Putin ve güvenlik servisleri, devleti nasıl ele geçirdiler?

Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)
Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)
TT

Putin ve güvenlik servisleri, devleti nasıl ele geçirdiler?

Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)
Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)

Nina Kruşçeva
Vladimir Putin, 20 Aralık 1999 tarihinde Rus güvenlik servislerinin kuruluş yıldönümünü kutlamak için Moskova'daki Kızıl Meydan yakınlarında yer alan Lubyanka Binası’ndaki Rusya Federal Güvenlik Servisi'nin (FSB) ofisini ziyaret etti ve burada FSB’nin üst düzey yetkililerine bir konuşma yaptı. O sıra FSB'de yarbay rütbesine sahipken 47 yaşında yeni başbakan olarak atanmış olan Putin alaycı bir tavırla, “Hükümetin en üst düzeyine nüfuz etme görevi tamamlandı” dedi.
Eski meslektaşları bu sözler karşısında gülseler de şaka Rusya hakkındaydı.
Putin, bu ziyaretin üzerinden iki haftadan kısa bir süre geçtikten sonra geçici Devlet Başkanı oldu. İktidara gelişinden itibaren, kapitalizmin anarşisine ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası dönemin istikrarsız demokratik karakterine karşı devleti güçlendirmeye çalıştı. Bu amaç uğrunda, ülkenin güvenlik hizmetlerinin seviyesini yükseltmenin ve hükümetin kilit roldeki kurumlarının başına eski güvenlik görevlilerini atamanın gerekli olduğunu düşünüyordu.
Ancak son yıllarda Putin'in bu yaklaşımda bir takım değişiklikler oldu ve bürokrasi git gide, bir zamanlar egemen olan devlet adamlarının yerini aldı. Bürokratik kurumların güçleri, Putin’in kontrolünü daha da sağlamlaştırmak için diğer devlet kurumları karşısında arttı. Güvenlik servisinin güç kontrolü, Putin’in ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerinin bağımsızlığının tanınması kararı aldığı Şubat ayında ortaya çıktı. Putin, birkaç gün sonra Rus birliklerini Ukrayna'ya gönderdi.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın ilk günlerinde, Rusya devlet kurumlarının çoğu, Putin’in işgal kararına karşısı hazırlıksız gibi görünüyordu. Önde gelen bazı Rus yetkililer, ürkekçe de olsa, kararın nedenini sorguluyor gibiydiler. Daha sonraki haftalarda hem hükümet hem de halk Kremlin'i destekledi.
Ülkede muhalefet artık adeta bir suç haline gelmiş durumda. Bununla birlikte bir zamanlar sınırlı da olsa karar verme yetkisine sahip olan kişiler kendilerini, tek amacı güvenlik ve kontrol olan kurumların rehineleri olarak buldular. İronik olan ise işlerin FSB'nin kendi aleyhine dönmesi oldu. Rusya bir zamanlar güvenlik güçlerinin egemen olduğu bir ülkeyken, şimdi Putin'in başında olduğu yüzü olmayan bir güvenlik bürokrasisi haline geldi.

Çeka üyelerinin kurtuluşu
Modern FSB'nin kökleri, Demir Feliks lakabıyla bilinen Feliks Cerjinski’nin katı liderliğinde Çeka adıyla bilinen Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu’nun, o dönem Joseph Stalin’in yönetiminde olan Sovyetler Birliği’nin düşmanlarının peşine düştüğü 1917 Bolşevik Devrimi'ne dayanıyor. İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) ve Devlet Güvenlik Bakanlığı (MGB) gibi Rusya’nın güvenlik ve istihbarat servisleri, bunların ilki olan Çeka’nın üzerine geliştirildi. NKVD’nin en ünlü lideri 1930’lu yıllarda teşkilatı yöneten Genrih Yagoda iken, MGB’nin en ünlü lideri ise 1940'lıve 50'li yıllarda kurumun yöneticiliğini yapan Lavrenti Beriya idi.
