Fadya es-Seyyid
Bundan 11 yıl önce, 2 Mayıs 2011'de, ABD Donanması'nın özel kuvvetleri Navy Seals komutasındaki bir tim, Pakistan’ın Abbottabad kentinde El Kaide lideri Usame bin Ladin'in kaldığı yere baskın düzenledi. Tim, 48 dakikalık bir operasyonun sonunda Bin Ladin ile birlikte orada bulunan bir kaç kişiyi daha ölü olarak ele geçirdi.
Tim, baskının son 18 dakikasında, istihbarat için El Kaide’nin başka liderlerinin de ele geçirilmesini sağlayabilecek sabit diskleri ve diğer elektronik cihazlardaki depolama birimlerini toplamaya başladı. Daha sonraki haftalarda ve aylarda bu materyallerin toplanması için harcanan ek zamanın oldukça değerli olduğu anlaşıldı.
ABD istihbarat servisleri, o tarihten bu yana Abbottabad’da toplanan belgelerin gizliliğini kademeli olarak kaldırdı ve aşamalı olarak kamuoyuna açıkladı. CIA, Kasım 2017 tarihinde Abbottabad baskınının El Kaide, El Kaide lideri Bin Ladin ve aile hayatı hakkındaki gerçekleri ortaya çıkaran yaklaşık 470 binden fazla dosyanın gizliliğini kaldırdı.
Kitap, 11 Eylül saldırıları ile Abbottabad baskını arasındaki 10 yıllık zaman zarfında Bin Ladin ve destekçilerinin kapalı kapılar ardında yaşadıklarına bir bakış sunuyor.
Daha önce ABD Kara Harp Okulu (West Point Askerî Akademisi) Terörle Mücadele Merkezi'nde ders veren ve radikal hareketler konusunda uzman olan ABD’li bir araştırmacı Nelly Lahoud, Bin Ladin'in destekçileriyle olan ve kişiliğini yansıtan özel yazışmalarının olduğu 6 bin sayfadan fazla Arapça belgeyi inceleyerek, “The Bin Laden Papers: How the Abbottabad Raid Revealed the Truth About al-Qaeda” (Bin Ladin Belgeleri: Abbottabad Baskını El Kaide Hakkındaki Gerçeği Nasıl Ortaya Çıkardı?) adlı bir kitap kaleme aldı.
Lahoud’a göre Bin Ladin’in ölümüne kadar El Kaide'den tamamen sorumlu olduğunu, ancak Bin Ladin’in yönettiği dönemde El Kaide eskisi kadar güçlü değildi.
Zayıflık ve başarısızlık
Lahoud, El Kaide liderlerinin örgütü uluslararası radikal hareketlerde bir dev olarak öne çıkarmaya çalıştıkları imajın aksine örgütün 11 Eylül saldırılarını takip eden aylarda ciddi şekilde zayıfladığını düşünüyor.
Lahoud, 2004 yılına gelindiğinde örgütün üst düzey liderlerinin çoğunun ya etkisiz hale getirilerek ya da tutuklanarak ‘neredeyse ortadan kaldırıldıklarını’ ve aynı yıl, El Kaide’nin birkaç liderinin Usame bin Ladin'e örgütün karşı karşıya olduğu ‘sorunlarla’ ilgili şikayette bulunduklarını yazdı.
Bu liderlerden biri 11 Eylül’den sonra ‘örgütü saran zayıflık, başarısızlık ve amaç eksikliğinden’ bahsederken, bir diğeri örgütün ‘korkunç’ mali durumunu ve Pakistan devletinin baskısının yurtdışında terör eylemleri planları yapılmasını durdurduğunu vurguladı. Bir başkası ise Pakistan güvenlik güçleri tarafından 22 ‘kardeşlerinin’ öldürülmesinden ve 600 El Kaide üyesinin tutuklanmasından şikayet etti.
Bin Ladin, örgüt üyelerinden uluslararası terör eylemleri planlamaya odaklamalarını istediyse de bunu basitçe yapamadılar. Lahoud, 2004 yılında Madrid’de ve 2005 yılında Londra’da düzenlenen bombalı saldırılar da dahil olmak üzere, bu dönemde kendisine atfedilen büyük saldırıları El Kaide’nin düzenlediğine dair hiçbir kanıt bulamadı. Oysa medyada bu tür olaylar genellikle El Kaide ile ilişkilendirildi. Bin Ladin'in 11 Eylül saldırıları sonrası bizzat yönettiği tek eylem, 2002 yılının Kasım ayında Kenya'nın Mombasa kentinde İsrail'e ait bir oteli ve bir jeti hedef alan ve 13 kişinin ölümüne neden olan iki saldırıydı. Bu saldırılar 11 Eylül'den önce planlanmıştı.
