Nükleer müzakereler: Fransa ‘lambadan cin çıkarmak' için çabalıyor

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Paris’in Ortadoğu’da daha fazla rolü olmasını istiyor

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Mısırlı mevkidaşı Abdulfettah Sisi’yi Elysee Sarayı'nda beklerken. (Reuters)
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Mısırlı mevkidaşı Abdulfettah Sisi’yi Elysee Sarayı'nda beklerken. (Reuters)
TT

Nükleer müzakereler: Fransa ‘lambadan cin çıkarmak' için çabalıyor

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Mısırlı mevkidaşı Abdulfettah Sisi’yi Elysee Sarayı'nda beklerken. (Reuters)
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Mısırlı mevkidaşı Abdulfettah Sisi’yi Elysee Sarayı'nda beklerken. (Reuters)

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen iki saatlik telefon görüşmesinin odağında; nükleer anlaşma konusu yer aldı.
Viyana’da küresel güçlerle İran arasında 2015 Nükleer Anlaşması’nın canlandırılmasıyla ilgili görüşmeler geçtiğimiz mart ayında durdurulmuştu. ABD ve İran tarafı, Katar’ın başkenti Doha’da dolaylı temaslarda bulunsa da uzlaşı sağlayamadı. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, ‘anlaşma taslağının yüzde 96’sının’ hazır olduğunu açıkladı. ABD ve Batılı ülkeler, Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) canlandırılması için, topun İran’ın sahasında olduğunu ve İran Dini Lideri Ali Hamaney’in bir karar vermesi gerektiğini savunuyor. Bu kanaat geçtiğimiz günlerde ABD’li yetkililer tarafından defalarca tekrarlandı. 
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ikili iş birliğinin yanı sıra bölgesel ve uluslararası gelişmeleri, gıda ve enerji güvenliği de dahil olmak üzere küresel sorunları da ele aldı. Elysee Sarayı’ndan yapılan açıklamaya göre Cumhurbaşkanı Macron, nükleer anlaşmanın tam olarak uygulanmasına geri dönmeyi amaçlayan bir çözümün hala mümkün olduğuna dair inancını yineleyerek, ‘Ancak buna en kısa sürede ulaşılmalıdır” dedi. Viyana’daki müzakerelerde ilerleme sağlanamamasından duyduğu hayal kırıklığını dile getiren Macron, İran’ı ‘bir anlaşmaya varılması ve nükleer anlaşma kapsamındaki taahhütlerini yerine getirmesi için net bir seçim yapmaya’ çağırdı. 
Macron’un Reisi ile yaptığı telefon görüşmesi, ‘nükleer anlaşmayla’ ilgili bölge ve Batılı liderlerle kurduğu temas çerçevesinde gerçekleşti. Macron’un, ‘nükleer anlaşma sağlanmaması durumunda’ ne tür önlemler alınacağına dair istişarelerde bulunmak için ‘diplomatik kanalları’ aktif hale getirdiği öğrenildi. Şarku’l Avsat’a daha önce bilgi veren üst düzey Fransız kaynakları, Batılıların, özellikle de Amerikan tarafının, İran'a yapabilecekleri en iyi teklifi sunduğunu ve Tahran'daki liderlerin Batı tarafından ek tavizler verilmesini beklememeleri gerektiğini söylemişti. Aynı kaynaklar, "Tahran'ın zaman faktörü üzerine oynamasının ters sonuçlar doğuracağını ve Washington’ın şimdi kabul ettiği şeyleri ‘ara seçimler’ yaklaştığında geri çekebileceğini’’ değerlendirmişti. ABD Başkanı Joe Biden liderliğindeki Demokrat Partisi ara seçimlerde Kongre’deki ‘kırılgan çoğunluğunu’ yitirirse, ABD yönetiminin şu anki teklifleri geçerliliğini yitirebilir.  
Ancak, mesele bundan ibaret değil, resmi tamamlamak için iki ek konudan bahsetmek gerekiyor: Birincisi, Batı'nın İran'ın artan nükleer faaliyetleri ve Uluslararası Nükleer Enerji Ajansı tarafından yürütülen gözetim eksikliği ve bunun sonuçlarıyla ilgili. UAEA Başkanı Rafael Grossi geçtiğimiz günlerde bu yönde bir uyarıda bulunmuştu. İranlı üst düzey yetkili ve Hamaney’in danışmanı, ülkesinin nükleer silah yapacak teknik yeteneklere sahip olduğunu ancak bu yönde bir karar verilmediğini açıklamıştı. Harazi’nin bu açıklamaları, İran’ın haftalar içinde ‘nükleer silah’ üretme eşiğine gelebileceği yönünde yorumlanmış ve bu husustaki endişelerin artmasına neden olmuştu. Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, ‘nükleer anlaşmanın’ yeniden canlandırılması konusunda ‘zamanın tükendiğini’ ve İran’ın ‘zaman kazanmak adına manevralar yapmayı’ bırakması gerektiğini söyledi.  