Bununla birlikte Devlet Güvenlik Komitesi (KGB), 1954 yılında Stalin'in halefi Nikita Kruşçev'in önderliğinde Sovyetler Birliği'ndeki ana güvenlik teşkilatı oldu. Kruşçev, on yıl sonra Komünist Parti’nin Sovyetler Birliği devletinin denetim kurumları üzerindeki nüfuzunu genişleterek KGB’nin nüfuzunu sınırladı. Ancak Kruşçev iktidarının 1964 yılında düşmesinin ardından uzun süredir KGB'ye liderlik eden Yuri Andropov, KGB’nin kaybettiği gücünü yeniden kazanmasını sağladı. KGB’nin gücü, 1970'lerde en yüksek seviyesine ulaştı.
Andropov daha sonra Komünist Parti’nin Genel Sekreteri olarak Sovyetler Birliği'ni 1982 yılından 1984 yılına kadar yönetti. İdeolojik kontrolü dayatma konusunda hiç taviz vermedi. Özellikle, bir kişinin Sovyetler Birliği politikasını üstü kapalı olarak dahi eleştirmesi hakkında soruşturma açılmasına yetiyordu. Bazı muhalifler ‘rehabilitasyon’ bahanesiyle ya hapse atıldı ya da psikiyatri kurumlarına yerleştirildi. Bazıları ise göçe zorlandı.
O dönem Moskova’da yaşadığım için, daha ılımlı ya da milliyetçilik konusunda zayıf (uyumsuz)  vatandaşları hedef alan polis baskınlarını ve sivil giyimli KGB ajanları tarafından tutuklanmalarını hatırlıyorum. George Orwell'in 1984 romanındaki ‘düşünce polisi’ gibi çalışırlardı. Şehrin sokaklarında gizlice dolaşır, işe gelmediğinden veya çok fazla boş zaman geçirdiğinden şüphelenilen kişileri gözaltına alırlardı. Ülkeye Andropov'un KGB’sinin tam kontrolü hakimdi.
Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un 1980'li yılların sonlarında uygulamaya koyduğu reformlar, güvenlik servislerinin gücünü zayıflattı. Perestroyka’nın (ekonomik ve siyasi sistemi yeniden yapılandırma ve reform hareketleri) Sovyetler Birliği'ni yenilemesi gerekiyordu. Hatta bazı akademisyenler Andropov'un Perestroyka’da rolü olduğunu dahi iddia ettilerse de Perestroyka sonunda devletin bekasını tehdit etmeye başladı. Sovyetler Birliği’nin son lideri Gorbaçov, KGB'deki efendilerine sırtını döndü, Stalinizmin suçlarını ifşa etti ve Batı'ya açılmaya başladı. Ancak 1989 yılında ‘Demir Perde’ düştüğünde ve Doğu Avrupa'daki Sovyet Cumhuriyetleri Moskova'nın nüfuz bölgesinden ayrıldığında ise bu kez KGB, Gorbaçov'a sırtı döndü ve iki yıl sonra Sovyetler Birliği'nin çöküşünü hızlandıran başarısız bir darbe düzenledi.
Geriye dönüp bakıldığında, bir güvenlik servisinin küçük düşürüldüğü, ancak bu duruma herhangi bir çözüm getirilmediği görülebilir. Öte yandan Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası Rusya'nın ilk Devlet Başkanı Boris Yeltsin, KGB'yi değil komünizmi en büyük kötülük olarak görüyordu. KGB’nin adının artık FSB olmasının, teşkilatı değiştireceğine ve daha iyi ve daha az kontrol sahibi olmasını sağlayacağına inanıyordu. Bu, sadece bir dilekti. Gerçekten de, Rus güvenlik servislerinin köklerinin, 16. yüzyılda Korkunç İvan'ın acımasız muhafızları Opriçniklere ve 18. yüzyılda Büyük Peter'in Gizli Şansölye’sine kadar uzandığı söylenebilir. Burada Yeltsin'in reformist girişiminin bu kadar derin tarihi kökleri olan bir sistemi, Kruşçev'in kırk yıl önce yaptığından daha fazla uyarlayamayacağı belirtilmeli.
