizlerine maruz kaldılar. Bu gençlerin tacizleri bazen fiziksel saldırılara kadar varabiliyor. Nitekim bir rahibi kaldırımdan iten gençler Hristiyan din adamının düşmesine neden oldu. Ardından etraftan kahkahalar yükseldi.
Mübarek Ramazan Ayı boyunca Mescid-i Aksa’da daha bir ‘kutsal hava’ hakimdir. On binlerce Müslüman, Teravih namazlarını burada eda ederler. Bu kişilerin çoğu sabah namazından sonraya kadar camiden ayrılmaz ve ibadetle meşgul olur. Ramazan Ayı’nın ikinci yarısındaki cuma namazlarına katılanların sayısı beş yüz bini geçer. Ancak son yıllarda İsrail’in engellemelerinde bariz artışlar gözlemleniyor. Yüz binlerce inanan artık Mescid-i Aksa’ya giriş yapamıyor. İşgalci İsrail hükümeti, kadın erkek ayrımı yapmaksızın sadece 12 yaşından küçük ve 50 yaşından büyük olanların  Mescid-i Aksa’ya girişine izin veriyor. Diğer yaş grupları ise şüpheliler olarak tasnif ediliyor ve girişlerine ‘istihbarat kayıtları’ uyarınca, şartlı olarak müsade ediliyor. 1967’den bu yana bir milyonun üzerinde Filistinlinin hapis yattığı düşünülürse, bu kişilerin kaçının ‘sabıkalı ve şüpheli’ olarak görüldüğü daha iyi anlaşılacaktır.  
Yahudilere ise açık imtiyazlar tanınıyor. Ağlama Duvarı’nın önüne gelip serbestçe ritüellerini yerine getirebiliyorlar. Ağlama Duvarı’nın Süleyman Mabedi’nin bir parçası olduğuna inanıyorlar. Her gün buraya on binlerce Yahudi ibadet için geliyor. Gelenlerin çoğu ibadetle meşgul olurken her yıl sayıları artan yüzlerce kişilik gruplar, Mescid-i Aksa avlusunu ihlal ederek provokasyona neden oluyor. Bu kişiler Mescid-i Aksa’nın, Süleyman Mabedi’nin kalıntıları üzerinde inşa edildiğini iddia ediyor. Yahudi din adamları ve resmi dini kurumları Yahudilerin, altında kutsal mekanların bulunduğu avlu üzerinde yürümesini saygısızlık addederek dinen sakıncalı buluyor. Ancak yeni bir Siyonist akım, bu yasağı değiştirmek ve Yahudi toplumuna kabul ettirmek için hırçın bir mücadele yürütüyor. Bu akım gün geçtikçe İsrail devletinde daha fazla güç kazanıyor. Son yıllarda bu akımın, ordu ve istihbarat içindeki nüfuzunu artırdığı ve temsilcilerini hükümete sokmayı başardığı biliniyor. Din temelli bir Siyonizmi benimseyen bu akım gençlik kolları oluşturdu. Bu gençler işgal altındaki topraklarda silahlı olarak dolaşıyor ve Filistinlilere karşı yürütülen şiddet olaylarına karışıyor.  
"Filistinlileri yurt dışına taşınmaya zorlamak" fikrini ortaya atan Meir Kahane bu akımdan doğdu. 1990'da Rishon Le-Zion'da yedi Filistinli işçiyi öldüren Ami Buber de bu akıma mensup. 1994’te El-Halil şehrinde İbrahim Camii’nde ibadet eden 29 kişiyi öldüren Baruch Goldstein adlı Yahudi de aynı görüşleri paylaşıyordu. İsrail Başbakanı İzak Rabin’de bu akım tarafından öldürülmesine rağmen İsrail devleti gerekli adımları atmadı ve bu akıma tavizler vermeye devam etti. Süreç içinde din merkezli Yeni Siyonistler, İsrail devletinin arka çıkması ve göz yummasıyla Filistinliler üzerinde daha fazla baskı kurmaya başladı. İsrail devleti ve güvenlik güçleri, bu akımın şiddet olaylarının üstünü örttü ve destekledi. Hatta bu akımın istekleri doğrultusunda baskınlar düzenlemeye başladı ve Mescid-i Aksa’ya girişlerini kolaylaştırmak için adımlar attı. Yeni Siyonistler, Mescid-i Aksa’yı yıkarak yerine Süleyman Mabedi’ni inşa etmek istiyor. İsrail devleti her ne kadar resmi olarak böylesi bir projesi olmadığını iddia ediyor olsa da Mescid-i Aksa’daki davranış ve tutumları bunun aksine işaret ediyor. Filistinliler İsrail’in aşamalı olarak bu hedefe ulaşmak için çalıştığını düşünüyor. Böylesi bir durumun yaşanması Filistinliler ve Müslümanlar tarafından asla kabul edilmeyeceği için, bu yöndeki politikaların ‘ateşle oynamaktan’ bir farkı bulunmuyor.  



Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
TT

Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)

Mustafa Rüstem

Sonunda ilk kez, birbiri ile savaşan eller tokalaştı. Rusya'nın siyasi karar alma süreçlerinin mutfağı olan Moskova Dışişleri Bakanlığı'nın lüks salonundaki beyaz masanın etrafında, on yıldır birbirine hasım olan gözler buluştu. Bu, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani’nin, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mahir eş-Şara'nın da aralarında bulunduğu üst düzey bir heyetin eşlik ettiği ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile bir araya geldiği bu türden ilk ziyaretiydi.

Bu ziyaret, on yıllardır ittifak dilinin baskın olduğu iki ülke arasındaki diplomatik kartların yeniden karılması açısından son derece önemli görünüyor. İttifak, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin akabinde Moskova'ya kaçmasının ardından değişti. Ancak Kremlin’in kapıları, Esed iktidarını devirme hareketinin başlamasıyla birlikte katıldığı Suriyeli muhalif güçlerin saflarındaki siyasi ve askeri mücadelesinin başlangıcından bu yana, “Ebu Ayşe” lakaplı Bakan Şeybani'ye açıldı.

Yeni bir beyaz sayfa

Siyaset dünyasının en meşhur sözü olan “bugünün düşmanı yarının dostu olabilir” doğrudur. Mutlak anlamda ne düşmanlık ne de dostluk vardır. Ancak görüşmelerdeki beden dili söyleyeceğini söyledi ve Rus diplomasisinin, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı 15 Ekim'de Moskova'da yapılması planlanan Rus-Arap zirvesine davet ederek de olsa, Suriye topraklarına ve Akdeniz'e erişimini koruma konusundaki “aceleci” tavrını özetledi.

 Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)

Suriyeliler, Lavrov ve Şeybani arasındaki görüşmede genel bir diplomatik denklik tablosuna ulaşmadan önce, Esed Suriyesi döneminde alışılan itaatkarlıktan uzak olduklarını açıklayan bir beden dili benimsemeye çalıştılar. Suriye Dışişleri Bakanı, ülkesinin Moskova'nın Esed rejimiyle ekonomik, güvenlik ve askeri alanlarda imzaladığı tüm önceki anlaşmaları kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirmeye çalıştığını gizlemedi. Bu yeniden değerlendirme, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini şekillendirmeyi amaçlıyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise ülkesinin, Suriye halkının tercihlerine saygı duyduğunu ve Moskova'nın Şam'daki yeni yönetimle iş birliği yapma isteğini dile getirdi. Hatta yaptırımların kaldırılması çağrısında bulundu.

Şantaj mı yoksa oyunun kuralları mı?

GSM Merkezi Direktörü Dr. Asıf Melhem, The Independent Arabia'ya verdiği röportajda, “sözlü destek” sınırları içinde kalan Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması ve benzeri konularla ilgili özel görüşmelere rağmen, mevcut Suriye hükümetinin ABD ve Batılı ülkelere her zaman kesin olarak güvenmenin imkânsız olduğunu anladığını söyledi.

Melhem, iki yönetim arasındaki gergin tutumlarda gözle görülür bir değişim olduğunu ve Şam'ın Esed rejimine verdiği destek sebebiyle Moskova'ya şantaj yapmaya çalışırken, Rusların bir miktar esneklik gösterdiğini belirtiyor. Melhem, “Yeni hükümet, ‘sizin yardımınız olmasaydı Esed çoktan devrilmişti’ demek istedi ve bu nedenle Rus yönetiminden tazminat ödemesini ve Esed'i teslim etmesini talep etmeye başladı” diye devam etti.

Ciddi Suriyeli yetkililer, Suriye'deki askeri üslerin Rusya için acil bir ihtiyaç ve Moskova tarihinde bir dönüm noktası olduğuna inanıyor. Ama durum böyle değil. Rusya'nın ihtiyacı olduğu doğru, ancak beklendiği kadar acil ve kaçınılmaz değil.

Rus GSM Merkezi’nin Direktörü, siyasette her pozisyonun bir bedeli olduğuna inanıyor. Rusya, Suriye'deki üslerini elinde tutmakla ilgileniyor ve bunları korumanın yanı sıra, Esed iktidarından önce bile Suriye ile iyi olan ilişkilerini sürdürmek istiyor.

Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)

Direktör şu açıklamada da bulundu: “Her halükarda, üsler Moskova için bir ölüm kalım meselesi değil. Örneğin Suriye kıyılarını ele alırsak, Ruslar açısından Akdeniz'e erişimin tek yolu Karadeniz, Cebelitarık Boğazı veya Süveyş Kanalı’dır. Bu koridorlar ise belirli anlaşmalara tabi. Bu nedenle, özellikle Rusya, herhangi bir bölgede yaşanabilecek beklenmedik gelişme korkusuyla askeri varlığını çeşitlendirmeye başladı. Sudan, Libya ve Eritre'de askeri üsler kurma girişiminde bulundu. Zira üslerinin bulunduğu ülkelerde bazı siyasi değişiklikler yaşanabileceğinin ve bu durumda üslerini korumanın zorlaşabileceğinin farkında.”

Ekim 2011'de Moskova, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak, eski Suriye devlet başkanı Beşşar Esed'in istifasını isteyen Batı destekli kararlara karşı veto yetkisini kullanmaya başladı. Bu veto, 8 Aralık 2024'e kadar süren Suriye savaşı boyunca tekraren devam etti. Eylül 2015’te de askeri müdahalede bulundu. O dönemde Rus güçleri, DEAŞ ve terör örgütü olarak tanımladığı el-Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi de dahil olmak üzere muhalif grupları hedef aldıklarını kabul ettiler.

Bununla birlikte haberler, özellikle Kuzey Suriye'de Rus bombardımanları sebebiyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koydu. Bu durum, milyonlarca insanın Türkiye yakınlarındaki veya sınırındaki kamplara göç etmesine yol açtı. Bu arada, Ekim 2016'da Moskova, BM İnsan Hakları Konseyi'ndeki koltuğunu kaybetti.

Rusya-Suriye ilişkileri, Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan ilk rejim olan eski Sovyetler Birliği dönemine kadar uzanıyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre iki ülke arasında kurulan diplomatik ilişkiler ve stratejik ittifak, Hafız Esed'in Suriye'de iktidara gelmesiyle (1970'ten 2000'e) zirveye ulaştı.

Ekonomik ilişkiler

Tüm bunların bir uzantısı olarak Moskova, Şam ile ilişkilerini korumaya çalışıyor. Son görüşme de yeni bir koordinasyon aşamasının başlangıcı sayıldı. Rusya yalnızca siyasi ve askeri düzeylerde değil, ayrıca Suriye'nin yeniden inşası ve istikrarının sağlanması konusunda da kapsamlı yardım sunma isteğini dile getirdi.

Gözlemciler, bu görüşmenin kanlı bir dönemin ardından açık oynamaya ve yeni bir sayfa açmaya yönelik daha geniş bir çabanın parçası olduğuna inanıyor. Bu adımlar, sivillerin ölümüne ve geniş bir bölgede köy ve kasabalarda hâlâ görülebilen yıkıma yol açan bombardımanlar sebebiyle Rusya'nın kendileriyle karanlık bir geçmişe sahip olduğunu düşünen Suriyelilerin kızgınlığına rağmen atılıyor. Rusya'nın yeniden inşaya katılması yakıp yıktıklarını telafi etmenin, diğer yandan da yatırım ve çok sayıda anlaşmanın değerlendirilmesi yoluyla sıcak sulara dönüşün bir yolu olabilir.

 Dr. Asıf Melhem ise, Suriye ile Rusya arasında fosfat, petrol, doğalgaz ve Tartus Limanı alanındaki yatırımlar için imzalanan sözleşmelerin rejimin devrilmesinden çok önce iptal edildiğini vurguluyor. Bu sözleşmeler kapsamında Suriyeli şirketler ile ortak olan Rus şirketlerinin, hisselerini ortaklarına devrettiklerinin, dolayısıyla ziyaretin, bu anlaşma ve sözleşmelerin yeniden değerlendirilmesi bağlamında yapıldığının altını çiziyor.

Buna ilave olarak Rusya, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi ve uluslararası alanda önemli bir varlığa sahip. Dünyanın en büyük ikinci gücü. Melhem bunun önemli olduğuna inanıyor, zira bu sebeple Rusya’nın görüşleri dikkate alınıyor. Dolayısıyla Rusya ile ilişkiler sürdürülmeli, bu durum şüphesiz Suriye'ye fayda sağlayacaktır.

Öte yandan Şam, Rusya'nın Suriye'ye ihtiyacı olduğunu iddia ederek durumu abartmaya çalışıyor. Melhem’e göre bu doğru değil, çünkü Suriye'nin toplam yüzölçümü Moskova ve kırsalının yüzölçümünü aşmıyor ve Rusya, eğer zorunda kalırsa ve bölgede kalmasının bedelinin elde edeceği faydadan daha büyük olduğunu görürse, sonunda bu üslerden vazgeçebilir.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.