Etiyopya, Nil suları ihtilafına ‘Afrika çözümü’nde ısrarcı

Nahda Barajı: Etiyopya ‘Afrika çözümü’ konusunda kararlı ve müzakereleri genişletmeyi reddediyor

Nahda Barajı (Etiyopya Haber Ajansı)
Nahda Barajı (Etiyopya Haber Ajansı)
TT

Etiyopya, Nil suları ihtilafına ‘Afrika çözümü’nde ısrarcı

Nahda Barajı (Etiyopya Haber Ajansı)
Nahda Barajı (Etiyopya Haber Ajansı)

Etiyopya, Nil Nehri’nin ana kolu üzerine inşa ettiği ve mansap ülkelerle gerginliklere neden olan Nahda Barajı konusunda, Mısır ve Sudan ile aralarındaki anlaşmazlığa “Afrika çözümü” bulma konusundaki kararlılığını dile getirdi. Etiyopya Su, Sulama ve Enerji Bakanı Danışmanı Muhammed el-Arusi, ülkesinin “sıkıntılı” müzakerelere diğer tarafları dahil etmeye yönelik girişimi reddettiğini açıkladı.
Etiyopya’nın bu tutumu, Başbakan Abiy Ahmed’in, protestolara rağmen, baraj rezervuarının üçüncü dolumunun tamamlandığını ve elektrik üretmek için ikinci türbinin çalışmaya başladığını duyurmasından günler sonra geldi. Mısır ve Sudan, üç ülke arasında, bu konu ve barajın işletilmesine yönelik mekanizmalar üzerinde bir anlaşmaya varılıncaya kadar Etiyopya’nın barajı doldurmasını durdurmasını istiyor.
Üç ülke arasında Afrika Birliği himayesinde yürütülen müzakereler 2021 Nisan ayında yeni bir atılım yapılamaması sebebiyle durdu. Bu durum Mısır’ın Etiyopya’yı protesto ederek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvurmasına ve uluslararası ortaklara, tüm taraflardan razı olduğu bir anlaşmayı kabul etmesi için Etiyopya’ya baskı uygulamalarını talep etmesine neden oldu.
Etiyopya Su, Sulama ve Enerji Bakanı Danışmanı ve parlamento üyesi Muhammed el-Arusi Etiyopya resmi haber ajansı ENA’ya, ülkesinin ‘tüm Afrika sorunları için Afrika çözümleri olduğu ilkesine’ inandığını ve Etiyopya’nın Nahda Barajı konusundaki tutumunun müzakerelerin Afrika Birliği'nin himayesi altında olmasıyla ilişkili olduğunu belirterek, diğer tarafları müzakerelere dahil etmeye yönelik her türlü girişimin reddettiklerini zira bunun ülke üzerinde baskı oluşturma stratejisi olduğunu vurguladı. Konu hakkında bilgi sahibi olan Mısırlı bir kaynağa göre, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) konunun tarafları olan Kahire, Addis Ababa ve Hartum ile siyasi yakınlaşmasına dayanarak, müzakereleri ilerletmeyi ve 11 yıldır devam eden bu anlaşmazlığa çözüm bulmayı amaçlayan “etkili” bir rol oynamaya çalışıyor.
Kaynağa göre, BAE bir süredir kendisini dolaylı bir arabulucu olarak sunarken, Afrika Birliği’ne olan desteğini ve birliğin himayesinde üç ülkenin müzakerelerine olan bağlılığını resmi olarak duyurdu.
Etiyopyalı yetkili, “Nahda Barajı sorununun siyasallaşmasının Etiyopya’yı (uluslararası olarak) etkilediğine, ancak doğal kaynaklarını geliştirme konusundaki kararlılığını etkilemediğini” düşünüyor. Arusi bazı ülkelerin, “Etiyopya’nın bazı ülkelerin kalkınmasına yönelik bir tehlikenin yanı sıra Etiyopya ekonomik gücünün ortaya çıkması tehlikesini temsil edebileceğine ikna olduklarını” belirtti. Ayrıca “Uluslararası toplum, Nahda Barajı meselesinin siyasi değil teknik bir mesele olduğunu ve ülkenin tüm zorlukların üstesinden geldiğini anlıyor ve Sudan’ın Nahda Barajı’na olan ihtiyacının altını çiziyor” ifadelerini sözlerine ekledi.
Yetkili şu ifadelere de yer verdi:
“Sudanlı bazı seçkinler, Mısır’ın Nahda Barajı konusundaki tutumundan etkilendi bu da Sudanlı akademisyenler ve uzmanlar da dahil olmak üzere seçin kesimin çoğunluğunun Nahda Barajı’nın faydalarını vurgulamasına rağmen, müzakerelerde farklı tutumlar benimsemesine yol açtı. Etiyopya bu tutumları düşmanlık olarak görmüyor ve ülke çıkarlarını aşağı havza ülkeleri olan Mısır ve Sudan’ın çıkarlarıyla çelişmeyecek şekilde gerçekleştirmeye çalışıyor.”
Arusi üç ülkeyi Nahda Barajı’na yönelik ‘olumsuz stratejik hamleler’ olarak nitelendirdiği adımlar ve Etiyopya’ya uygulanan baskının aksine ‘gerçek kaygılara odaklanan yeni bir sayfa açma’ çağrısında bulundu. Aynı zamanda “Müzakerelerin, iş birliği faktörlerine ve üç ülkenin çıkarlarını gerçekleştirmek için bunların nasıl geliştirileceğine odaklanılması gerekiyor” ifadelerini de sözlerine ekledi.



Bakü’den Karabağ'daki patlama mağdurlarına tedavi teklifi

20 kişinin ölümüne yol açan patlamanın ardından Hankendi dışındaki bir yakıt deposunda da yangın çıktı (AFP)
20 kişinin ölümüne yol açan patlamanın ardından Hankendi dışındaki bir yakıt deposunda da yangın çıktı (AFP)
TT

Bakü’den Karabağ'daki patlama mağdurlarına tedavi teklifi

20 kişinin ölümüne yol açan patlamanın ardından Hankendi dışındaki bir yakıt deposunda da yangın çıktı (AFP)
20 kişinin ölümüne yol açan patlamanın ardından Hankendi dışındaki bir yakıt deposunda da yangın çıktı (AFP)

Azerbaycan, Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan patlamanın kurbanlarına tedavi sağlamaya hazır olduğunu bildirdi.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hikmet Hacıyev, bir benzin istasyonunda meydana gelen ve en az 20 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açan patlamanın ardından ülkenin farklı bölgelerindeki hastanelerde çok sayıda hastayı tedavi etmeye hazırlandığını söyledi. Patlamanın koşulları henüz netlik kazanmadı.

Patlamanın Dağlık Karabağ'ın merkezi Hankendi (Stepanakert) kentinden uzak olmadığı belirtildi. Bakü yakın zamanda Dağlık Karabağ üzerinde tam kontrol sağlamak amacıyla askeri operasyon başlatmıştı.

Şarku’l Avsat’ın yerel kaynaklardan edindiği bilgilere göre binlerce bölge sakini şu anda komşu Ermenistan'a kaçarken, çoğu patlama sırasında benzin almak için sırada bekliyordu.

Azerbaycan'ın geçtiğimiz hafta başlattığı yıldırım askeri operasyonunda Ermeni milislerin yenilgiye uğratılmasının ardından binlerce Ermeni, ayrılıkçı, Dağlık Karabağ bölgesini terk etti. Bakü yönetimi ise sayıları 120 bin civarında olan ve Karabağ'ı vatanları olarak tanımlayan Ermenilerin Azerbaycan vatandaşı olduklarını hatırlatarak yerel halkın insan haklarını koruyacağına söz verdi. Ancak bölgedeki çok az kişi bu güvenceleri gerçekçi buluyor. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Ermenilerin güvenliğinin sağlanamamasından Rusya'yı sorumlu tuttu. Kitlesel göç, kafa karışıklığı ve korkunun ortasında sürüyor.

Dağlık Karabağ Sorunu nedir?

