Fransa’nın yeni başbakanını zor bir yaz ve sonbahar bekliyor

Macron’un yol haritasını belirlediği başbakana, sağ ve sol çevreler saldırmaya başladı

Fransa'nın yeni Başbakanı Elisabeth Borne. (AFP)
Fransa'nın yeni Başbakanı Elisabeth Borne. (AFP)
TT

Fransa’nın yeni başbakanını zor bir yaz ve sonbahar bekliyor

Fransa'nın yeni Başbakanı Elisabeth Borne. (AFP)
Fransa'nın yeni Başbakanı Elisabeth Borne. (AFP)

Fransa'nın yeni Başbakanı Elisabeth Borne oldu. Elysee Sarayı’nın kulislerine vakıf kaynaklar, Borne’un 24 Nisan’da ikinci dönem tekrar Cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron'un başbakan adayları listesinde alt sıralarda yer aldığı ancak Macron’a en yakın yetkili olan ve birçok salahiyete sahip Elysee Sarayı Genel Sekreteri Alexis Koehler’in desteğini alarak bu pozisyona seçildiğini aktardı. Fransız basınında sıkça yer alan haberlerde, Macron’un başbakan olarak ilk tercihinin, Greater Reims Başkanı Catherine Vautrin olduğu iddia edildi. Jacques Chirac döneminde bakanlık yapmış olan Vautrin, sağcı Cumhuriyetçi Parti’den şubat ayında istifa ederek Macron’un yanında yer almıştı.  
Fransa’nın yeni Başbakanı Elisabeth Borne mevcut süreçle uyumlu birçok özelliğe sahip, bu özelliklerin başında; Sosyalist Parti’den yani solun merkezinden geliyor olması öne çıkıyor. Macron seçim kampanyası boyunca en savunmasız sosyal sınıfların sorunlarına özel ilgi gösterme sözü vermişti. Dolayısıyla bu görev için Elisabeth Borne, rakibi sağcı Catherine Vautrin’e kıyasla daha uygun görünüyor. Ayrıca Borne, Macron’un birinci döneminde olağanüstü bir bakanlık deneyimine ve zengin bir portföye sahiptir. Borne, Macron'un ilk cumhurbaşkanlığı döneminde sırasıyla Ulaştırma Bakanı, Ekoloji Bakanı ve Çalışma Bakanı olarak görev aldı. Borne bakanlık görevlerini başarıyla icra etmişti. Her üç pozisyonda da dosyalara ve sorunlara ne kadar vakıf olduğunu kanıtlamayı başarabildi. Kabinenin aktif bir üyesi olan Borne, geçtiğimiz yıllardaki bakanlık görevlerinde diyaloğa açık olduğunu ve Macron’un istediği reformları kararlı bir şekilde uygulamaya koyma hususunda başarılı olduğunu gösterdi. Ayrıca, siyasi yönünden ziyade teknokrat yönüyle öne çıkan Borne’un bu pozisyona getirilmesi, cumhurbaşkanına sadık kalacağının ve hiçbir alanda onunla rekabet etmeyeceğini de garanti etmektedir. Fransa anayasasına göre bir kişi cumhurbaşkanı görevine en çok iki defa seçilebiliyor, Macron’un son dönemi olduğu için, başbakanlık pozisyonu bir üst basamağa çıkmak için birçok cazibeye sahip. Son olarak Macron, Fransa Cumhuriyeti'ndeki ikinci yönetici pozisyonuna bir kadını atayarak, seçim vaatlerinden birini yerine getirmiş oldu. Böylelikle Fransa’da da Avrupa’daki çoğu ülkede olduğu gibi başbakan koltuğuna bir kadın oturdu.  
Beşinci Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana Borne, başbakanlık pozisyonunu elde eden ikinci kadın olma özelliğine sahip. Fransa'nın ilk kadın başbakanı, sosyalist lider François Mitterand döneminde yaklaşık 11 ay süreliğine Edith Cresson olmuştu. Cresson 1991-1992 görev süresi boyunca şiddetli siyasi ve medya kampanyalarına maruz kaldı. Bazı sağcı siyasetçiler ve medya kuruluşları, işi Cresson’u, XV. Luouis’in metresi ve yöneticisi Madam Pompadour ile kıyaslayarak, Cumhurbaşkanı Mitterand’la aralarında bir ilişki olduğu söylentisini çıkarmaya kadar vardırdı.  