Esasen KGB ajanları, komünizmin çöküşüne ve kapitalizme geçişe dayanma konusunda nispeten iyi donanımlıydılar. Güvenlik servislerinde Sovyet Birliği döneminde bir proletarya (alt sosyal sınıf) toplumu çağrısı sadece bir slogandan ibaretti ve ideoloji, halkı kontrol etmenin ve devletin elini güçlendirmenin bir aracıydı. Güvenlik servislerinin eski üyeleri, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası Rusya'da elit pozisyonlara yükselirken bu pragmatik yaklaşımı uyguladılar.
Eski bir yüksek rütbeli KGB ajanı olan Leonid Shebarshin, Andropov döneminde NATO, CIA, muhalifler ve siyasi muhalifler gibi içerideki ve dışarıdaki düşmanlara karşı gizli bir savaşa girmek üzere eğitilen ajanların düzensiz çalışma saatleriyle başa çıkabilen, düşmanların olduğu ortamlarda başarılı olabilen ve talep üzerine sorgulama ve manipülasyon taktiklerini kullanabilen yeni Rus burjuvalar olmalarının gayet doğal olduğunu söylemişti. Onlar, çalışanlarının ve astlarının çalışma gücünün sarhoşluğunu dahi yavaş yavaş tükettiler.
Bunların arasında, 2000 yılında bir bilinmezlikten gelerek Rusya’nın devlet başkanlığına yükseldikten sonra Batılı diplomatlar tarafından pragmatist olarak övülen Putin de vardı. Andropov tarzı tavizsiz bir sistem kurma niyetini gizlemeyen Putin, 1990'larda histerik bir kişiliğe sahip olan Yeltsin’in iktidarı sırasında gelişen kapitalist baronların gücünü dizginlemek için hızla harekete geçti. Putin'e göre petrol ve doğalgaz gibi stratejik öneme sahip sektörleri kontrol eden bağımsız bir oligarşi, devletin istikrarını tehdit ediyordu. Bu yüzden bunun yerine ulusal çıkarlarla ilgili iş kararlarının, ‘silovik’ adıyla anılan, eski istihbarat, emniyet ve güvenlik kurumları mensubu olarak görev yapmış siyasetçi ve bürokratlardan oluşan bir avuç güvenilir kişi tarafından alınmasını sağladı. Silovikler, devlet kontrolündeki mülklerin yöneticisi ya da koruyucusu oldular. Bu kişilerin büyük bir kısmının Putin'in memleketi Leningrad'dan (şu anda Saint Petersburg) olduğu ve çoğunun yine Putin ile birlikte KGB'de görev yaptığını belirtmekte fayda var. Siloviklerden olan İgor Seçin enerji devi Rosneft’in, Sergey Çemezov bir kamu kuruluşu olan Rostec’in, Alexey Miller enerji şirketi Gazprom’un yöneticiliğini üstlenirken, Nikolay Patrushev Rusya Güvenlik Konseyi Sekreterliği, Aleksandr Bortnikov FSB Başkanlığı, Sergey Narişkin Rusya Dış İstihbarat Servisi (SVR) Direktörlüğü, Alexander Bastrykin Soruşturma Komitesi Başkanlığı gibi devlet kurumlarının yöneticiliklerini üstlendiler. Daha birçok silovik üst düzey kurumlarda kilit role sahipler.
Putin, FSB’nin güçlendirilmesinin, 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasına yol açan türden karışıklıkları önleyeceğine gerçekten inanıyordu. Eski KGB ajanlarının kilit konumlara atanması, bir miktar da olsa ekonomik ve siyasi istikrar sağlıyor gibi görünüyordu. Putin, bu istikrarı korumak amacıyla 2020 yılında başkanlık süresini uzatmak için harekete geçti ve 2024 yılına kadar olan görev süresini uzatmak için anayasada değişikliği önerisinde bulundu.
