ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni neden kısa sürdü?

ABD’li yöneticiler, toplu bir hata yaptı, Çin’e yardım etti, maliyetli savaşlara girdi ve NATO’yu genişletti

Sonucu ne olursa olsun Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, dünya siyaseti üzerinde derin bir etkiye sahip olacak (AFP)
Sonucu ne olursa olsun Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, dünya siyaseti üzerinde derin bir etkiye sahip olacak (AFP)
TT

ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni neden kısa sürdü?

Sonucu ne olursa olsun Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, dünya siyaseti üzerinde derin bir etkiye sahip olacak (AFP)
Sonucu ne olursa olsun Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, dünya siyaseti üzerinde derin bir etkiye sahip olacak (AFP)

Tarık eş-Şami
Birçok kişinin gözünde Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, ABD’nin tek kutuplu halinin keskin bir sonunu işaret ediyor. Bu savaş, daha doğru bir şekilde Soğuk Savaş’ın bitişini takip eden geçici barışın resmi sonu olarak görülüyor, dünyayı ABD ve Çin arasındaki iki kutupluluğa veya Washington ve Pekin’in yer aldığı yeni bir düzene geri döndürüyor.
Ancak Washington, neden dünya liderliğini daha uzun süre boyunca tek başına sürdüremedi? Tek kutuplu çağın sonunu ne hızlandırdı? ABD’li politika yapıcılar daha mı az zeki, daha mı ideolojik yönelimli veya daha mı az gerçekçiydi?

Kavşak
Washington’daki çoğu gözlemci ve siyasi analist, Ukrayna’daki savaşın sonucu ne olursa olsun, bunun dünya siyasetinin genel durumu üzerinde derin bir etkisi olacağı ve savaşın dünya düzenini şekillendirecek bir dönüm noktasını temsil ettiği konusunda hemfikir. Rusya kaybeder ve tamamen geri çekilirse (ki bu pek olası değil), totaliter ülkeler büyük bir gerileme yaşarken küresel liberal düzenin hayatta kalma şansı olacak. Eğer Rusya, zafer elde ederse ve Ukrayna kuvvetleri mücadele kabiliyetini kaybederse (ki bu henüz beklenmiyor) bu, liberal düzen için bir gerileme olacak ve toprakları gasp etme kriterlerini aşındıracak. Ancak iki taraf tükenene ve bir barış anlaşmasını kabul edene kadar savaş, kararsız bir şekilde uzun bir süre devam ederse, nihai koşullarını veya neyle sonuçlanacağını tahmin etmek zor olacak. Ancak bu senaryoda bile Rusya’yı uzun vadede zayıflatacak bazı dengeli kazançlar ve kayıplar beklenebilir. 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ve son birkaç yıla kadar ABD, dünyanın tek süper gücü olurken Ukrayna savaşı, tek kutupluluk çağının resmen sona erdiğinin açık bir işareti gibi görünüyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesini takiben sağlanan yarı barış, iç savaşlar veya küçük güçler arasındaki savaşlar ve büyük güçler ile küçük güçler arasındaki çatışmalar çerçevesinde devam etti. Bununla birlikte Ukrayna’daki savaştan farklı olan şey, 1990’ların başından bu yana ilk kez büyük güçlerin büyük bir savaşta karşıt taraflara karşı rekabet veriyor olması. Bu, Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi büyük güç mücadelelerinin, yani vekalet savaşlarının tanıdık şekillerine bir dönüşü işaret ediyor.