Batılı gözlemciler, ‘2015 nükleer anlaşmasının’ canlandırılmasında daha fazla vakit kaybetmenin, anlaşmayı anlamsız hale getirebileceği yönünde uyarıyor. Paris, savunulması gereken çıkarları ve dostlukları olduğuna inandığı Ortadoğu’dan dışlanmak istemiyor. Son günlerde bölge iki önemli olaya sahne oldu: Birincisi, ABD Başkanı Joe Biden’ın ziyareti. İkincisi ise Tahran'da düzenlenen Rus-Türk-İran ‘üçlü zirvesi’. Fransa bölgedeki gelişmelerin içinde yer almak istiyor, Macron'un geçen hafta, Cidde Zirvesine katılan BAE Devlet Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ile görüşmesi ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ile temas kurması bu çerçevede değerlendiriliyor. Elysee Sarayı kaynakları, Cumhurbaşkanı Macron’un, geçen sene Bağdat’da düzenlenen zirve benzeri, ‘bölgesel bir konferans’ düzenlemeyi planladığını aktardı. Bağdat Zirvesi’ne, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’nin dışişleri bakanları iştirak etmişti. Söz konusu kaynaklara göre, bölgedeki birçok ülkenin lideri ‘gerilimin azaltılması ve diyaloğun arttırılmasını amaçlayan bu yönde bir konferansın düzenlenecek olmasını memnuniyetle karşıladı ve katılma sözü verdi.’ Öte yandan İran da benzer gayeleri taşıyan bir bölgesel konferans düzenlenmesini istiyor ancak küresel güçleri değil sadece bölge ülkelerini içermesini savunuyor. İran Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Macron’la görüşmesinde, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarının, başta Avrupa olmak üzere küresel ekonomiye zarar verdiğini söyledi. Bölgenin sorunlarının çözümünün bölge halklarının ve hükümetlerinin elinde olduğunu ifade eden Reisi, dış müdahalenin güvenlik ve istikrarın sağlanmasına olumsuz katkılar sunacağını vurguladı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise, İran'ın ‘bölgedeki siyasi süreçteki’ etkinliğine atıfta bulundu.  
İran ve Batılı ülkeler arasında, ‘nükleer dosya’ tek sorun olmasa da en önemli sorun olarak öne çıkıyor. ABD Başkanı Joe Biden, Ortadoğu ziyaretinde, İran’ın ‘nükleer silah’ elde etmesine izin vermeyeceklerini duyurmuştu. Başkan Biden’ın Cidde Zirvesi’nde, Arap ülkelerinin liderlerine, İran’ın ‘istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerine’ karşı ne tür önlemler alınacağı yönünde bir söz verip vermediği bilinmiyor. Belki de Macron’un temaslarını arttırması, ABD’nin Ortadoğu’daki ‘gri tutumu’ nedeniyle ortaya çıkan sahnede bir rol kapma çabası olarak yorumlanabilir. Öte yandan İran, ‘nükleer anlaşmayla’ ilgili bir sonuca varılamamasından Batılı ülkeleri sorumlu tutmayı sürdürüyor.  İRNA haber ajansı, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın İran’a karşı aldığı kararı, siyasi olarak nitelendirdi ve İran halkının üzerinde baskının arttırılması olarak değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Reisi, Macron’la görüşmesinde, ABD ve Avrupa ülkelerinin yapıcı olmayan eylem ve tutumlarını eleştirerek, " ABD'nin İran'a yönelik yaptırımları, başta Avrupa olmak üzere küresel ekonomiye zarar veriyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında (UAEA) kararın yayınlanması, İran ulusuna karşı baskı yaratmayı amaçlayan ve siyasi güvene darbe vuran, kriz yaratan bir eylemdi" dedi. İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun ABD’nin ‘yabancı terör listesinden’ kaldırılmasını ve kendisine uygulanan tüm ekonomik yaptırımların sonlandırılmasını talep ediyor.  



Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
TT

Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçişin yakın olduğunu öngörmesine rağmen, bunu Hamas'ın iktidarının sona ermesine bağladı.

Netanyahu, dün İsrail'de Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile düzenlediği basın toplantısında, "Kimse Trump'ın rehineleri serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmasını beklemiyordu ama başardık. Şimdi ikinci aşama, Hamas'ı ve Gazze'yi silahsızlandırmak" ifadelerini kullandı.

Merz'in İsrail ziyareti, Netanyahu'nun Gazze Savaşı'nın ardından yaşadığı göreceli Avrupa izolasyonuna son verdi. Merz, Tel Aviv'in yanında durmanın "Almanya politikasının ayrılmaz ve temel bir parçası olduğunu ve öyle kalacağını" belirtti, ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de işlendiği iddia edilen savaş suçları nedeniyle çıkardığı tutuklama emrine atıfta bulunarak, Netanyahu'ya Berlin'i ziyaret daveti göndermeyi reddetti.


ABD'li yetkili Helberg: Batı Afrika'daki güvenlik, Washington için büyük bir endişe

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
TT

ABD'li yetkili Helberg: Batı Afrika'daki güvenlik, Washington için büyük bir endişe

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg, dün Abidjan'da AFP'ye yaptığı açıklamada, Batı Afrika'daki sorunlu güvenlik durumunun Washington için "büyük bir endişe" olduğunu ve Washington'un kalkınma yardımlarından ziyade ticareti önceliklendirmeye başladığını söyledi.

AFP’nin çatışma izleme örgütü ACLED'in verilerine dayanarak yaptığı analize göre, Afrika'nın Sahel bölgesinde silahlı saldırılar son altı yılda önemli ölçüde arttı. 2019'da Mali ve Burkina Faso sınırında yoğunlaşan bin 900 saldırıdan, 2024'te 5 bin 500'ün üzerine çıkan saldırılara ve bu yıl 10 Ekim'e kadar İspanya'nın iki katı büyüklüğündeki bir alanda 3 bin 800 saldırıya ulaşıldı.

Şiddet olayları yaklaşık 77 bin kişinin hayatına mal oldu ve Gine Körfezi ülkelerine de sıçradı.

Devlet Başkanı Alassane Ouattara'nın yemin töreninde Başkan Donald Trump'ı temsil ettiği Abidjan'dan konuşan Helberg, Sahel bölgesindeki güvenlik sorunlarının ABD yönetiminin en önemli öncelikleri arasında olduğunu vurguladı.

“Bölgedeki güvenlik ihtiyaçları ciddi endişe kaynağıdır” diyen Helberg, bu sorunların bölgedeki ekonomik güvenlik ve yatırım istikrarı üzerinde doğrudan etkileri olduğunu belirtti.

Washington'un kıtada, özellikle Fildişi Sahili ile ekonomik ortaklıklarını güçlendirmesi bağlamında, Amerikalı yetkili, istikrarın her türlü Amerikan yatırımı için ön koşul olduğunu vurguladı.