Anayasa değişikliklerinin onaylanması devlete, Kovid-19 salgını ve Belarus'taki kitlesel protestolardan Rus muhalif Aleksey Navalni’nin Moskova'ya dönüşüne kadar çok sayıda sorunu ele almasında geniş bir manevra alanı sundu. Andropov döneminde olduğu gibi artık tüm meseleler, vergilerden bilime kadar her şeyi denetleyen federal kuruluşlar gibi (Rusça adlarının çoğunda bulunan ve "gözetim" anlamına gelen nadzor, tanımlamayı kolaylaştırıyor) merkezi düzenleyici kurumlar tarafından ele alınır oldu. Bunun yanında Rusya’da yetkinin kötüye kullanılmasından şikayet eden, daha iyi hizmet talep eden ya da nitelikli dolandırıcılık ve sahtecilikle suçlanan Navalni'ye desteğini ifade eden Ruslar hakkında başlatılan soruşturmaların giderek yaygınlaşan bir taktik olduğu biliniyor. Diğer taraftan eski bir vergi memuru olan teknokratik Başbakan Mihail Mişustin'in yanı sıra sistem bürokrasisindeki çeşitli orta düzey yöneticilerin liderliğinde bir disiplin kontrol sistemi devreye sokuldu.

FSB darbesi
Putin'in Donetsk ve Lugansk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını tanıma ve ardından Ukrayna'yı Nazilerden arındırmak için özel bir askeri operasyon başlatma kararı, siyasi sapma durumunda benzer bir cezalandırma modelini izledi. Aslında, Batı’nın yanında yer almayı ‘Rusya karşıtı’ bir seçim olarak gördü ve tüm ülkeyi cezalandırmak istedi. Bunun yanı sıra Rusya’da Ukrayna işgalinin başlamasının ve sonrasında yaşanan olayların gerçekleşmesi yıllar alan siyasi bir dönüşümün doruk noktası olarak görülüyor. Ayrıca Putin’in ilk döneminde egemen olan silovikilerin sayısının azalmasını ve bunların yerini güvenlik ve denetleme kurumlarından isimlerden oluşan anonim bir bürokrasinin aldığını da ortaya çıkardı.
Rusya Güvenlik Konseyi’nin 21 Şubat’taki toplantısı sırasında Putin’in en yakın sırdaşları, Donetsk ve Lugansk cumhuriyetlerinin bağımsızlığının tanınmasının neler getireceğinden tamamen habersiz görünüyordular. SVR Şefi Sergey Narışkin konuşması sırasında, Putin’in tanıma kararını net bir şekilde destekleyeceğini teyit etmesini istemesinin ardından kekeleyerek Putin’in tanıma kararını destekleyeceğini söyleyebildi. Narışkin, Putin ile aralarında geçen diyalog sırasında korkudan titriyor gibiydi. Katı muhafazakar çizgideki bir Çeka üyesi olan Patruşev dahi Rusya'nın Ukrayna'ya asker göndermeyi planladığını ABD'ye bildirmek istediyse de önerisine bir yanıt alamadı.
Rusya’nın komşusu olan bir ülkeyi işgal etmesi gibi önemli bir karardan birçok devlet kurumunun habersiz olması oldukça dikkat çekici. Rusya Merkez Bankası başkanı Elvira Nabiullina Mart ayı başlarında istifa etmeye kalkıştığında, finans kurumları büyük bir şok yaşadı. Ancak kendisinden makamında kalması ve savaşın olası ekonomik sonuçlarıyla başa çıkması istendi. Ordu da planın tamamından habersiz gibi görünüyordu. Ay boyu on binlerce askeri sınıra yığan ordu, bu süreç boyunca kendisinden Ukrayna’ya saldırmasının istenip istenmeyeceğini bilmiyordu.
Putin'in gizli operasyonu, diğer gizli ajanlardan dahi gizlendi. Kremlin'e Ukrayna'daki siyasi durum hakkında istihbarat sağlamaktan sorumlu FBS departmanı yöneticileri bile işgalin olacağını düşünmüyorlardı. Bazı analistler, özgüvenli bir halde böyle bir işgalin Rusya'nın ulusal çıkarlarına aykırı olacağını savundular. Yetkililer, büyük çapta bir saldırının masada olmadığından emin bir şekilde Putin'e duymak istediği; ‘Ukraynalılar, Nazilerin işbirlikçilerinden ve Kiev'de Batı tarafından kontrol edilen ajanlardan kurtulmaya hazır Slav kardeşlerdir’ hikayesini anlatmaya devam ettiler. Kremlin'den bir kaynak bana birçok yetkilinin 1980’lerde utanç verici bir geri çekilmeyle sonuçlanan ve Sovyet imparatorluğunun dağılmasına katkıda bulunan Afganistan'daki savaşa benzer bir felaketi akıllarına getirdiklerini söyledi. Ancak giderek daha teknokratik, sistemik ve şahıslar üstü bir hükümette bu tür görüşlere artık müsamaha gösterilmiyor.