Petrol kaynaklarından ve doğal gaz boru hattından dolayı stratejik öneme sahip olan Dağlık Karabağ (Nagorno-Karabakh), Azerbaycan sınırları içerisinde, Ermenistan sınırında yer alan bir bölge. Dağlık ve ormanlık bir coğrafi yapıya sahip. Nüfusun yüzde 80'i Ermeni kökenli.

Uluslararası hukuka göre Dağlık Karabağ, Azerbaycan'ın bir parçası ancak nüfusun çoğunluğunu oluşturan Ermeniler, Azerbaycan yönetimine karşı çıkıyor. Özerklik statüsündeki paylaşılamayan bölgenin idaresi Ermenistan'ın da desteğiyle, 1990'lardaki savaştan bu yana Ermenilerin elinde. 1988’de başlayan olaylar sonrası çıkan çatışmaların ardından Ermenistan Rusya’nın da desteğiyle hem Karabağ’ı hem de Karabağ ve Ermenistan arasında yer alan 5 Azerbaycan bölgesini/reyonunu işgal etti.

Ermeni işgali 1994’te imzalanan ateşkesle de facto bir duruma dönüştü. Ermenistan, Karabağ’ın Artsakh Cumhuriyeti adında “bağımsız bir ülke” olduğunu savunsa da uluslararası hukuk açısından Karabağ, işgal altında Azerbaycan toprağı kabul edilmeye devam etti. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) 1994’te sorunun çözülmesi için Minsk Grubu adında bir eşbaşkanlık oluşturdu. Fransa, Rusya ve ABD önderliğinde kurulan grubun üyeleri arasında Ermenistan ve Azerbaycan'ın yanı sıra Türkiye, Almanya, İtalya, Belarus, İsveç ve Finlandiya da bulunuyor.

Azerbaycan yönetimi 1994’ten bu yana ilerleme sağlanamaması üzerine Eylül 2020’de düzenlediği askeri operasyonla işgal altındaki 5 bölgesini ve Karabağ’ın güney kesimini geri aldı. Ermenistan ile Azerbaycan arasında Ekim 2020’de kalıcı barış anlaşması imzalandı. Üç yılın ardından Bakü, 21 Eylül 2023’te Karabağ’a yönelik başlattığı “Anti Terör Operasyonu” ile uluslararası toplum tarafından tanınmayan sözde “Artsakh Cumhuriyeti” milislerini etkisiz hale getirerek bölgede tam hakimiyetini 1988’den sonra ilk kez sağlamış oldu. Karabağ’daki Ermeni yetkililer silahsızlanmayı kabul etmesinin ardından binlerce Karabağlı Ermeni, Ermenistan’a göç akını başlattı.


Ukrayna’nın öldürüldüğünü açıkladığı Skolov askeri toplantıda görüntülendi

Rusya’nın Karadeniz Filosu Komutanı Viktor Sokolov. (Reuters)
Rusya’nın Karadeniz Filosu Komutanı Viktor Sokolov. (Reuters)
TT

Ukrayna’nın öldürüldüğünü açıkladığı Skolov askeri toplantıda görüntülendi

Rusya’nın Karadeniz Filosu Komutanı Viktor Sokolov. (Reuters)
Rusya’nın Karadeniz Filosu Komutanı Viktor Sokolov. (Reuters)

Ukrayna ordusunun dün öldürüldüğünü duyurduğu Rusya’nın Karadeniz Filosu Komutanı Viktor Sokolov bugün Rusya Savunma Bakanlığı tarafından servis edilen, askeri bir toplantının görüntülerde ortaya çıktı.

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun başkanlık ettiği video toplantısına katılan Sokolov, diğer üst düzey askeri yetkililerle birlikte geniş ekranda üniformasıyla göründü. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre toplantı bugün gerçekleşti.

Ukrayna ordusu geçtiğimiz cuma günü Kırım’a, Sivastopol'daki deniz karargahına düzenlenen saldırıda Karadeniz'deki Rus filosunun komutanını öldürdüğünü duyurmuştu.


Le Drian’dan Lübnanlı yetkililere cumhurbaşkanlığı krizini çözmek için "üçüncü bir seçenek" bulma çağrısı

Fransa Cumhurbaşkanı'nın Lübnan Özel Temsilcisi Bakanı Jean-Yves Le Drian (Reuters)
Fransa Cumhurbaşkanı'nın Lübnan Özel Temsilcisi Bakanı Jean-Yves Le Drian (Reuters)
TT

Le Drian’dan Lübnanlı yetkililere cumhurbaşkanlığı krizini çözmek için "üçüncü bir seçenek" bulma çağrısı

Fransa Cumhurbaşkanı'nın Lübnan Özel Temsilcisi Bakanı Jean-Yves Le Drian (Reuters)
Fransa Cumhurbaşkanı'nın Lübnan Özel Temsilcisi Bakanı Jean-Yves Le Drian (Reuters)

Fransa Cumhurbaşkanı'nın Lübnan Özel Temsilcisi ve eski Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian AFP’ye verdiği röportajda, Lübnanlı yetkililerin cumhurbaşkanlığı krizini çözmek için "üçüncü bir seçenek" bulma çağrısında bulundu. Lübnan cumhurbaşkanlığı makamının boşalmasının üzerinden yaklaşık 11 ay geçmesine rağmen hiçbir parti aday göstermesine olanak sağlayacak parlamento çoğunluğu sağlayamadı.

Le Drian, Lübnan ile ilgili görevinin başlamasından üç ay sonra yaptığı açıklamada, “Siyasi partilerin Lübnanlıların içinde bulunduğu dayanılmaz krize son vermesi ve üçüncü bir seçenek üzerinden uzlaşmaya çalışması önemli” ifadelerini kullandı.

Le Drian, Lübnan dosyasını takip eden Katar, Suudi Arabistan, Mısır, ABD ve Fransa’nın "son derece rahatsız olduklarını ve Lübnan'a fon sağlamaya devam etmenin fizibilitesini sorguladıklarını" vurguladı.


Silahlı hareketler kendilerini Sudan'ın siyasi gerçekliği içinde yeniden konumlandırabilecek mi?

Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)
Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)
TT

Silahlı hareketler kendilerini Sudan'ın siyasi gerçekliği içinde yeniden konumlandırabilecek mi?

Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)
Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)

Mina Abdulfettah 

Arjantin asıllı Kübalı devrimci Che Guevara 'Gerilla Savaşı' adlı kitabında, "bir grup insan tarafından yürütülen bir ayaklanmanın, modern orduların ve teknolojinin gücüne karşı, minimum kaynak, az bir halk desteği ve mütevazi ulaşım imkanları ve her gün yeni gönüllü bireylerin saflarına katıldığı düzenli bir orduya karşı nasıl zafer kazanabileceğine dair bir plan geliştirerek" fikrinin devrimci bir siyasi hareket olduğunu dile getirmişti.

1970'li ve 1980'li yıllar boyunca üçüncü dünyanın popüler hayal gücüne hâkim olan bu teori, Küba Devrimi'nin başarısı sayesinde üçüncü dünya ülkelerinin birçoğunu etkilemeyi başardı.

Marksist teoriyle yoğrulmuş olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) lideri John Garang de Mabior da bu teoriden etkilendi.

Ancak askeri stratejinin yanı sıra, siyasi ve sosyal faktörler de SPLM-N hareketinin, Sudan ordusunu Güney Sudan ormanlarında birkaç kez püskürtmesini sağladı.

Hareket, daima 'halk güçlerine' ve silahlı saldırılara karşı mücadele etmek için Che Guevara'nın en iyi savaş alanı olarak tanımladığı 'kırsal alanlara' dayanıyordu.

Halk hareketinden ortaya çıkan diğer silahlı hareketler bu şekilde varlık sahasına çıktı. Buna örnek olarak SPLM-N gösterilebilir.

2003 yılında Darfur'da savaşın patlak vermesinden bu yana oradaki silahlı hareketler ortaya çıktı. Bu hareketler bazen birleşip bazen de bölünüyorlar.

Stratejilerini değiştirerek bir grup devrimciden orduyu yenmek için orduya karşı savaşacak yetenekli milislere dönüştüler.

