Rusya ve ABD mesajlaşma sahası: Suriye'nin güneyindeki et-Tanf Askeri Üssü

Et-Tanf askeri üssü DEAŞ, İran ve uyuşturucu kaçakçılığına karşı Uluslararası Koalisyon tarafından kuruldu

Et-Tanf Askeri Üssü’nde ABD güçleri ile ABD tarafından desteklenen Devrim Komandoları Ordusu üyelerinin askeri eğitimlerinden bir kare (Twitter)
Et-Tanf Askeri Üssü’nde ABD güçleri ile ABD tarafından desteklenen Devrim Komandoları Ordusu üyelerinin askeri eğitimlerinden bir kare (Twitter)
TT

Rusya ve ABD mesajlaşma sahası: Suriye'nin güneyindeki et-Tanf Askeri Üssü

Et-Tanf Askeri Üssü’nde ABD güçleri ile ABD tarafından desteklenen Devrim Komandoları Ordusu üyelerinin askeri eğitimlerinden bir kare (Twitter)
Et-Tanf Askeri Üssü’nde ABD güçleri ile ABD tarafından desteklenen Devrim Komandoları Ordusu üyelerinin askeri eğitimlerinden bir kare (Twitter)

ABD liderliğinde kurulan DEAŞ ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK) güçleri tarafından Devrim Komandoları Ordusu ile birlikte kullanılan, Suriye-Ürdün-Irak sınır üçgeninde yer alan ve çevresinde 55 kilometrelik bir ‘çatışmasızlık bölgesi’ oluşturulan et-Tanf Askeri Üssü, yeni gelişmelerle yeniden ilgi görmeye başladı. Devrim Komandoları Ordusu’nun geçtiğimiz Perşembe günü Twitter'dan yayınladığı “Son tatbikatlar, savaşçıların kabiliyetlerini geliştirmek için gerçek mühimmatla yapıldı” açıklamasıyla bu ıssız bölgedeki askeri üs yeniden gündem oldu.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) tarafından Twitter’dan yapılan açıklamaya göre Rus savaş uçaklarının geçtiğimiz Haziran ayında DMUK tarafından desteklenen Devrim Komandoları Ordusu’nun konuşlu olduğu noktalardan birini hedef almasının ardından DMUK, yeniden et-Tanf Askeri Üssü’ne ilgi göstermeye başladı. Devrim Komandoları Ordusu, Haziran ayı ortalarında et-Tanf’deki mevzilerinden birinin kimliği belirsiz savaş uçaklarınca saldırıya uğradığını açıklamış, saldırı sonucunda sadece küçük bir hasarın meydana geldiğini ve herhangi bir zayiata yol açmadığını bildirmişti. Grup, bu tür saldırıların ‘çatışmasızlık bölgesindeki sivillere zarar vermeyi amaçladığını’ vurgulamıştı.
CENTCOM Komutanı General Michael Corella’nın Temmuz ayı ortalarında et-Tanf Askeri Üssü’ne bir ziyaret gerçekleştirdi. General Corella, ziyareti sırasında yıllardır DMUK tarafından eğitim ve destek alan ve 2014 yılında Suriye ordusundan kaçanlardan oluşan muhalif bir grup olan Devrim Komandoları Ordusu’nun liderleriyle bir toplantı gerçekleştirdi. Devrim Komandoları Ordusu üyelerinin çoğu Suriye'nin doğusundaki el-Badiye (çöl) bölgelerine kayıtlı kişiler.
Devrim Komandoları Ordusu, General Corella’nın ziyareti öncesi 6 Temmuz'da, ABD’nin kısa bir süre önce Rusya ile savaşan Ukrayna ordusuna sağladığı yüksek performanslı topçu roket sistemi HIMARS füze sistemleri için verilen eğitimlerden görüntüleri yayınladı. Devrim Komandoları Ordusu Basın Ofisi Müdürü Abdurrezzak Hazar, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Suriye’de DMUK güçlerinin konuşlu olduğu, çevresinde 55 kilometrelik çatışmasızlık bölgesinin oluşturulduğu üs zaman zaman haksız saldırılara uğruyor. Ancak Devrim Komandoları Ordusu tarafından gerçekleştirilen tatbikatlar ve DMUK komutanlığının hızlı bir şekilde bilgilendirme ve bilgi alma kabiliyeti, kayıpların ve maddi zararın en aza indirilmesine katkıda bulundu” ifadelerini kullandı. Devrim Komandoları Ordusu’na kaliteli silahların sağlanması, bir savaş sırasında ya da kendini savunduğunda yardımcı olacağını söyleyen Hazar, bugün halen 55 kilometrelik çatışmasızlık bölgesinde konuşlu olan Devrim Komandoları Ordusu güçlerinin, et-Tanf Askeri Üssü’ndeki DMUK güçlerinden askeri ve lojistik olarak destek aldığını vurguladı.
Devrim Komandoları Ordusu’nun genel olarak 55 kilometrelik çatışmasızlık bölgesinde askeri noktaları bulunuyor. Görevi ise bölgenin DEAŞ ve İran destekli milislerin saldırılarından korunmasını sağlamak ve ABD güçlerinin ortak devriyeleriyle iş birliği içinde uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele etmek olarak tanımlanıyor.
Suriye, Irak ve Ürdün’ün birleştiği sınır üçgeninde yer alan et-Tanf Askeri Üssü, bu coğrafi konumu nedeniyle jeostratejik öneme sahip. Irak tarafında el-Velid Sınır Kapısı’nın karşısında yer alırken 55 kilometrelik çatışmasızlık bölgesinde aynı zamanda İran ve Suriye'yi Irak üzerinden birbirine bağlayan bir kara yolu ile DMUK üssü yer alıyor. Bölge ayrıca İran destekli milislerin Suriye'ye akışının ana arteri olan Şam-Bağdat yolunu kesiyor.