Şarku’l Avsat’ın Foreign Affairs'den aktardığı analize göre,  Ukrayna’daki savaş üçüncü ayına girerken ve savaş suçlarına ilişkin kanıtlar çoğalırken, çok sayıda yetkili ve politikacı halen Putin'i desteklemeye devam ediyor. Büyük şirketler büyük bir sessizlik içindeler. Batı ülkelerinden ayrılan seçkin Rus iş insanları da hükümetlerine giderek artan bir destek veriyorlar. Bazıları özel hayatlarında şikayetlerini dile getirseler de, çok azı toplum içinde şikayetlerini ifade ediyor. Onlardan biri, defalarca kez barış çağrısı yapan milyarder sanayici Oleg Deripaska, Türkiye'ye kaçan ve Yeltsin yönetimi sırasındaki özelleştirme faaliyetlerine öncülük etmesiyle bilinen Putin’in eski meslektaşı Anatoli Çubays, müzakere edilmiş bir anlaşmaya arabuluculuk yapmaya çalışan Chelsea Futbol Kulübü'nün eski sahibi ünlü oligark Roman Abramoviç ve son derece başarılı olan çevrimiçi bankası Tinkoff'taki hisselerini birkaç kapik (100 kapik = 1 ruble) karşılığında satmak zorunda kalan Rus girişimci Oleg Tinkov yer alıyor. Tinkov, Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı ‘operasyona’ karşı çıktıktan sonra hisselerini ucuz bir fiyata sattı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da bir askeri geçit töreninde, Mayıs 2021 (Mikhail Metzl/Sputnik Fotoğraf Ajansı)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Mayıs 2021 tarihinde Moskova'da bir askeri geçit törenine katıldı (Michael Metzl/Sputnik Haber Ajansı)
Rusya'nın yurt dışına kaçan onlarca, belki de yüz binlerce Rus dışında 145 milyon vatandaşı da aynı yöne doğru gidiyor. Yabancı ülkelere uçuşlara, dünya markalarına ve küresel ödeme sistemlerine erişimlerini kaybeden Rusların çoğu, hayatlarının Kremlin’e bağlı olduğu gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar. Ukrayna’ya karşı başlatılan askeri operasyonunun ilk günlerinde, halk ilk şokla savaş karşıtı duygularını ifade etmek için sokaklara döküldüğünde hüküm süren atmosferde keskin bir değişim oldu. Anketler şu anda Rusların yaklaşık yüzde 80'inin savaşı desteklediğine işaret ediyor. Ancak gerçek rakam daha düşük olabilir. Çünkü bir devlet mutlak kontrol uyguladığında, halk yönetimin istediği cevapları verir. Buna rağmen, Rusya’daki akrabalarım ve arkadaşlarımla özel olarak görüştüğümde savaşın öyle denildiği gibi kabul görmediğini anlıyorum. Örneğin, Kuzey Kafkasya'nın turistik kenti Kislovodsk'taki bir tanıdığım, Putin'in Ukrayna’ya yönelik ‘ülkeyi Nazilerden arındırma görevi’ olarak gördüğü askeri operasyonu tamamlaması ve Donbass bölgesinin sorumluluğunu alması gerektiğinde ısrar ederek, Amerikalılara Rusya’ya kafa tutmaması gerektiğini göstermesi gerektiğini söyledi.