Bin Ladin’in hayal kırıklığı
Bin Ladin'in, örgütünün uluslararası terör saldırıları düzenleyememesinden dolayı açıkça hayal kırıklığına uğradığını yazan Lahoud, Bin Ladin’in örgütünden ABD ile arasında bir ‘terör dengesi’ oluşturmak amacıyla yalnızca ABD’lilere saldırmaya odaklanmasını istediğini belirtti. Çünkü Bin Ladin’e göre yalnızca ABD içinde büyük çaplı eylemler düzenlemek, ABD yönetimlerine Ortadoğu'yu terk etmeleri için baskı yapabilirdi. Bin Ladin, uzun zamandır ABD'yi askeri güçlerini bölgeden çıkarmaya zorlamayı hedefliyordu. Bin Ladin’in ‘uzaktaki düşman’ stratejisine olan bağlılığı, El Kaide çatısı altında faaliyet gösteren silahlı bölgesel gruplarla arasını açtı. El Kaide ile bağlantılı bu gruplar, 2003 ve 2004 yıllarında ortaya çıkmaya başladı. Bunların en çok bilineni Ebu Musab el-Zerkavi liderliğindeki ‘Tevhid ve Cihad Örgütü’dür. Zerkavi, 2004 yılı sonlarında Bin Ladin'e biat yemini ettikten sonra örgüt kendisini ‘Irak El Kaidesi’ olarak adlandırdı.
El Kaide Irak’ta kontrolü kaybetti
Lahoud, El Kaide’nin Irak'taki olayları kontrol edemediği görüşünü doğruluyor. Irak El Kaidesi, 2007 yılına gelindiğinde adını ‘Irak İslam Devleti’ olarak değiştirdi ve El Kaide ile teması tamamen kesmiş gibiydi. Bin Ladin, bundan üç yıl sonra örgütün ‘Irak İslam Emirliği’ olarak yeniden adlandırılmasını önerdiyse de örgütün eylemleri üzerinde hiçbir kontrolü yoktu.
Gerginlik ve anlaşmazlıklar
Usame bin Ladin, El Kaide'nin Kuzey Afrika'daki kolu İslami Mağrip El Kaidesi (AQIM) ve Yemen'deki kolu Arap Yarımadası El Kaidesi üzerinde biraz daha fazla sayılabilecek bir nüfuza sahipti. Ancak Lahoud burada da bir takım gerginlikler ve anlaşmazlıklar buldu.
Bin Ladin, daha geniş bir çerçevede içeriye odaklı stratejileri ve kendi vizyonu aracılığıyla örgütün kolları arasında temel bir stratejik kopukluk olduğunu fark etti. Bin Ladin, 2010 yılında yazdığı bir metne göre faaliyet gösterilen ülkelerin yönetimleriyle ancak küfrün küresel liderinin (yani ABD’nin) gücü tükendiğinde ve çöküşün eşiğine geldiğinde çatışmaya girmeleri gerektiğini düşünüyordu. Bir diğer deyişle, örgütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine karşı etkili operasyonlar düzenleyebilmesi için ön koşul olarak öncelikle ABD'ye saldırması ve onu yenilgiye uğratması gerekiyordu.
İran – El Kaide ittifakı
Lahoud ayrıca Batılı hükümet yetkilileri ve analistler tarafından 11 Eylül'den sonraki yıllarda örgütü ayakta tutan ve destekleyen bir ülke olarak görülen İran ile El Kaide arasında bir ittifak olduğuna dair çok az kanıt olduğunu düşünüyor. Lahoud'a göre İran, 2001 yılının sonlarında Afganistan ve Pakistan'dan kaçan El Kaide üyelerine sığınak sağlasa da örgüt ile ilişkisi 2002 yılında en üst düzeyine yükseldi. İran, bazı El Kaide liderlerini ve ailelerini gözaltına aldı. Bu da, bazılarının açlık grevine başlayıp kaçmaya çalışmasına neden oldu. Bu tür adımlar, İran'ın 2011 yılına kadar tutukluların çoğunu serbest bırakmasına yol açtı. Hatta El Kaide, İran ile bir mahkum takası için bazı İranlı yetkilileri kaçırdı.
El Kaide – Taliban ilişkileri
El Kaide'nin Taliban ile ilişkileri daha sıcaktı, ama burada da Lahoud, aralarında bir güvensizlik olduğunun kanıtını buldu. Öyle ki ABD’li araştırmacıya göre Bin Ladin, öldüğü 2013 yılına kadar Taliban'ı yöneten Molla Ömer'e saygı duyuyor, ancak onun yerine geçmek istediğini düşündüğü kişilere karşı derin bir şüphe duyuyordu.