Önceki rejim bu grupların gücünün kırsalda ve uzak bölgelerde başarılı olduğunu keşfettiğinde, onları şehirlerdeki savaşlara sürüklemeyi planladı.

Ancak sonraki dönemlerde Hızlı Destek Kuvvetleri'ne (HDK) dönüşecek olan Cancavid milislerinin bir parçası, eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir zamanında orduya güveniyordu.

Daha sonra bu grubun bir kısmı, taktik değiştirerek savaşı Darfur kamplarından şehir meydanlarına taşıdı.

Böylece Darfur bölgesindeki şehirlerde gerçekleşen muharebeleri yönetti. Daha sonra Başkent Hartum'un merkezindeki operasyon bölgelerini tam olarak bilerek kontrolü ele geçirdi.

Devrim niteliğinde özellikler

Geçen nisan ayında Hartum'da ordu ile HDK arasında başlayan ve altı ayı aşkın bir süredir devam eden Sudan savaşı, Darfur ve Kordofan'daki diğer bölgeleri, Nuba Dağları ve Mavi Nil bölgelerini de kapsayacak şekilde genişledi.

Savaş, Sudan'ın doğusunda gerçekleşen farklı olayları da içeriyor. Tüm bunlar, kapsamlı bir iç savaşın çekirdeğini oluşturuyor.

Savaş esas olarak HDK'ye karşı ordu güçleri tarafından yürütülse de, ister gerçek anlamda sahada olsun ister taraflardan birini desteklesin, diğer silahlı hareketler sahadan tamamen uzak değiller.

Özellikle de bu hareketler arasında 'devrimci bir hükümet' kurmayı amaçlayanlar olduğu için durum bundan ibarettir.

Aralarındaki farklılıklara rağmen, şehirlerde savaşa girişemeyenler de dahil olmak üzere tüm hareketler savaştan faydalanma ve savaşı kendi lehlerine çevirme konusunda aynı yönde hareket ediyor.

Bu hareketler, son zamanlarda her iki tarafa da destek olarak savaşı kendi bölgelerinden iç bölgelere doğru yönlendirmeye istekli olduklarını gösteriyorlar.

Silahlı hareketler sivil siyasi güçlerle birleşti ve bazıları Özgürlük ve Değişim Bildirgesi - Merkez Konseyi'nin, diğerleri ise muhalif olan Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri'nin (ÖDBG) destekçisi oldu.

Bu şekilde her bir hareket siyasi sonuçları olan devrimci özellikler kazanmak için siyasi bir gruba dahil olarak bir sonraki hükümetteki konumunu garanti altına almaya çalışıyor.

Dolayısıyla bu hareketler silah taşıdıkları halde kendilerini, demokrasiyi ve sivil geçiş sürecini savunanlar olarak konumlandırıyor.

Bazı silahlı hareketler, siyasi partilere dönüşmüş olsalar da Ekim 2020'de Cuba Barış Anlaşması'nda öngörülen 'güvenlik düzenlemeleri' maddesinin yerine getirilmesini beklemek üzere Hartum ve diğer şehirlerdeki güçlerini muhafaza ediyorlar.

Bazı hareket liderleri ise birleşme gerçekleşmeden önce siyasi pozisyonlar elde etmiştir. Bu durum savaşın bunu bozmasından önce tartışmalara neden oldu.

Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) bölündü. Malik Agar Cuba Barış Anlaşması'nı imzalarken Abdulaziz el-Hilu ise anlaşmayı reddetti
Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) bölündü. Malik Agar Cuba Barış Anlaşması'nı imzalarken Abdulaziz el-Hilu ise anlaşmayı reddetti

Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Maliye Bakanı, Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minavi Darfur Bölgesi Başkanı ve SPLM-N lideri Malik Agar kısa bir süre önce Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan tarafından Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcısı olarak atandı. Böylece Agar, HDK Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu'nun (Hamideti) yerini aldı.
Anlaşmayı imzalamayı reddedenler ise SPLM-N'nin muhalif lideri Abdulaziz el-Hilu ve Sudan Kurtuluş Hareketi'nin muhalif lideri Abdulvahid Muhammed Nur'du.

Hareketlerin sesi

Aralık 2018 ayaklanmasının patlak vermesi ve Nisan 2019'da Beşir rejiminin devrilmesinin ardından geçiş hükümeti kuruldu.

Bir yandan ÖDBG ile diğer yandan askeri konsey arasında müzakereler başladı. Nihayet 4 Ağustos'ta imzalanan siyasi bir anlaşmaya varıldı. Ağustos 2019'da Sudan Egemenlik Konseyi, Abdullah Hamduk'u Başbakan olarak atadı. Hamduk, 21 Ağustos'ta görevine başladı.

Ayaklanmanın ilk yılında sivil ve askeri personelden oluşan karma bir hükümet kuruldu. Ancak iki grup geniş çaplı anlaşmazlıklara gark oldu ve sonra her biri kendi içerisinde bölünmeler yaşadı.

Bu dönemde silahlı hareketler tetikteydiler ve herhangi bir tarafa katıldıklarını açıklamadılar. Ancak kısa bir süre sonra bu hareketler de bölündü ve bir grup orduya, diğeri sivillere katılmayı tercih etti.

Burhan'ın Ekim 2021'de aldığı ve sivil kanada karşı bir darbe olarak değerlendirilen tedbirlerin ardından sivil ve askeri unsurlar arasındaki anlaşmazlık yoğunlaştı. Bunun üzerine Hamduk 2 Ocak 2022'de istifa ettiğini açıkladı. 

Savaş sırasında silahlı hareketlerin sesi, savaşı desteklediklerini veya savaştan vazgeçtiklerini açıkça beyan etmedikleri için zayıf çıkıyordu.

Ancak pozisyonlarını korumaya devam ettiler. Hükümettekiler mevcut pozisyonlarını korurken, muhalefettekiler de silahlarını ellerinde tutmayı sürdürdüler.

Bu pozisyonlar çatışmanın taraflarından hiçbirini heyecanlandırmayınca, her biri varlığını, pozisyonlarını kullanarak duyurmaya başladı.

Bu durum, 'güvenlik düzenlemelerinin' uygulanmasını bekleyenler için gizliden, Cuba Barış Anlaşması'nı imzalamayı reddedenler için ise açıktan gerçekleşti.

ÖDBG liderleri bu hareketlerin kışkırtıcısı rolünü oynarken, bir yandan da bu hareketleri 'savaşa hayır' mesajını benimsemeye çağırdılar ki bu birçoklarının gözünde siyasi muhalifler ortadan kaldırılana kadar 'savaşın devam etmesi çağrısından' başka bir anlama gelmeyen 'içi boş' bir mesajdı.

Beşir'in rejimine, Ulusal Kongre Partisi'ne ve otuz yıldır mensubu olduğu İslamcı örgüte karşı verilen mücadele, siyasi güçleri, hedeflerini bir varlık olarak örgüte değil, örgütün bireyleri tarafından isimleriyle temsil edilen yıpranmış bir siyasi kisveye sahip düşmana odaklamaya sevk etti. Bu nedenle de cesurca karşı karşıya gelmek düşünülmedi.

Bu yüzden Hamideti, sivil güçlerin emriyle Beşir rejiminden çekildiğini ve böylece savaşını örgüte karşı çevirdiğini açıkladığında, askeri güce ve paraya sahip, eksikliklerini telafi edecek ve rejime karşı savaşlarını daha mantıklı gösterecek güçlü bir destek buldular.

Dünkü mücadelede yoldaşları olan silahlı hareketlerin geri kalanına artık ihtiyaç duymadılar.

Tıkanıklığın açılması

Silahlı hareketler tarafından gerçekleştirilen en son bölünme, 30 Ağustos'ta Addis Ababa'da düzenlenen genel konferansta hareketin eski siyasi yetkilisi Süleyman Sandal Haggar'ı lider olarak seçen Adalet ve Eşitlik Hareketi'nden bir grubun ayrılmasıyla vuku buldu.

