Diyabet bunama riskini 4 kat artırabilir

Diyabet beyinde zararlı proteinlerin birikmesine neden olarak bunamaya yol açar (Reuters)
Diyabet beyinde zararlı proteinlerin birikmesine neden olarak bunamaya yol açar (Reuters)
TT

Diyabet bunama riskini 4 kat artırabilir

Diyabet beyinde zararlı proteinlerin birikmesine neden olarak bunamaya yol açar (Reuters)
Diyabet beyinde zararlı proteinlerin birikmesine neden olarak bunamaya yol açar (Reuters)

İrlanda’da yapılan yeni bir araştırma, orta yaşta tip 2 diyabete sahip olmanın demans (bunama) riskini dört kat artırabileceğini ortaya koydu.
Araştırmacılar, diyabetin beyinde zararlı proteinlerin birikmesine neden olarak bunamaya yol açtığından şüpheleniyor.
Daily Mail gazetesinin haberine göre, İrlanda’daki Galway Ulusal Üniversitesi’nden araştırmacılar, 55 yaş ve üstü yaklaşık 5 bin kişiyi demans geliştirip geliştirmediklerini görmek için on yıl boyunca izledi.

Araştırma sonunda, 55 yaşındaki diyabetli kişilerin 65 yaşından sonra bunama riskinin dört kat daha fazla olduğu görüldü.
Çalışma sonucuna göre, diyabet ve yüksek tansiyon, 55 yaşındaki kişilerde bunama için en büyük riskti.

65 yaşındakiler için daha önce geçirilen kalp krizi veya anjina gibi kardiyovasküler hastalığa sahip olmak, bunama ile bağlantılı en büyük risk oldu.
70 yaş ve üstü kişilerin ise, daha önce felç geçirmiş veya şeker hastalığı geçirmişlerse en büyük bunama riskine sahip oldukları görüldü.
Galway Ulusal Üniversitesi’nden araştırmayı yöneten Profesör Emer McGrath şunları söyledi;
“Çalışmamız, 50’li yaşlarındaki diyabeti olan kişilerin 60’lı yaşlarında demans geliştirme olasılığının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bu özellikle önemli, çünkü bu insanların çoğu emekli olduktan sonraki on yılda bunama riski dört kat daha fazla. Emekli olduğunda, çalışmayı bıraktığında ve endişe duymadan hayatın tadını çıkarmaya başladığında hiç kimse kendisine Alzheimer gibi bir hastalık teşhisi konulmasını istemez.”
Neurology dergisinde yayınlanan çalışma, bunamaya neden olabilecek faktörlerin farklı yaşlarda nasıl değiştiğini gösterdi.



Alkol almak 60’tan fazla hastalık riskini artırıyor

Aşırıya kaçmadan alkol almak dahi sağlıkla ilgili sorunlara neden olabiliyor. (AFP)
Aşırıya kaçmadan alkol almak dahi sağlıkla ilgili sorunlara neden olabiliyor. (AFP)
TT

Alkol almak 60’tan fazla hastalık riskini artırıyor

Aşırıya kaçmadan alkol almak dahi sağlıkla ilgili sorunlara neden olabiliyor. (AFP)
Aşırıya kaçmadan alkol almak dahi sağlıkla ilgili sorunlara neden olabiliyor. (AFP)

Nature Medicine dergisinde yayımlanan yeni araştırmaya göre miktarı ne olursa olsun alkol almak, 60’tan fazla hastalıktan en az birinin yaşanma riskini artırabiliyor.

Şarku’l Avsat’ın New York Post gazetesinden aktardığı habere göre,

Oxford Üniversitesi’nden araştırmacılar, Çin’de alkolün erkekler üzerindeki etkilerini inceledi.

Araştırmacılar, daha önce alkolle bağlantılı olmayan 30’dan fazla hastalık da dahil olmak üzere, ara sıra içki içenlerin bile belirli koşullar için daha yüksek risk altında olduğu sonucuna ulaştılar.

Oxford Population Health’te bir araştırma görevlisi olan çalışmanın baş yazarı Pek Kei Im, açıklamasında “Alkol tüketimi, daha önce tanımlanandan çok daha geniş bir hastalık yelpazesiyle ters yönde ilişkilidir. Bulgularımız, bu ilişkilerin muhtemelen nedensel olduğunu gösteriyor” dedi.

Çalışmaya, Çin genelindeki 10 bölgeden, yüzde 41'i erkek 512 bin kişi katıldı.

Erkeklerin yüzde 33’ü haftada en az bir kez alkol tükettiğini kabul ederken kadınların yalnızca yüzde 2’si düzenli olarak alkol aldığını söyledi.

