Putin ve güvenlik servisleri, devleti nasıl ele geçirdiler?

Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)
Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)
TT

Putin ve güvenlik servisleri, devleti nasıl ele geçirdiler?

Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)
Batılı diplomatlar, 2000 yılında Putin'i bilinmeyen bir geçmişten Rusya'nın liderliğine yükselen bir pragmatist olarak övdüler (AP)

Nina Kruşçeva
Vladimir Putin, 20 Aralık 1999 tarihinde Rus güvenlik servislerinin kuruluş yıldönümünü kutlamak için Moskova'daki Kızıl Meydan yakınlarında yer alan Lubyanka Binası’ndaki Rusya Federal Güvenlik Servisi'nin (FSB) ofisini ziyaret etti ve burada FSB’nin üst düzey yetkililerine bir konuşma yaptı. O sıra FSB'de yarbay rütbesine sahipken 47 yaşında yeni başbakan olarak atanmış olan Putin alaycı bir tavırla, “Hükümetin en üst düzeyine nüfuz etme görevi tamamlandı” dedi.
Eski meslektaşları bu sözler karşısında gülseler de şaka Rusya hakkındaydı.
Putin, bu ziyaretin üzerinden iki haftadan kısa bir süre geçtikten sonra geçici Devlet Başkanı oldu. İktidara gelişinden itibaren, kapitalizmin anarşisine ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası dönemin istikrarsız demokratik karakterine karşı devleti güçlendirmeye çalıştı. Bu amaç uğrunda, ülkenin güvenlik hizmetlerinin seviyesini yükseltmenin ve hükümetin kilit roldeki kurumlarının başına eski güvenlik görevlilerini atamanın gerekli olduğunu düşünüyordu.
Ancak son yıllarda Putin'in bu yaklaşımda bir takım değişiklikler oldu ve bürokrasi git gide, bir zamanlar egemen olan devlet adamlarının yerini aldı. Bürokratik kurumların güçleri, Putin’in kontrolünü daha da sağlamlaştırmak için diğer devlet kurumları karşısında arttı. Güvenlik servisinin güç kontrolü, Putin’in ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerinin bağımsızlığının tanınması kararı aldığı Şubat ayında ortaya çıktı. Putin, birkaç gün sonra Rus birliklerini Ukrayna'ya gönderdi.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın ilk günlerinde, Rusya devlet kurumlarının çoğu, Putin’in işgal kararına karşısı hazırlıksız gibi görünüyordu. Önde gelen bazı Rus yetkililer, ürkekçe de olsa, kararın nedenini sorguluyor gibiydiler. Daha sonraki haftalarda hem hükümet hem de halk Kremlin'i destekledi.
Ülkede muhalefet artık adeta bir suç haline gelmiş durumda. Bununla birlikte bir zamanlar sınırlı da olsa karar verme yetkisine sahip olan kişiler kendilerini, tek amacı güvenlik ve kontrol olan kurumların rehineleri olarak buldular. İronik olan ise işlerin FSB'nin kendi aleyhine dönmesi oldu. Rusya bir zamanlar güvenlik güçlerinin egemen olduğu bir ülkeyken, şimdi Putin'in başında olduğu yüzü olmayan bir güvenlik bürokrasisi haline geldi.