Hükümetin kurulması ve seçimler 
61 yaşındaki Borne ülkede oldukça rahatsız edici koşullar hâkim iken bu pozisyona getirildi. Görevlerini yerine getirmeden önce Borne’u iki temel zorluk bekliyor, birincisi; Macron’a sunacağı hükümetin üyelerinin belirlenmesi, ikincisi; 12-19 Haziran tarihinde yapılacak olan parlamento seçimlerinde başarılı olması. Gözlemcilere göre Borne, kabine listesini bir an önce hazırlayıp göreve başlamak istiyor. Dolayısıyla yarına kadar hükümet üyeleri açıklanabilir ve cuma günü ilk toplantı için hazır olabilir. Şu ana kadar kulislerden bakanlık pozisyonlarıyla ilgili isimler sızdırılmış değil. Mevcut bakanların hangilerinin kalıcı hangilerinin gidici olduğu bilinmiyor. Ayrıca Macron’u destekleyen sağcı siyasetçilerden kimlerin yeni hükümette görev alacağı da belirsizliğini koruyor.
Macron hükümeti kurmakla görevlendirdiği Borne’a bir yol haritası çizmekte gecikmedi. Twitter hesabından açıklama yapan Macron, hükümetin önceliklerinin "çevre, sağlık, eğitim, tam istihdam, demokrasiyi canlandırmak, Avrupa ve güvenlik konuları" olduğunu belirtti. Macron ayrıca hükümetle birlikte Fransız halkı için yorulmadan çalışmaya devam edeceklerini taahhüt etti.  
Hükümeti kurmak çok zor olmasa da kolay da olmayacaktır. Borne’un kabinesini oluştururken hassas dengeleri gözetmesi ve Macron’un yukarıda bahsi geçen seçim vaatlerini uygulaması gerekecek. Başbakan Borne, bu göreve gelmesinin ardından Macron’un etrafında toplanan siyasi çevrelerin teknik lideri oldu. Dolayısıyla parlamento seçimlerinde çoğunluğu elde etmenin başlıca sorumluluğu da ona ait. Yeni başbakan ilk kez seçimlere katılıyor, yani daha önce bir seçim tecrübesi bulunmuyor. Konumunu koruyabilmesi için parlamento çoğunluğunu elde edebilmesi zorunluluk arz ediyor. Aksi takdirde teamüllere göre görevini terk etmek zorunda kalacak. Macron’un olağanüstü bir sürpriz olmazsa parlamento çoğunluğunu kolaylıkla elde edeceği değerlendiriliyor. Ancak siyaset sahnesi üç farklı blok tarafından işgal edilmiş durumda, Macron’un etrafında toplanan merkezci blok, aşırı sağda yer alan blok ve aşırı solda yer alan bir blok. Fransa’da aşırı sağcı lider Marine Le Pen, haziran ayında iki turlu yapılacak genel seçimleri partisinin ilk sırada tamamlayacağını iddia etmişti. Macron’a karşı 13 milyondan fazla oy alan Le Pen, yükselen popülaritesinin kendisine mevcut durumunun aksine önemli bir parlamenter blok sağlamasını umuyor. 
Ancak Macron'a yönelik asıl tehdit soldan geliyor, çünkü aşırı solun adayı Jean-Luc Melenchon, sol siyaseti birleştirmeyi başardı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda 7 milyon oy alan Melenchon, parlamento seçimlerinde hedeflediği koltuk sayısına ulaşırsa muhtemel bir koalisyon hükümetinin başbakanlık görevine getirilebileceğini düşünüyor. Ancak şu anki anketler Macron’un parlamentoda çoğunluğu elde edebileceğini gösteriyor.  