CENTCOM Komutanı General Michael Corella’nın 55 kilometrelik çatışmasızlık bölgesinde Devrim Komandoları Ordusu liderleriyle görüşmesinden bir kare (Twitter)

Rusya’nın saldırısı
Rusya Savunma Bakanlığı, 16 Haziran'da bir açıklama ve bir video kaydı yayınlayarak Suriye’nin çölü bölgesinde ABD tarafından desteklenen silahlı grupları hedef aldığını duyurdu. Bakanlık açıklamasında, söz konusu gruplar Suriye çölüne gizlice sızmak ve bölgedeki petrol tesislerine saldırı planlamakla suçlandı.
Rusya ordusu, 2021 yılında Rakka ve Deyrizor yakınlarında silahlı bir grubun sivil bir otobüse ateş açması olayını Devrim Komandoları Ordusu’nu suçlamak için fırsat olarak kullandı.  Suriye’nin resmi haber ajansı SANA, Rakka kırsalında Suriye rejimi güçlerini taşıyan sivil bir otobüse düzenlenen saldırıda 11 rejim askerinin ve iki sivilin öldüğünü, otobüsteki diğer yolcuların da yaralandığını bildirmişti. Suriye rejimi güçleri, silahlı grubu takip etmek ve bölgede yeni kontrol noktaları kurmak amacıyla el-Bişri ve Ma'dan bölgelerinde Rusya'nın desteklediği askeri bir operasyon düzenledi.
Rusya, saldırı öncesinde ABD ordusuna bir uyarıda bulunmuştu. Ardından ABD merkezli CNN televizyonu, ABD’nin savunma alanından yetkililerin, Rus savaş uçaklarının Suriye'nin güneydoğusunda Washington ile onun müttefiki olan yerel milislere karşı hava saldırıları düzenleyeceği yönündeki açıklamalarını aktardı.

