Dünya liderleri ne zaman özür diler?

Irkçılık, pervasızlık ve cinsel taciz suçlamaları onları, ‘bağışlanma’ dilemeye sevk ediyor.

Güney Kore’nin başkenti Seul’de, ağlayan Kuzey Kore liderinin karikatürü (AP)
Güney Kore’nin başkenti Seul’de, ağlayan Kuzey Kore liderinin karikatürü (AP)
TT

Dünya liderleri ne zaman özür diler?

Güney Kore’nin başkenti Seul’de, ağlayan Kuzey Kore liderinin karikatürü (AP)
Güney Kore’nin başkenti Seul’de, ağlayan Kuzey Kore liderinin karikatürü (AP)

Radab Nehar
Geçtiğimiz haftalarda İngiltere Başbakanı Boris Johnson, ‘Partygate’ skandalı çerçevesinde Haziran 2020’de Kovid pandemisiyle mücadele kısıtlamalarını ihlal ettiği için parlamentodan özür diledi. 10 Downing Street’taki hükümet binasında 56. doğum günü münasebetiyle düzenlenen bir toplantıya katılmasının ardından bile kural ihlali yaptığının aklına gelmediğini dile getirdi.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, İngiltere’de görevdeyken yasaları çiğnediği için cezalandırılan ilk başbakan olan Johnson, kamuoyu önünde özür dilemek zorunda kalan ilk lider değil. Devletlerin arşivleri, liderlerin kendilerini pişmanlık duymaya ve kitlelerden af ​​dilemeye mecbur hissettikleri birçok benzer olayı saklıyor. Peki bunların başında hangileri geliyor?

Barack Obama
Temmuz 2009’da Harvard Profesörü Henry Louis Gates, anahtarlarını unuttuğu için Cambridge’teki evinin kapısını sökmek zorunda kalmasının ardından şehir polisi eve girmeye çalışan bir hırsız olduğunu düşünerek onu gözaltına aldı.
Bu tutuklama, Afrika kökenli Gates’in bir arkadaşı olan Barack Obama’yı öfkelendirdi ve polisin davranışını ‘aptalca’ olarak nitelendirmesine neden oldu. Ancak o dönemde bir ABD Başkanı tarafından yapılan bu açıklama, dikkatlerden kaçmadı ve ABD’de bazı bölgelerde tırmanan ırkçı bir tartışmayı alevlendirdi. 
Durumu düzeltmek ve toplumu sakinleştirmek için Obama, Massachusetts Eyaleti’ndeki Cambridge polis memuru ve tutuklamayı gerçekleştiren Çavuş James Crowley’i aradı ve kendisinden özür diledi. Obama, daha sonra “Talihsiz biçimde Cambridge Polis Müdürlüğü ya da Çavuş Crowley’yi kötülüyormuşum izlenimi veren sözlerime açıklık getirmek istiyorum. O kelimeleri daha iyi ayarlayabilirdim” açıklaması yaptı.
222.jpg
Aktris Heather Lind, aktör Seth Numrich ve eski ABD Başkanı George HW Bush, TURN serisinin özel sunumunda bir fotoğraf için poz veriyor (AP)

George HW Bush
Aktris Jordana Grolnick, eski Başkan George HW Bush’u 2016 yılında katıldığı bir tiyatro gösterisinin aralarındaki görüşmeleri sonrasında vücuduna dokunmakla suçladı. Aynı suçlama, ‘kendisine arkadan dokunduğunu’ belirten aktris Heather Lind tarafından da yöneltildi.
Bu iki suçlama, eski ABD Başkanının Ekim 2017’de ‘kendisini kötüleyen herkesten’ özür dilemesine neden oldu. Öyle ki medya organlarına konuşan Baba Bush’un Sözcüsü, “Başkan Bush 93 yaşında ve yaklaşık beş yıldır tekerlekli sandalye kullanıyor. Yani kolu, birlikte fotoğraf çekildiği kişilerin vücudunun alt kısmına kalıyor. Bazıları bu durumu masum görüyor, diğerleri uygunsuz buluyor. Başkan Bush, kendisini kötüleyen herkesten içtenlikle özür diliyor” açıklamasında bulundu.
333.jpg
Güney Koreli yaşlı kadınlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon İmparatorluk Ordusu için köle olarak hizmet etmeye zorlandıkları gerekçesiyle Japonya hükümetinden tazminat ve resmi bir özür talep etmek üzere 22 Nisan’da gösteri düzenledi (AFP)