Alkol kullanan erkeklerin yüzde 62’si her gün içki içtiğini bildirirken, yüzde 37’si sık sık içki içtiğini itiraf etti.

Araştırma ekibi, 12 yıl boyunca katılımcıları takip ettikten sonra, alkol almanın erkeklerde 610 hastalık riskinin artmasıyla ilişkili olduğunu buldu.

Bunlardan 28’i yemek borusu kanseri, karaciğer hastalığı ve şeker hastalığı gibi içki içmeye bağlıydı. Ancak geri kalan 33’ü, mide ve akciğer kanserleri, mide ülserleri ve gut dahil olmak üzere alkolle ilgili hastalıklar olarak tanımlanmamıştı.

Her gün içme veya fazla içme gibi belirli aşırı davranışların da riskleri artırdığı kaydedildi.

Oxford Population Health’te doçent olan çalışma yazarı Iona Millwood, “Alkolün zararlı kullanımının hem Çin hem de küresel ölçekte sağlık sorunları için en önemli risk faktörlerinden biri olduğu netleşiyor” diye konuştu.

Alkol alımı, ‘ölçülü olsa bile’ bazı kanserlerle ve hatta erken ölüm dahil olmak üzere sağlık sonuçlarıyla ilişkilendiriliyor.

Buna rağmen ABD’lilerin tahminen yüzde 63’ü alkol almaya devam ediyor.

Kanada Madde Kullanımı ve Bağımlılığı Merkezi ocak ayında, içme alışkanlığı olanlar için endişe kaynağı haline gelen güncellenmiş sağlık yönergelerini açıkladı.

Kanadalı yetkililer, az miktarda olsa bile alkolün hiçbir şekilde sağlık için iyi olmadığına dikkat çekti.


Dünyanın önde gelen şirketleri küresel ısınmayı azaltmak için çabalamıyor

AA
AA
TT

Dünyanın önde gelen şirketleri küresel ısınmayı azaltmak için çabalamıyor

AA
AA

CNN’in haberine göre, sürdürülebilirlik üzerine çalışan veri tabanı "ESG Book"un hazırladığı rapor, dünyanın en büyük 500 şirketinden sadece yüzde 22’sinin küresel ısınmayı 1,5 derecede tutmayı amaçlayan Paris Anlaşmasına uygun hareket ettiğini gösterdi.

Raporda, İngiltere, ABD, Çin, Hindistan ve Avrupa Birliğine üye ülkelerden piyasa değeri 10 milyar doların üstünde olan şirketlerin çevreye verdiği kirlilik araştırıldı.

Söz konusu şirketlerin yüzde 45'i ise küresel ısınmayı 2,7 derece arttıracak şekilde eylemlerini gerçekleştirdiği belirtilen raporda, bu "felaket düzeydeki ısınma"nın milyarlarca insanı tehlikeli sıcaklıklara maruz bırakabileceği belirtildi.

Raporda ayrıca şirketlerin karbon emisyonları İngiltere, Hindistan ve AB’de 2018’den beri yeterli oranda artmadığını gösterdi.

Fosil yakıtlarına yapılan yatırımlar da sıfır emisyon hedefini zorlaştırıyor

Küresel ısınmaya karşı savaşın hızının artması gerekiyor

"ESG Book" yöneticisi Daniel Klier, yaptığı açıklamada, küresel ekonominin işleyişi değişmezse küresel ısınmanın önüne nasıl geçileceğini bilmediğini belirterek, "Verilerimiz çok açık bir mesaj veriyor: daha fazla aksiyon almalıyız ve bunu çabuk yapmalıyız.” ifadelerini kullandı.

Klier, çevreyi korumaya dair daha sıkı yasaların getirilmesi, tüketici alışkanlıklarının değiştirilmesi ve yenilenebilir enerji teknolojisinin ilerlemesi günümüzdeki iklim krizini çözebilecek etkenlerden bazıları olduğunu açıkladı.


Gözlerin altındaki koyu halkalar ciddi hastalıkların belirtisi olabilir

Gözlerin altındaki koyu halkalar ciddi hastalıkların belirtisi olabilir
TT

Gözlerin altındaki koyu halkalar ciddi hastalıkların belirtisi olabilir

Gözlerin altındaki koyu halkalar ciddi hastalıkların belirtisi olabilir

Gözlerin altındaki bulunan ve maviden menekşe rengine kadar farklı renklerde olabilen koyu halkalarına genellikle ‘yağ bezlerinin’ yeniden dağılımı nedeniyle ortaya çıkan göz altı torbaları eşlik eder. Ancak koyu halkalar genellikle Asyalılarda görülürken kan damarları halkaları ise mavimsidir.