‘Sarı yeleklilerin’ dönüşüne dair endişeler  
Yukarıdaki konularının çözümünde başarılı olması Başbakan Elizabeth Borne için sadece yolun başlangıcı olacaktır. Araştırmalar ve kamuoyu yoklamaları, Fransa'nın, temel gıda maddeleri, elektrik ve enerjideki yüksek fiyatlar, yükselen enflasyon rakamları ve halkın satın alma gücündeki düşüş nedeniyle, siyasi olarak sıcak bir yaz ve daha sıcak bir sonbahar yaşayacağını öngörüyor. Macron, Borne veya herhangi bir yetkilinin istemediği şey ise, Fransa'nın 2018, 2019 ve 2020'de tanık olduğu ‘sarı yeleklilerin’ yeniden protesto eylemlerini başlatmasıdır.  
Borne, gelecekteki hükümeti için büyük bir zorluk teşkil edecek olan, en savunmasız gruplara yardım etmek için ekonomik ve mali tedbirlerin benimsenmesini bir öncelik haline getirmek zorunda kalacak. Buna, özellikle Fransa bir dizi Avrupalı ortağının gerisinde kalmış gibi göründüğü için, çevre ve ekoloji dosyasına hak ettiği önemi verme yönündeki bir başkanlık arzusunun uygulamaya konulması da eşlik ediyor. 
Ancak Borne'u bekleyen en riskli dosya ‘Emeklilik Yasası'dır. Macron, seçim kampanyası sırasında şu anda 62 olan emeklilik yaşını 65'e çıkarmak istediğini açıklamıştı. Edouard Philippe hükümeti daha önce şu anda yürürlükte olan yasayı değiştirmeye çalışmış, ancak Kovid-19 salgını ve protesto gösterileri Philippe hükümetinin bu konuda başarılı olmasının önünü tıkamıştı. Ülkedeki yedi sendikadan dün yapılan ortak açıklamada, maaşların arttırılması talep edildi ve emeklilik yasasının değiştirilmesine yönelik bir girişimde bulunulmaması uyarısı yapıldı. Ancak birçok gözlemci, yeni başbakanın son beş yılda zorlu reformları uygulama becerisi gösterdiğini, dolayısıyla emeklilik yasası üzerindeki değişiklikleri uygulama noktasında da kararlı bir duruş sergileyeceğini düşünüyor.  
Macron'un partisi ve destekçileri dışında, Borne'un atanmasına özellikle aşırı sağ ve aşırı sol çevreler olumsuz tepki gösterdi. Melenchon, onu bir solcu olarak görmeyi reddettiğini duyurdu ve bakanlığı sırasındaki icraatlarına saldırdı. Borne’un seleflerinden bir farkının olmadığını söyleyen Melenchon, “Toplumsal ve çevresel düzeylerde yeni bir taciz dönemi başlamıştır, Borne’un atanması halkı aldatmaya yönelik bir hamledir” dedi. Le Pen ise, Macron’un bu atamayla "Bir aşağılama politikası, devleti ve toplumu yıkma ve vergi gaspı politikasını sürdürdüğünü” söyledi.  



37. insani yardım konvoyu Gazze'ye girmek için hazırlıklarını sürdürüyor

Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)
Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)
TT

37. insani yardım konvoyu Gazze'ye girmek için hazırlıklarını sürdürüyor

Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)
Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)

İsrail, Gazze'ye gönderilen 37. konvoyun bir kısmını Mısır tarafındaki Refah sınır kapısından gelen insani yardım kamyonlarını kabul etmek üzere Kerem Ebu Salim (Kerem Şalom) sınır kapısını yeniden açtı.

İnsani yardım, gıda ve acil yardım kamyonları, Mısır ve İsrail arasında ABD'nin himayesinde yapılan yeni mekanizma ve anlaşma uyarınca Gazze'ye girdi. Bu mekanizma ve anlaşma uyarınca, insani yardım Mısır tarafındaki Refah sınır kapısından İsrail tarafındaki Kerem Şalom sınır kapısına gönderiliyor. Bunun nedeni, insani yardım kamyonlarının Kerem Şalom sınır kapısında İsrail makamları tarafından denetime tabi tutulması ve ardından insani yardımın Zikim ve Kerem Şalom sınır kapılarından Gazze'ye getirilmesidir.

Yardımların girişi, her kamyon için birkaç saat süren kontroller ve denetimler şeklinde İsrail'in uzlaşmaz tavrına tabidir, bu da Mısır'dan gönderilen yardımların sadece yarısının Refah sınır kapısından girmesini sağlıyor.

İnsani yardım taşıyan 50 kamyon Gazze'ye girerken, insani yardım, tıbbi yardım, gıda ve yardım malzemeleri ile çadır taşıyan 180 kamyon bugün sevk edilmek üzere hazırlıklarını sürdürüyor.