Çeka üyelerinin kurtuluşu
Modern FSB'nin kökleri, Demir Feliks lakabıyla bilinen Feliks Cerjinski’nin katı liderliğinde Çeka adıyla bilinen Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu’nun, o dönem Joseph Stalin’in yönetiminde olan Sovyetler Birliği’nin düşmanlarının peşine düştüğü 1917 Bolşevik Devrimi'ne dayanıyor. İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) ve Devlet Güvenlik Bakanlığı (MGB) gibi Rusya’nın güvenlik ve istihbarat servisleri, bunların ilki olan Çeka’nın üzerine geliştirildi. NKVD’nin en ünlü lideri 1930’lu yıllarda teşkilatı yöneten Genrih Yagoda iken, MGB’nin en ünlü lideri ise 1940'lıve 50'li yıllarda kurumun yöneticiliğini yapan Lavrenti Beriya idi.
Bununla birlikte Devlet Güvenlik Komitesi (KGB), 1954 yılında Stalin'in halefi Nikita Kruşçev'in önderliğinde Sovyetler Birliği'ndeki ana güvenlik teşkilatı oldu. Kruşçev, on yıl sonra Komünist Parti’nin Sovyetler Birliği devletinin denetim kurumları üzerindeki nüfuzunu genişleterek KGB’nin nüfuzunu sınırladı. Ancak Kruşçev iktidarının 1964 yılında düşmesinin ardından uzun süredir KGB'ye liderlik eden Yuri Andropov, KGB’nin kaybettiği gücünü yeniden kazanmasını sağladı. KGB’nin gücü, 1970'lerde en yüksek seviyesine ulaştı.
Andropov daha sonra Komünist Parti’nin Genel Sekreteri olarak Sovyetler Birliği'ni 1982 yılından 1984 yılına kadar yönetti. İdeolojik kontrolü dayatma konusunda hiç taviz vermedi. Özellikle, bir kişinin Sovyetler Birliği politikasını üstü kapalı olarak dahi eleştirmesi hakkında soruşturma açılmasına yetiyordu. Bazı muhalifler ‘rehabilitasyon’ bahanesiyle ya hapse atıldı ya da psikiyatri kurumlarına yerleştirildi. Bazıları ise göçe zorlandı.
O dönem Moskova’da yaşadığım için, daha ılımlı ya da milliyetçilik konusunda zayıf (uyumsuz)  vatandaşları hedef alan polis baskınlarını ve sivil giyimli KGB ajanları tarafından tutuklanmalarını hatırlıyorum. George Orwell'in 1984 romanındaki ‘düşünce polisi’ gibi çalışırlardı. Şehrin sokaklarında gizlice dolaşır, işe gelmediğinden veya çok fazla boş zaman geçirdiğinden şüphelenilen kişileri gözaltına alırlardı. Ülkeye Andropov'un KGB’sinin tam kontrolü hakimdi.
Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un 1980'li yılların sonlarında uygulamaya koyduğu reformlar, güvenlik servislerinin gücünü zayıflattı. Perestroyka’nın (ekonomik ve siyasi sistemi yeniden yapılandırma ve reform hareketleri) Sovyetler Birliği'ni yenilemesi gerekiyordu. Hatta bazı akademisyenler Andropov'un Perestroyka’da rolü olduğunu dahi iddia ettilerse de Perestroyka sonunda devletin bekasını tehdit etmeye başladı. Sovyetler Birliği’nin son lideri Gorbaçov, KGB'deki efendilerine sırtını döndü, Stalinizmin suçlarını ifşa etti ve Batı'ya açılmaya başladı. Ancak 1989 yılında ‘Demir Perde’ düştüğünde ve Doğu Avrupa'daki Sovyet Cumhuriyetleri Moskova'nın nüfuz bölgesinden ayrıldığında ise bu kez KGB, Gorbaçov'a sırtı döndü ve iki yıl sonra Sovyetler Birliği'nin çöküşünü hızlandıran başarısız bir darbe düzenledi.
Geriye dönüp bakıldığında, bir güvenlik servisinin küçük düşürüldüğü, ancak bu duruma herhangi bir çözüm getirilmediği görülebilir. Öte yandan Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası Rusya'nın ilk Devlet Başkanı Boris Yeltsin, KGB'yi değil komünizmi en büyük kötülük olarak görüyordu. KGB’nin adının artık FSB olmasının, teşkilatı değiştireceğine ve daha iyi ve daha az kontrol sahibi olmasını sağlayacağına inanıyordu. Bu, sadece bir dilekti. Gerçekten de, Rus güvenlik servislerinin köklerinin, 16. yüzyılda Korkunç İvan'ın acımasız muhafızları Opriçniklere ve 18. yüzyılda Büyük Peter'in Gizli Şansölye’sine kadar uzandığı söylenebilir. Burada Yeltsin'in reformist girişiminin bu kadar derin tarihi kökleri olan bir sistemi, Kruşçev'in kırk yıl önce yaptığından daha fazla uyarlayamayacağı belirtilmeli.
Esasen KGB ajanları, komünizmin çöküşüne ve kapitalizme geçişe dayanma konusunda nispeten iyi donanımlıydılar. Güvenlik servislerinde Sovyet Birliği döneminde bir proletarya (alt sosyal sınıf) toplumu çağrısı sadece bir slogandan ibaretti ve ideoloji, halkı kontrol etmenin ve devletin elini güçlendirmenin bir aracıydı. Güvenlik servislerinin eski üyeleri, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası Rusya'da elit pozisyonlara yükselirken bu pragmatik yaklaşımı uyguladılar.
Eski bir yüksek rütbeli KGB ajanı olan Leonid Shebarshin, Andropov döneminde NATO, CIA, muhalifler ve siyasi muhalifler gibi içerideki ve dışarıdaki düşmanlara karşı gizli bir savaşa girmek üzere eğitilen ajanların düzensiz çalışma saatleriyle başa çıkabilen, düşmanların olduğu ortamlarda başarılı olabilen ve talep üzerine sorgulama ve manipülasyon taktiklerini kullanabilen yeni Rus burjuvalar olmalarının gayet doğal olduğunu söylemişti. Onlar, çalışanlarının ve astlarının çalışma gücünün sarhoşluğunu dahi yavaş yavaş tükettiler.
Bunların arasında, 2000 yılında bir bilinmezlikten gelerek Rusya’nın devlet başkanlığına yükseldikten sonra Batılı diplomatlar tarafından pragmatist olarak övülen Putin de vardı. Andropov tarzı tavizsiz bir sistem kurma niyetini gizlemeyen Putin, 1990'larda histerik bir kişiliğe sahip olan Yeltsin’in iktidarı sırasında gelişen kapitalist baronların gücünü dizginlemek için hızla harekete geçti. Putin'e göre petrol ve doğalgaz gibi stratejik öneme sahip sektörleri kontrol eden bağımsız bir oligarşi, devletin istikrarını tehdit ediyordu. Bu yüzden bunun yerine ulusal çıkarlarla ilgili iş kararlarının, ‘silovik’ adıyla anılan, eski istihbarat, emniyet ve güvenlik kurumları mensubu olarak görev yapmış siyasetçi ve bürokratlardan oluşan bir avuç güvenilir kişi tarafından alınmasını sağladı. Silovikler, devlet kontrolündeki mülklerin yöneticisi ya da koruyucusu oldular. Bu kişilerin büyük bir kısmının Putin'in memleketi Leningrad'dan (şu anda Saint Petersburg) olduğu ve çoğunun yine Putin ile birlikte KGB'de görev yaptığını belirtmekte fayda var. Siloviklerden olan İgor Seçin enerji devi Rosneft’in, Sergey Çemezov bir kamu kuruluşu olan Rostec’in, Alexey Miller enerji şirketi Gazprom’un yöneticiliğini üstlenirken, Nikolay Patrushev Rusya Güvenlik Konseyi Sekreterliği, Aleksandr Bortnikov FSB Başkanlığı, Sergey Narişkin Rusya Dış İstihbarat Servisi (SVR) Direktörlüğü, Alexander Bastrykin Soruşturma Komitesi Başkanlığı gibi devlet kurumlarının yöneticiliklerini üstlendiler. Daha birçok silovik üst düzey kurumlarda kilit role sahipler.
Putin, FSB’nin güçlendirilmesinin, 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasına yol açan türden karışıklıkları önleyeceğine gerçekten inanıyordu. Eski KGB ajanlarının kilit konumlara atanması, bir miktar da olsa ekonomik ve siyasi istikrar sağlıyor gibi görünüyordu. Putin, bu istikrarı korumak amacıyla 2020 yılında başkanlık süresini uzatmak için harekete geçti ve 2024 yılına kadar olan görev süresini uzatmak için anayasada değişikliği önerisinde bulundu.
Anayasa değişikliklerinin onaylanması devlete, Kovid-19 salgını ve Belarus'taki kitlesel protestolardan Rus muhalif Aleksey Navalni’nin Moskova'ya dönüşüne kadar çok sayıda sorunu ele almasında geniş bir manevra alanı sundu. Andropov döneminde olduğu gibi artık tüm meseleler, vergilerden bilime kadar her şeyi denetleyen federal kuruluşlar gibi (Rusça adlarının çoğunda bulunan ve "gözetim" anlamına gelen nadzor, tanımlamayı kolaylaştırıyor) merkezi düzenleyici kurumlar tarafından ele alınır oldu. Bunun yanında Rusya’da yetkinin kötüye kullanılmasından şikayet eden, daha iyi hizmet talep eden ya da nitelikli dolandırıcılık ve sahtecilikle suçlanan Navalni'ye desteğini ifade eden Ruslar hakkında başlatılan soruşturmaların giderek yaygınlaşan bir taktik olduğu biliniyor. Diğer taraftan eski bir vergi memuru olan teknokratik Başbakan Mihail Mişustin'in yanı sıra sistem bürokrasisindeki çeşitli orta düzey yöneticilerin liderliğinde bir disiplin kontrol sistemi devreye sokuldu.