Russia Today’in Vesti.Ru’dan aktardığına göre mavi halkalar, cildin şeffaflığı ve kan damarlarının genişlemesinin yanı sıra hiperpigmentasyon ya da aşağıdaki şu faktörlerden kaynaklanabilir:

-Tüm aile üyelerinin ince bir cilde ve yüzeye yakın kan damarlarına sahip olması gibi kalıtsal durumlar.

-Uykusuzluk.

-Yetersiz beslenme; özellikle tuzlu yiyecekleri aşırı tüketme.

- Özellikle yaşla birlikte kolajen üretimi düşmesi ve deri altı yağ tabakasının azaldığı cildin incelmesi.

- Kurulukla birlikte derinin renginin matlaştıkça kan damarlarının çıkması. Bu nedenle günde 1,5-2 litre su içilmesi tavsiye ediliyor.

- Hiperpigmentasyon.

Koyu halkalar ve göz altı torbaları, asla göz ardı edilemeyecek ciddi sağlık sorunlarının varlığına da işaret ediyor olabilir:

-Alerji veya egzama (Atopik Dermatit). Damar ağı şişerek koyu görünmesini sağlar ve buna sıklıkla hiperpigmentasyon eklenerek koyu halkalar daha görünür hale gelir.

- Hormon üretimi ile ilgili bozukluklar nedeniyle oluşan sorunları.

- Siroz gibi karaciğer hastalıkları. Bu durumda pigmentasyon ortaya çıkar, kan damarları etkilenir ve vücutta toksik maddeler birikir.

-Böbrek hastalığı, sıvı birikmesi ve ödem gibi idrara çıkma sorunları.

-Kalp sorunları. Bu durumda önce ayak ve bacaklarda şişlik, ardından nefes darlığı, nabız bozukluğu ve son olarak da yüzde şişlik görülür.

Bu halkalardan kurtulmak için öncelikle sebebin belirlenmesi gerekir. Bu nedenle sağlık sorunlarını tespit etmek için genel bir muayene tavsiye edilir. Bunun ardından kişi uzman bir doktora başvurabilir. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre sağlıklı bir yaşam tarzı söz konusu halkaların ortaya çıkmasını önlemeye yardımcı olabilir:

-Gece 12’den önce yatmak ve günde 8 saat uyumak.

- Gergin olmamak. Kaygı ve stresle sakince başa çıkmak.

- Güneş koruyucu kremler ve güneş gözlüğü kullanmak.

- Kan damarlarını genişlettiği için alkolden kaçınmak.

- Sigarayı bırakmak. Zira kolajen üretimi üzerindeki olumsuz etkilerinden dolayı cildin kuru ve mat görünmesine neden olur.

- Açık havada daha fazla zaman geçirmek ve egzersiz yapmak.

-Sabahları göz altlarında şişlik görülebilir. Bu nedenle ödemi önlemek için yüksek yastık kullanmak mühimdir. Ayrıca yatmadan önce çok su içmemek ve aşırı tuz tüketmemek de önemli.


Araştırma: Uykusuzluk, yaklaşık 10 yıl içerisinde felce neden olabilir

AA
AA
TT

Araştırma: Uykusuzluk, yaklaşık 10 yıl içerisinde felce neden olabilir

AA
AA

Bilim insanları, uykusuzluk sorunu yaşayan kişilerin yaklaşık 10 yıl içerisinde felç riskiyle karşı karşıya kalabileceğini tespit etti.

Medpage Today'in haberine göre, Neurology isimli bilim dergisinde yayımlanan araştırma kapsamında 2002'den 2020'ye kadar daha önce felç geçirmemiş kişiler gözlemlendi.

Yaş ortalamasının 61 olduğu inceleme grubundaki kişilerin yüzde 57'sini kadınlar oluşturdu.

Michigan Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü tarafından hazırlanan Sağlık ve Emeklilik Çalışmasının (HRS) verilerini kullanarak araştırma yapan Dr. Wendemi Sawadogo ve ekibi, uykusuzluk semptomları ile felç riskini ilişkilendirdi.

Virginia Commonwealth Üniversitesinden Sawadogo'nun bulguları, "az şiddetli" ve "şiddetli" uykusuzluk şikayeti bulunan kişilerde, uykusuzluk sorunu görülmeyen kişilere kıyasla yaklaşık 10 yıl sonra felç riskinin daha fazla olduğuna işaret etti.

Sawadogo, şiddetli uykusuzluk sorunuyla karşı karşıya olan kişilerde ayrıca diyabet, hipertansiyon, kalp rahatsızlıkları ve depresyon görülmesinin felç riskini daha da arttırdığına dikkati çekti.

Uyku kalitesini iyileştirmeye yardımcı olacak terapiler var

Öte yandan, uykusuzluk sorunu yaşamayan 50 yaş üstü kişilere göre, bu sorunu yaşayan 50 yaş altı kişilerde ise felç riskinin daha fazla olduğu tespit edildi.