Günler sonra hareketin lideri Cibril İbrahim, savaşı sona erdirmek için "derhal ateşkes sağlanması, askeri, insani ve siyasi konuları ele alan bir müzakere sürecinin başlatılması için ortam yaratılmasını" içeren bir yol haritası sundu.

Hareket, geçiş döneminin tamamlanması için siyasi ve sivil güçler anayasal düzenlemeler üzerinde anlaşana kadar geçici bir hükümet kurulmasını talep etti.

Sonuç bildirisinde HDK'nin namusa saldırma, para çalma, evleri ve kamu tesislerini işgal etme ve sivilleri öldürme yönündeki ihlalleri, özellikle de Batı Darfur Valisi Hamis Abdullah Abkar'a yönelik suikast kınandı.

Bu hamleye karşılık olarak hareketin bir lideri 10 Eylül'de şunları söyledi:

HDK, hareketin lideri Cibril İbrahim'in Menşiye banliyösündeki evine baskın düzenledi ve eski muhafız komutanı ve beraberinde iki kişiyi tutukladı.

Adalet ve Eşitlik Hareketi, güvenlik hizmetlerinde reform yapılması ve orduların birleştirilmesi amacıyla Cuba Barış Anlaşması'na bağlılığını yineliyor.

Ayrıca savaşın başından bu yana tarafsızlık taahhüdünü ve çatışmanın hiçbir tarafını desteklemediğini ilan ediyor.

Ancak muhalifleri, hareketin lideri Cibril İbrahim'in İslamcılara bağlılığı sebebiyle, Burhan'ın ekibi tarafından alınan kararları yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğuna inanıyor.

Abdulvahid Muhammed Nur'un kanadı olan Sudan Kurtuluş Hareketi ise Darfur'un beş bölgesinde Cebel Merre'nin uzantısı olan engebeli alanları kontrol ettiğini ve kontrolü altındaki alanların savaştan kaçan çok sayıda insanı barındırdığını açıkladı.

SPLM-N'nin muhalif lideri Abdulaziz El-Hilu'ya gelince, onun merkezin dikkatini çekmek için yeni bir savaş ilan etmesi gerekiyordu.

Sudan silahlı hareketlerin stratejisi değişti ve onlar bir grup devrimciden orduya karşı savaşan milislere dönüştüler (Hasan Hamid-Independent Arabia)
Sudan silahlı hareketlerin stratejisi değişti ve onlar bir grup devrimciden orduya karşı savaşan milislere dönüştüler (Hasan Hamid-Independent Arabia)

Sudan hükümetiyle ateşkes anlaşması imzalamasına rağmen, başkent Hartum'a yaklaşık 589 kilometre uzaklıktaki Nuba Dağları bölgesinde bulunan Güney Kordofan eyaletindeki Kadugli'de dört kampı kontrol altına aldığını ilan etti.

Nihayetinde yerel yönetimlerin liderleri, ordu ve Halk Hareketi liderleri arasına girerek iki taraf arasındaki gerginliği ortadan kaldırmayı başardı.

Gelecek hedefler

Silahlı hareketlerin konumları birbirinden farklı. Öyle ki tam bir dönüşüm geçirmedikleri için Sudan savaşına dair endişeleri artırıyorlar.

Bu hareketler sadece savaşın sonuçlarını istismar ediyorlar. Nuba Dağları bölgesi eski rejim ile Garang hareketi arasında uzun bir savaş sürecine tanıklık etti.

Darfur eyaletleri de eski rejim ile silahlı hareketler arasında halen devam eden bir savaşa tanık olduğu için bu bölgelerdeki çatışma faaliyetlerinin de yeni olduğu söylenemez.

Onlarca yıldır olduğu gibi, herhangi bir saldırı hareketi mevcut durumdan yararlanılarak motive ediliyor.

Burada silahlı hareketlerin bundan sonraki hedeflerini gösteren bir harita çizilebilir.

Cuba Barış Anlaşması'nı imzalayan hareketler ise ne kadar ayrılık yaşarsa yaşasın fiili çatışmaya dönmekte tereddüt edecekler.

Özellikle iki ila üç yıl arası bir hükümet görevinde kaldığı için ve mevcut Egemenlik Konseyi değişmediği sürece savaşmaya geri dönmeye hazır olmayacak.

Burhan ise bu hareketleri Darfur ve Nuba Dağları'ndan gelen Afrika kökenli etnik kompozisyonla sürdürüyor ve bu da kampında geniş bir çeşitliliğin varlığına işaret ediyor.

Bu nedenle, mensubiyete dayalı herhangi bir sınıflandırmanın ortaya çıkmasına izin vermediğinden, Sudan siyasi güçlerinin resminin tamamında gerekli bir dengeyi temsil ediyor.

Silahlı hareketlerin liderleri, bölgelerinde hâkim olan milliyetçi duygudan edindikleri bir özellik olan devrimci rolü üstleniyorlardı.

Daha sonra merkezdeki otoriteyle anlaşma durumunda onlara garanti edilen veya uluslararası toplumdan kendilerine ayrılan pozisyonlar da dahil olmak üzere devrimci durumu sürdürmenin gereklilikleri nedeniyle büyüdüler.

Kendilerini daha organize ve kararlı gördükleri için pozisyonlarını uzun vadede HDK'ye uyarlamak zor olsa da, belki bir sonraki aşamada, siyasi güçlerle çıkar ilişkisi sona ermek üzereyken, bu hareketleri kendine çekmeye çalışan HDK'ye tanık olacağız.

Independent Arabia - Independent Türkçe


Çin’den ABD’ye Pasifik uyarısı

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi (AP)
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi (AP)
TT

Çin’den ABD’ye Pasifik uyarısı

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi (AP)
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi (AP)

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Washington'un Asya-Pasifik bölgesindeki güvenlik ortaklıklarını güçlendirdiği bir dönemde Pekin'in "askeri ittifakların pervasızca genişletilmesine" karşı çıkacağı konusunda uyarda bulundu.

Wang, Pekin'de düzenlediği basın toplantısında, ülkesinin askeri ittifakların pervasızca genişletilmesine ve diğer ülkelerin güvenlik alanlarının daraltılmasına karşı çıkacağını aktardı.

Çinli bakan hangi ülkeleri kastettiğini belirtmeden, ülkesinin "ülkeler arasındaki farklılık ve anlaşmazlıkları diyalog ve istişare yoluyla çözmeye" çalışacağını vurguladı.

Pekin uzun süredir Asya-Pasifik bölgesinde NATO tarzı bir askeri ittifak oluşturma çabalarının çatışmalara yol açabileceği konusunda uyarıda bulunuyor.

Ayrıca Rusya'nın şu ana kadar kınamayı reddettiği Ukrayna işgalinin de kısmen NATO'nun Doğu Avrupa'daki hızlı genişlemesinden kaynaklandığını bildiriyor.

Diğer yandan Wang, Çin Devlet  Başkanı Şi Cinping'in ABD’li mevkidaşı Joe Biden ile görüşmek üzere ABD'ye gidip gitmeyeceğini teyit etmeyi reddetti.

Şi ve Biden’ın 14-15 Kasım tarihleri ​​arasında San Francisco'da düzenlenecek Asya-Pasifik Zirvesi'nde (APEC) bir araya gelmesi bekleniyor.

Wang, Pekin'in gelecek yıllara yönelik dış politika hedeflerini açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Xinhua Haber Ajansı’ndan aktardığı habere göre ajans tarafından yayınlanan bir belgede Çin Dışişleri Bakanı, “Dünyanın tüm halkları için ilerlemenin yolu, ortak bir geleceğe sahip küresel bir topluluk inşa etmektir” ifadelerini kullandı.

14 bini aşan kelimeden oluşan belgede, “Ancak bu bir gecede ulaşılabilecek bir hedef değil ve geçiş de kolay olmayacak” diyor.

Belgede aynı zamanda Rusya'nın Ukrayna'daki savaşına da değiniliyor. Pekin bu yılın başında Çin tarafından yayınlanan çeşitli noktalardaki tutumunu tekrarlayarak bunu kınamayı reddetti.