FSB darbesi
Putin'in Donetsk ve Lugansk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını tanıma ve ardından Ukrayna'yı Nazilerden arındırmak için özel bir askeri operasyon başlatma kararı, siyasi sapma durumunda benzer bir cezalandırma modelini izledi. Aslında, Batı’nın yanında yer almayı ‘Rusya karşıtı’ bir seçim olarak gördü ve tüm ülkeyi cezalandırmak istedi. Bunun yanı sıra Rusya’da Ukrayna işgalinin başlamasının ve sonrasında yaşanan olayların gerçekleşmesi yıllar alan siyasi bir dönüşümün doruk noktası olarak görülüyor. Ayrıca Putin’in ilk döneminde egemen olan silovikilerin sayısının azalmasını ve bunların yerini güvenlik ve denetleme kurumlarından isimlerden oluşan anonim bir bürokrasinin aldığını da ortaya çıkardı.
Rusya Güvenlik Konseyi’nin 21 Şubat’taki toplantısı sırasında Putin’in en yakın sırdaşları, Donetsk ve Lugansk cumhuriyetlerinin bağımsızlığının tanınmasının neler getireceğinden tamamen habersiz görünüyordular. SVR Şefi Sergey Narışkin konuşması sırasında, Putin’in tanıma kararını net bir şekilde destekleyeceğini teyit etmesini istemesinin ardından kekeleyerek Putin’in tanıma kararını destekleyeceğini söyleyebildi. Narışkin, Putin ile aralarında geçen diyalog sırasında korkudan titriyor gibiydi. Katı muhafazakar çizgideki bir Çeka üyesi olan Patruşev dahi Rusya'nın Ukrayna'ya asker göndermeyi planladığını ABD'ye bildirmek istediyse de önerisine bir yanıt alamadı.
Rusya’nın komşusu olan bir ülkeyi işgal etmesi gibi önemli bir karardan birçok devlet kurumunun habersiz olması oldukça dikkat çekici. Rusya Merkez Bankası başkanı Elvira Nabiullina Mart ayı başlarında istifa etmeye kalkıştığında, finans kurumları büyük bir şok yaşadı. Ancak kendisinden makamında kalması ve savaşın olası ekonomik sonuçlarıyla başa çıkması istendi. Ordu da planın tamamından habersiz gibi görünüyordu. Ay boyu on binlerce askeri sınıra yığan ordu, bu süreç boyunca kendisinden Ukrayna’ya saldırmasının istenip istenmeyeceğini bilmiyordu.
Putin'in gizli operasyonu, diğer gizli ajanlardan dahi gizlendi. Kremlin'e Ukrayna'daki siyasi durum hakkında istihbarat sağlamaktan sorumlu FBS departmanı yöneticileri bile işgalin olacağını düşünmüyorlardı. Bazı analistler, özgüvenli bir halde böyle bir işgalin Rusya'nın ulusal çıkarlarına aykırı olacağını savundular. Yetkililer, büyük çapta bir saldırının masada olmadığından emin bir şekilde Putin'e duymak istediği; ‘Ukraynalılar, Nazilerin işbirlikçilerinden ve Kiev'de Batı tarafından kontrol edilen ajanlardan kurtulmaya hazır Slav kardeşlerdir’ hikayesini anlatmaya devam ettiler. Kremlin'den bir kaynak bana birçok yetkilinin 1980’lerde utanç verici bir geri çekilmeyle sonuçlanan ve Sovyet imparatorluğunun dağılmasına katkıda bulunan Afganistan'daki savaşa benzer bir felaketi akıllarına getirdiklerini söyledi. Ancak giderek daha teknokratik, sistemik ve şahıslar üstü bir hükümette bu tür görüşlere artık müsamaha gösterilmiyor.
Şarku’l Avsat’ın Foreign Affairs'den aktardığı analize göre,  Ukrayna’daki savaş üçüncü ayına girerken ve savaş suçlarına ilişkin kanıtlar çoğalırken, çok sayıda yetkili ve politikacı halen Putin'i desteklemeye devam ediyor. Büyük şirketler büyük bir sessizlik içindeler. Batı ülkelerinden ayrılan seçkin Rus iş insanları da hükümetlerine giderek artan bir destek veriyorlar. Bazıları özel hayatlarında şikayetlerini dile getirseler de, çok azı toplum içinde şikayetlerini ifade ediyor. Onlardan biri, defalarca kez barış çağrısı yapan milyarder sanayici Oleg Deripaska, Türkiye'ye kaçan ve Yeltsin yönetimi sırasındaki özelleştirme faaliyetlerine öncülük etmesiyle bilinen Putin’in eski meslektaşı Anatoli Çubays, müzakere edilmiş bir anlaşmaya arabuluculuk yapmaya çalışan Chelsea Futbol Kulübü'nün eski sahibi ünlü oligark Roman Abramoviç ve son derece başarılı olan çevrimiçi bankası Tinkoff'taki hisselerini birkaç kapik (100 kapik = 1 ruble) karşılığında satmak zorunda kalan Rus girişimci Oleg Tinkov yer alıyor. Tinkov, Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı ‘operasyona’ karşı çıktıktan sonra hisselerini ucuz bir fiyata sattı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da bir askeri geçit töreninde, Mayıs 2021 (Mikhail Metzl/Sputnik Fotoğraf Ajansı)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Mayıs 2021 tarihinde Moskova'da bir askeri geçit törenine katıldı (Michael Metzl/Sputnik Haber Ajansı)
Rusya'nın yurt dışına kaçan onlarca, belki de yüz binlerce Rus dışında 145 milyon vatandaşı da aynı yöne doğru gidiyor. Yabancı ülkelere uçuşlara, dünya markalarına ve küresel ödeme sistemlerine erişimlerini kaybeden Rusların çoğu, hayatlarının Kremlin’e bağlı olduğu gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar. Ukrayna’ya karşı başlatılan askeri operasyonunun ilk günlerinde, halk ilk şokla savaş karşıtı duygularını ifade etmek için sokaklara döküldüğünde hüküm süren atmosferde keskin bir değişim oldu. Anketler şu anda Rusların yaklaşık yüzde 80'inin savaşı desteklediğine işaret ediyor. Ancak gerçek rakam daha düşük olabilir. Çünkü bir devlet mutlak kontrol uyguladığında, halk yönetimin istediği cevapları verir. Buna rağmen, Rusya’daki akrabalarım ve arkadaşlarımla özel olarak görüştüğümde savaşın öyle denildiği gibi kabul görmediğini anlıyorum. Örneğin, Kuzey Kafkasya'nın turistik kenti Kislovodsk'taki bir tanıdığım, Putin'in Ukrayna’ya yönelik ‘ülkeyi Nazilerden arındırma görevi’ olarak gördüğü askeri operasyonu tamamlaması ve Donbass bölgesinin sorumluluğunu alması gerektiğinde ısrar ederek, Amerikalılara Rusya’ya kafa tutmaması gerektiğini göstermesi gerektiğini söyledi.
Rusya’da ilk şok azalırken korku hakim olmaya başladı. Putin, Mart ayı ortalarında televizyon ekranlarından yaptığı bir konuşmada, ‘operasyona’ karşı çıkanları  ‘vatan hainleri’ olarak tanımladı ve Batılı ülkelerinin bu çevreleri ‘Rusya’yı yok etmek için beşinci kol’ olarak kullanmaya çalışabileceklerini, ancak Ruslar’ın vatanseverleri, ‘toplumun yüz karalarından’ hızla ayırt edebileceğini söyledi. Hükümetin güvenlik birimleri daha önce, ‘yalan haber’ ya da Savunma Bakanlığı'nın resmi açıklamalarıyla çelişen herhangi bir söylemin yayınlanmasıyla ilgili yeni bir yasa ilan etmişti. Yasaya göre ‘yalan haber yapmak ve resmi açıklamaların aksine bir söylemde bulunma15 yıla kadar hapis cezasını gerektiren bir suçtur. Aynı şekilde Novaya Gazeta gazetesi, liberal radyo istasyonu ‘Ekho Moskvy’ (Moskova'nın Yankısı) ve iki ay öncesine kadar düzenli olarak hükümeti eleştiren televizyon kanalı TV Dozd (Rain) dahil olmak üzere bağımsız yayın kuruluşları ya yasaklandı ya da faaliyetleri askıya alındı. New York Times, BBC, CNN ve diğer yabancı medya kuruluşları da bavullarını toplayarak ülkeyi terk etti. Şubat ayı sonlarından bu yana 400'ü genç olmak üzere 16 binden fazla kişi tutuklandı. Bazıları sadece düzenlenen bir protesto gösterisinin yakınlarında oldukları için tutuklandılar. Bir Moskovalı, sadece elinde Leo Tolstoy'un ‘Savaş ve Barış’ romanı ile Kızıl Meydan'da görünmesinin tutuklanmasına yeteceğini deneyimledi.
Bu toplu baskı atmosferinde, bir zamanlar alternatif fikirler öneren siyasi isimler, Putin'in ısrarla tekrarladığı sözlerini sıralıyorlar. Örneğin eski Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, Ukrayna operasyonunu eleştirmenin vatana ihanet olduğu sık sık vurguluyor. Hatta Şubat ayında tereddüt içerisinde olan SVR Başkanı Narişkin bile savaş yanlısı oldu ve şimdi bir papağan gibi hükümetin söylediklerini tekrar ediyor. İnsanlar artık düşüncelerini ifade etmiyorlar. Putinci Çeka'nın gölgesi artık tüm ülkeye hakim olmuş durumda.