İsrail Gazze'ye yönelik bombardımanını yoğunlaştırarak yerinden edilme krizini daha da ağırlaştırıyor

Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
TT

İsrail Gazze'ye yönelik bombardımanını yoğunlaştırarak yerinden edilme krizini daha da ağırlaştırıyor

Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)

İsrail güçleri dün Gazze Şeridi’nin Gazze kentindeki yüksek katlı konut binalarına ve sığınaklara yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak, yerinden edilme krizini daha da şiddetlendirirken şehir sakinlerini Gazze Şeridi’nin güneyine kaçmaya zorladı. Bu olay, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun İsrail'e gelişiyle eş zamanlı gerçekleşti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Rubio’nun ziyaretini ‘İsrail-ABD ittifakının gücünün teyidi’ olarak nitelendirdi.

İsrail ordusu son dört günde Gazze kentinde Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNRWA) bağlı dördü okul olmak üzere altıdan fazla sığınağı bombaladı. İsrail ordusu dün, şehrin batısındaki İslam Üniversitesi'nin içindeki binaları da hedef aldı. Bu binalarda binlerce yerinden edilmiş kişi barınıyordu.

İsrail’in bombardımanları sonucu sığınakların neredeyse tamamen yıkılmasının ardından sığınaklarda yaşayanların çoğu zorla yerinden edildi. Birçoğu güneye kaçmaya karar verirken, kalacak yer bulamayan bazı aileler sığınaktaki kısmi yıkıntıları temizlemek ve yaşamak için küçük geçici çadırlar kurmak zorunda kaldı.

Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinde hava saldırıları devam etti ve dün şafaktan bu yana 33'ü sadece Gazze kentinde olmak üzere 50'den fazla Filistinli öldü. Son 24 saatte, Gazze Şeridi'ndeki hastanelerde açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle iki kişinin hayatını kaybettiği bildirildi. Böylece açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle ölenlerin sayısı 145'i çocuk olmak üzere 422'ye ulaştı.


Sudan'da İslamcıları nasıl bir gelecek bekliyor?

Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
TT

Sudan'da İslamcıları nasıl bir gelecek bekliyor?

Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)

Amani el-Tavil

Sudan Ulusal İslam Cephesi liderlerinden ve eski cumhurbaşkanı Beşir'in yardımcısı Nafi Ali Nafi'nin konuşması, 2019'a kadar iktidarda olan ve şu anda geniş İslami Hareket çatısı altında toplanan Sudanlı İslamcıların bir kesimini oluşturan, Sudan Ulusal Kongre Partisi içindeki krizin derinliğini yansıtıyordu. Nafi’nin konuşması, ne ideolojik ve siyasi bir hareket olarak kendileri ne de her kesimden Sudanlı bir belirsizlik örtüsü altında dünyanın dört bir yanına mülteci olarak dağılmışken, iki yıldan fazla bir süredir uçurumun kenarında yaşayan Sudan için henüz tanımlanmamış bir geleceğe doğru son bir sıçrama girişimi olabilir.

 

Öncelikle, Nafi Ali Nafi'nin konuşmasının, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldiğini belirtelim. Partinin önemli bir kesimi, partinin geleceğini, bu aşamadaki araçlarının geçerliliğini belirlemek için bir Şura Konseyi toplanmasını talep ediyor. Söz konusu kesim her şeyden önce, Sudan'daki tüm siyasal İslam deneyinin başarısızlığına önemli katkısını göz önüne alarak, partinin mevcut liderliğinin meşruiyetinin değerlendirilmesini de talep ediyor. Zira Ulusal Kongre Partisi, bölgesel düzeyde başka İslamcı partilerin elde edemediği bir fırsat elde edip iktidarı ele geçirerek, tam 30 yıl boyunca iktidarını sürdürdü.