Tek kutuplu an
Ancak şu an bazı taraflar, komünizm çöktüğünde ve ABD zafer kazandığında, beklendiği gibi ABD’nin neden daha uzun süre tek kutupluluğunu koruyamadığını tartışıyor. Büyük güçler arasındaki doğrudan rekabet, yaklaşık otuz yıldır bastırılmıştır. Çünkü ne Rusya ne de Çin, ABD’ye açıkça direnecek kadar güçlü değildi. Bu nedenle Dartmouth Kolej’de siyaset bilimi profesörü olan William Wohlforth, “Bu tek kutupluluk, çok az ülkenin ABD ile mücadeleye istekli olduğu tek kutuplu bir dünyanın istikrarı nedeniyle Soğuk Savaş’taki iki kutupluluktan daha uzun sürdü” dedi.
1991’de tek iyimser Wohlforth değildi. ‘Foreign Affairs’ dergisinde yazar Charles Krauthammer, ABD’nin tartışmasız süper güç olmaktan keyif aldığı ‘tek kutuplu an’ terimini ortaya attı. Aynı şekilde Francis Fukuyama da Komünizm’in sona ereceği, Batı liberalizminin ve demokrasinin küreselleşeceği ve savaşların sona ereceği ‘tarihin sonunu’ dile getirdi. Başkan George W. Bush yönetimi, 1992 Savunma Planlama Kılavuzu’nda ABD’nin ulusal güvenlik politikasının temel amacının, yeni bir rakibin yeniden ortaya çıkmasını önlemek olduğunu öne sürdü. Bu durum, kaynaklarının küresel bir güç oluşturmaya yeterli olduğu bir bölgeye hâkim olmak için herhangi bir düşman gücün ortaya çıkışını önlemek anlamına geliyor.

Zafer ve kibir
45 yıllık Soğuk Savaşı’nın bitişinin, ABD önderliğindeki Batı’nın zaferinin, Sovyet imparatorluğunun çöküşünün ve ekonomi üzerindeki devlet kontrolünün gevşemesinden kaynaklanan ekonomik büyüme lehine Çin’in sert komünist ideolojiyi terk etmeye başlamasının kutlandığı bir atmosferde çok kutuplu dünyanın veya tarihin sona erdiğine dikkati çekerken bir kibir mevcuttu. Bu bağlamda Wilkes Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü Francis Simba’ya göre zafer, bazen kibrin doğmasına neden oluyor.
Simba, ABD’nin kibrinin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, ayrıca ABD’nin zenginliğini tüketen, demokratik hükümetler kurmak için başarısız bir girişim ortasında ABD askerinin kanının döküldüğü Afganistan ve Irak’taki iki uzun savaşta kendini gösterdiğine dikkati çekti.

Kibrin bedeli
İki uzun savaş, ABD’nin ve siyasi elitlerinin dikkatini ‘Çin Komünist Partisi ile ortaklıktan ekonomik faydalar elde eden Amerikan ve Batılı şirketlerin yardımıyla’ ekonomik ve askeri olarak büyüyen Çin’in yükselişinden uzaklaştırdı. Ne var ki duyduğu kibir de Washington’un gözlerini, Soğuk Savaş’ın neden kazanıldığına dair temel bir gerçeğe kapatmıştı. Bu gerçek, Sovyetler Birliği ile Çin arasındaki bölünmenin sömürülmesiydi. Bu nedenle Çin- Rusya yakınlaşmasının, ABD liderliğindeki dünya düzenine karşı Pekin ve Moskova arasında stratejik bir ittifaka dönüşmesi ABD’nin dikkatini çekmedi.
Ancak bu kibir, 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılışını Washington’daki kimseye unutturmadı. Başkan Ronald Reagan’ın BM Büyükelçisi Jeane Kirkpatrick, ‘The National Interest’ dergisinde ‘ABD’yi Soğuk Savaş sonrası dünyada normal bir ülke olmaya çağıran’ bir makale kaleme aldı. Washington’daki politika yapıcıları, ulusal güvenlik için hayati önem taşıyan çıkarları korumak amacıyla anayasal gerekliliklerin ötesine geçen manevi- etik bir misyon peşinde koşulmaması konusunda uyaran Kirkpatrick, ABD’nin kendisini dünya genelinde demokratikleşmeye adamaması gerektiğini kaydetti. Jeane Kirkpatrick, ayrıca dünyayı demokratikleştirmenin ABD’nin elinde olmadığı konusunda uyarırken, ABD’nin bağımsız devletler dünyasında normal ve bağımsız bir devlet olması gerektiğini vurguladı.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra bile George F. Kennan, ‘Foreign Affairs’ dergisinde ‘X’ başlıklı ünlü makalesinde, ABD güvenlik çıkarları için hayati önem taşıyan alanlardan ziyade Sovyetler Birliği’ne her yerde yanıt vermek için bir ‘kontrol etme politikası’ önerdi. Yazar ve filozof Walter Lippmann da yazdığı birkaç makalede, ABD’nin taahhütler ve kaynaklar arasında bir boşluk yaratmamak için uluslararası yükümlülüklerini kaynaklarının sınırlarıyla tutarlı şekilde koruması gerektiğini belirtti. Bu, Lippmann’ın ABD gücünün sınırlarının farkında olduğu anlamına geliyor.