ABD'li yetkili, Washington'un kıtadaki ekonomik ortaklıklarını, özellikle Fildişi Sahili ile olan ilişkilerini güçlendirme bağlamında, istikrarın herhangi bir ABD yatırımı için ön koşul olduğunu vurguladı.

"Amerikalılar yatırım yapma riskini alacaklarsa, bu yatırımın güvenilir ve emniyetli olması gerekir" ifadelerini kullandı.

Trump, ikinci döneminin başlangıcından bu yana, yönetiminin Afrika'ya yardımdan ziyade ticarete odaklanacağını açıkladı.

Son haftalarda, birkaç üst düzey ABD yetkilisi, "terörizmle" mücadele ve ABD özel yatırımlarını teşvik etmek için "Amerikan çözümünü" sunmak üzere, tamamı askeri rejimler tarafından yönetilen Bamako, Vagadugu ve Niamey'i ziyaret etti.

Şarku’l Avsat’ın edindği bilgiye göre bu, Demokrat Başkan Joe Biden yönetiminin 2020-2023 yılları arasında üç ülkede gerçekleşen ardışık darbelerin ardından bu ülkelere sağladığı kalkınma yardımının önemli bir kısmını askıya almasının ardından, Washington’un Sahel ülkelerine yönelik yeni yaklaşımını temsil ediyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı, Washington ile Mali, Nijer ve Burkina Faso arasındaki diplomatik görüşmelerin "hâlâ sürdüğünü" doğruladı ve sonuçları hakkında yorum yapmanın "erken" olacağını belirtti.

Helberg, "Bölgedeki güvenlik sorunları ulusal bir sorun olmaktan çok bölgesel bir sorundur" dedi.

Kasım ayının ortasında, üç Sahel ülkesi Birleşmiş Milletlere, "bölge ülkeleri ve istekli tüm ortaklarla iş birliğine tam olarak hazır olduklarını" bildirdi.


Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
TT

Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)

Suriye’nin güneyi, Beşşar Esed rejiminin bir yıl önce devrilmesinden bu yana, Şam’ın ‘1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na karşı bir İsrail darbesi’ olarak nitelendirdiği gelişmelere sahne oluyor. İşgal altındaki Golan Tepeleri sınırlarını düzenleyen anlaşma, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca bölgedeki hukuki ve güvenlik çerçevesini oluşturmuştu. Ancak Tel Aviv, son gelişmeleri fırsat bilerek benzeri görülmemiş bir askeri tırmanışa girişti ve bu süreçte ülkenin güneyindeki Kuneytra ve Dera’daki yeni alanları kontrolü altına aldı.

Suriye’deki yeni yönetim ise İsrail’in Esed sonrası işgal ettiği bölgelerden çekilmesini öngören bir güvenlik anlaşması yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda Şam yönetimi, Washington’ın etkin bir rol üstlenmesini bekliyor. Konuya hâkim kaynaklara göre, ABD’nin İsrail’i böyle bir anlaşmaya ikna edebilecek en güçlü taraf olduğu düşünülüyor; zira Tel Aviv, şimdiye kadar bu anlaşmayı imzalamaya yanaşmadı.

İşgalin genişlemesi

Şam’ın yaklaşık 60 kilometre güneybatısında yer alan ve İsrail tarafından Haziran 1967 Savaşı’nda işgal edilen Golan Tepeleri cephesi, uzun yıllar boyunca hem Hafız Esed hem de oğlu Beşşar Esed dönemlerinde sakinliğini korudu. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı sonrasında Suriye ile İsrail arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması sayesinde mümkün olmuştu. Anlaşma, toplam bin 860 kilometrekarelik Golan’ın üçte ikisinin İsrail işgali altında kalmasını fiilen kabul ediyordu.