Yeni güvenlik durumu
Rus gazeteci yazar Masha Gessen, ‘Yüzü Olmayan Adam’ adlı kitabında Putin'i böyle nitelendirmişti. Fakat bugün Putin’in yüzü, emirlerini harfiyen yerine getiren isimsiz bir güvenlik bürokrasisinin başındaki tek yüz haline geldi. Artık ne Kremlin koridorlarında ne de Moskova sokaklarında başka bir darbe olasılığı yok. Esasen Putin’i alaşağı edebilecek tek grup, prensipte, ülkenin kalkınması için halen dış politikada bir miktar esneklik olması gerektiği fikrini kabul eden bir silovik ve milliyetçi tarafından yönetilen FSB’dir. Ama artık böyle yetkililer FSB'nin geleceğini temsil etmiyor. Bilhassa, sorumluluğu üstlenmiş  haldeki gizli güvenlik teknokratları ulusal veya uluslararası sonuçları ne olursa olsun, tam kontrole kafayı takmış durumdalar.
Kremlin en son 1980'lerin başlarında Andropov'un yönetimi sırasında böylesine egemen bir devlet inşa etti. Bu egemen devlet, güvenlik güçleri kontrollerini gevşettiğinde ve reforma izin verdiğinde çöktü. Putin bu hikayeyi iyi biliyor ve aynı sonuçla karşı karşıya gelme riskini alması pek mümkün görünmüyor. Putin olmasa bile, 1980'lerde Afganistan'da olduğu gibi Ukrayna'da da utandırıcı bir geri çekilme felaketi her şeyi bitirmedikçe kurduğu sistem, bu yeni gizli güvenlik topluluğunun desteğiyle var olmayı sürdürecek. Bu bürokrasi, iktidara  sımsıkı tutundukça, Moskova'nın dışarıdaki maceracılığı azalabilir ama bu sistem devam ettiği sürece Rusya baskı altında, tecrit edilmiş ve özgürlüğü kısıtlanmış halde kalacak.