Batılı güçler, Pekin'in sunduğu önerilerin Rusya'nın Ukrayna'da ele geçirdiği toprakların çoğunu elinde tutmasına olanak tanıyabileceğine inandıklarını ifade ediyor.


Putin ve Reisi Karabağ’daki durumu görüştü

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)
TT

Putin ve Reisi Karabağ’daki durumu görüştü

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (DPA)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bugün bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığı habere göre, telefon görüşmesinde Dağlık Karabağ’daki gelişmeler ele alındı.

İran, onlarca yıldır bölge konusunda anlaşmazlık yaşayan Azerbaycan ve Ermenistan ile sınır komşusu.

Azerbaycan’ın geçtiğimiz hafta bölgeyi kontrolü altına almak için ayrılıkçı Ermeni güçlere karşı başlattığı operasyonun ardından Ermeniler bölgeden kaçmaya başladı.


Nikaragua lideri Ortega, vatandaşlıktan çıkardığı muhaliflerin evlerine de el koyuyor

2018'deki hükümet karşıtı protestolarda eylemciler, 2006'da Ortega'nın karşısına aday olarak çıkan, eski boks dünya şampiyonu Alexis Argüello'nun anıtında bayrak açmıştı (AP)
2018'deki hükümet karşıtı protestolarda eylemciler, 2006'da Ortega'nın karşısına aday olarak çıkan, eski boks dünya şampiyonu Alexis Argüello'nun anıtında bayrak açmıştı (AP)
TT

Nikaragua lideri Ortega, vatandaşlıktan çıkardığı muhaliflerin evlerine de el koyuyor

2018'deki hükümet karşıtı protestolarda eylemciler, 2006'da Ortega'nın karşısına aday olarak çıkan, eski boks dünya şampiyonu Alexis Argüello'nun anıtında bayrak açmıştı (AP)
2018'deki hükümet karşıtı protestolarda eylemciler, 2006'da Ortega'nın karşısına aday olarak çıkan, eski boks dünya şampiyonu Alexis Argüello'nun anıtında bayrak açmıştı (AP)

Nikaragua hükümeti, vatandaşlıktan çıkardığı muhaliflerin evlerine de el koymaya başladı.

ABD'nin önde gelen gazetelerinden New York Times'ın aktardığına göre Daniel Ortega yönetiminin kararıyla, Harvard Üniversitesi'nin 60 yıl önce kurduğu bir işletme okuluna dün el kondu. 

Muhalif yönetmen Camilo de Castro'yla insan hakkı savunucuları Gonzalo Carrion ve Haydee Castillo da evlerine devlet tarafından el konduğunu söyledi. 

5 yıl önce Kosta Rika'ya kaçtığını söyleyen Carrion, başkent Managua'daki evi için çektiği 70 bin dolarlık krediyi ancak bitirebildiğini fakat artık mülküne devletin el koyduğunu söyledi.  

Carrion, "Bizi yargılamadan mahkum ettiler. Evlerimize de el koydular. Halbuki yasalara göre bunu ancak söz konusu mülk bir suçla ilişkiliyse yapılabilir" dedi. 

Castro ise Ortega hükümetini mahkemeye vermek istediklerini fakat ülkede hiçbir avukatın dava açmaya yanaşmadığını savundu. Muhalif yönetmen, vatandaşlıktan çıkarılan ve evlerine el konan bazı aktivistlerin hükümeti Amerikalılar Arası İnsan Hakları Komisyonu'na (IACHR) şikayet etmeye hazırlandığını da söyledi.

NYT, Ortega yönetiminin hamlesini, 1980'lerde Sandinistlerin Anastasio Somoza Debayle'yi devirerek hükümeti ele geçirdikten sonra sürgüne gönderdikleri muhaliflerin mal varlıklarına el koymasına benzetti.

İki kardeşi Somoza hükümetiyle bağlantılı olduğu gerekçesiyle 1979'da evine el konan 87 yaşındaki Peter Sengelmann, ancak 15 yıl sonra Nikaragua yönetiminin kendisine ödeme yaptığını söyledi. 

Uluslararası mülkiyet davalarında uzmanlaşan ABD'li avukat Jason Poblete de Nikaragua'dan müvekkillerinin, devletin kendilerini evlerinden çıkarmak için olmayan emlak vergisi borçlarını bahane gösterdiğini söylediğini belirtti.

Poblete, haklarını arayan yurttaşların devletten tazminat almasının yıllar sürebileceğini de ifade etti.

Hükümet sözcüsü ve başkan yardımcısı olarak görev yapan Ortega'nın eşi First Lady Rosario Murillo, NYT'nin yorum talebini reddetti.

Ortega hükümetinin emeklilik ve sosyal güvenlik kesintilerine karşı 2018'de patlak veren protestolarda, IACHR verilerine göre 325 eylemci hayatını kaybetti.

Nikaragua İnsan Hakları Derneği'ne göreyse protestolardaki can kaybı 500'e yakın. 

Ortega yönetimi geçen yıl sonlanan eylemlerde öğrencileri koruyan Cizvitlerin yönettiği Orta Amerika Üniversitesi'ne de ağustosta el koymuştu. 

Independent Türkçe


ABD’nin Baharat Yolu’na ilişkin sorular…

Fotoğraf: Shutterstock
Fotoğraf: Shutterstock
TT

ABD’nin Baharat Yolu’na ilişkin sorular…

Fotoğraf: Shutterstock
Fotoğraf: Shutterstock

Halid Hamade

152 ülke ve 32 uluslararası kuruluşu kapsayan anlaşmalarla sonuçlanan ve Çin ile 25 ülke arasında ticari ortaklıklar kuran Kuşak ve Yol Girişimi’nin başlatılmasından 10 yıl sonra ABD; Yeni Delhi’de düzenlenen son G20 zirvesinde, Güney Asya ile Avrupa’yı Arap Körfezi ve Ortadoğu üzerinden birbirine bağlayacak Ekonomik Koridor projesini başlattı.

Yeni proje, uluslararası ekonomik kalkınmada ve bütünleşik bir demiryolu ve deniz koridoru ağı aracılığıyla ticari alışverişin güçlendirilmesinde stratejik bir dönüm noktasını temsil ediyor. Öte yandan ABD’nin yanı sıra Suudi Arabistan Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fransa, Almanya ve İtalya’nın da iş birliği anlaşmasına imza atması Kuşak ve Yol Girişimi’nin rekabetçi rolünü aşarak, Çin’in Avrupa ve Arap Körfez ülkeleriyle ortaklık ağını dağıtma ve bölgenin ekonomik ve siyasi merkezlerini değiştirme teşebbüsü doğrultusunda ilerleyen pek çok varsayıma alan açıyor.

Sonucunda zarar gören ülkeler ile fayda sağlayan ülkeler

Ukrayna’daki savaşın yansımaları ABD ile Avrupa’yı, Rusya’nın, Çin’in hızlı ekonomik yükselişiyle birlikte tehlikeleri ikiye katlanan hırsları karşısında ittifak kurmaya sevk etti. Başkan Joe Biden’ın tarihî anlaşma olarak nitelediği yeni proje, Pekin’in tedarikine olan bağımlılığı azaltmaya yönelik Batılı çabaların ışığında, Pekin’in bölgedeki nüfuzuna karşı koyma biçimlerinden birini temsil ediyor. Washington’ın geleneksel müttefikleri aynı zamanda Çin, Hindistan ve diğer Asyalı güçlerle ilişkileri de derinleştirmeye çalışıyor.

Duyurulduğu versiyonuyla ABD’nin projesi, Hindistan’ı Arap Körfezi üzerinden deniz yoluyla Ortadoğu’ya bağlayacak ki buna Doğu Hattı deniyor. Kuzey Hattı ise Arap Körfez ülkelerini demiryoluyla Ürdün ve İsrail’e bağlayacak. İsrail’den de deniz yoluyla Güney Avrupa, tam olarak Fransa ve İtalya sahillerine ve bu ikisinden de demiryolu ağlarıyla Avrupa’nın orta, kuzey ve batı ülkelerine bağlanılacak. Proje ayrıca yenilenebilir enerji ve temiz hidrojen ile dijital veri aktarımı sürecini kolaylaştırmak amacıyla bir fiberoptik kablo paketiyle boru altyapısı da içerecek.   