Rusya’da ilk şok azalırken korku hakim olmaya başladı. Putin, Mart ayı ortalarında televizyon ekranlarından yaptığı bir konuşmada, ‘operasyona’ karşı çıkanları  ‘vatan hainleri’ olarak tanımladı ve Batılı ülkelerinin bu çevreleri ‘Rusya’yı yok etmek için beşinci kol’ olarak kullanmaya çalışabileceklerini, ancak Ruslar’ın vatanseverleri, ‘toplumun yüz karalarından’ hızla ayırt edebileceğini söyledi. Hükümetin güvenlik birimleri daha önce, ‘yalan haber’ ya da Savunma Bakanlığı'nın resmi açıklamalarıyla çelişen herhangi bir söylemin yayınlanmasıyla ilgili yeni bir yasa ilan etmişti. Yasaya göre ‘yalan haber yapmak ve resmi açıklamaların aksine bir söylemde bulunma15 yıla kadar hapis cezasını gerektiren bir suçtur. Aynı şekilde Novaya Gazeta gazetesi, liberal radyo istasyonu ‘Ekho Moskvy’ (Moskova'nın Yankısı) ve iki ay öncesine kadar düzenli olarak hükümeti eleştiren televizyon kanalı TV Dozd (Rain) dahil olmak üzere bağımsız yayın kuruluşları ya yasaklandı ya da faaliyetleri askıya alındı. New York Times, BBC, CNN ve diğer yabancı medya kuruluşları da bavullarını toplayarak ülkeyi terk etti. Şubat ayı sonlarından bu yana 400'ü genç olmak üzere 16 binden fazla kişi tutuklandı. Bazıları sadece düzenlenen bir protesto gösterisinin yakınlarında oldukları için tutuklandılar. Bir Moskovalı, sadece elinde Leo Tolstoy'un ‘Savaş ve Barış’ romanı ile Kızıl Meydan'da görünmesinin tutuklanmasına yeteceğini deneyimledi.
Bu toplu baskı atmosferinde, bir zamanlar alternatif fikirler öneren siyasi isimler, Putin'in ısrarla tekrarladığı sözlerini sıralıyorlar. Örneğin eski Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, Ukrayna operasyonunu eleştirmenin vatana ihanet olduğu sık sık vurguluyor. Hatta Şubat ayında tereddüt içerisinde olan SVR Başkanı Narişkin bile savaş yanlısı oldu ve şimdi bir papağan gibi hükümetin söylediklerini tekrar ediyor. İnsanlar artık düşüncelerini ifade etmiyorlar. Putinci Çeka'nın gölgesi artık tüm ülkeye hakim olmuş durumda.

Yeni güvenlik durumu
Rus gazeteci yazar Masha Gessen, ‘Yüzü Olmayan Adam’ adlı kitabında Putin'i böyle nitelendirmişti. Fakat bugün Putin’in yüzü, emirlerini harfiyen yerine getiren isimsiz bir güvenlik bürokrasisinin başındaki tek yüz haline geldi. Artık ne Kremlin koridorlarında ne de Moskova sokaklarında başka bir darbe olasılığı yok. Esasen Putin’i alaşağı edebilecek tek grup, prensipte, ülkenin kalkınması için halen dış politikada bir miktar esneklik olması gerektiği fikrini kabul eden bir silovik ve milliyetçi tarafından yönetilen FSB’dir. Ama artık böyle yetkililer FSB'nin geleceğini temsil etmiyor. Bilhassa, sorumluluğu üstlenmiş  haldeki gizli güvenlik teknokratları ulusal veya uluslararası sonuçları ne olursa olsun, tam kontrole kafayı takmış durumdalar.
Kremlin en son 1980'lerin başlarında Andropov'un yönetimi sırasında böylesine egemen bir devlet inşa etti. Bu egemen devlet, güvenlik güçleri kontrollerini gevşettiğinde ve reforma izin verdiğinde çöktü. Putin bu hikayeyi iyi biliyor ve aynı sonuçla karşı karşıya gelme riskini alması pek mümkün görünmüyor. Putin olmasa bile, 1980'lerde Afganistan'da olduğu gibi Ukrayna'da da utandırıcı bir geri çekilme felaketi her şeyi bitirmedikçe kurduğu sistem, bu yeni gizli güvenlik topluluğunun desteğiyle var olmayı sürdürecek. Bu bürokrasi, iktidara  sımsıkı tutundukça, Moskova'nın dışarıdaki maceracılığı azalabilir ama bu sistem devam ettiği sürece Rusya baskı altında, tecrit edilmiş ve özgürlüğü kısıtlanmış halde kalacak.

*Nina Kruşçeva, New York merkezli The New School’da uluslararası ilişkiler profesörüdür.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.