*Nina Kruşçeva, New York merkezli The New School’da uluslararası ilişkiler profesörüdür.



Trump’ın açıklaması ateşkesi tehlikeye mi attı? 17. Maddeyle Gazze'de fiili bölünme ihtimali masada mı?

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
TT

Trump’ın açıklaması ateşkesi tehlikeye mi attı? 17. Maddeyle Gazze'de fiili bölünme ihtimali masada mı?

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının “ikinci aşamasının değiştirileceği” yönündeki kısa ve belirsiz açıklaması, bu değişikliğin ne anlama geldiğine ilişkin soruları gündeme taşıdı.

Uzmanlara göre Trump’ın işaret ettiği değişiklik, anlaşmanın uygulanma biçiminde bir revizyon anlamına geliyor. Buna göre, İsrail’in hâlihazırda yüzde 55’ini kontrol ettiği Gazze’den çekilmesi ve Hamas’ın silahsızlandırılmasına geçilmesi yerine, 17. maddenin devreye alınması söz konusu olabilir. Bu madde, barış planının taraflardan biri kabul etmese bile tek taraflı olarak ilerletilmesine imkân tanıyor.

10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasındaki 17. madde, Hamas’ın öneriyi geciktirmesi veya reddetmesi halinde, “yardımların genişletilmesi dahil, planın belirtilen unsurlarının, İsrail ordusunun terörden arındırılmış olarak uluslararası istikrar gücüne devrettiği bölgelerde uygulanacağını” düzenliyor.

Geçen ekim ayında Hamas ile İsrail arasında imzalanan “barış belgesi” sadece birinci aşamayla ilgili maddeleri içeriyordu. Bu aşama; ilk ateşkes, İsrail güçlerinin geri çekilmesi, esir takası ve insani yardım girişlerinin kolaylaştırılmasını kapsıyor. Ancak savaş sonrası Gazze’nin yönetimine ilişkin “ikinci aşama” konusunda resmî bir mutabakat sağlanmış değil.

Perşembe günü yaptığı açıklamada Trump, planın ikinci aşamasının “çok yakında değiştirileceğini” söyledi. Açıklama, sürecin tıkanması ve sahadaki ilerlemenin sınırlı kalması nedeniyle endişelerin arttığı bir döneme denk geldi; ancak Trump değişikliğin içeriğine dair ayrıntı vermedi.

Görsel kaldırıldı.
Filistinli bir kadın, İsrail'in Han Yunus'ta düzenlediği bir baskın sonucu akrabalarından birinin öldürülmesine tepki gösteriyor (AFP)

Ahram Siyaset ve Strateji Merkezi İsrail Çalışmaları uzmanı Dr. Said Okaşa, (Saeed Okasha) Trump’ın sözünü ettiği değişikliğin büyük olasılıkla 17. maddeye dayanacağını belirtiyor. Okaşa’ya göre bu adım, “eski Gazze” ve “yeni Gazze” ayrımını güçlendirecek bir fiili bölünmeye kapı aralayabilir. Bu yaklaşımı geçen ay ABD’nin bölge özel temsilcisi Steve Witkoff’un da çeşitli görüşmelerde dile getirdiğini hatırlattı.

Okkaşa, anlaşmanın geçen ay Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylandığını anımsatarak, Hamas’ın silahsızlanma sürecine yanıt vermemesi gibi gerekçelerle 17. maddenin yeniden devreye sokulmasının mümkün olduğunu söyledi. Uzman, böyle bir senaryonun Gazze’de “ne savaş ne barış” şeklinde sürecek bir çıkmaz yaratabileceğini ifade etti.

Görsel kaldırıldı.
Filistinliler, Cebaliye'de yıkılan binaların enkazı arasında sokaklara kurulmuş çadırların yanından geçiyor (AFP)

Filistinli siyaset analisti Dr. Ayman el-Rakkab da, Trump’ın değişiklik açıklamasının içeriğinin belirsizliğine işaret ederek, “İsrail’in bölgede kalma isteğiyle birleştiğinde, Gazze’nin fiilen ikiye bölünmesi ihtimali güçleniyor” değerlendirmesinde bulundu.