Ukrayna’daki savaşın yansımaları ABD ile Avrupa’yı, Rusya’nın Çin’in hızlı ekonomik yükselişiyle birlikte tehlikeleri ikiye katlanan hırsları karşısında ittifak kurmaya sevk etti. Başkan Joe Biden’ın tarihî anlaşma olarak nitelediği yeni proje, Pekin’in bölgedeki nüfuzuna karşı koyma biçimlerinden birini temsil ediyor

Proje, Kuşak ve Yol Girişimi’nin Çin’in batısından Türkiye’ye ya da Pakistan’a uzanan koridorlarının geçtiği Orta ve Batı Asya ülkelerini kapsamıyor. Dolayısıyla Çin’in girişiminde uluslararası bir ticari düğümü temsil eden Türkiye, projenin Türkiye’nin dev altyapısını ve yerel boru hattı ağı üzerinden gaz, petrol ve hidrojen taşıma imkânlarını dışarıda tutması nedeniyle zarar gören ülkelerden biri olacak. Ayrıca projenin Akdeniz’e ulaşmak için Kızıldeniz’i geçmeden kara yoluyla BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail üzerinden geçmekle yetinmesi, Afrika Sahil ülkelerini ve özellikle Arap ülkelerini, sağladığı ekonomik avantajlardan mahrum bırakacak. Kızıldeniz’in iki yakasındaki Afrika ve Arap ülkeleri ilişkilerinin göreceği etkiler de cabası.

ZXSC
Fotoğraf:  Reuters

Proje, malların toplanması ve Avrupa’ya taşınması için ana durak ve lojistik bir üs olarak Hayfa limanını kullanacağı ve bu da Süveyş Kanalı’ndaki seyrüseferi olumsuz etkileyeceği için Mısır da zarar gören ülkelerden biri olabilir. Bunun yanı sıra enerjinin doğudan kuzeye boru hatları ve demiryolları aracılığıyla taşınmasındaki düşük maliyet, düşük risk ve hız da Süveyş Kanalı için büyük bir zorluk oluşturacak. Bu ayrıca, loronavirüs salgını krizinde olduğu gibi deniz taşımacılığı alanında zorunlu kesintiler meydana gelmesi halinde tedarik güvenliğini de artıracak. Proje, ekonomik öneminin yanı sıra ABD ve İsrail açısından siyasi önem de kazanıyor. Zira atacağı ticari temellerle Batı ile Doğu arasında daha derin bir ortaklık tesis edecek. Aynı şekilde İsrail ile Arap Körfez ülkeleri arasındaki normalleşmeyi de bölgede daha fazla bütünleşme doğrultusunda hızlandıracak. Başkan Biden, anlaşmanın bu anlamda ‘tarihî’ olduğunu ve Ortadoğu’nun daha istikrarlı ve müreffeh bir hale gelmesine katkı sağlayacağını söyledi.

Öte yandan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de proje için, “Kıtalar ve medeniyetler arasında yeşil ve dijital bir köprü… Demiryolu hattı, Hindistan ile Avrupa arasındaki ticareti yüzde 40 oranında hızlandıracak” yorumunu yaptı. Hint Yolu projesinin ABD’ye sağlayacağı en önemli artı, Avrupa’yı doğrudan Arap Körfez ülkelerine bağlayarak temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarını güvence altına almak ve tedarik zincirini en hızlı ve en az maliyetli yollarla temin etmek suretiyle Avrupalı müttefiklerinin güvenini geri kazanması olabilir. Üstelik ABD bölgeye yeniden ilgi gösterecek, ortaklara güven verilecek ve Washington’ın nüfuzu teyit edilecek.

Avrupa, İpek Yolu’na dahil olduktan sonra geri adım atabilir mi?

Kuşak ve Yol Girişimi Eylül 2013’te başlatıldığından bu yana çoğunluğu doğudakiler olmak üzere Avrupa Birliği (AB) üyelerinin üçte ikisi girişime katıldı. Bu da çok sayıda demiryolu, liman ve otoyol projesine yatırım yapılmasının yolunu açtı. Ekonomilerdeki gerilemeye rağmen bu ülkelerin birçoğu, Kuşak ve Yol Girişimi’ne yatırım yapmanın getirebileceği potansiyel ekonomik kazanımların propagandasını yapmaya devam ediyor. Bu bağlamda Çin’in Avrupa’da derin bir şekilde yayılması ve tedarik zincirleri üzerinde hâkimiyet kurmasından sonra Çin’den kopuşun hiç de kolay olmadığı görülüyor. Zira bu yayılma ve hâkimiyet Çin’in, rakiplerine karşı yaptırım kartlarını denemesinin yanı sıra birçok hayati faaliyeti kontrol eder hale gelmesini sağladı.

Proje, malların toplanması ve Avrupa’ya gönderilmesi için ana durak ve lojistik bir üs olarak Hayfa limanını kullanacağı ve bu da Süveyş Kanalı’ndaki seyrüseferi olumsuz etkileyeceği için Mısır zarar gören ülkelerden biri olabilir

Ancak görünüşe bakılırsa İtalya, dört sene önce katıldığı Kuşak ve Yol Girişimi’nden yakın zamanda ayrılma doğrultusunda ilerliyor. Bu, Pekin’in yolunu tıkamaya çalışan ABD ve AB için bir başarı sayılır. Roma, Çin’e karşı daha sert bir tutum benimsiyor. Nitekim eski Başbakan Mario Draghi, Pekin’e teknoloji aktarımını yasakladı ve Çinlilerin İtalyan şirketlerini satın alma operasyonlarını engelledi. Geçtiğimiz 30 Temmuz’da yaptığı net açıklamalarda İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto da İtalya’nın Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılma kararını eleştirerek, bunu ‘gelişigüzel ve berbat’ bir karar olarak niteledi ve şöyle dedi: “Bugün mesele Pekin ile ilişkilere zarar vermeden Kuşak ve Yol Girişimi’nden nasıl geri adım atılacağıdır… Çin’in bir rakip olduğu doğru, ama aynı zamanda bir ortak da.”

Şarku’l Avsat’ta yer alan bir habere göre, 2020 yılında Çin, ilk kez AB’nin birinci ticari ortağı oldu. Bu kapsamda Eurostat rakamlarına göre AB’nin ABD ile ticaret hacmi 555 milyar dolarken, Çin’le ticaret hacmi, yani ithalat ve ihracat toplamı 586 milyar dolara ulaştı. AB ile Çin arasında geçtiğimiz yılki toplam ticaret de 912,6 milyar dolardı. Avrupa bloğu ile Pekin arasındaki ticari açıksa 2022 yılında yaklaşık 400 milyar euroya (440 milyar dolar) ulaştı. Yine de Çin, 2023 yılının ilk yarısında açık ara AB’nin en büyük tedarikçisi konumunu korudu.    

Hiç şüphe yok ki Avrupa bloğu, Pekin’e olan bağımlılığı azaltmak için ‘oldukça zorlu’ bir görevle karşı karşıya kalacak. Bununla birlikte AB yetkilileri, küresel mal ihracatının yüzde 14’ünü oluşturan bir ekonomiyle ilişkileri koparmanın zor olacağının giderek daha fazla farkına varacak. Zaten Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de bu yılın başlarında bloğun Pekin ile ticareti tamamen ‘koparmasının’ mümkün olmadığını itiraf etti.