İran destekli milislere bir tehdit
Gözlemcilere göre et-Tanf Askeri Üssü, Rusya’nın bölgedeki çıkarlarına karşı İran’ın planlarını etkilediği kadar tehdit oluşturmasa da uzun süredir basında yer alan açıklamalarında Suriye'yi ‘işgal edilmiş Suriye toprakları’ olarak tanımlayan Rus yetkililer ile DEAŞ’la mücadelenin başlangıç ​​noktası olan bölgede kendisinin ve müttefiklerinin çıkarlarını koruyan ABD arasında bir mesajlaşma sahasına dönüştü. Rusya ile ABD’nin Suriye-Ürdün- Irak sınırına ilişkin açıklamalarının sıklığı gelişmelere ve politikalara göre artıyor ya da azalıyor. ABD’li yetkililerin üsse yaptıkları son ziyaretler ve Rusya’nın son tatbikatları ve devriyeleri, esasen bölgede devam eden varlıklarını ve çıkarlarını savunan mesajlardır. Suriye-Ürdün-Irak sınırındaki 55 kilometrelik alan ‘çatışmasızlık bölgesi’ olarak kabul ediliyor. Washington liderliğindeki DMUK’un kullandığı et-Tanf Askeri Üssü’nün adı, 2015 yılında et-Tanf topraklarında ortaya çıktı. DEAŞ terör örgütünün çıkarıldığı Suriye'nin Humus ili sınırlarında yer alan et-Tanf Askeri Üssü, o dönemde Suriye ve Irak'ta güç kazanan DEAŞ ile mücadele amacıyla kuruldu. Et-Tanf Askeri Üssü’nün kurulması, Rusya’nın 2015 yılında Suriye'nin Lazkiye kentinde Hmeymim Hava Üssü’nü kurulmasıyla aynı zamana denk geldi.
Et-Tanf Askeri Üssü, 18 Mayıs 2017 tarihinde Suriye rejimi güçleri ve İran destek milislerin yer aldığı askeri bir konvoyun et-Tanf bölgesine yaklaşmaya çalışmasıyla ilk kez hedef alınma girişimiyle karşı karşıya kaldı. O sıra Devrim Komandoları Ordusu’ndan yapılan açıklama, konvoyun dört tank, Sovyet yapımı bir adet Shilka uçaksavar silahı sistemi ve bir kısmı uçaksavar yüklü 12 kamyondan oluştuğunu ve üs bölgesine yaklaşmamaları yönünde yapılan uyarılara aldırış etmeden ilerlemeye çalıştığı için DMUK’a ait savaş uçakları tarafından hedef alındığını duyurdu. O dönem Suriye basınında yer alan haberlerde, DMUK’a ait savaş uçaklarının bombardımanı, et-Tanf yakınlarında kayıplara ve maddi hasar neden oldu.
Bu olaydan günler sonra DMUK’a ait savaş uçakları, et-Tanf yakınlarında, Tel Şehmi, Cileygam ve Zaza bölgelerinde Suriye rejimi güçlerinin kontrolündeki alanlara bildiriler bırakarak, et-Tanf Askeri Üssü’ne 55 kilometre mesafeden daha fazla yaklaşmamaları uyarısında bulunuldu. Bundan sonra et-Tanf Askeri Üssü’nün çevresine ‘55 kilometrelik çatışmasızlık bölgesi’ denilmeye başlandı. Uçuşa yasak bölge haline gelen alan DMUK tarafından korunuyor. Bu yüzden DEAŞ’la mücadele ve rejim güçleri ve muhalif gruplar arasındaki çatışmalar yüzünden yerinden edilenler için bu güvenli bölge içindeki Rukban Mülteci Kampı kuruldu. Bunun yanında başta Devrim Komandoları Ordusu, Şehit Ahmed el-Abdu Güçleri ve Karyatayn Şehitleri Tugayı olmak üzere muhalif gruplar bölgeye girerek Suriye'nin çöl bölgesinde yayıldılar.
 



Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)

Ross Harrison

Ortadoğu’ya ‘askıya alınmış bir durgunluk’ hakim. Ne topyekûn bir savaşta ne de kalıcı bir barışın tadını çıkarıyor. Sanki bu kırılgan denge, geçtiğimiz haziran ayında patlak veren 12 günlük savaşın ardından ABD, İsrail ve İran'ın atacağı sonraki adımları bekliyor. Suriye’de ve Lübnan'da durumun nasıl gelişeceği merakla beklenirken, İran'ın bölgedeki etkisinin azalması bu iki ülkede daha istikrarlı bir sürecin başlangıcı olabilir.

İsrail ve İran'ın ‘ileri savunma’ stratejilerinin çatışması, mevcut durumun ciddiyetini daha da artırdı. Her iki taraf da sınırların ötesine nüfuz etmenin iç güvenliğin temel garantisi olduğu konusunda kesin bir kanaate sahip. Bu iki ülke arasındaki olası çatışmanın etkileri sadece onların geleceğiyle sınırlı kalmayıp, Ortadoğu'nun genel stratejik gidişatını da etkileyecektir.

Bölge on yıllar boyunca, çoğunlukla kırılgan ve gerçek dışı bir istikrar hissiyle yaşadı. Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'e düzenlediği saldırıdan önce, İran ve İsrail arasında doğrudan çatışmadan kaçınmak konusunda üstü kapalı bir mutabakat vardı ve bu da geçici bir istikrar sağladı. Ancak bu istikrar, diplomasi veya gerçek barış çabaları konusunda karşılıklı çıkarlar içermiyordu. İran'ın İsrail'i ortadan kaldırma çağrısı, İsrail'in 2015 yılında ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde imzalanan nükleer anlaşmaya karşı çıkması ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ikinci döneminde İran ile diplomatik yakınlaşma girişimlerini reddetmesi gibi, bu boşluğu somutlaştırıyordu.

İran'ın bölgede kurduğu ağ, eylemlerini ‘makul bir şekilde inkar etme’ imkanı sağladı. Bu ağ, İran'a dolaylı olarak İsrail'e meydan okuyarak stratejik bir derinlik kazandırdı.

7 Ekim öncesi eşit olmayan caydırıcılık mühendisliği

7 Ekim öncesi İran ve İsrail arasındaki ‘savaşsız ve barışsız’ durum, iki zıt dış politika modeline dayanıyordu. İran, iç güvenliğini korumak için ‘ileri savunma’ stratejisini benimsemiş ve Gazze Şeridi’ndeki Hamas Hareketi, Lübnan'daki Hizbullah, Irak'taki Haşdi Şabi ve Yemen'deki Husiler gibi aktif milis ağları aracılığıyla bölgesel nüfuzunu genişletmişti.

Buna karşın İsrail son kırk yıl boyunca, askeri üstünlüğüne dayanan geleneksel caydırıcılık politikasını daha istikrarlı bir şekilde benimsedi. İsrail de tarihinin erken dönemlerinde, 1956 Arap-İsrail Savaşı (Süveyş Krizi), 1967 Altı Gün Savaşı ve 1982 Lübnan’ın işgali gibi özel bir tür ‘ileri savunma’ politikası izledi. Ancak Mısır ile barış anlaşması imzaladıktan ve 1980'li yıllardan itibaren güvenli sınırlara kavuştuktan sonra, daha çok geleneksel caydırıcılık politikasına yöneldi.