Bu belirsizlik sürerken, Axios haber sitesi Trump’ın 25 Aralık’tan önce Gazze’de barış sürecinin ikinci aşamasına geçileceğini açıklamayı planladığını duyurdu. Habere göre Washington, Gazze’de oluşturulacak yeni yönetim yapısı ve uluslararası istikrar gücünün son hazırlıklarını tamamlıyor. ABD Başkanı’nın, bu adımları görüşmek üzere İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ay sonundan önce bir araya gelmesi bekleniyor.

İkinci aşamanın önünde ciddi engellerin olduğunu ifade eden Rakkab: “Barış Konseyi ile teknokrat hükümet henüz kurulmadı. Güvenliği devralacak polis gücü ve uluslararası istikrar kuvveti oluşturulmadı. Bu nedenle somut bir hareketin en erken ocak ayında mümkün olabileceğini düşünüyorum” dedi.

Okaşa, yakın vadede İsrail’in kontrolde tuttuğu bölgeyi yüzde 60 seviyesine çıkarmaya çalışabileceğini, ancak anlaşmanın genel çerçevesinde büyük bir tırmanış beklemediğini belirtti.

Geçtiğimiz günlerde Yedioth Ahronoth, İsrail’in yaklaşık iki milyon Filistinliyi sarı çizginin doğusunda İsrail kontrolündeki yeni bölgelere yeniden yerleştirmeyi, Hamas kontrolündeki bölgeleri tamamen sivillerden boşaltmayı ve Hamas unsurlarını bu bölgelerde aşamalı şekilde takip etmeyi içeren bir plan hazırladığını yazmıştı. Şarku’l Avsat’ın  Telegraph gazetesinin Batılı diplomatlara dayandırdığı haberinden aktardığı bilgilere göre ABD planının Gazze’nin kalıcı biçimde ikiye ayrılması riskini barındırdığını bildirmişti.

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ise geçtiğimiz günlerde Barselona’da AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas ile yaptığı görüşmede, Gazze ile Batı Şeria’nın birliğinin korunması gerektiğini vurgulayarak, ayrıntıları tartışılan hiçbir adımın “bölünmeyi pekiştirmesine” izin verilemeyeceğini söyledi. Abdulati, çarşamba günü yaptığı başka bir açıklamada da, “Gazze’nin bölünmesini konuşmak dahi mümkün değildir. Gazze, Doğu Kudüs dâhil olmak üzere, kurulacak Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır” dedi.

Uzman Okaşa’ya göre Mısır, hem Gazze’nin bölünmesini hem de anlaşmayı zayıflatacak her türlü değişikliği engellemek için diplomatik çabalarını sürdürecek. Buna karşın, Trump’ın planı etrafındaki belirsizlik nedeniyle önümüzdeki döneme ilişkin tüm senaryolar hâlâ masada.


İsrail: Bütçe, Batı Şeria’daki yerleşimleri destekleyecek şekilde onaylandı

Batı Şeria'nın Kalkilya kasabasında düzenlenen operasyon sırasında İsrail askerleri, 4 Aralık 2025 (DPA)
Batı Şeria'nın Kalkilya kasabasında düzenlenen operasyon sırasında İsrail askerleri, 4 Aralık 2025 (DPA)
TT

İsrail: Bütçe, Batı Şeria’daki yerleşimleri destekleyecek şekilde onaylandı

Batı Şeria'nın Kalkilya kasabasında düzenlenen operasyon sırasında İsrail askerleri, 4 Aralık 2025 (DPA)
Batı Şeria'nın Kalkilya kasabasında düzenlenen operasyon sırasında İsrail askerleri, 4 Aralık 2025 (DPA)

İsrail’de Maliye ve Savunma bakanları, 2026 genel bütçesi hazırlıkları kapsamında Savunma Bakanlığı’nın talep ettiği ödeneğin 144 milyar şekelden 112 milyar şekele düşürülmesi konusunda anlaşmaya vardı. Buna rağmen yeni bütçe, 2025 yılına kıyasla yaklaşık 20 milyar şekellik bir artış gösterdi. Artışın büyük bölümünün, Batı Şeria’daki yerleşim projelerini desteklemeye yönlendirileceği belirtildi.

Perşembeyi cumaya bağlayan gece, Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ile Savunma Bakanı Yisrael Katz arasında uzun bir toplantı gerçekleştirildi. Katz’ın, bütçeyi İsrail ordusu komutanlığıyla koordineli şekilde hazırladığı ve ordunun 7 Ekim 2023’ten bu yana karşı karşıya kaldığı güvenlik tehditleri nedeniyle acil bir bütçe artışına ihtiyaç duyulduğunu vurguladığı bildirildi.

ty
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, zorluklarla başa çıkmak için bakanlığının bütçesinde artış talep etti. (DPA)

Bugün öğle saatlerinde İsrail hükümeti, 2026 yılına ilişkin 662 milyar şekellik yeni bütçeyi ezici çoğunlukla onayladı. Buna göre bütçe açığı, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 3,9’u olarak belirlendi. Bütçe, nihai onay için ilerleyen dönemde Knesset Genel Kurulu’na sunulacak.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth’tan aktardığına göre, Savunma Bakanlığı’nın talep ettiği ödeneğin düşürülmesi, kamu hazinesi açısından bir kazanım olarak değerlendiriliyor. Ancak bütçenin yine de yaklaşık 20 milyar şekel artırılması, hazırlanan bütçedeki açığın ek yüzde 1 artmasına yol açarak toplamda yaklaşık yüzde 4’e ulaşmasına neden olacak.