Toplu hatalar
Harvard Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü Stephen Walt, “ABD politika yapıcıları daha akıllı, daha az ideolojik ve daha gerçekçi olsaydı, ABD’nin kıdemliliği ve tek kutuplu istikrarı çok daha uzun sürebilirdi. Ancak ABD’li yetkililer, ABD gücünü sürdürmek, anlaşmazlıkları mümkün olduğunca çözmek ve eşdeğer bir rakibin ortaya çıkmamasını sağlamak yerine, tam tersini yaparak toptan hatalar yaptılar. Çin’in daha hızlı yükselmesine yardımcı oldular. Büyük Ortadoğu’daki maliyetli ve yanlış yönlendirilmiş savaşlarda trilyonlarca doları çarçur ettiler. Rusya korkularına yeterince dikkat etmeden NATO’yu genişlettiler. Moskova’nın bu genişletmeyi durdurmak için hiçbir şey yapamayacağını varsaydılar” dedi.
Küreselleşmeye karşı daha hesaplı bir yaklaşım benimsemek ve faydalarının ABD içinde geniş çapta paylaşılmasını sağlamak yerine ticaret ve yatırıma neoliberal yaklaşımları benimsediler. Küreselleşmenin sonuçlarına karşı daha az savunmasız olmaları için ABD işgücünün batma tehlikesi altındaki sektörlerini güvence altına almak üzere yeterince çaba sarf etmediler.

Ukrayna savaşından sonra
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre Ukrayna’nın Rus kuvvetlerini topraklarından çıkarabileceğine dair çok az umut varken Rusya’nın doğu Ukrayna’daki Donbas bölgesinde bazı sınırlı kazanımlar elde etme olasılığı da hala araştırılıyor. Bu senaryoda Rusya’nın nisbi çöküşünün hızlanacağı görülüyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’nın NATO’ya katılmasını engelleyeceği beklentisi ortasında bile bu başarının uzun vadeli sonuçları, Rusya’yı genel olarak daha da kötüleştirecek. Putin, yeni bir Demir Perde yaratmadıkça, hırslı, yetenekli ve iyi eğitimli Rus gençliği ülkeyi terk etmeye devam edecek. Daha fazla ülke Rusya’dan petrol, gaz ve kömür ithal etmekten uzaklaştıkça devlet gelirleri düşecek. Bunların yanı sıra Ukrayna, savaş başlamadan önce zaten sürmekte olan bir süreçte ekonomik olarak Avrupa’ya doğru ilerlemeye devam ediyor.
Ancak Putin, Ukrayna’da hala belirsiz olan bir zafer elde ederse bu, çok pahalı bir zafer olacaktır. Rusya, daha güvenli olacak, ama iki kutupluluğa (Rusya’nın, Çin’in küçük ortağı rolünü oynadığı) dengesiz çok kutupluluktan daha yakın olacağı geleceğin dünyasında bu daha az önemli. Moskova, ekonomisi bocalarken ve nüfusu yaşlanıp küçülürken daha fazla desteğe ihtiyaç duyabilir.