İspanya Kralı Juan Carlos
2012 yılında İspanya’da, aynı yılın Nisan ayında Botsvana’da yaptığı bir balık avı gezisi sırasında Kral Juan Carlos’un fotoğraflarıyla bir gürültü koptu. Zira Kral, elinde bir tüfekle, avlanma nedeniyle nesli tükenmekte olan ölü bir filin yanında görünüyordu.
Uçuş sırasında kalça kırığı nedeniyle hastaneye kaldırılan Carlos’a çok sayıda eleştiri yapıldı. Bazı taraflar, kanunlara ve hayvan haklarına aykırı davranmasının dışında ülkesinin durgunluk içinde olduğu ve işsizlik oranının yüzde 23’e yükseldiği bir dönemde Kral’ın rahat bir hayat sürdüğünü belirtti.
Hastaneden çıkar çıkmaz Kral Carlos, vatandaşlardan alışılmadık bir özür dileyerek, ava gitmekle ‘hata yaptığını’ dile getirdi. Halk, özrü sonrasında biraz sakinleşti, ancak ekonomik krizin kaosu ülkeyi sararken, Kral’ın ‘nesli tükenmekte olan hayvanları’ avlamaya gittiğini ise asla unutmadı.

Güney Kore lideri
Eylül 2020’de Güney Kore’de meydana gelen bir olayda, Balıkçılık Bakanlığı’nda görevli bir yetkili, Kuzey Kore sularında kaybolduktan sonra Kuzey Kore kuvvetleri tarafından öldürüldü. Bu talihsiz olay, Güney Koreliler arasında o kadar çok şok ve öfkeye yol açtı ki, Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in, söz konusu yetkiliyi koruyamadığı için vatandaşlardan özür dilemek zorunda kaldı. Üst düzey yardımcılarıyla gerçekleştirdiği bir toplantı sırasında Moon Jae-in, “Kurbanın nasıl Kuzey Kore sularına gitmiş olduğuna bakmaksızın, yakınlarını kaybeden aile üyelerine en içten taziyelerimi ve başsağlığı dileklerimi sunuyorum” dedi. Cumhurbaşkanı ayrıca, “Hükümet, gerekçe göstermeksizin, vatandaşlarının güvenliğini korumaktan sorumludur” şeklinde konuştu.

Kuzey Kore lideri
Güney Kore yetkilisinin öldüğü bu olay, Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un’un güney komşusundan özür dilemesine neden oldu. Bu özür, birçok kişi tarafından ‘nadir’ olarak nitelendiriliyor. Bu çerçevede Pyongyang, yaşananların ‘kusurlu ve beklenmedik’ olduğunu dile getirdi. Ancak Kuzey Kore askerlerinin ‘yasadışı yollardan Kore sularına giren’ bir adama ateş açtığını belirtti.
Kimsenin bir gün kendi halkından özür dileyebileceğine pek inanmadığı Kim Jong-un’dan sürpriz bir özür daha geldi. Bu özür, Ekim 2020’de başkent Pyongyang’da Kuzey Kore İşçi Partisi’nin kuruluşunun 75. yıldönümünü kutlamak için düzenlenen büyük bir askerî geçit törenine katılımı sırasında gerçekleşti.
Jong-un, o dönemde ağladığını gören herkesi şaşkına uğrattı. Öyle ki ülkesini etkileyen ekonomik baskılar ortasında zor koşullarda yaşamak zorunda kaldıkları için halkından özür diledi. Beklenen ekonomik ilerlemeye ilişkin vaatlerinin yerine gelmemesi nedeniyle üzüntüsünü dile getiren Kim Jong-un, kasırgaların yanı sıra koronavirüs pandemisinin ve uluslararası yaptırımların bunun nedeni olduğunu savundu.
Kuzey Kore lideri, “Hayatlarınızı iyileştiremediğim ve büyük güveninizi yeterince ödüllendiremediğim için utanıyorum. Halkımızı zor yaşam koşullarından kurtarmak için gösterdiğim çaba ve özveri her şeyin üstünde değildi. Sağlığı yerinde olan tüm vatandaşlarımıza minnettarım” dedi.
555.jpg
Güney Koreli kadınlar, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 50. yıl dönümünde Japon sömürgeciliği sırasında cinsel sömürünün kurbanı oldular (AFP)