Savunma Bakanı Yisrael Katz, Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ile yapılan anlaşmanın ardından yaptığı açıklamada, üzerinde uzlaşılan bütçenin gelecek yıl ortalamasında yaklaşık 40 bin yedek askerin göreve çağrılmasını temel aldığını söyledi. Katz, bu adımın, çok cepheli savaş koşullarında yedek askerlerin üzerindeki yükü hafifletmeyi amaçladığını belirtti.

İsrail ordusu ise bütçe hazırlıkları sırasında 60 bin yedek askerin göreve çağrılması yönünde talepte bulunmuştu.

Gazetenin aktardığına göre taraflar ayrıca, Batı Şeria’daki güvenliği artırmayı hedefleyen toplam 725 milyon şekellik bir bütçe paketinde uzlaştı. Üç yıla yayılan bu paketin; ulaşım yollarının korunması, yeni yolların yapımı, bölgede askeri üslerin inşası ve Ürdün sınır hattındaki projeleri kapsadığı bildirildi. Bu durum, özellikle doğu sınırı boyunca Batı Şeria’daki asker sayısının azaltılmasına yönelik örtülü bir mutabakat olduğu yorumlarına yol açıyor. Aynı zamanda, yeni yerleşim birimlerinin inşası, mevcutların güçlendirilmesi ve bu yerleşimlere hizmet edecek yolların açılması için çok daha fazla kaynağın ayrıldığı belirtiliyor.

xsdfrg
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Savunma Bakanlığı'na bütçenin azaltılması sürecindeki iş birliğinden dolayı teşekkür etti. (Reuters)

İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth, Knesset’te yakında oylamaya sunulması beklenen askerlik yasasının, 2026 yılına kadar bütçeye milyarlarca şekellik ek yük getireceğini yazdı. Gazeteye göre, Haredi gençlerin askerlikten muaf tutulması, yedek askerler üzerindeki yükü ve Savunma Bakanlığı bütçesini daha da artıracak.

Haberde, düzenli birliklerin faaliyet maliyetlerinin yedek birliklerin maliyetinin yarısından fazla olduğu vurgulandı. Savunma Bakanı Yisrael Katz’ın bu açığı kapatma yöntemi olarak zorunlu askerlik süresini üç yıla uzatmayı planladığı, Knesset’in ise Haredi gençleri zorunlu askerlikten muaf tutacak yasa tasarısını onaylayacağı belirtildi.

Gazete, düzenli birlikler ile yedek birlikler arasındaki maliyet farkının çok büyük olduğunu, bazı hesaplamalara göre farkın yaklaşık yüzde 50 civarında bulunduğunu aktardı. Hesaplamalara göre bir yedek asker İsrail’e aylık 48 bin şekel maliyet getirirken, zorunlu hizmetteki bir düzenli askerin maliyeti bunun ortalama yarısı kadar. Ayrıca Maliye Bakanlığı’nın hesaplamalarına göre, herhangi bir zamanda 60 bin yedek askerin maliyeti, savaş dönemi dışındaki yıllara göre çok daha yüksek olacak; 2026 yılı için yaklaşık 13-14 milyar şekel civarında öngörülüyor.

fth
Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleri (Arşiv – Reuters)

Smotrich, büyümeyi yeniden canlandıracağını, İsraillilere ekonomik faydalar sağlayacağını ve genel bütçe içinde vergi indirimi yapılmasına olanak tanıyacağını düşünerek, bütçesini azaltma konusunda iş birliği yaptığı için İsrail Savunma Bakanlığı'na teşekkür etti.

İsrail hükümeti dün sabah, 2026 yılında İsrail ekonomisinin gidişatını belirleyecek olan bütçenin onaylanmasını görüşmek üzere bir toplantı düzenledi; Smotrich, geçirmeyi hedeflediği birçok reformu sundu.

Smotrich, yıllık bütçe açığının yüzde 3,2 ile 3,6 arasında olacağını, Savunma Bakanlığı ile yapılan anlaşma sonrasında ise yüzde 4'e ulaşacağını bildirerek İsrail hükümeti bakanlarını şaşırttı.

Gazze çevresindeki bazı yerleşim yerleri ve kasabaların belediye başkanları, 7 Ekim 2023'teki saldırının ardından yeniden inşa için ayrılan bütçenin azaltılmasına karar verilmesi üzerine İsrail hükümeti binası önünde protesto düzenledi.


Rapor: Netanyahu'nun Roman Goffman'ı kurumun başına getirmesi Mossad'da ‘hayal kırıklığı’ yarattı

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, askeri sekreteri Roman Goffman ile istişarelerde bulunuyor. (DPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, askeri sekreteri Roman Goffman ile istişarelerde bulunuyor. (DPA)
TT

Rapor: Netanyahu'nun Roman Goffman'ı kurumun başına getirmesi Mossad'da ‘hayal kırıklığı’ yarattı

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, askeri sekreteri Roman Goffman ile istişarelerde bulunuyor. (DPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, askeri sekreteri Roman Goffman ile istişarelerde bulunuyor. (DPA)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun askeri sekreteri Roman Goffman’ı yeni Mossad başkanı olarak atama kararı, kurum içinde hayal kırıklığıyla karşılandı. Şarku’l Avsat’ın İsrail gazetesi Yediot Aharonot’tan aktardığına göre, mevcut ve eski yetkililer bu değerlendirmeyi yaparken, birçok isim seçimin ‘sürpriz olmadığını’ belirtti.

Yetkililer, Netanyahu’nun Mossad içinden desteklediği adayları geri planda bırakarak Goffman’ı tercih etmesinin, onun istihbarat deneyiminin yetersizliği ve görevi erken bırakma ihtimali konusunda endişe yarattığını bildirdi. Buna karşılık Netanyahu’ya yakın çevreler, Goffman’ın ‘sadakati, sağduyusu ve agresif düşünme tarzının’ göreve uygun olduğunu savunuyor.

