Bilim kurgu değil... Ukrayna’da artık robotlar savaşıyor

Rusya, ölümcül otonom silahların yasaklanmasına karşı. Çin’in pozisyonuyla ilgili belirsizlik sürüyor ve ABD ise mevcut yasaları ve sivil toplum baskısını gündeme getiriyor.

23 Nisan 2013’te Londra’nın merkezinde, ölümcül robot silahlarını yasaklama kampanyası sırasında sahte bir ‘katil robot’ (AFP)
23 Nisan 2013’te Londra’nın merkezinde, ölümcül robot silahlarını yasaklama kampanyası sırasında sahte bir ‘katil robot’ (AFP)
TT

Bilim kurgu değil... Ukrayna’da artık robotlar savaşıyor

23 Nisan 2013’te Londra’nın merkezinde, ölümcül robot silahlarını yasaklama kampanyası sırasında sahte bir ‘katil robot’ (AFP)
23 Nisan 2013’te Londra’nın merkezinde, ölümcül robot silahlarını yasaklama kampanyası sırasında sahte bir ‘katil robot’ (AFP)

Tarık eş-Şami
İnsanları öldürebilen robot sürüleri artık sadece bilim kurgu değil. Ölümcül otonom silah sistemleri artık savaşta bir gerçek ve Moskova ve Kiev’in bazılarını çatışmalarında kullandığını gösteren raporlar bulunuyor.
Geleneksel dronlardan farklı olarak bu sistemler, kendi başlarına gezinme yeteneğine sahip. Bazıları, hedefleri belirleyebiliyor ve bu hedeflere ölümcül mühimmat yönlendirebiliyor. Ancak tehlike şu ki, bu teknolojiler bir kez dünyaya yayıldığında, onları kontrol etmek zor olacak. Bu nedenle, şimdiye kadar tartışmaktan başka bir şey yapmayan ülkeler, bu silahların tehlikeleriyle başa çıkmak için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç duyuyorlar. Peki bu hedefe ulaşmak için ne gerekiyor?

Robot savaşları
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının başlamasından birkaç hafta sonra Hollanda merkezli Pax for Peace’e göre savunma analistleri savaş alanında bir katil robot keşfetti. Aktarılana göre Ukraynalılar, ölümcül patlayıcılarla dolu bir Rus insansız hava aracının fotoğraflarını çektiler. Kiev’de bir sokakta ölü bir balık gibi yüzüstü yatıyordu. Uçağın burnu kırılmıştı ve muhtemelen bir arıza nedeniyle arka pervanesi bükülmüştü. Ancak uçağın fotoğrafları sosyal medyada yayınlanmaya başlandığında silah uzmanları, söz konusu uçağın Zala Aero tarafından üretildiğini belirtti. Söz konusu kuruluş, Rus Kalaşnikov Şirketi’nin dron üreten kolu. Bu insansız hava aracı, belirli bir alana doğru otonom olarak uçabiliyor ve daha sonra etrafında 30 dakikaya kadar dönebiliyor. Yapay zeka teknolojisini kullanarak hedefini belirliyor ve daha sonra patlayıcı yükü ile hedefe doğru yöneliyor.
Öte yandan katil robotlar, Ukrayna’nın elinde de mevcut. Öyle ki Ukrayna, kendi kendine hareket etme kabiliyeti olan Türk yapımı ‘Bayraktar TB2’ uçaklarını kullanıyor. Bir silahın otonom çalışma modunun kullanılıp kullanılmadığını belirlemek zor olsa da Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yayınlanan bir rapora göre daha önce bu mod, Libya’da da en az bir kez kullanıldı. Ukrayna tarafından resmi bir rapor yayınlanmamasına rağmen Ukrayna’daki savaş sırasında tekrar kullanılmış olma ihtimali de yüksek.
Rusya, yapay zekayı stratejik bir öncelik haline getirmiş durumda. Öyle ki Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2017 yılında yapay zekada lider olanın dünyanın hükümdarı olacağını söylemişti. Buna rağmen ABD hükümeti tarafından finanse edilen Deniz Analizleri Merkezi araştırmacıları, Rusya’nın savunma yeteneklerine hizmet edecek yapay zeka geliştirme konusunda ABD ve Çin’in gerisinde kaldığını belirtti.

Artan yaygınlık
Geleneksel SİHA’ların aksine bu öldürücü uçan robotlar, sadece kendi başlarına gezinme ve uçma yeteneğine sahip değiller. Aksine bazı ölümcül otonom silah sistemleri, düşman radar sistemlerini, tank gruplarını ve gemileri tanımlamak da dahil olmak üzere makine öğrenme algoritmaları aracılığıyla hedefleri bulmak için bir alanda bile dolaşabiliyor. Hatta yüz tanıma teknolojileri aracılığıyla belirli kişileri de tanımlayabiliyor.
İnsanların kontrolünün devam ediyor olmasına rağmen bu silahlar, zaman içinde hızlanan teknolojik gelişmelerle birlikte daha fazla bağımsız yetenekler kazanacak. Artık dünyanın dört bir yanındaki askerler ve kuvvetler, bu robotların yeteneklerinin farkında ve bu teknolojileri yaygın dağıtım için hazırlıyorlar.
Ulusal Araştırma Birliği’nde geleneksel olmayan silahlar ve teknoloji araştırmacısı Zachary Kallenborn, ABD, Çin, Avustralya ve İngiltere, sürekli genişleyen bir ölçekte ölümcül otonom silah sistemleri geliştirmeye büyük yatırımlar yaparken, Rusya, Güney Kore, İsrail ve Türkiye’nin bağımsız yeteneklere sahip silahları konuşlandıran ülkeler arasında yer aldığını belirtti.