Justin Trudeau
2019 yılında Kanada Başbakanı Justin Trudeau, 21 Ekim 2019’da yeniden seçilmesi için kampanya yürütürken, ‘özür dilemesine ve düşüncesiz davranışından dolayı pişmanlığını dile getirmesine’ neden olan bir fotoğraf ortaya çıktı.
Fotoğraf, daha önce öğretmenlik yaptığı okul tarafından 2001 yılında 29 yaşındayken düzenlenen bir partide çekilmişti. Sarık takmış ve siyahi bir adam kılığına bürünmek için ellerine, yüzüne ve boynuna koyu renk makyaj yapmıştı.
Time dergisinin fotoğrafı yayınlaması sonrasında Trudeau, ırkçılık suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Medya organlarına Kanada Başbakanı, “Vancouver’da öğretmendim. Binbir Gece Masalları adlı yılsonu partisine katıldım. O dönemde Alaaddin kılığına girdim. Bir hata yaptım ve daha dikkatli olmalıydım. Ama bunun tam tersi oldu ve son derece üzgünüm” açıklamasında bulundu.
Trudeau, “Seçimimin ve davranışımın sorumluluğunu üstleniyorum. O dönemde bunun ırkçı görüneceğini düşünmemiştim. Ama şimdi bunun ırkçı bir şey olduğunu kabul ediyorum ve özür diliyorum” dedi.