Çin’in küresel tedarik zincirinin büyük bir kısmını elinde tutmasına ek olarak, Avrupa’nın Çin’e karşı birleşik bir tutum alma konusunda ayrışması da ABD’nin Avrupa başkentlerine karşı baskıları ve Çin’den uzaklaşmayı teşvik etmek için yakın zamanda benimsediği mali kışkırtma kararlarına rağmen, güç dengesini Pekin lehine güçlendiriyor. Bazı Avrupa ülkeleri Çin konusunda şüpheye düşerken diğerleri, özellikle de AB’ye üye en güçlü iki ülke olan Almanya ve Fransa, Çin’le ekonomik ilişkilerden fayda sağlamaya devam ediyor. Almanya elektrikli araba ve yarı iletken sanayilerinde kullanılan nadir malzemelerin üçte ikisini Çin’den ithal ediyor ki bu oldukça önemli bir şey. Çin’de faaliyet gösteren Fransız ve Alman şirketlerinin gelirleri de Almanya GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 7’sine ve Fransa’nınkinin ise yaklaşık yüzde 6’sına denk geliyor.

Çin ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında enerji sınırlarını aşan ilişkiler

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri ile Çin arasındaki ekonomik ilişkiler, petrol ve ticaretin ötesine geçiyor. Nitekim bu iki taraf birlikte küresel GSYİH’nin yaklaşık yüzde 22’sini oluşturuyorlar. Başta Ukrayna’daki savaş ve Arap Körfezi’ndeki tehlikelerin artması gibi büyük jeopolitik dönüşümlerin ve dünyanın özellikle petrol ve gaz sahasında sahne olduğu büyük krizlerin etkisiyle de iki taraf arasındaki ekonomik ilişkilerin derinliği arttı. Söz konusu gelişmeler, iş birliği koşullarını doğurdu ve ümit vaat eden fırsatlar ve beklentiler için önemli ufuklar açtı.

Çin ile Ortadoğu bölgesi arasındaki toplam ticaret, 10 yıl önceki seviyeye göre yüzde 76 büyüme oranıyla 2022 yılında 505 milyar dolara ulaştı. Çin ile Körfez ülkeleri arasındaki toplam ticaretin bu dönemde 3 katına çıkması ise dikkat çekici. Bu demek oluyor ki iki taraf arasındaki ekonomik bağlar, ticari ilişkiler meselesinin çok ötesinde. Çin’den ve KİK ülkelerinden iş adamları, her iki tarafın iç pazarlarına ilişkin karşılıklı anlayışın nasıl geliştirileceğini ve ortaklıkların nasıl kurulacağını tartışmak amacıyla Dünya Ekonomi Forumu’nun geçtiğimiz haziran ayında Çin’in Tianjin [Tiençin] kentindeki yıllık toplantısında bir araya geldi.  

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen: Proje, kıtalar ve medeniyetler arasında yeşil ve dijital bir köprüdür… Demiryolu hattı Hindistan ile Avrupa arasındaki ticareti yüzde 40 hızlandıracak

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Aralık 2022’de gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Suudi Arabistan Krallığı, çoğu özel olmak üzere Çinli şirketlerle 35 mutabakat zaptı imzaladı. Bulut Bilişim (Cloud Computing) ve Suudi şehirlerinde yüksek teknoloji kompleksleri inşa etme konusunda anlaşma yapılan şirketlerden biri de Çinli teknoloji devi Huawei’di. Elektrikli araba alanında büyüyen Çinli şirket Innovate de Krallık’ta yerel bir ortakla elektrikli araba üretmek için 500 milyon dolarlık bir yatırım planıyla yeni ekonomik sektörlere doğru bu geçişi öne çıkarıyor. Çin ile Ortadoğu arasındaki yakın ilişkiler, petrol ve tüketim malzemelerini temin etme meselesinin ötesine geçerek, teknolojiden yararlanma, kişileri vasıflandırma, fikirlere ve sermayeye yatırım yapma gibi daha önemli bir aşamaya doğru ilerledi.  

BRICS grubu ile yeni proje arasında kalan Hindistan

Üç gün süren bir zirveden sonra Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, tam üyeler olarak BRICS grubuna katıldı. Grubun 24 Ağustos 2023’te Johannesburg’daki zirvesinde Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa tarafından ilan edildiği üzere üyelik, 1 Ocak 2024’ten itibaren yürürlüğe girecek. Böylece grup, ülkelerinin toplam milli gelirlerinin dünya toplamının yüzde 30’unu ve nüfuslarının da dünya nüfusunun yüzde 40’ını aşmasıyla tüm stratejik düzeylerde güçlenecek ve genişleyecek. Aynı şekilde küresel enerji üretiminin yüzde 76’sından fazlasını da kontrol ediyor. Halihazırda 20’den fazla ülke, gruba katılmayı bekliyor.

BRICS’in iki kutbu Çin ve Rusya’nın temel hedefi, uluslararası ilişkilerde denkliği sağlamak değil, ABD ve müttefiklerinin bu iki ülkeye uyguladığı çifte kuşatmaya, doların küresel ekonomi üzerindeki egemenliğine ve ABD’nin BM’de ve Uluslararası Para Fonu ile Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarındaki etkinliğine karşı koymaktır. BRICS’in bu iki kutbuna göre ABD Donanması’nın gölgesinde kuzeyde Finlandiya’dan doğuda Japonya’ya kadar bir kuşak halinde uzanan bu kuşatma, özellikle Çin’in petrol türevlerini tedarik etmesi ve üretiminin yüzde 81’inden fazlasını oluşturan ihracatının kısıtlanması konusunda Rusya ile Çin ve dünyanın geri kalanı arasındaki iletişimi tehdit etmeyi hedefliyor. ABD bu kuşatmayı, en açık örneği NATO’da görülen askerî ve siyasi ittifaklarla ya da kısa bir süre önce Hindistan, Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD’yi bir araya getiren QUAD gibi ABD’nin kuşatma hedefleriyle örtüşen yeni ittifaklarla tamamlıyor.

Hindistan, G20 zirvesinde ilan edilen Ekonomik Koridor Projesi ile BRICS grubunun son açıklamasında ifade edilenleri nasıl uzlaştıracak?

Grubun açıklaması dikkatle incelendiğinde iki farklı vizyonun birleştirilmesinin imkânsız olduğu görülür. Grup gerek BRICS ülkeleri içinde gerekse ticari ortaklarla uluslararası ticarette ve finansal işlemlerde ulusal para birimlerinin kullanımını teşvik etmenin öneminin vurgulanması ve ticaret ve yatırım akışlarını teşvik etmek ve ülkelerin toparlanıp kalkınmasına yardımcı olmak amacıyla tedarik zincirleri ile ödeme sistemleri arasındaki bağlantıyı güçlendirmek için BRICS ülkeleri arasında daha fazla iş birliği kurulması çağrısında bulunuyor. Buna karşılık Ekonomik Koridor projesi ise tek kutupluluğu teyit etme, ABD ile müttefik olan ülkelerin ekonomik istikrarını artırma, yeni ortaya çıkan ekonomik toplulukları dağıtma ve tek küresel para birimi olarak doların konumunu güçlendirme eğiliminde.

Tüm bunlara rağmen Ekonomik Koridor Projesi, Başkan Joe Biden’ın dediği gibi oyunun kurallarını değiştirecek mi?

xasc
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, 10 Eylül’de Yeni Delhi’de düzenlenen G20 zirvesinde basın açıklaması yaparken (AFP)

İsabetli sorular

Yeni Delhi’deki G20 zirvesinde dünya liderleri tarafından ilan edilen ve Hindistan’ı Ortadoğu üzerinden Avrupa’ya bağlamayı hedefleyen Ekonomik Koridor projesinin, daha güvenilir ve maliyet bakımından daha uygun bir ticaret yolu benimsenmesi suretiyle katılımcı ülkelere gelecek vaat eden pek çok fırsat sunacağına şüphe yok. Böylece tedarik zincirlerinin esnekliği artacak ve bu da başta koridorun kapsadığı ülkeler olmak üzere dünyanın birçok ülkesini etkileyecek. Üstelik temiz ve yenilenebilir enerji güvenliğinin artırılmasına, malların Güney Asya üzerinden Avrupa’ya taşınmasına ve Avrupa’nın enerji tedarikinin güvence altına alınmasına da gerçek anlamda katkı sağlayacak.