Ancak 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Esed’in Moskova’ya kaçmasının ardından, dünya çapında yankı uyandıran bu gelişmeden sadece saatler sonra İsrail, anlaşmanın çöktüğünü ilan ederek Suriye topraklarındaki tampon bölgeyi ele geçirdi. Yaşananlar, sessiz fakat kesintisiz bir savaşın başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Söz konusu anlaşmayla oluşturulan tampon bölge, Golan’ın kuzeyinden güneyine doğru yaklaşık 75 kilometre boyunca uzanıyor; Dera vilayetindeki Yermuk Vadisi’ne komşu bu hattın genişliği bazı yerlerde birkaç yüz metreden 14 kilometreye kadar çıkıyor. Bölgenin toplam yüzölçümü yaklaşık 235 kilometrekare.

İsrail savaş uçakları, Esed rejiminin devrilmesini izleyen ilk günlerde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek askeri hava üslerini ve Suriye ordusunun elinde kalan ağır silahları imha etti. İsrail sadece tampon bölgeyi işgal etmekle yetinmedi; Kuneytra ve Dera kırsalının doğu kesimlerine doğru ilerleyerek kontrol alanını genişletti. İsrail ordusu bölgede her gün yeni operasyonlar düzenliyor, kontrol noktaları kuruyor ve sivilleri gözaltına alıyor.

fgt
Golan Tepeleri'nde İsrail ile Suriye arasındaki tampon bölgede hareket eden İsrail güçleri, 10 Aralık 2024 (EPA)

Suriyeli yetkililer, İsrail’in geçtiğimiz yıl aralık ayından bu yana ülke içine binden fazla hava saldırısı düzenlediğini ve güney vilayetlerine yönelik sınır ötesi kara operasyonlarının 400’ü aştığını belirtti. Çalışmalara göre Esed rejiminin devrilmesinin ardından başlayan süreçte İsrail’in kontrol altına aldığı Suriye topraklarının toplamı 460 kilometrekareyi geçiyor. Bu alanlarda dokuz askeri üs ile gözetleme ve kontrol noktaları kuruldu. Ayrıca İsrail, Cebel eş-Şeyh’teki Suriye gözlemevini de ele geçirerek Suriye ve Lübnan içindeki hareketliliği, hatta Irak sınırına kadar uzanan bölgeleri izlemeye başladı.

Esed’in kaçışından sonra İsrail’in Suriye’deki tutumu için çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Suriyeli askeri uzman İsmet el-Absi’ye göre Tel Aviv, 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın artık kendi güvenlik çıkarlarına hizmet etmediğini düşünüyor. Özellikle Suriye’nin uluslararası arenaya dönüşü ve bölgesel etkisinin artması bu değerlendirmede belirleyici oldu.

El-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail’in son tırmanışının olası herhangi bir anlaşma öncesinde sahada yeni bir gerçeklik dayatma amacı taşıdığını vurguladı. El-Absi’ye göre Tel Aviv, operasyonel özgürlüğünü sınırlayabilecek herhangi bir kısıtlamaya bağlı kalmayacağını göstermek, ayrıca uluslararası toplumun ve ABD’nin Golan’daki olası ihlallere vereceği tepkiyi test etmek istiyor.

İsrail hükümeti, eski rejim güçlerinin çekilmesinin ardından tampon bölgenin işgalini ‘Golan’daki yerleşimlerin güvenliğini sağlama’ gerekçesiyle savunuyor. Ancak birçok gözlemci, Suriye’nin yeni yönetiminin İran destekli milisleri, Hizbullah’ı ve diğer silahlı grupları ülkeden çıkarmayı başarması ve kalan uyuyan hücreleri takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu gerekçeyi ikna edici bulmuyor.

Dürzileri koruma bahanesi

Temmuz 2025’te Suriye’nin güneyindeki çoğunluğu Dürzi olan Suveyda’da, Dürzi silahlı gruplar ile Bedevi aşiretlerine mensup silahlı unsurlar arasında kanlı çatışmalar patlak verince, Suriye ordusu ve güvenlik birimleri tarafları ayırmak için harekete geçti. Bu gelişme, İsrail’in ‘Dürzileri koruma’ gerekçesiyle yeni bir askeri müdahalede bulunması için ek fırsat yarattı.