Xsd
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’tanİsrail sınırını geçtikten sonra bir Merkava tankını ele geçiren Filistinliler, 7 Ekim 2023 (AFP)

İran ise, Irak-İran Savaşı'nın (1980-1988) şokunu temel alarak, kendi topraklarında herhangi bir çatışmayı önlemek amacıyla ‘ileri savunma’ doktrinini geliştirdi. Böylece dinamik bir dış nüfuz ağı kuran İran Kudüs Gücü Tugayı aracılığıyla Suriye, Irak ve Lübnan'daki siyasi, askeri ve dini yapılar içinde varlığını genişletti. İsrail modeli ileri savunma, caydırıcı ve nispeten sabit kalırken, İran modeli ileri savunma, hareketlilikle öne çıktı ve savunma ile saldırı hedeflerini bir araya getirdi.

İran, bu müdahaleyi İsrail ve ABD'ye karşı savunma pozisyonu ve Filistin davasına destek olarak tanıttı. Birkaç yıl boyunca bu denklem, baskı ve korumanın etkili bir karışımını oluşturdu: İran, vekilleri aracılığıyla gerilimi tırmandırırken, İsrail'in doğrudan ve geniş çaplı bir tepki vermesini engelledi. Başka bir deyişle, bu strateji önemli ölçüde ‘stratejik belirsizlik’ içeriyordu.

Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağları, kısa sürede bir yük haline geldi. Sonunda, bu gruplar Tahran'a iç güvenliği sağlayan bir savunma derinliği sağlamak yerine, Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi.

7 Ekim ve belirsizliğin sona ermesi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İran ile İsrail arasındaki kırılgan denge, ekim ayında Hamas'ın İsrail'e yönelik yıkıcı saldırısının ardından çöktü ve ‘ne savaş ne barış’ durumu, ‘barış yok’ durumuna dönüştü. Böylece İran, kapsamlı bir savaşa girmeden barışı önleyebilmesini sağlayan stratejik belirsizlik avantajını kaybetti. Hizbullah, saldırının ertesi günü Lübnan'ın güneyinden İsrail'e roket saldırıları başlattı. Husiler, Hamas'a destek olmak için Kızıldeniz'deki deniz trafiğini hedef alarak bu saldırılara katıldı. Tahran'ın da bu saldırılara açıkça destek vermesi bir dönüm noktası oluşturdu, ancak ters sonuçlar doğurdu. İsrail, ulusal güvenliğinin bölgesel olarak gücünü yayması ve proaktif hareket etmesi gerektiğini düşündüğü için son kırk yıldır benimsediği geleneksel caydırıcılık ve çevreleme yaklaşımından vazgeçerek güvenlik pozisyonunu yeniden belirledi ve ileri savunma doktrinine geri döndü.

İsrail, askeri operasyonlarının kapsamını genişleterek Hamas'a yönelik bir dizi stratejik saldırı düzenledi. Bu saldırılar sonucunda Gazze'de on binlerce Filistinli öldü. İsrail ayrıca Hizbullah ve Husileri hedef alırken Beşşar Esed rejiminin 2024 yılı sonlarında düşmesinin ardından Suriye'deki saldırılarını yoğunlaştırdı. Aynı yıl, İran ve İsrail iki kez doğrudan saldırılar gerçekleştirdi, ardından İsrail 2025 yılında İran'a önleyici saldırılar düzenledi. İran'ın doktrininde olduğu gibi, İsrail'in yeni ileri savunma modeli de saldırgan motifler içeriyor. Bu durum, Netanyahu'nun 2024 ve 2025 yıllarında ‘Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek’ hakkındaki açıklamalarından da anlaşılıyor.

İsrail'in gelişmiş savunma sisteminin devreye girmesiyle, İran üzerinde yıkıcı etkileri ortaya çıktı. Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağı, hızla bir yük haline geldi. Sonunda bu gruplar Tahran'a içini koruyan bir savunma derinliği sağlamak şöyle dursun Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi. Dahası sınırlarında yeni zayıflıklar yarattı, bu da onları İsrail ile doğrudan bir çatışma alanına daha da yaklaştırdı.