Bin Ladin'in gözünde Taliban, dindar liderlerden oluşan bir sadıklar kampı ile Pakistan istihbaratına bağlı ikinci bir kamp arasında bölünmüştü. Bu bölünme, özellikle Taliban'ın daha sonra yaptığı gibi ABD ile doğrudan müzakerelere girmesi durumunda, El Kaide'nin grupla ilişkisinin geleceği hakkında endişelenmesine neden oldu. Lahoud, Bin Ladin'in korkularının, Taliban'ın iktidara geri dönmesinin kaçınılmaz olarak El Kaide'nin yeniden faaliyete geçmesi anlamına geldiğine dair iddiaları sorgulamamıza yol açması gerektiğini düşünüyor.
Foreign Policy dergisi, bazı gözlemcilerin Lahoud'un vardığı bazı sonuçları sorgulayabileceklerine işaret etti. Dergiye göre söz konusu gözlemciler Taliban'ın El Kaide ile arasında bir takım farklılıklar olduğunu söyleyecekler. Ancak yine de Taliban’ın ABD'nin Afganistan'dan çekilmesine ilişkin müzakereler sırasında El Kaide'yi Afganistan topraklarından kovmayı reddettiği biliniyor.
Evet, İranlılar ve El Kaide her zaman iş birliği içinde değillerdi, ama İran'ın 11 Eylül'de ABD’ye saldıran terör örgütüne sığınak sağladığı - ve sağlamaya devam ettiği - bir gerçek.
Evet, El Kaide uzantıları üzerinde her zaman kontrol sahibi değildi, ancak kendisine biat eden grupların profillerini yükseltti ve mesajlarını bölgeye yaydı.
Evet, Bin Ladin Madrid’teki ve Londra’daki bombalı saldırılarda rol almadı, fakat yine de faillere ilham verdi.
Foreign Policy’de yer alan makale, tüm bu şüphelerin bazı avantajları olduğunu, buna karşın Bin Ladin belgelerinde ABD ve müttefiklerinin, 11 Eylül'den sonra geçen on yılda merkezi bir örgüt olarak El Kaide'nin yarattığı tehdidi abarttığı yönünde baskın bir temanın bulunduğunu da ekliyor.
Lahoud, Bin Ladin'in El Kaide örgütünün, pek çok kişinin gördüğü gibi ‘leviathan’ olmadığını, daha ziyade kendi adına faaliyet gösteren grupları kontrol edemeyen ve pratikte yeteneksiz, zayıf bir örgüt olduğunu söylüyor.
Zaman aşımına uğramış bir örgüt
El Kaide zayıfladıkça, daha büyük bir silahlı hareketin güçleniyor ve daha popüler hale geliyor olması oldukça ironik. 2013-2014 yıllarında Irak İslam Devleti örgütünün Irak ve Şam İslam Devleti’ne dönüşmesi (DEAŞ), Bin Ladin'in halefi Eymen ez-Zevahiri’nin yükselişini durduramadı. Zevahiri, DEAŞ’ın ilk lideri Ebubekir el-Bağdadi’ye Suriye’yi terk etmesini ve faaliyetlerini Irak’la sınırlamasını emretti. Bağdadi ise Zevahiri’yi tersledi. Lahoud'un kitabı, El Kaide’nin zaman aşımına uğramış ve kolayca göz ardı edilebilecek bir örgüt olmasından dolayı Bağdadi'nin Zevahiri'ye meydan okumasının nedenini bulmaya yardımcı oluyor.
Bazıları, El Kaide’nin DEAŞ’ın estirdiği rüzgarları makul bir şekilde atlattığını ve Taliban'ın zaferiyle Afganistan'da ABD'ye karşı zafer elde ettiği iddiasında bulunabileceğine karşı çıkabilir. Ancak Lahoud’un dediği gibi El Kaide'nin 11 Eylül sonrası kötü sicili ve o tarihten beri zayıf seyreden profili göz önüne alındığında bu anlatı fazla iyimser olacaktır.
Öte yandan Foreign Policy dergisine göre bu durum, El Kaide'ye karşı mücadelede kayıtsız olmaları gerektiği anlamına gelmiyor. Örgütün yeniden toparlanmasını önlemek bir öncelik olmalı ve hem Taliban hem de İran, El Kaide’ye sağladıkları her türlü destek ya da hareket özgürlüğünden sorumlu tutulmalı. Bu, El Kaide'nin bölgesel uzantıları ve Nijerya'dan Pakistan'a uzanan kollarıyla yayılan DEAŞ terör örgütü de dahil olmak üzere daha büyük bir silahlı hareketin daha az tehdit oluşturduğu anlamına da gelmiyor. Aslında El Kaide, Batı'dan ziyade bölge ülkeleri ve yerel halk için zorlu ve devam eden bir mücadele cephesi olmaya devam ediyor.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre söz konusu mesele yalnızca, merkezi bir örgüt olarak El Kaide'nin fazlasıyla abartılıp abartılmadığıdır. Lahoud, ‘Bin Ladin Belgeleri’ kitabında bu konuda ikna edici bir kanıt sunuyor.