Sawadogo, uyku kalitesini iyileştirmeye yardımcı olacak pek çok terapi olduğunu hatırlatarak, ilerleyen dönemlerde felç riskini azaltmak için erken teşhisin ve tedavinin önemini vurguladı.

Uykusuzluk çekenlerin bunu bir hastalık olarak görmediğinin altını çizen Sawadogo, uykusuzluk hastalığı hakkında farkındalık yaratmanın önemli olduğuna işaret etti.


Depresyon için mıknatıs!

Depresyon için mıknatıs!
TT

Depresyon için mıknatıs!

Depresyon için mıknatıs!

Depresyon için mıknatıslar! Kulağa garip gelebilir ancak bu tedavi artık NHS'de mevcut ve transkraniyal manyetik stimülasyon (TMS) olarak adlandırılıyor. Antidepresanları denemiş ve istediğini alamamış kişiler bu yöntemi kullanılabilir. Bu yöntemde depresyonla ilişkili bölgelere titreşimli manyetik alanlar uygulanıyor.

Manyetik stimülasyon terapisi genellikle günlük yarım saatlik seanslar içeriyor; iki ila altı hafta boyunca haftada beş gün.

TMS sadece depresyon tedavisinde kullanılmakla kalmıyor, aynı zamanda multipl skleroz ve motor nöron hastalığı için bir teşhis aracı olarak da kullanılıyor. Depresyon ve anksiyete gibi duygudurum bozukluklarının tedavisindeki etkinliği 30 yılı aşkın süredir araştırılıyor.

Prestijli bilimsel web sitesi theconversation’a göre, kafatasına yerleştirilen bir cihaz aracılığıyla beyne manyetik bir darbe gönderiliyor.

Siteye göre, cihazın uygun şekilde geliştirilmesi dirençli depresyon (antidepresanlara, konuşma terapisine veya elektrokonvülsif terapiye-EKT) tedavisine katkıda bulunabilir. Elektrokonvülsif terapi bir dereceye kadar işe yarıyor.

Kafatasının dışında meydana gelen bir manyetik alan nedeniyle beyinde elektriksel bir değişim olan “elektromanyetik indüksiyon” denilen şeyin 1831 yılında Michael Faraday tarafından keşfedildiğini belirtmekte fayda var. Daha sonra Jacques Arsene ve Sylvanus gibi bilim adamları ve doktorlar bunu sinir sistemini yapay olarak uyaran defibrilatör ve beyin stimülasyonu olarak geliştirdi. Ancak hızla değişen manyetik alanı üretmek için gereken enerji miktarı gelişimi zorlaştırdı.

Ancak 1985'e gelindiğinde Sheffield Üniversitesi'nde medikal fizikçi Anthony Parker'ın çalışmaları, bilim insanlarının beynin 1 santimetre büyüklüğündeki bir alanını saniyenin seçtikleri kesirlerinde uyarmalarına olanak tanıyan kompakt ve nispeten ucuz bir cihazın icadını sağladı. Bu cihaz hasta uyanıkken uygulanabiliyor.  Depresyon ve anksiyete tedavisinde kullanılabiliyor.

Tedaviye dirençli depresyonu olan kişiler için bile açık bir faydası bulunuyor. Yaşlılar ve hamile kadınlar için de güvenli olan cihaz epilepsi hastaları için önerilmiyor.

Manyetik indüksiyon tedavisinin EKT'ye göre birçok avantajı var; TMS ile hasta anesteziye ihtiyaç duymuyor ve tedaviden sonra nöbet veya hafıza kaybı yaşamıyor. Kliniklerde kullanılmaya devam edilmesi, bilim insanlarına ne zaman işe yaradığını, kimin için işe yaradığını ve en uygun protokollerin neler olduğunu belirlemek için çok sayıda veri sağlayacağa benziyor.


Bilim insanları: Kanser riskini azaltmak için yoga yapın

(Unsplash)
(Unsplash)
TT

Bilim insanları: Kanser riskini azaltmak için yoga yapın

(Unsplash)
(Unsplash)

Yeni bir araştırmaya göre, kanseri atlatanlara hitap eden yumuşak bir yoga türü, hastaların hayatta kalma oranının artmasına ve kötü huylu hastalığın tekrarlama riskinin düşmesine katkı sağlayabiliyor.

Henüz hakem incelenmesinden geçmeyen çalışmada, Kanseri Atlatanlar İçin Yoga (Yoga for Cancer Survivors/Yocas) adlı yoga türünün, vücuttaki kötü huylu hastalıkla ilişkili inflamasyon işaretleri üzerindeki etkisini değerlendirildi.