Diğer halklara özürler
Bazı çağdaş liderler, onlarca yıl geriye dönüp ülkelerinin diğer ülkelere karşı işlediği suiistimaller için özür dilemeyi seçti. Bunların arasında, İtalya’nın 1940’ta Almanya’nın müttefiki olarak savaşa girmesi sonrasında Kanada’nın İkinci Dünya Savaşı’nda 600’den fazla İtalyan’ı tutuklaması nedeniyle İtalya’dan özür dileyen Justin Trudeau da bulunuyor.
Trudeau, Temsilciler Meclisi’nde Kanada Hükümeti adına resmi özrünü sundu. Mevcut belgelere göre İtalyan kökenli yaklaşık 31 bin Kanadalının, ‘düşman bir devletin vatandaşları’ olarak kabul edildiğini ve bunun onlara karşı zarara ve ayrımcılığa yol açtığını açıkladı.
Aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı sırasında ve Japonya’nın Güney Kore’yi sömürgeleştirdiği 1910’dan bu yana on binlerce Koreli kadın, Japon ordusunun mensuplarıyla seks yapmaya zorlandı. Japonya’nın bu suçu yıllarca inkâr etmesinin ardından, Kabine Baş Sekreteri Yohei Kono, 1993’te Japon askerlerinin uğrak yeri olan genelevlerde çalışmaya zorlanan kadınların varlığını kabul etti ve özür diledi.
Ayrıca aynı dönemde Japonya Başbakanı Kiichi Miyazawa, bu ihlaller nedeniyle birçok vesileyle özür diledi. Güney Kore Ulusal Meclisi huzurunda yaptığı konuşmada Miyazawa, “Son günlerde, Japon İmparatorluk Ordusu’na hizmet eden ‘zevk kadınları’ konusu gündeme geldi” dedi.
Zarar gören kurbanlarını tazmin etmek isteyen Güney Kore açısından önceki iki özür yeterli değildi. Bu durum, 2015 yılında Japonya Başbakanı Şinzo Abe’yi, ‘Japon hükümetinin askeri yetkililerinin, yarımadanın sömürgeleştirilmesi döneminde kadınları seks kölesine dönüştürmekte rol oynadıklarını itiraf ederek’ bu kadınlardan özür dilemek zorunda kaldı. Ayrıca iki ülke, Japonya’nın hayatta kalan kadınlara, maruz kaldıkları zararlardan dolayı yasal sorumluluklarını kabul ederek yaklaşık 9 milyon dolar tazminat ödediği bir anlaşma imzaladı.
444.jpg
Fransa’daki Harkiler tarafından kendilerine saygı duyulması talebiyle düzenlenen bir gösteri (Sosyal medya organları)
Önceki yıllardan bir başka mesele, tartışma masasına koyulana kadar asla durulmadı. Bu; 1954 ve 1962 yılları arasında Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Fransız güçleriyle eski Cezayir işbirlikçisi olan Cezayirli Harkiler meselesi. 18 Mart 1962’de Fransa ile Cezayir arasında Evian Anlaşmaları imzalanır imzalanmaz Fransa hükümeti, Harkilerin çoğunu kabul etmeyi reddetti ve onları, silahsızlandırdıktan sonra Cezayir’de kendi kaderlerine terk etti. Kabul ettiği 42 bin Harki’yi bile, derme çatma kamplara yerleştirdi ve en basit tabirle insanlık dışı, zalim ve sefil koşullarda yaşamaya zorladı.
Ağustos 2001’de Fransa, 25 Eylül gününü Harkiler için ulusal bir gün ilan etti. Ardından 25 Eylül 2016’da eski Cumhurbaşkanı François Hollande, Fransız devletinin Harkileri kaderine terk ederek, savaş sırasında ve sonrasında katledilmelerine yol açan sorumluluğunu tanıdığını açıkladı. Bu ifade, üstü kapalı bir özür olarak sayılıyor.
Fransız cumhurbaşkanları arasında bu konuyla ilgili ilk özür ise, 20 Eylül 2020’de Elysee Sarayı’nda yaptığı konuşmada Harkilerden resmi ve alenen ‘bağışlanma’ isteyen Emmanuel Macron’dan geldi.
Macron’un girişimi temelinde Fransa parlamentosu, özür yasasını tartıştı ve yasa, bu yılın Şubat ayında oy çokluğu ile kabul edildi. Yasa ayrıca, Harkilerin aileleri için ‘tazminat’ öngörmesinin yanı sıra sembolik ve pratik adımlar da içeriyor. 2022 taslak bütçesinde tazminatın ödenmesi için 50 milyon Euro tahsis edildi.



Avrupalı sanatçıların Ayasofya algısı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Avrupalı sanatçıların Ayasofya algısı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Michael Yakushev

Ayasofya Kilisesi, Bizans’ın en yüksek tepesinde, Boğaz'a nazır Roma İmparatoru Büyük Konstantin'in imparatorluğunun yeni başkenti olarak ‘yeni’ Roma'yı, yani Konstantinopolis'i kurduğu yerde inşa edilmiştir. Ayasofya Bizans İmparatorluğu (537-1204), Latin İmparatorluğu Konstantinopolis Latin İmparatorluğu (1204-1261), Bizans İmparatorluğu (1261-1453), Osmanlı İmparatorluğu (1453-1922) ve Türkiye Cumhuriyeti (1923-günümüz) dönemleri olmak üzere birkaç dönemden geçti, geçiyor.

Avrupa'dan gelen Hıristiyan hacıların ‘Kutsal Toprakları’ ziyaretleri sayesinde, Konstantinopolis'i (bugünkü adıyla İstanbul) anlatan günlükler ortaya çıktı. Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, 1453 yılında Konstantinopolis'i ele geçirerek, yüzyıllar süren Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinin yeni bir dönemini başlattı ve kelime manası ‘kutsal/ilahi bilgelik’ anlamına gelen Ayasofya Kilisesi’ni, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’ne dönüştürdü. Ayasofya, Osmanlı İmparatorluğu'nun baş camisi haline geldi ve tüm Hıristiyanlar ile Yahudilerin camiye girmesi yasaklandı. Böylece, Hıristiyan dünyasının temsilcileri Ayasofya'ya ulaşamaz hale geldi.