Stratejik rol değişimi

Bu dönüşüm, birbiriyle rekabet halindeki iki savunma doktrini arasında tehlikeli bir yakınlaşmaya yol açtı: İran'ın on yıllardır kök salmış doktrini ve İsrail'in sınırları dışına yönelik saldırgan ve önleyici bir stratejiye geri dönüşü.

İsrail, geçtiğimiz haziran ayında ABD'nin doğrudan desteği ve katılımıyla İran'ın savunma ve nükleer tesislerine saldırılar düzenledi. Böylece, bir süreliğine terk ettiği güç dengelerini değiştirmeye çalışan bölgesel güç rolünü geri kazandı ve ihtiyatlı bir tutum yerine önleyici güç politikasını benimsedi. Bu, basitçe İsrail'in İran'ın doktrinini yansıtan yenilenmiş bir ileri savunma modelini benimsediği anlamına geliyor. Öyle ki İsrailli liderler artık bölgede kalmak ve bölgede yaşamaktan bahsetmiyor, bölgenin yeniden şekillendirilmesinden bahsediyorlar.

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinlerinin çatışması, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor.

Ancak bu dönüşüm gerçek bir tehlike barındırmıyor. Aşırı genişlemenin cazibesi, hedef sadece caydırıcılıkla sınırlı kalmayıp yeniden yapılanmaya kadar uzanırken, güçlü bir şekilde hissedilir hale geldi. Taraflar ileri savunma stratejisine başvurduğunda, çatışma, yanlış değerlendirme ve kontrolsüz tırmanma olasılığı endişe verici bir şekilde arttı.

Nihayet iki taraf stratejik rollerini değiştirdi ve geniş bir bölgesel nüfuz ağına sahip olan İran, geri çekilmek ve savunmaya geçmek zorunda kalırken, İsrail güçlü bir şekilde inisiyatif alan taraf haline geldi. Tahran'ın nüfuzunu genişletme kabiliyetinin azalmasıyla birlikte, özellikle 1980'lerde Irak ile yaşanan savaş deneyimi ve geçtiğimiz haziran ayında İsrail ve ABD'nin ortak saldırısı çerçevesinde ileri savunma doktrini stratejik kültüründe sağlam bir şekilde yerini koruyor. Ancak İran artık savunma pozisyonunda ve olayların kaynağı olmak yerine onlara tepki vermeyi tercih ediyor. Savunma stratejisi, geleneksel nüfuzunun büyük bir kısmını kaybettiği yeni gerçeklere uyum sağlamak zorunda gibi görünüyor.

cdfghj
İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Emir Hatemi, İran'da açıklanmayan bir yerde İran ordusunun savaş komuta odasında düzenlenen bir toplantıya sırasında, 23 Haziran (AFP)

İran'ın özellikle de en önemli araçları aşınmış olsa da ileri savunma mantığı hala geçerli olduğundan gelecekte yeni araçlarla bölgesel varlığını geri kazanmaya çalışması şaşırtıcı olmaz. Tahran'ın dengesini yeniden kazanmak için milis ittifaklarını yeniden kurmaya başvurması tehlikesi halen devam ediyor. İran bunu başarsa bile önceki caydırıcılık gücünü geri kazanması mümkün değil. Bu yüzden bu kez de nükleer silaha sahip olmayı hedefleyen yeni bir ileri savunma modeli geliştirilebilir.