"Hatha yoga" diye bilinen yoga türünü içeren Yocas, kanserden kurtulanlara hitap ediyor.

Hastalıkla mücadele eden bireylerin kurtuluşunu etkileyen hem akut hem de kronik inflamasyon, kanser gelişimi ve ilerleyişinin yanı sıra kanser ilaçlarının zehirliliğiyle de bağlantılı.

Araştırmada, günde yarım saat yürüyüşün kanser hastalarında yorgunluğun azalmasına da katkı sunabileceği belirtiliyor.

Fakat Rochester Üniversitesi Tıp Merkezi'nden Karen Mustian'ın da dahil olduğu araştırmacılar, bu tarz inflamasyonlarla yoga ve egzersiz gibi ilaç olmayan müdahaleler üzerinden yapılan mücadelenin etkinliğinin bilinmediğini söylüyor.

Bilim insanları, bulguları Amerikan Klinik Onkoloji Derneği'nin bu haftaki yıllık toplantısında sunulan yeni bir klinik deneyde, Yocas'ın vücuttaki inflamasyon işaretleri üzerindeki etkisini plaseboyla kıyasladı.

@kmustian, kurtulanlar arasında inflamasyon işaretlerini hedefleyen YOCAS programını kullanarak yürüttüğü Yoga Denemesinin sonuçları hakkında basından gelen soruları cevaplıyor @ASCO #ASCO23

Araştırmacılar çalışmaya dahil ettikleri, kanserden kurtulan 500'ün üzerinde kişinin her birini Yocas veya plasebo tatbik eden gruplardan birine rastgele atadı.

Yocas grubu 4 hafta boyunca haftada iki kere, günde 75 dakika hatha yogası yaparken, plasebo grubuysa benzer bir periyotla hayatta kalma tavsiyesi temelli sağlık eğitim programına katıldı.

Araştırmacılar her iki müdahalenin de sertifikalı sağlık uzmanlarınca yönetildiğini belirtti.

Çalışmada, katılımcılardan müdahaleleri öncesi ve sonrası serum örnekleri toplayan bilim insanları, inflamasyon işaretlerini değerlendirildi.

Bilim insanları, Yocas grubundaki katılımcılar arasında genel inflamasyon işaretlerinin plasebo grubundakilere kıyasla "önemli ölçüde daha düşük" olduğunu buldu.

Araştırmacılar bulgulara dayanarak, kanserden kurtulan inflamasyonlu hastalara bu hatha yogası türünü öneriyor.

Dr. Stephen Samuel evde egzersiz yapma reçetesinin kanser hastalarında uykuyu daha iyi hale getirdiğini gösteren olağanüstü araştırmasını sunuyor.  @WilmotCancer #URCCNCORP @UofR  #ACSM23

Rochester Üniversitesi araştırmacılarının konferansta sunduğu bir diğer araştırmada da evde egzersiz yapma reçetesinin kanser hastalarında sonuçları iyileştirebileceği bulundu.

Bilim insanları söz konusu sunumda, "Onkologlar, yüksek kronik zehirlilik yükü ve artan ilerleme, nüksetme ve ikinci kanser riski içeren inflamasyon deneyimleyen kanserden kurtulmuş kişilere Yocas yogası reçete etmeyi değerlendirmeli" dedi.

 

Independent Türkçe


Halüsinasyona yol açmadan depresyonu tek dozda tedavi edebilecek saykodelik ilaçlara bir adım daha yaklaşıldı

(Richard Vogel/AP)
(Richard Vogel/AP)
TT

Halüsinasyona yol açmadan depresyonu tek dozda tedavi edebilecek saykodelik ilaçlara bir adım daha yaklaşıldı

(Richard Vogel/AP)
(Richard Vogel/AP)

Bilim insanları LSD ve psilosin gibi saykodelik uyuşturucuların beyindeki belirli bir reseptöre bağlanarak antidepresan etkisi yarattığını keşfetti. Bu bulgu, halüsinasyonlara yol açmadan depresyonu tedavi eden ilaçların geliştirilmesinin önünü açabilir.

Sayıları giderek artan çalışmalar son yıllarda saykodelik uyuşturucuların depresyonu hafifletme potansiyeline ışık tutuyor.

Araştırmacılar LSD ve psilosin gibi bu bileşiklerden bazılarının klinik onayı alan antidepresanlara benzer etkiler ürettiğini biliyor. Ancak bu bileşiklerin halüsinojenik özelliklerine yönelik şüpheler klinik kullanımlarını sınırlandırıyor.

Bugüne kadar hem antidepresan hem de halüsinojenik etkilerin beyindeki serotonin reseptörlerinin aktivasyonuna bağlı olduğu düşünülüyordu.