Bu kriz, Nafi Ali Nafi'nin konuşmasına hem özellikleri hem de içeriğiyle yansıdı ve çeşitli noktalarda kendini gösterdi. Bu noktalardan biri de, Sudan ve bölgede, özellikle Müslüman Kardeşler başta olmak üzere, siyasi İslam akımına karşı tutumda yaşanan değişimlerin niteliğinin, parti liderliği tarafından anlaşılmamış olmasıdır. Nafi konuşmasında Ulusal İslami Cephe ile aynı tarihsel ideolojik konumdan yola çıkarak, bu deneyin başarısızlığını ve Sudan halkı tarafından iki kez reddedilmesiyle siyasi ve düşünsel meşruiyetinin çökmüş olduğunu tamamen göz ardı etti. Sudan halkı ilk kez 2013'teki geniş çaplı ayaklanma, ikinci olarak da 2018'deki tam ölçekli devrim ile bu deneyi reddettiğini gösterdi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Nafi konuşmasında, iki yol arasında ayrım yapmak için bir mekanizma olarak kutuplaşmaya dayandı. Partisinin, Sudan kaynaklarını kontrol etmeyi amaçlayan Batılı-Siyonist Haçlı projesine karşı koyan en milliyetçi yol olduğunu iddia etti. Hem de hareketi ve partisi, son otuz yıldır halkın değil, örgütün çıkarı için Sudan kaynaklarını yağmalamakla suçlanırken. Bu suçlama, Sudan Başsavcılığı'nın raporları ve Tijani Abdulkadir'in İslami dini hareketine ve benimsediği yozlaşmış mali uygulamaların doğasına karşı eleştirel bir duruş sergileyip, öne sürdüğü deliller ile kanıtlanmıştı.

Nafi, gerçekçilik için gerekli koşullardan yoksun olabilecek bir çabayla, partinin kalan tabanını korumak için bu kutuplaştırıcı söylemi kullandı. Gerçekçilikten yoksun dedik çünkü Sudan ve Arap kamuoyları artık komplo teorileri ve dış güçler tarafından hedef alınma fikrine ilgi duymuyor. Herhangi bir ülkenin kaderini şekillendirmede iç siyasi bileşenin rolünün daha fazla farkına vardılar; yeter ki bu bileşen, genel ulusal çıkarı fikri nitelikteki ideolojik pratiğin ve operasyonel boyuttaki siyasi pratiğin temel belirleyicisi olarak ele alan sağlam mekanizmalara ve gerçekçi fikirlere bağlı kalsın.

Nafi ayrıca, bir tür belirsizlik ve karartma uygulamaya çalıştı ve bunun, kendisinin, partisinin ve belki de akımının, savaştan sonraki gün Sudan siyasi denklemlerinde önemli bir taviz vermeden yeniden konumlanmalarını sağlayacağını düşündü. Bu konuda mevcut savaşta geniş İslamcı akımın üyelerinin muharebelerde gösterdiği performansa güveniyordu. Sudan ordusunun, müttefiklerinin ve düşmanlarının sahip olmadığı bölgesel ve uluslararası meşruiyete sahip olması nedeniyle, tüm sorunlarına ve karşılaştığı zorluklara rağmen Sudan'ın iç ritmini kontrol edebilecek güç olduğu gerçeğini ise göz ardı etti.

Nafi, partisi ile hareketinin Sudan'daki değişimi engellemeyi başarmış olsalar da, artık alıştıkları ve aşina oldukları devletin tüm dizginlerini ellerinde tutmadıklarını, tam aksine, önemli zorluklar şemsiyesi altında artık devletin sadece bir bölümünü kontrol ettiklerini de görmezden geldi. Nitekim bu savaşta zafer kazanılsa bile, bu zafer, Sudan'ın eski ihtişamına dönmesi anlamına gelmiyor. Gayrıresmi aktörler artık güçlerini ve geleneksel derin devlet adı verilen otoriteyi reddetme veya ona direnme yeteneklerini takviye eden ek ekonomik ve muharebe araçlarına sahip.

Nafi'nin son konuşmasında yaptığı değişiklikler oldukça sınırlıydı. “Medeniyet projesi” terimini, “istikrar projesi” olarak adlandırdığı kavramla değiştirdi, istikrarın fikri ve siyasi kutuplaşma pratiğiyle değil, Sudan denkleminde diğer siyasi güçlerin varlığını kabul etmek ve tanımak anlamına gelen ulusal mutabakatla tanımlandığı gerçeğini göz ardı etti. Zira Nafi'nin temsil ettiği Ulusal Kongre Partisi, geçiş döneminde herhangi bir şeyin dışında tutulmuştu ve tutulmaya da devam ediliyor. Bu, siyasi sistemi Sudan İslamcılarının sembolü olan cumhurbaşkanı Beşir’in iktidarına karşı çıkan geniş bir halk kesiminin kendisini reddettiğini ifadesiydi.