Bu müdahale, özgürleşme sürecinden sonra İsrail’in yeni Suriye yönetimine yönelik en sert askeri operasyonu oldu. İsrail savaş uçakları 16 Temmuz 2025’te Şam merkezindeki Genelkurmay binasını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresini vurdu. Aynı saatlerde Suveyda kentinde ve çevresinde İçişleri ve Savunma bakanlıklarına bağlı unsurlara ait araçlar hedef alındı. Saldırılar, onlarca asker ve güvenlik mensubunun hayatını kaybetmesine yol açtı. Buna paralel olarak Dera ve Kuneytra’da da benzer hava saldırıları düzenlendi.

İsrail’in kendisini Suriye’deki Dürzilerin ‘koruyucusu’ gibi göstermeye yönelik çabaları sürerken, uzmanlar sahadaki gelişmelerin Tel Aviv’in hedeflerinin çok daha geniş olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Analistlere göre İsrail’in asıl amacı, ‘yeni Suriye’yi zayıflatmak için ülkeyi parçalamak, Suriye ordusunun güney illerinde (Dera, Kuneytra ve SUveyda’da) hatta Şam’ın güneybatı kırsalında varlık göstermesini engellemek.’ Nitekim İsrailli yetkililer bu hedefi daha önce birçok kez açık şekilde dile getirdi.

Gözlemcilere göre İsrail, Dürzi şeyhi Hikmet el-Hicri’yi planlarını uygulamak için uygun bir araç olarak gördü. İsrail, Hicri’nin Suveyda’nın Suriye’den ayrılmasını savunan çağrılarını destekledi. Hicri ise bu desteğe sürekli teşekkür etti. Hicri’nin takipçileri sokak ve meydanlarda İsrail bayrakları ile Netanyahu’nun fotoğraflarını açtı. Bu adımlar, Hicri’nin, vilayetteki Dürzi silahlı gruplar ve çeşitli milislerden oluşan Ulusal Muhafızlar’ı kurmasının, kontrolü elinde tutmasının ve muhalifleri susturma politikasını uygulamasının ardından geldi.

sdcfrgt
Aktivistler tarafından paylaşılan bir fotoğrafta, 2025 yılının mayıs ayında hükümet ile vilayet liderleri arasında imzalanan anlaşma uyarınca Suveyda girişinde konuşlandırılan kamu güvenlik güçleri görülüyor.

Gözlemciler, Hicri’nin projesinin artan zorluklarla karşı karşıya olduğunu, Arap, bölgesel ve uluslararası aktörlerin Suriye toprak bütünlüğüne bağlılıklarını sürdürdüğünü ve ayrılıkçı adımlara karşı çıktığını vurguluyor. Ayrıca Suveyda’daki çeşitli toplumsal kesimlerin projeye güçlü şekilde karşı çıktığı ve bunun Hicri’yi muhalifleri tasfiye etmeye yönlendirdiği belirtiliyor.

Ulusal Muhafızlar, 23 Ağustos 2025’te Suveyda merkezli olarak kurulan, vilayetteki silahlı Dürzi unsurları bir araya getiren yarı askeri bir grup olarak biliniyor.

Tıkalı müzakereler

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera göreve gelir gelmez hükümetinin önceliklerini, Suriye’nin Arap, bölgesel ve Batılı ülkelerle ilişkilerini onarmak, izolasyondan çıkarmak ve yaptırımların kaldırılması yoluyla yabancı yatırımların akışını sağlayarak yeniden imarı hızlandırmak olarak açıkladı.

Şera, İsrail’e dolaylı bir mesaj vererek, ‘yeni Suriye’nin daha fazla savaş istemediğini’ vurguladı.