Öte yandan pazartesi günü Nature Neuroscience adlı akademik dergide yayımlanan yeni çalışmanın sonuçları, saykodelik uyuşturucuların antidepresan benzeri etkilerinin ardında yatan mekanizmanın, bunların halüsinojenik etkilere yol açma biçiminden bağımsız olduğunu ortaya koydu.

Finlandiya'daki Helsinki Üniversitesi'nden Eero Castrén'in de aralarında bulunduğu bilim insanlarının bir kaptaki nöronlar üzerinde yürüttüğü laboratuvar çalışmasında, LSD ve psilosinin beyinde nörotrofik reseptör tirozin kinaz (NTRK) adı verilen bir moleküle güçlü bir şekilde bağlandığı tespit edildi.

Daha önce araştırmacılar klasik antidepresan ilaçların da çok daha zayıf şekilde de olsa NTRK reseptörüne bağlandığını ve bu reseptör aracılığıyla etki ettiğini bulmuştu.

The Independent'ın haberine göre, Çalışmalar NTRK reseptörüne bağlanmanın, beyin türevli nörotrofik faktör (BDNF) proteininin bu reseptör üzerindeki etkisini artırdığına işaret ediyor.

Bunun nöronlar arasındaki bağlantıların artmasına ve böylece beynin büyüyüp gelişmesine yol açtığı biliniyor.

Araştırmacılar daha sonra tek bir LSD dozunun farelerde antidepresan benzeri, süregelen bir etki yarattığını buldu. Bu etki LSD'nin NTRK'ye bağlanmasından kaynaklansa da serotonin reseptörlerinden bağımsızdı.

Bilim insanları LSD'nin farelerde, halüsinojenik etkilerin işareti kabul edilen baş seğirmesi tepkisiyle bağlantılı olduğunu da tespit etti.

Ancak bu özel etkinin NTRK'den değil, serotonin reseptörlerinin aktivasyonundan kaynaklandığı görüldü.

Bir dizi deney, saykodelik uyuşturucuların NTRK'ye yaygın antidepresanlara kıyasla çok daha güçlü bir şekilde bağlandığını ortaya koyuyor.

Araştırmacılar çalışmada şöyle yazdı: 

Burada liserjik asit dietilamid (LSD) ve psilosinin, diğer antidepresanlara kıyasla bin kat daha yakın şekilde doğrudan NTRK'ye bağlandığını gösteriyoruz.

Bilim insanları bu son bulguların, "hızlı ve uzun süreli antidepresan etkisi yaratan ama halüsinojenik benzeri aktiviteden arınmış olma potansiyeline sahip" yeni ilaçların geliştirilmesinin önünü açabileceğine dikkat çekti.

Independent Türkçe


Çocuklukta aşırı aktif olma ileri yaşlarda yargı konusunda sorunlara yol açıyor

Araştırmalar, dikkat zayıflığı olan çocukların eğitimde başarısız olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. (Public Domain)
Araştırmalar, dikkat zayıflığı olan çocukların eğitimde başarısız olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. (Public Domain)
TT

Çocuklukta aşırı aktif olma ileri yaşlarda yargı konusunda sorunlara yol açıyor

Araştırmalar, dikkat zayıflığı olan çocukların eğitimde başarısız olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. (Public Domain)
Araştırmalar, dikkat zayıflığı olan çocukların eğitimde başarısız olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. (Public Domain)

Yapılan araştırmalara göre dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve aşırı aktif olma gibi davranış sorunları olan çocuklar okulda daha az çalışıyor ve ilerleyen yıllarda, iş hayatında da daha az para kazanıyor. Pazartesi günü yayınlanan yeni bir araştırmaya göre çocukken bu sorunları bulunanlar, akranlarına kıyasla sıklıkla zihinsel ve fiziksel sağlık sorunları yaşıyor ve gelecekte hukuk ve yargı ile ilgili sorunlar yaşıyor.

Journal of Developmental Psychology'de yayınlanan araştırma, dikkat bozukluğu olan çocukların muhtemelen daha düşük eğitim düzeyine ve iş yaşamında da ekonomik yönden daha az başarıya sahip olduğunu ortaya koydu. Dürtüsel davranışlar sergileyenlerin ise yetişkinlik döneminde hukuk ve yargı sistemiyle ilgili sorun yaşama olasılığının daha yüksek olduğu kaydedildi.

Teksas Üniversitesi'nden çalışmanın baş araştırmacısı Andrew Koepp, Amerikan Psikoloji Derneği'ne yaptığı açıklamada "Çalışmamız, çocukların erken dönem deneyimlerinin ve becerilerinin yetişkinliğe ulaştıklarında önemli olduğu fikrine geniş destek buldu" dedi.