Bölgesel etkiler: Thomas Hobbesçu düşüncesine dönüş

Bu stratejik dönüşüm, Ortadoğu'yu korku, güvensizlik ve kendini koruma üzerine kurulu olan yoğun bir Hobbesçu (Thomas Hobbes) düşünceye geri döndürüyor.  Bugün ise çatışma daha açık ve doğrudan hale gelmiş durumda. İran ve İsrail, diplomatik seçeneklerin yerine sert hesaplamaların öncelikli olduğu askeri bir güvenlik modeli izliyor. Taraflar artık dolaylı çatışmalarla yetinmiyor, açık ve net bir geleneksel çatışmaya girmiş durumda. Bu gidişat devam ederse, bedeli çok ağır olacak. İran tarafında, ileri savunma şeklindeki ‘güvence’, ekonomisini yıpratırken halkının geniş kesimlerini kendinden uzaklaştırdı. İsrail açısından ise, uzun vadeli bir savunma pozisyonuna girilmesi, demokratik kurumlarının aşınmasına, küresel konumunun zedelenmesine ve orantısız bir misillemenin önünün açılmasına neden olabilir, hatta İran'ı nihayetinde nükleer caydırıcılık peşinde koşma yönünde bir siyasi karar almaya itebilir.

Bir stratejik gereklilik olarak diplomasi

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinleri arasındaki çatışma, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor. İleri savunma, ister vekiller aracılığıyla ister önleyici saldırılarla olsun, riskli bir yaklaşım. Bunun yanında net bir siyasi ufuk ve uzun vadeli bir stratejik hedef olmadan sürdürülemez.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir.

Ortadoğu bugün kritik bir dönüm noktasında bulunuyor. Ya bölgedeki en güçlü iki askeri güç arasında doğrudan bir çatışmaya doğru daha fazla sürüklenecek ya da her ikisi de güvenlik için önleyici eylemleri savunma doktrini olarak benimseyecek ya da diplomasiye ciddi yatırımlar yapacak ve bölgesel bir güvenlik sistemi kuracak. Bölge her zaman dışarıdan yapılan arabuluculuk çabalarına, ABD'ye ve son yıllarda ise zaman zaman Çin'e güvendi. Ancak artık bölgesel güçlerin barış girişimini üstlenme zamanı geldi. KİK ülkeleri, Türkiye, Mısır ve hatta Irak, Birleşmiş Milletler (BM) gibi çok taraflı kuruluşların yanı sıra yeni bir yol haritası çizilmesine katkıda bulunabilecek önemli rollere sahipler.

Stratejik bir anlaşmaya doğru

Şu anda sadece askeri bir savaşa değil, bir ideoloji çatışmasına tanık oluyoruz. 1980'lerdeki birinci Körfez Savaşı'nın şokundan doğan İran'ın ileri savunma ideolojisi, birçok milis gücünün çöküşü ve İsrail ile ABD'nin doğrudan saldırıları nedeniyle stratejik baskıya uğradı. İsrail'in 7 Ekim 2023 saldırılarının şokundan doğan ileri savunma ve güç gösterisi stratejisine geri dönüşü ise Ortadoğu'nun yeni gerçeklerinde henüz test edilmemiş olsa da istikrarı bozucu olabilir. İsrail'in önceki ileri savunma deneyimi, derin bir güvensizlik ve tehdit duygusundan doğmuştu. Bu seferki dönüşü ise bölgeyi şekillendirme tehdidi ve fırsatının bir karışımıyla beslenebilir. İsrail ve İran'ın dış savunma yaklaşımları kalıcı bir güvenlik sağlayamaz. Her ikisi de intikam, kök salma ve yanlış değerlendirme döngüsünü sürdürme riskini taşıyor. Sonuç olarak, her iki taraf da ileri savunmaya dayandığında sonuç, bir denge değil, sürekli tırmanma ve bölgesel istikrarsızlık için yüksek riskli bir formül olacaktır.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir. Bunun da büyük bir zorluk olduğuna şüphe yok. Ancak devam eden çıkmaz veya felaketle sonuçlanacak bir tırmanma gibi alternatifler bundan çok daha kötü bir sonuç doğurur.

İran ile İsrail bir dönüm noktasına geldi. Bundan sonraki tercihleri sadece kendi geleceklerini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu'nun sürekli savaş ve barış arasında gidip gelen bir durumdan çıkıp, topyekûn bir savaşa doğru mu gideceğini, yoksa nihayet daha kalıcı bir istikrara mı kavuşacağını da belirleyecek.