BRICS’in iki kutbu Çin ve Rusya’nın temel hedefi, uluslararası ilişkilerde denkliği sağlamak değil, ABD ve müttefiklerinin bu iki ülkeye uyguladığı çifte kuşatmaya, doların küresel ekonomi üzerindeki egemenliğine ve ABD’nin BM’de ve Uluslararası Para Fonu ile Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarındaki etkinliğine karşı koymaktır

İlk anlaşmayı imzalayan ülkelerin yenilenebilir enerji ve temiz hidrojen projelerine küresel yatırımları çekme hırsı, projenin başarılı olması ve getirilerinden herkesin faydalanması için büyük bir iş birliği arzusuyla karşılanacak. Bununla birlikte ABD’nin öngördüğü siyasi boyut, Ortadoğu’da siyasi bakış açılarında yakınlığı güçlendirmek, çatışmaların yoğunluğunu azaltmak ve Körfez ülkelerinin çıkarlarının İsrail ve Avrupa’nınkilerle birleştirilmesinden sonra istikrara katkı sağlamak açısından yerini koruyor. Yeni projeyi tehdit eden zorlukların başında ise bölge ülkeleri ile ABD arasında hüküm süren güven aşınması ve bu aşınmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak bölge ülkeleri arasında alan ve boyut kazanan büyük Çin nüfuzu geliyor.

xsc
Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 18 Eylül’de Yeni Delhi’de (Reuters)

Ekonomik toplulukların iç içe geçmesi ve bölgesel ve uluslararası dengelerin bozulması göz önüne alındığında, Ekonomik Koridor projesinin başlangıcını çevreleyen nesnel koşullar projenin başarı ve başarısızlık ihtimallerini değerlendirmeye yönelik pek çok soru işareti doğuruyor:

Birinci olarak; Çinliler altyapı kurma, birçok endüstriyel tedarik kaynağına sahip olma ve hammaddeye ve nadir madenlere erişme yeteneklerine sahipken, yeni projenin kendisinden birkaç yıl önce ortaya atılan Çin projesiyle rekabet edebilme yeteneği nedir? Proje, Türkiye ile Mısır’ın koridor ülkelerinden dışlanmasının sonuçlarına rağmen, Asya ile Avrupa arasındaki ticari alışverişini güçlendirmek için gerçek bir fırsat oluşturacak mı?

İkinci olarak; Avrupa’nın Çin tedarikine olan bağımlığı azaltma ya da Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in deyimiyle Avrupa’nın Çin’in tedarik kaynaklarına ve ticaret yollarına aşırı bağımlılık sebebiyle yüzleşeceği riskleri ortadan kaldırma konusundaki çabaları başarılı olacak mı?

Üçüncü olarak; Hindistan, Çin’in yeteneklerine denk ve küresel mal üretiminden pay edinmeyi arzulayacak büyük bir sanayi gücüne dönüşmeyi başarabilecek mi? Projenin başarıya ulaşması için donanma yeteneklerinin seviyesini yükseltip, Avrupa ve Ortadoğu’nun mal ihtiyacını karşılamak üzere rekabete elverişli altyapıyı artırma ihtiyacını karşılayabilir mi?

Dördüncü olarak; ABD, BM Güvenlik Konseyi’nin, Arap-İsrail çatışmasının nihai çözümü ve ilişkilerde yeni Ekonomik Koridor’un dayattığı normalleşme için bağlayıcı bir şart olmaya devam eden kararlarına göre iki devletli çözümü uygulayıp, Filistin Devleti’ni kurabilecek mi?

Bu soruların ortak paydası, ABD’nin her birine yaklaşımında yatıyor. Bunlar, ABD’nin, Hindistan’dan başlayarak Ortadoğu ve Avrupa’ya uzanan ve başarılı olması dışlayıcı bir projeye dönüşmemesine, hatta bütünleşik küresel ekonomi çevresine dahil olmasına bağlı kalan Baharat Yolu’na dair sorulardır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Kremlin, Ukrayna’ya tedarik edilen Abrams tanklarını ‘yakmakla’ tehdit etti

Askeri eğitim sırasında M1A2 Abrams tankı (AFP-Arşiv)
Askeri eğitim sırasında M1A2 Abrams tankı (AFP-Arşiv)
TT

Kremlin, Ukrayna’ya tedarik edilen Abrams tanklarını ‘yakmakla’ tehdit etti

Askeri eğitim sırasında M1A2 Abrams tankı (AFP-Arşiv)
Askeri eğitim sırasında M1A2 Abrams tankı (AFP-Arşiv)

Kremlin, Ukrayna’ya tedarik edilen ABD yapımı Abrams tanklarının Rus ve Ukrayna orduları arasındaki ‘güç dengesini değiştirmeyeceğini’ ifade ederek, Kiev’e teslim edilen bu tankların ‘yanacağını’ vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre, Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov bugün yaptığı açıklamada, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Ocak ayında ilk Leopard tanklarının Ukrayna’ya teslimatı sırasında yaptığı uyarısını tekrarladı.

Peskov, “Ukrayna’ya Abrams tankları ve ATACMS füzelerinin verilmesi hiçbir şekilde özel askeri operasyonun sonucunu etkileyemez. Savaş alanındaki güç dengesini değiştirebilecek tek bir silah yok. O tanklar da yanacak” dedi.

Peskov ayrıca, Rus ordusunun sürekli olarak yeni silah türlerine nasıl uyum sağlayacağını öğrendiğini de sözlerine ekledi.


Kiev: Rusya İran SİHA’ları ile İzmail Limanı’na saldırdı

Odessa bölgesine yapılan Rus baskınından kaynaklanan hasarın bir kısmı (Reuters)
Odessa bölgesine yapılan Rus baskınından kaynaklanan hasarın bir kısmı (Reuters)
TT

Kiev: Rusya İran SİHA’ları ile İzmail Limanı’na saldırdı

Odessa bölgesine yapılan Rus baskınından kaynaklanan hasarın bir kısmı (Reuters)
Odessa bölgesine yapılan Rus baskınından kaynaklanan hasarın bir kısmı (Reuters)

Ukrayna ordusu yaptığı açıklamada, Rusya'nın dün akşam (25 Eylül) 38 adet İran yapımı Şahid tipi silahlı insansız hava aracı (SİHA) ile Ukrayna'ya saldırdığını, 26 SİHA’nın imha edildiğini bildirdi.

Rusya’nın hava saldırısı Karadeniz kıyısındaki İzmail Limanı ve Odessa bölgesini hedef aldı. Odessa Bölgesi Askeri İdare Başkanı Oleg Kiper sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, gece saatlerinde Rusya'nın 2 saat boyunca Odessa'ya SİHA'larla saldırı düzenlediğini belirtti. SİHA'ların çoğunun düşürüldüğüne dikkati çeken Kiper, "Ne yazık ki İzmail ilçesinde liman altyapısı vuruldu, 2 kişi yaralandı” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Vali, saldırıda kontrol noktası binası ve depoların hasar gördüğünü, yaklaşık 30 kamyonun hasar gördüğünü aktardı. NATO ve AB üyesi olan Romanya’nın sınırında, Tuna Nehri üzerinde yer alan İzmail Limanı, Ukrayna'nın üretimini serbestçe ihraç etmesine olanak tanıyan bir anlaşma ile Temmuz ayında çalışmaların durdurulmasının ardından Ukrayna tarım ürünlerinin ihracatının ana rotalarından biri haline geldi.

O günden bu yana Rus saldırıları ülkenin güneyindeki Odessa ve Mykolaev bölgelerinde yoğunlaştı. Yeni saldırı, Odessa yetkililerinin "geniş çaplı" olarak tanımladığı Rus saldırısının ardından geldi. Bu süre zarfında bölge, aralarında iki Onyx füzesinin de bulunduğu 19 Şahid  ve füzeyle hedef alındı.

Diğer yandan güneydeki Herson bölgesinde Vali Oleksandr Prokudin'in açıklamasına göre dün akşam Rus saldırılarında 4 kişi yaralandı. Yerel askeri idare komutanı Oleksandr Vilkul'un bu sabah verdiği ön bilgilere göre, Dnepropetrovsk bölgesindeki Kryvyi Ryg şehri balistik füzeyle hedef alındı.