Çalışma, 2011'de yayınlanan, 1970'lerin başında Yeni Zelanda'nın Dunedin kentinde doğan ve sonraki otuz yıl boyunca takip edilen bin 37 çocuğa ilişkin verilerin incelendiği bir makalenin doğrulaması niteliğinde.

Bu, çocukluktaki özdenetim eksikliği sorunlarının yetişkinlikte yaşanan olumsuzluklarla doğrudan ilişkili olduğuna dair uzun vadeli kanıtlar olan ilk araştırmaydı. Söz konusu zamandan bu yana yayınlanan diğer araştırmalarda bu makaleden 5 binden fazla alıntı yapıldı.

Koepp, konuya dair yaptığı açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Araştırmada cevaplamaya çalıştığımız soru şuydu: Yeni Zelanda örneğinde olduğu gibi çocuklukta yaşanan dikkati ve davranışı kontrol etme zorluğu ABD ve İngiltere’de yetişkin sağlığını ve başarısını etkiliyor mu?”

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Koepp ve meslektaşları ABD ve İngiltere’deki iki büyük katılımcı gruptan alınan verileri incelediler. Birleşik Krallık grubunun tamamında İngiltere, İskoçya veya Galler'de yaşayan 15 binden fazla katılımcı vardı. Katılımcılar, 1958'de aynı hafta içinde doğdular ve 42 yaşına kadar takip edildiler. ABD grubu ise 1991 doğumlu ve 26 yaşına kadar takip edilen bin 168 katılımcıyı içeriyordu.


Piyasadaki bir ilacın akciğer kanseri hastalarının "ölüm riskini yarıya indirdiği" bulundu

Ameliyattan sonra alınan Osimertinib, hastaların ölüm riskini yüzde 51 azalttı (AP)
Ameliyattan sonra alınan Osimertinib, hastaların ölüm riskini yüzde 51 azalttı (AP)
TT

Piyasadaki bir ilacın akciğer kanseri hastalarının "ölüm riskini yarıya indirdiği" bulundu

Ameliyattan sonra alınan Osimertinib, hastaların ölüm riskini yüzde 51 azalttı (AP)
Ameliyattan sonra alınan Osimertinib, hastaların ölüm riskini yüzde 51 azalttı (AP)

Bilim insanlarının hastalıkla mücadelede büyük bir atılıma işaret etmesini umduğu yeni bir araştırmaya göre, günde bir kez alınan "güçlü" bir ilaç, akciğer kanserinden ölme riskini yarı yarıya azaltabilir.

Amerikan Klinik Onkoloji Topluluğu'nun (American Society of Clinical Oncology/ASCO) Şikago'da düzenlediği ve aynı zamanda dünyanın en büyük kanser konferansı olan yıllık toplantısına sunulan sonuçlara göre; ameliyattan sonra alınan Osimertinib, hastaların akciğer kanserinin belirli bir formundan ölme ihtimalini yüzde 51 azalttı.

Yale Kanser Merkezi'nin müdür yardımcısı Dr. Roy Herbst, yönettiği çalışma hakkında konuşurken, herhangi bir hastalığa ve özellikle de tarihsel olarak tedaviye direnç gösteren akciğer kanserine karşı yüzde 50 oranının yakalanmasının "büyük bir iş" olduğunu söyledi:

30 yıl önce bu hastalar için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Şimdi bu güçlü ilaca sahibiz.

The Independent'ın haberine göre, Birleşik Krallık'ta (BK) keşfedilen ve ilaç devi AstraZeneca tarafından geliştirilen Osimertinib, günde bir kez ağızdan alınan bir tablet ve diğer ileri akciğer kanseri formlarını tedavi etmek için Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Servisi'nde (NHS) halihazırda mevcut.

İlacın akciğer iltihabı, ishal ve döküntü gibi yan etkileri var.

Akciğer kanseri, dünya çapındaki kanser ölümlerinin başlıca sebebi ve her 16 kişiden birine yaşamları boyunca bir noktada bu teşhis konuyor. BK'de her yıl 48 bin 500 civarında yeni vaka var ve bu vakalar, tüm kanser teşhislerinin yüzde 13'ünü oluşturuyor.

26 ülkede 30 ila 86 yaşlarındaki hastalara odaklanan araştırmacılar, Osimertinib'in hastalığın en yaygın görünen şekli olan küçük hücreli dışı akciğer kanserinden mustarip hastalarda fayda sağlayıp sağlamayacağını bu çalışma için inceledi.

Deneye katılanlar, küresel akciğer kanseri vakalarının yaklaşık dörtte birinde bulunan ve Asya'daki vakaların yüzde 40'ını oluşturan EGFR geni mutasyonuna sahipti. Bu mutasyon erkeklerde kadınlardan daha sık görülüyor ve hiç sigara içmemiş veya az sigara içen kişilerde daha yaygın.