Dönüşümlerin öyküsü

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden sonra içine giren ilk Avrupalı Fransız Guillaume Grillo oldu. Rüşvet karşılığında 1672 yılında Ayasofya Camii’ne giren Grillo, 1680 yılında Ayasofya'nın içinden ve dışından görünümlerin çizimlerini ve açıklamalarını içeren bir kitap yayınladı ve kitabını Fransa Kralı XIV. Louis'e hediye etti. İsveç Kralı XII. Karl, 1711 yılında askeri mühendis Cornelius Loos'tan Ayasofya'yı tasvir eden çizimleri alan ikinci Avrupalı hükümdar oldu.

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüm mozaikler örtülmüş ve böylece Ayasofya tamamen klasik bir cami görünümüne kavuştu.

Mihrap önündeki lüks hünkâr mahfili (mahfil-i hümayun), mermer işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan minber ve üst katında süslü namaz odası penceresi caminin doğal özellikleri gibi görünse de Hıristiyanlara göre uygunsuz değil. Burası hem Müslümanlar hem de için kutsal bir yer. Ancak her iki dinin de takipçileri evrensel dinler olan Hıristiyanlık ve İslam'a inanırken nasıl farklı algılara sahip olabiliyorlar.

Fossati, iç tasarımda Venedik'teki San Marco Katedrali'nden esinlenerek Bizans renk sistemini yeniden canlandırdı.

Ayasofya Camii 1840’lı yıllarda bakımsız kaldı. Sadrazam Koca Mustafa Reşid Paşa, Sultan Abdülmecid'e Rus diplomatik misyonundan (İtalyan asıllı İsviçre vatandaşı) mimar Gaspare Fossati’yi ve Rus İmparatorluk Sanat Akademisi’nin bir üyesini tanıttı. Sultan Abdülmecid, Fossati’yi 1847-1849 yıllarda gerçekleştirilen Ayasofya'nın restorasyon çalışmalarını yönetmesi için davet etti.

Duvarların, kemerlerin, tonozların ve sütunların İslam Medeniyeti-Moritanya tarzı renklerine alternatif olarak, Fossati iç tasarımda Venedik'teki San Marco Katedrali'nden esinlenen Bizans renk sistemini yeniden kullandı. Fossati ayrıca, hünkâr mahfilinin ve pencerelerin kaldırılmasını sağlarken yerine, Bizans imparatorunun metatoriumundan daha güzel olan muhteşem bir sultan mahfili inşa etti. Bu metatorium, 1204'teki Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venedikliler tarafından kiliseden alınmış ve Venedik'teki San Marco Bazilikası'na hükümdarları için yerleştirilmişti.

Sultan Abdülmecid, Ayasofya Camii'nin iç kısmına İslami tarzda süslemeler eklemeye karar verdi ve bunun için hat sanatçısı Kazasker Mustafa İzzet Efendi'yi çağırdı. Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Ayasofya'da asılı sekiz büyük levhaların hattatıdır. Bu büyük levhalar, 1651 yılında caminin merkezi avlusunun çevresine yerleştirilen hattat Teknecizâde İbrahim Efendi'nin eski tabloları yerine asıldı.

İlk hat sanatçısı

Türk tarihi, kubbenin altında altınla çizilmiş ve Nur Suresinden ayetler içeren bu muhteşem sanat eserini Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye atfeder. Gaspare Fossati ise İmparatorluk Sanat Akademisi'ne yazdığı bir mektupta, kubbenin restorasyonu sırasında, bilinmeyen bir Osmanlı hattatına ait olan Kur’an-ı Kerim’den ayetleri keşfeden kişinin kendisi olduğunu belirtmiştir.

