Görev sürelerini tamamlayamayan Pakistan başbakanlarının peşindeki lanet nedir?

Pakistan başbakanları görevden alınma, suikast ve darbelere maruz kaldı (AFP-Arşiv)
Pakistan başbakanları görevden alınma, suikast ve darbelere maruz kaldı (AFP-Arşiv)
TT

Görev sürelerini tamamlayamayan Pakistan başbakanlarının peşindeki lanet nedir?

Pakistan başbakanları görevden alınma, suikast ve darbelere maruz kaldı (AFP-Arşiv)
Pakistan başbakanları görevden alınma, suikast ve darbelere maruz kaldı (AFP-Arşiv)

Pakistan, geçtiğimiz hafta İngiliz sömürgeciliğinden kurtularak elde ettiği bağımsızlığının 75. yıldönümünü kutladı.
Bu yıldönümüne, muhalefet liderleri tarafından, polis ve yargıcı tehdit ettiği gerekçesiyle Terörle Mücadele Yasası kapsamında hakkında işlem başlatılan eski Başbakan İmran Han’ın gözaltına alınması halinde ‘kırmızı çizginin’ aşılacağına dair bir uyarı eşlik etti.

İmran Han başbakanlık pozisyonunun son kurbanı oldu

Ülkede 75 yıldır, başbakanların hiçbiri beş yıllık görev süresini tamamlayamadı.
Ciddi bir ekonomik ve siyasi krizin ardından güven oylamasıyla devrilen İmran Han’ın yaşadıkları siyasi bir ‘gelenek’ olarak görülürken, 11 Nisan’da göreve başlayan Başbakan Şahbaz Şerif’in de farklı bir durumla karşılaşması beklenmiyor.
1947’den günümüze, ordu birçok kez ülkeyi yönetti. Bugüne kadar, 29 başbakan görev yaptı.
Bunlardan 18’i görev süresi dolmadan yolsuzluk, darbe ve iktidar grupları arasındaki iç anlaşmazlıklar nedeniyle zorla görevden alındı, kalan 11’i ise geçici hükümetler olarak veya yeni seçimleri denetlemek için sınırlı süreler için görevde bulundu.
1993 yılında başbakanlık koltuğu, sırasıyla Navaz Şerif, Balakh Sher Mazari, Muinuddin Ahmed Kureyşi ve Benazir Butto tarafından paylaşıldı.
Pakistan hükümetinin en kısa görev süresi 1971 yılında 13 gün olarak kaydedilirken, en uzun süre 4 yıl 53 gün üst üste hüküm süren Navaz Şerif adına kayıtlara geçti.

İlk suikaste uğrayan Liyakat Ali Han oldu

Liyakat Ali Han, Pakistan’ın bağımsızlığından bir gün sonra 15 Ağustos 1947’de ülkenin ilk Başbakanı seçildi.
Han, 1949’da başarısız bir askeri darbe girişimi görse de, 4 yıl iktidarda kaldı. 5 yıllık görevini tamamlayamadan 16 Ekim 1951’de Ravalpindi’de uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.
Liyakat’in öldürülmesinden sadece bir gün sonra göreve Havaja Nazimuddin geldi. Ancak 2 yıldan kısa bir süre sonra Genel Vali Malik Gulam Muhammed tarafından 17 Nisan 1953’te görevden alındı.
Nazimuddin’in görevden alındığı gün başbakanlık koltuğuna oturan Muhammed Ali Buğra, ülkenin dış politikası hakkında ihtilaflar yaşadığı Genel Vali Vekili İskender Mirza tarafından 12 Ağustos 1955’te görevden azledildi.
Ağustos 1955’te göreve başlayan ve Pakistan’ın ilk bağımsız anayasası olan 1956 anayasasını oluşturmakla tanınan Çaudri Muhammed Ali Afzal da, parti üyeleriyle olan iç anlaşmazlıklar ve Genelkurmay Başkanı Eyüb Han’ın baskısıyla 12 Eylül 1956’da istifa etti.
Eylül 1956’da Hüseyin Şahid Suhreverdi, 1954 seçimlerini Avami Birliği partisinin kazanmasının ardından başbakan oldu. Ancak Genel Vali Mirza ile yaşadığı anlaşmazlıklar sebebiyle 17 Ekim 1957’de istifa etti.
Yerine aynı gün göreve gelen İbrahim İsmail de 60 gün sonra istifa etti.
Aralık 1957’de göreve gelen Feruz Han Nun, General Eyüp Han’ın sıkıyönetim ilan etmesinin ardından 7 Ekim 1958’de görevden alındı.
Ülkede 13 yıl süren sıkıyönetim yıllarının ardından Nurul Emin, 7 Aralık 1971’de Cumhurbaşkanı Yahya Han’ın yönetiminde göreve atandı. Ancak Emin sadece 13 gün sonra görevden alındı.
Bunun ardından Halk Partisi lideri Zülfikar Ali Butto, 14 Ağustos 1973’te başbakan oldu.
Butto, 1977’de General Ziya’ul Hak liderliğindeki askeri darbeyle devrildi ve 1979’da idam edildi.