İnsan öldürme makineleri
Son yıllarda otonom silahların geliştirilmesinden bu yana, büyük bir küresel endişe baş gösterdi. ‘Ipsos’ şirketi tarafından 22 Ocak 2019’da gerçekleştirilen bir anket, 26 ülkedeki katılımcıların yüzde 61’inin ölümcül otonom silahların kullanımına karşı olduğunu ortaya koydu. Binlerce yapay zeka araştırmacısı, İnsanlığın Geleceği Enstitüsü’nde (The Future of Life) makinelerin insanları öldürmesine izin vermeyecekleri taahhüdünde bulundu. Bu, haklı bir korku. Zira yapay zeka verimli olsa da duman ve enkazla dolu karmaşık ve dinamik bir savaş alanında kolayca hata yapabilir. Bu durum, doğru hedefi bulmasını zorlaştırabilir ve sivilleri ve askerleri riske sokabilir.
Devletlerin, uluslararası STK’ların, bilim adamlarının ve yapay zeka uzmanlarının ölümcül otonom silah sistemleri konusunda endişe duymasının birkaç nedeni var. Bu silahların toplumu nasıl etkilediği konusunda anlaşamasalar da yayılmasının ciddi ve zararlı sonuçlara yol açabileceği konusunda hemfikirler.
Bu nedenle arasında, bu silahların hedef kişilere dair bir sayıyla sınırlı olmamaları göz önüne alındığında şiddeti büyük ölçüde kolaylaştırabilmeleri olası. Aynı zamanda yüz tanıma ve diğer teknolojiler aracılığıyla belirli tanımlara uyan kişi veya grupları hedef alabilir. Bu da şiddet yanlısı grupları veya devlet ordularını, siyasi suikastlar ve etnik temizlik yapmaya teşvik edebilir.
En tehlikeli neden ise bu silahlar, kendilerini kontrol edenlerin kimliklerini kolayca gizleyebiliyor. Böylece siyasi rejimleri devirme ve toplumdaki şiddet ve terörün kapsamını genişletme kabiliyetinin artması muhtemel. Ayrıca bu silahlar, sivillerin ve askerlerin kafasını karıştıran hatalar da yapabilir.
Büyük ülkeler devre dışı
Ancak uluslararası toplum, konunun tartışılması gerektiği konusunda uzlaşmaktan başka bir şey yapmadı. Ölümcül otonom silah sistemleri geliştirmede önde gelen ülkeler, onları yasaklama çağrılarına direnirken, ABD de mevcut uluslararası insani yasaların bu silahları düzenlemek için yeterli olduğunu iddia etti.
Öte yandan ölümcül otonom silah sistemlerinin dar bir tanımı yapılırken Çin’in konumu hakkında da bir belirsizlik var. Öyle ki Çin, genel hukuk kurallarının uygulanmasının tam olarak dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Rusya ise konuyu gündeme getirmeyi reddederken, diplomatik prosedür araçlarını kullanarak BM’nin konuyu tartışmaya ayırdığı zamanı azaltmaya çalışıyor. Çoğu ülke, ölümcül otonom silahların geliştirilmesi ve kullanılmasının yasaklanması veya en azından bu konuda düzenleme yapılması çağrısında bulunuyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ise bu silahları kullananları kabul edilemez ve ahlaki açıdan tiksindirici rejimler olarak nitelendiriyor. Ayrıca bu silahların uluslararası hukuk tarafından yasaklanması gerektiğini savunuyor.
California Üniversitesi’nden siyaset bilimi araştırmacıları Prof. Dr. Robert Trager ve Prof. Dr. Laura Luca’ya göre uluslararası toplumun ölümcül otonom silahları düzenleme girişimleri, Aralık 2021’de tarihi bir fırsat olarak kabul edilen bir toplantı sırasında ve sekiz yıllık teknik tartışmaların ardından başarısız oldu. Öyle ki hükümet temsilcileri, bu teknolojilerin geliştirilmesini ve kullanımını düzenlemek için tüm ülkelere eşit olarak uygulanan yasal açısında bağlayıcı kurallar tercih etti.
Diğer silah ambargo sözleşmeleri, 1997 Ottawa Anlaşması’nda kara mayınlarının terk edilmesi, 2008 Oslo Anlaşmaları’nda misket bombalarının kullanımının yasaklanması ve 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması maddeleri gibi geçmişte bazı başarılar elde etti. Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması, nükleer silahları tamamen uluslararası insancıl hukuka uygun olarak yasaklayan ilk anlaşma olarak biliniyor. Ancak büyük güçlerin bu teknolojilerin güvenlikleri için kritik hale gelebileceğinin giderek daha fazla farkına varmaları, ölümcül otonom silahların yasaklanmasına ilişkin anlaşmanın başarısız olmasının ana nedeni sayılıyor. Yani onlara göre bu silahlardan tek taraflı olarak vazgeçmek mümkün değil.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Trager ve Luca’ya göre ülkeler, 1970 yılında yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması örneğini takip ederse, bir anlaşmaya varmada başarı hala mümkün. Öyle ki anlaşma, nükleer silahlara sahip ülkeleri onları derhal terk etmelerini gerektirmiyor ve diğer ülkelerin nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanmasına izin veriyor. Aynı şekilde ölümcül otonom silah sistemlerine benzer bir yayılmayı önleme sistemi, bunların geliştirilmesini, transferini ve istihdamının düzenlenmesini de kolaylaştırabilir.



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.