Dolayısıyla, Nafi, Harun ve Karti'nin söylemleri ve Ulusal Kongre Partisi, şu anda her düzeyde gerçek varoluşsal zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. Fikri düzeyde, meşruiyet, kimlik ve liderlik krizi yaşıyor. Siyasi düzeyde, marjinalleşme ve halk meşruiyetini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Örgütsel düzeyde ise bölünmelerden muzdarip. Ayrıca, bazı figürleri ve liderleri hakkında uluslararası ve bölgesel yasal kovuşturma olasılığıyla da karşı karşıya. Bu olasılık, ister yerel ister uluslararası olsun, partinin figürlerine yönelik yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri suçlamaları sebebiyle daha sonraki bir aşamada gündeme gelebilir.

Bu birleşik zorluklar, Nafi'nin iddialarının aksine, özellikle Sudan'daki devam eden siyasi dönüşümler ve partinin mirasının toplumda yaygın olarak reddedilmesi ışığında, partinin geleceğini ciddi şekilde şüpheli hale getiriyor.

Bölgesel ve uluslararası düzeylerde, Ulusal Kongre Partisi'ndeki siyasi tezahürleriyle Sudan İslam Hareketi'ni örgütlü bir terörist yapı olarak sınıflandırmaya çalışan eğilimler bulunuyor. Bu eğilimlerin kaynağında, Beşir yönetimi altındaki faaliyetlerinin, özellikle de Darfur'daki faaliyetlerinin doğası, mevcut savaşta bazı üyelerinin uygulamaları yatıyor. Doğal olarak, Arap bölgesel güçler de bu eğilime katkıda bulunuyor. Bu bağlamda, şu anda önerilen senaryolar birkaç süreç şeklinde belirginleşebilir.

Birinci senaryo, özellikle Ahmed Harun, Ali Karti ve en son Nafi Ali Nafi'nin söylemleri ışığında, yerel reddetme, bölgesel ve uluslararası baskılar nedeniyle İslamcıların Sudan'da gelecekteki yönetim yapılarından tamamen siyasi olarak dışlanmasıdır. İkinci senaryo ise terör örgütü olarak sınıflandırılmasıdır. Grubun resmi olarak terör örgütü olarak tanımlanması olasılığı, ABD Kongresi'nde Müslüman Kardeşler hakkında devam eden tartışmaların da kanıtladığı gibi, hareketin hayatta kalması konusunda kendisi için büyük bir endişe oluşturmaktadır.

Üçüncü senaryo, Sudan İslami Hareketi'nin devam edebileceğini öne sürüyor, ancak bunun bazı koşullara bağlı olduğuna işaret ediyor. Bunlardan en önemlileri şunlar; birincisi, devam eden değişikliklerin, özellikle de Sudan ordusunun İslami Hareket'in ideolojik ve politik projesine dahil olma potansiyelinin zayıflığıyla ilgili değişikliklerin doğasının kabul edilmesidir. Nedeni de buna karşı karşı bölgesel ve uluslararası bir direniş bulunması ve hareketin derin iç krizleri nedeniyle bu direnişle yüzleşemeyecek olmasıdır.

İkinci koşul, ideolojik ve politik düzeylerde gerçek ve ciddi bir yeniden konumlandırmanın gerekliliği, hareketin ve liderlerinin yaşanan başarısızlıktaki sorumluluğunun kapsamının kabul edilmesidir. Hareketin yanlışlarının kınanması ve hatta Sudan halkından özür dilemesi elzemdir. En önemli sorumluluğu da, Beşir rejimini korumak amacıyla Sudan Silahlı Kuvvetleri pahasına Hızlı Destek Kuvvetleri'ni kurmasıdır.

Üçüncüsü, ötekini kabul etmek ve onunla birlikte yaşamak, yani mutlak güç ideolojisini ve mekanizmalarını reddetmek, Aralık Devrimi'nde ortaya çıkan tüm tezahürleriyle Sudan siyasi güçleriyle ortak bir zemin oluşturmaktır. Bu, Sudan ulusal mutabakatı için bir yuvarlak masanın kurulmasının yolunu açacaktır. Nafi'nin Haçlı-Siyonist projesi olarak adlandırdığı şeyi yenmenin tek yolu budur; Sudan ve Sudanlıları birleştirecek gelecekteki bir projeye karşı popülist sloganlar, seferberlik çağrıları ve kışkırtmalar değil.