Fossati, mektubundan şunları yazmıştır:

“Ayasofya'daki çalışmalarım hedefine doğru ilerliyor ve kısa sürede kubbenin tamamını ortaya çıkararak Sultan'a İsa ikonasını kaplayan Arapça hatları gösterebilmeyi umuyorum. Bu hatlar 10,8 metre çapında bir daire içine yerleştirilmiş ve en yaşlı Türkler bile bu hattın yeşil zemin üzerinde altın renginde parladığını gördüklerinde çok seviniyorlar. Hat, daha önce beyaz kireçtaşı zeminde bulunan siyah bir hatla kaplıydı ve altın renginde mozaikle kaplı kubbeden tamamen farklıydı."

Fossati, cami duvarlarından sıva ile birlikte parçalanıp düşen Bizans mozaiklerini ortaya çıkardı. Ancak camideki çalışanlar, duvarları sopalarla kırarak elde ettikleri parlak mozaikleri satarak karlı bir işe dönüştürdüler. Fossati, St. Petersburg’daki İmparatorluk Sanat Akademisi'ne gönderdiği gönderdiği raporlarında bunu yazdı.

Londra'da yayınlanan albüm

Gaspare Fossati, mozaik resimlerini keşfetme ve restore etme çalışmalarından ötürü İmparatorluk Sanat Akademisi'nin fahri üyesi unvanını aldı. Fossati, 1852 yılında Londra'da, ‘Sultan Abdülmecid'in emriyle yakın zamanda restore edilen Konstantinopolis'teki Ayasofya’ başlıklı bir litografi albümü yayınladı.

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden sonra içine giren ilk Avrupalı Fransız Guillaume Grillo oldu. Rüşvet karşılığında 1672 yılında Ayasofya Camii’ne giren Grillo, bu konuyla ilgili bir kitap yayınladı.

Fossati, hattat Teknecizâde İbrahim Efendi'nin orijinal kare levhalarını resmeden ilk sanatçı oldu. Bu levhalar, restorasyon sırasında Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin Allah, Muhammed, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin hatlarını yazdığı levhalarıyla değiştirildi. Arapça yazılar sağdan sola doğru yazıldığından, Fossati'nin suluboya resimleri, 1651 yılında Teknecizâde İbrahim Efendi'nin çizdiği eski levhaların montajında montajcıların yaptığı bir hatayı da ortaya koydu. Bu hata, yeni levhaların (çapı 7,5 metre) düzeniyle ilgiliydi. Halife Ömer'in adını taşıyan levhanın arkasına Hz. Osman’ın adının yazılı olduğu levha yerine Hz. Ali’nin adı yazılı levha asılmıştır. Bu nedenle hata, Hasan ve Hüseyin'in adlarının yazılı levhaların yerleştirilmesinde de devam etmiştir.

Fransız ressam Philippe Chaperon’un 1893 yılında çizdiği ve Ayasofya'nın koridorları’ adını taşıyan tablosunda, bu hatanın düzeltildiği açıkça görülüyor.

Maltalı ressam Amadeo Preziosi'nin 1878 yılında çizdiği ‘Ayasofya Camii sütunları arasında mülteciler’ adlı suluboya tablosu da, 1878 yılına gelindiğinde bu hatanın düzeltildiğini gösteriyor. Ayasofya’nın imamlarının, atalarının iki yüzyıl boyunca sürdürdüğü bu hatayı telafi etmek için sultana ne tür argümanlar sundukları bilinmiyor.

Geleneksel çizimlerden uzaklaşılması

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında sanatçılar, Ayasofya'nın geleneksel resimlerinden uzaklaşmaya ve çizimler için yeni açılar seçmeye başladılar. Bununla birlikte, 1882'de Ayasofya'ya geldiğinde bu çelişkinin absürtlüğünü ifade edebilen tek kişi Rus ressam Vasily Polenov oldu. Polynov, ön planda merkezi avlunun iç dekorasyonunu değil, eski Hıristiyan, Müslüman ve pagan dünyasında Ayasofya Kilisesi (The Church of the Divine Wisdom) olarak bilinen eski tapınağın sütunlarını ön plana çıkardı.