Geleceğe bir bakış
Ortaya çıkan gelecek, ABD merkezli liberal bir düzen veya Çin merkezli totaliter bir düzen olmayacak. Ancak bu iki büyük gücün her biri, benzer değerleri paylaşan veya diğeri olmaksızın bir tarafla uzlaşmaktan başka seçeneği olmayan ülkeleri içeren kısmi bir sisteme öncülük edecek. Hem Washington hem de Pekin, bazı müttefiklerinden çok fazla sadakat bekleyecek.
Bununla birlikte güneydeki birçok ülke, bir tarafı diğerine tercih etme baskısına direnecek ve doğrudan paylaşmadıkları anlaşmazlıklardan uzak durmaya çalışacak. Bazıları ABD ve Çin’i birbirlerine karşı manipüle ederek daha büyük faydalar elde etmeye çalışacak. Öyle ki ABD dış politikasını katı bir ‘otokrasi karşısında demokrasi’ ikilisi üzerine oturtmaya çalışmak, başarısızlık reçetesidir. Başarı, mümkün olduğunca benzer düşünen ortaklarla ve gerektiğinde Amerikan değerlerini paylaşmayan ülkelerle işbirliğini gerektirecektir.
Bunların yanı sıra çıkarları tamamen örtüşse bile büyük güçler arasında işbirliğini sağlamak ve sürdürmek zor olacaktır. Bu durum, belki de tüm büyük güçlerin fedakarlıklarını gerektiren iklim değişikliğini hızlandırmanın en tehdit edici tehlikesini görmezden gelmek için bir bahane teşkil ediyor. Ancak bu ülkeler küresel güç dengesi konusunda endişeli olduklarında ve teslim olmaya rakiplerinden daha isteksiz olduklarında, fedakarlığa daha istekli olacaklardır.
Bu nedenle dünya, büyük güçlerin iktidar ve nüfuz için rekabet ettiği, diğerlerinin ise ellerinden geldiğince uyum sağladığı bir gerçekçiliğe doğru ilerliyor gibi görünüyor. Eğer geçmişte ABD, küresel ormandaki en büyük canavar olsaydı ve ormandaki herkesi kendi isteği ve düzenine göre hareket ettirebileceğini düşünerek kendini kandırsaydı, gerçekçiliğin şekillendirdiği dünya kesinlikle farklı olacaktı.



Pentagon: Lübnan'daki bombalamalardan sonra ABD'nin Ortadoğu'daki askeri pozisyonunda herhangi bir değişiklik yok

Resim   Washington DC'deki Pentagon binası (Reuters)
Resim   Washington DC'deki Pentagon binası (Reuters)
TT

Pentagon: Lübnan'daki bombalamalardan sonra ABD'nin Ortadoğu'daki askeri pozisyonunda herhangi bir değişiklik yok

Resim   Washington DC'deki Pentagon binası (Reuters)
Resim   Washington DC'deki Pentagon binası (Reuters)

Pentagon dün (Perşembe) yaptığı açıklamada, ABD'nin Ortadoğu'daki askeri pozisyonunda herhangi bir değişiklik olmadığını belirtti.

Bu açıklama, Lübnan Hizbullah grubuna ait çağrı cihazı ve telsizlerin patlatılmasını da içeren İsrail'in Lübnan'daki en son saldırılarıyla ilgili bir soruya yanıt olarak yapıldı.

Bölgedeki gerilim, Lübnan'ın ve Hizbullah'ın İsrail'i suçladığı, Lübnan'daki Hizbullah grubunun kullandığı çağrı cihazları ve telsizlerin patlatıldığı saldırıların ardından tırmandı. Saldırılarda 37 kişi öldü, en az 3,000 kişi de yaralandı. Lübnan hastaneleri büyük hasar gördü ve İran'a bağlı grup büyük yara aldı.