Netanyahu’nun bu yılın başlarında Şin-Bet’in (Şabak) başına kurum dışından David Zini’yi getirmesinin ardından, üst düzey Mossad yetkilileri benzer bir yaklaşımın tekrarlanmasını bekliyordu. Yetkililere göre Netanyahu, kendisine agresif, sadık ve ideolojik olarak uyumlu gördüğü isimleri kurum dışından seçmeyi tercih ediyor.

Eleştirmenler, bu adımın Netanyahu’nun ‘elitler’ ve ‘derin devlet’ olarak nitelendirdiği kesimlere karşı yürüttüğü daha geniş mücadelenin bir yansıması olduğunu savunuyor. Destekçileri ise Goffman’ın ‘güvenilir, ketum ve sadık’ bir isim olduğunu belirtiyor.

Bazı kaynaklar, atama sürecine ilişkin olarak Goffman’ın karar alınmadan önce Netanyahu’nun eşi Sara Netanyahu ile gayriresmi bir ‘görüşmeye’ çıktığını iddia etti. Başbakanlık Ofisi ise bu iddiayı “tamamen asılsız” diyerek reddetti.

frgt
Soldan sağa: Savunma Bakanı Yisrael Katz, Netanyahu’nun askeri sekreteri Roman Goffman, Başbakan Binyamin Netanyahu ve Netanyahu’nun Özel Kalem Müdürü Tzachi Braverman, Katar'daki saldırılar sırasında bir komuta merkezinde istişare ediyor. (Şin-Bet)

Bazı yetkililer, Goffman’ın akıcı Rusça konuşmasına karşın İngilizcesinin sınırlı olmasının, özellikle diplomatik temaslarda zorluk yaratabileceğini belirtiyor. Buna karşılık destekçileri, İngilizce hâkimiyetinin Mossad’ın temel görevleri açısından kritik bir gereklilik olmadığını savunuyor. Öte yandan, birçok üst düzey savunma yetkilisinin atamanın ardından kurum içinde bir istifa dalgası beklediği bildirildi.

Netanyahu’nun, görev süresi sona eren Mossad Başkanı David Barnea’nın önerdiği adayları göz ardı ederek, istihbarat çevrelerinde yükselmemiş olan Goffman’ı tercih ettiği belirtildi. Başbakan’ın kararını yakından takip eden kaynaklar, tercihin ‘sadakat’ ve ‘temkinli muhakeme’ ile şekillendiğini aktarırken, eski bir üst düzey savunma yetkilisi Goffman’ı ‘Netanyahu’ya son derece bağlı bir isim’ olarak tanımladı ve atamayı ‘şaşırtıcı’ olarak nitelendirdi.

Goffman’ın meslektaşları, onu ‘disiplinli bir subay’ olarak tanımlıyor; ayrıca tarih ve askeri strateji üzerine çokça okuduğu ifade ediliyor.

dfrgt
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Mossad Başkanı David Barnea Kudüs'te (DPA)

Askeri istihbaratta görev yapmış üst düzey bir yetkili, Goffman’ın ‘kurnaz ve cesur bir isim’ olduğunu söylemekle birlikte, bir Mossad başkanından beklenen operasyonel istihbarat geçmişine sahip olmadığını ifade etti.

Yetkili, “Sadece Rusça ve İbranice konuşuyor; İngilizce tek kelime bilmiyor. General rütbesini sadece bir yıl taşıdı ve bu büyüklükte bir kurumu hiç yönetmedi” dedi.

Buna karşılık, Netanyahu’ya yakın kaynaklar eleştirileri kesin bir dille reddederek Goffman’ın atanmasını ‘mükemmel bir tercih’ olarak nitelendirdi. Aynı kaynaklar, Goffman’ın Rusça bilgisi ve bölgesel hâkimiyetinin, Moskova’daki hassas görevlerde onu ‘eşsiz kıldığını’ savundu. Ayrıca askeri sekreter olarak Netanyahu’nun en yakın güvenlik danışmanı hâline geldiğini ve Hizbullah’ın üst düzey isimlerine yönelik suikastlar ile bu yıl İran’a karşı yürütülen operasyonlar da dahil olmak üzere önemli gizli faaliyetlerde rol aldığını belirttiler.

Goffman’la yakın çalışan bazı yetkililer ise onu ‘agresif ve alışılmışın dışında düşünen biri’ olarak tanımlıyor. Goffman’ın söz konusu özelliklerinin Mossad için kritik değer taşıdığı düşünülüyor. Bir yetkili, “Başbakan’ın en güvendiği güvenlik yardımcısı oydu; ne Genelkurmay Başkanı ne de Savunma Bakanı, her şeyde Goffman vardı” dedi.

Goffman’ın İngilizce eksikliğini sorun görenler olsa da, destekçileri Mossad’ın ana ilgi sahalarının (İran, Suriye ve Lübnan) İngilizce gerektirmediğini, buna karşın Rusça bilgisinin Moskova’nın İran ve diğer düşman aktörlerle olan ilişkileri nedeniyle önemli bir avantaj sağladığını vurguluyor.

Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in bu hafta Goffman’la görüşerek kendisini tebrik ettiği ve ordu olarak görev değişiminde destek vereceklerini söylediği açıklandı. Mossad’ın görevden ayrılan başkanı David Barnea’nın da Goffman’la konuşup başarı dilediği belirtildi. Netanyahu ise birçok adayla görüştüğünü, Goffman’ı ‘olağanüstü mesleki yetenekleri’ nedeniyle seçtiğini söyledi. Başbakan ayrıca Goffman’ın, 7 Ekim 2023’te Hamas saldırısı sırasında evinden çıkarak çatışmaya katıldığını ve ağır yaralandığını hatırlatarak rolünü övdü.