Tablosuna bakanları Osmanlı gerçekliğinden Bizans dönemine taşıyor gibi görünen Polenov’un tablosunda Bizans sembolizmine ait eski unsurlar yeniden hayat buluyor. Sütunlar arasındaki metal eşiklere asılı avizeler nedeniyle, duvarın arkasından Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin çizdiği sekiz devasa deri levhadan biri kasvetli bir şekilde beliriyor. Bu garip, karanlık nesnenin görünümüne özellikle odaklanıyor.

Ressam Polenov, siyah ay tutulması sırasında parlak güneşi örtmeye çalışan hilalin ortaya çıkışını yeniden canlandıran bir film yönetmeni gibi davranmış gibi görünüyor.

Polenov, Ayasofya’da İslam dinine ait özelliklerin yabancı olduğunu bu şekilde ifade ettikten sonra bir yandan bu özelliklerin Bizans mimarisinin şaheserleri olan Hıristiyan sanatının harikası içinde yer almasının uygun olmadığını, diğer yandan ise Konstantinopolis'in Sofya'sının (kutsalının), Hristiyanlıktan İslamiyete geçiş sonrası kalktığını ve ‘kutsal’ unvanını kaybettiğini vurguluyor.

Polenov’a göre Ayasofya’nın sofyasında ifade edilen kutsallık, Hristiyanlıktan İslamiyete geçiş sonrası bu unvanı kaybetti ve böylece kutsallığı da ortadan kalktı.

Ayasofya Polenov için uzun zaman önce, Osmanlı hanedanlarının, sultanların ve halifelerin çabalarıyla basitçe ‘sofya’ya dönüştürülmüştür. Bu durumu ‘Konstantinopolis'teki Sofya Tapınağı'nın Korosu’ adlı tablosuna da yansıtmıştır.

Ressam için en önemlisi ise bir zamanlar dünyanın en büyük tapınaklarından daha görkemli, daha güzel ve daha şanlı olan ‘İsa'nın (ilahi) Bilgeliği’ kilisesinin kaderini göstermekti. Çünkü ona göre bu kilise, “Peygamber İsa” camisine dönüştürülmüştü.

Ayasofya'nın kaderi, birçok açıdan Osmanlıların devşirme kapsamında Hıristiyan ailelerinden aldıkları çocukların kaderine benziyor. Bu çocuklar, sultanlara, hanlara ve halifelere hizmet etmeye devam etmek amacıyla sarayın iç avlusundaki Enderun'da eğitim görmek üzere İslam dinini kabul etmeye zorlandılar.

Kaçınılmaz kader

Bizanslıların Ortodoks inancına ‘ihanet’ etmeleri ve ve 1438-1439 yıllarında Roma Papasına gitmeleri nedeniyle, Ortodoks Hıristiyanlar, ölmekte olan imparatorluklarının başkentini yağmalamaya izin verdikleri ve bununla birlikte ana ruhani merkezleri olan ‘Kutsal/İlahi Bilgelik’ kilisesini de teslim ettikleri için bunun bedelini devşirme olarak ödediler.

Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, 1922-1923 yıllarında son padişahın ülkeden kaçmasına neden oldu ve bu durum Türk Cumhuriyeti'nde dinin rolünü etkiledi. Bakımsız ve kötü durumda olan Ayasofya Camii'nin yeniden büyük çaplı onarımlara ihtiyacı vardı.

Ayasofya'ya sanatını adayan son ünlü ressamlar arasında Rus sanatçı Vladimir Petrov da vardı. Petrov, 1920'lerin sonlarından 1931 yılındaki büyük onarım çalışmaları nedeniyle caminin kapatılmasına kadar Ayasofya'nın içini resmetti.

Son olarak 2020 yılında Ayasofya yeniden cami olarak açıldı ve Hz. İsa’nın Ferisiler ve Hirodes yanlılarına söylediği “Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin” sözleri teyit edildi.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.