Şikago'da konuşan Dr. Herbst "heyecan verici" diye nitelendirdiği sonuçların, aynı deneyden elde edilen ve ilacın akciğer kanserinin tekrarlama riskini yarıya indirdiğini gösteren daha önceki bulgulara ekstra önem kattığını söyledi.

NHS akciğer kanserinin erken evrelerinde genellikle hiçbir belirti veya semptom görülmediğini belirtse de bu hastalığa sahip birçok kişi, sonradan inatçı öksürük, kan öksürme, kalıcı nefes darlığı, açıklanamayan yorgunluk, sebepsiz kilo kaybı, nefes alırken veya öksürürken acı veya ağrı hisleri gibi semptomlar yaşıyor.

Bu belirtileri gösteren herkesin doktora gitmesi tavsiye ediliyor.


WHO, AB Kovid-19 sertifikasından ilham alan küresel bir sağlık kartı için çalışıyor

WHO Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus (Reuters)
WHO Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus (Reuters)
TT

WHO, AB Kovid-19 sertifikasından ilham alan küresel bir sağlık kartı için çalışıyor

WHO Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus (Reuters)
WHO Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus (Reuters)

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus ve Avrupa Birliği (AB) Sağlık Komiseri Stella Kyriakides tarafından dün (Pazartesi) imzalanan yeni bir ortaklık anlaşmasına göre, WHO, AB kullanılan dijital Kovid-19 kartını ‘tarihi’ olarak adlandırdığı küresel bir sağlık sertifika ağı kurmak için bir temel olarak kullanacak.

Tedros Cenevre’deki imza töreninde “Kovid-19 salgını, sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırmada dijital sağlık çözümlerinin değerine ışık tuttu” ifadelerini kullandı.

Tedros, AB tarafından verilen Kovid-19 sertifikasının küresel bir dijital sağlık sertifikası ağı oluşturmanın ilk adımı olarak kartın ‘küresel bir kamu malına’ dönüştürüleceğini açıkladı.

Ayrıca dijital kartın uluslararası rutin aşılama kartları gibi belgeleri içerecek şekilde genişletileceğini söyledi.

WHO ve AB yaptıkları açıklamada, bu sertifikanın amacının insanları gelecekteki olası salgın hastalıklar da dahil olmak üzere ortaya çıkabilecek sağlık tehditlerine karşı korumaya yardımcı olmak ve küresel seyahatleri kolaylaştırmak olduğunu söyledi.

Ghebreyesus “Bu, sağlık sistemlerini güçlendirme ve bir sonraki salgın veya pandemiye daha iyi hazırlamaları için üye devletlerimizi destekleme çabalarımız yönünde önemli bir adım olacak. Ağ ayrıca, çatışma, iklim krizi ve diğer acil durumlar nedeniyle sınır geçişleri sırasında sağlık kayıtlarının ve kimlik bilgilerine erişilmesini sağlayarak sınır ötesi insani durumlarda kritik bir rol oynayabilir” ifadelerini kullandı.

Gizlilik garantisi

Kağıt üzerinde veya dijital olarak mevcut olan AB Kovid-19 Sertifikası, birlik içinde seyahat eden yolcular tarafından bir Kovid-19 aşısı olduklarına veya test sonuçlarına ilişkin bilgileri göstermek için kullanıldı.

Dünyanın en yaygın kullanılan Kovid-19 sertifika sistemleri, açık kaynak teknolojilerine ve standartlarına dayanıyor ve AB dışındaki ülkelerin, AB şartlarına göre verilen sertifikalarla bağlantılı çalışmalarına olanak tanıyor.

Kyriakides imza töreninde, sertifikanın ‘pandeminin neden olduğu belirsizliğin ortasında vatandaşlar için bir çözüm ve halk sağlığı sistemlerine yönelik koruma sağladığını’ söyledi.

AB Sağlık Komiseri “AB’nin bu başarı öyküsü küresel bir standart haline geldi” ifadelerini kullandı. Bu bağlamda yaklaşık 80 ülkenin şimdiden AB Kovid-19 sertifikasyon çerçevesini benimsediğine dikkat çekti.

Ghebreyesus, yeni sertifikasyon sisteminin ‘adalet, yenilikçilik, şeffaflık, veri koruma ve gizlilik ilkelerine dayanacağını’ vurguladı.

WHO herhangi bir temel kişisel veriye erişemeyecek ve bu bilgiler hükümetlerin kendi özel alanı içerisinde kalacak.

Ghebreyesus “Temel olan gizliliktir. Yalnızca bir üye devletin dijital sağlık kayıtlarını doğrulamak için kullanılabilecek genel bilgilerin bir dizinini elimizde tutacağız” dedi.