Geçen ay gerçekleştirdiği ve Başkan Donald Trump ile görüştüğü tarihi Washington ziyaretinde Şera, Washington Post gazetesine verdiği röportajda, Suriye’nin İsrail ile güvenlik anlaşması müzakerelerine başladığını ve önemli mesafe kat ettiğini belirtti. Şera, “Ancak nihai bir anlaşmaya varmak için İsrail’in 8 Aralık’ta işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekiyor” dedi.

Şera, ABD’nin müzakerelerde Suriye ile birlikte olduğunu ve birçok uluslararası aktörün bu tutumu desteklediğini vurguladı. Şera, “Bugün Başkan Trump’ın da görüşümüzü desteklediğini gördük. Bu konunun çözümü için en kısa sürede harekete geçecek” ifadelerini kullandı.

İsmet el-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail ile yürütülen müzakerelerin temel zorluklarının karşılıklı güven eksikliği ve İsrail içindeki bölünmelerden kaynaklandığını belirtti. Bazı kesimler kapsamlı bir çatışmayı önlemek için anlaşmayı gerekli görürken, bazıları sert şartlar dayatmak için tırmanışı tercih ediyor. El-Absi, buna rağmen Amerikan açılımının, gerçek bir siyasi irade mevcutsa anlaşmalara ulaşmak için bir pencere açabileceğini ifade etti.

grt
Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcileri tarafından Güney Kuneytra kırsalındaki bir İsrail askeri üssünün karşısına göndere çekilen UNDOF (BM’nin Golan Tepeleri'ndeki Ateşkes Gözlem Gücü) bayrağı (Arşiv – Şarku'l Avsat)

El-Absi, Netanyahu’nun Trump baskısı karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusuna yanıt verirken, “Amerikan baskısını görmezden gelmek, İsrail Başbakanı’nı doğrudan Washington ile karşı karşıya getirebilir ki, bu iç krizleri göz önünde bulundurulduğunda isteyeceği bir durum değil” dedi.

Bu nedenle el-Absi’ye göre Netanyahu’nun muhtemel yaklaşımı, ‘müzakerelere şeklen açık görünmek, ama pratikte imkânsız şartlar koyarak süreci engellemek’ şeklinde olacak.

Olası senaryolar

El-Absi’ye göre İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı imzalamakta ısrar etmemesi halinde Suriye’nin güneyinde üç olası senaryo gündeme gelebilir: İsrail’in askeri tırmanışı sürdürerek sahada yeni bir gerçeklik dayatması, uluslararası aktörlerin (özellikle Rusya ve ABD’nin) krize doğrudan müdahale ederek kapsamlı bir çatışmayı önlemesi, ya da yerel direnişin İsrail güçlerine karşı güçlenmesi.

Bunların yanı sıra, anlaşmanın başarısızlığı direniş ekseninin yeniden etkinleşme olasılığını artırabilir ve İsrail’i uzun vadeli stratejik zorluklarla karşı karşıya bırakabilir. Güvenilir kaynaklara göre, Güney Suriye’deki gelişmeler ve bölgenin yeniden istikrara kavuşturulma çabaları, Lübnan, İran ve Irak başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası ortamda yaşanan derin dönüşümlerden bağımsız değil.

Adının açıklanmasını istemeyen kaynaklar, ABD aracılığıyla yürütülen Şam-Tel Aviv müzakerelerinin yazılı bir güvenlik anlaşmasına ulaşılmasını sağladığını, söz konusu anlaşmanın eylül ayında BM Genel Kurulu çerçevesinde imzalanmasının planlandığını, ancak Netanyahu’nun imzayı reddettiğini belirtti.

Kaynaklar, Güney Suriye’deki durumu ‘son derece endişe verici’ olarak nitelendirirken, Şam’ın eski durumu yeniden tesis etmek için ABD’nin etkin bir rol üstlenmesini beklediğini vurguladı. Zira Başkan Trump’ın, İsrail üzerinde baskı kurarak güney Suriye’deki tırmanışı sona erdirebilecek tek aktör olduğu ifade ediliyor.