General Ziya’ul Hak ülkede idam edilen ilk başbakan oldu

Muhammed Han Junejo, 23 Mart 1985’te askeri rejim altında başbakan seçildi ancak hükümeti 29 Mayıs 1988’de feshedildi.
Ziya’ul Hak’ın ölümüyle askeri yönetimin sona ermesiyle seçimler yapıldı ve Benazir Butto 1988’de ülkenin ilk kadın başbakanı oldu.
Butto, 1989’da kendisine yönelik yolsuzluk suçlamaları sebebiyle Cumhurbaşkanı Gulam İshak Han tarafından 6 Ağustos 1990’da görevden alındı ve seçime gidildi.

Pakistan’ın ilk kadın Başbakanı Benazir Butto

Navaz Şerif seçimlerin ardından Ağustos 1990’da göreve geldi, ancak Cumhurbaşkanı Gulam İshak Han’ın 1993’te meclisi feshetmesi sonucu görevden düştü.
Şerif, Anayasa Mahkemesi kararıyla göreve geri dönebilse de, dönemin ordu komutanı Abdulvahid Kakar, 18 Temmuz 1993’te Han ve Şerif’i istifaya zorladı.
Benazir Butto, Şerif istifa ettikten sonra başbakanlığa geri döndü, ancak Cumhurbaşkanı Faruk Leghari’nin hükümeti feshetmesi sonucu bir kez daha görev süresini tamamlayamadı.
Bu dönemde Butto, 1995 yılında General Zahir İslam Abbasi liderliğindeki başarısız bir darbe girişimine maruz kaldı.
Navaz Şerif, 1997 seçimlerinden sonra yeniden başbakanlığa döndü. Ancak Şerif, General Pervez Müşerref’i Sri Lanka ziyaretinde görevden aldı ve yurda dönüşte uçağının yere inmesine müsaade etmedi. Bunun ardından 12 Ekim 1999’da General Pervez Müşerref’in askeri darbesiyle görevden alındı.

Navaz Şerif 4 yıl 53 gün ile en uzun süre görev yapan başbakan oldu

Mir Zaferullah Han Cemali, darbeyle iktidara gelen General Pervez Müşerref’in dönemindeki ilk başbakan oldu. Kasım 2002’de göreve gelen Cemali, 19 ay sonra istifa etti.
Bunun ardından, 30 Haziran 2004’te Çaudri Şucat Hüseyin parlamentodaki seçimle başbakan oldu. Hüseyin, 50 gün içinde görevi bıraktı.
28 Ağustos 2004’te görevi devralan Şevket Aziz, üç yıl sonra parlamentonun hizmet süresi dolunca görevi bıraktı.
2008 genel seçimlerinde Yusuf Rıza Gilani başbakan oldu, ancak 2012’de Yüksek Mahkeme tarafından yargıya itaatsizlikten hüküm giydi ve sonra görevden alındı.
Navaz Şerif, Haziran 2013’te üçüncü kez iktidara döndü, ancak 28 Temmuz 2017’de Yüksek Mahkeme tarafından yolsuzluk suçlamaları sebebiyle görevden alındı.
Şerif son görevinde 4 yıl 53 gün kalarak, Pakistan tarihinde en uzun süre görev yapan başbakan oldu.
Şerif’in görevden alınmasının ardından Ağustos 2017’de Şahid Hakan Abbasi başbakan oldu. Ancak 31 Mayıs 2018’de parlamentonun feshedilmesi ve erken seçimlerin yapılmasıyla görev süresi sona erdi.
18 Ağustos 2018’de yapılan seçimlerde İmran Han göreve geldi, ancak güven oylamasıyla koltuğundan düşürüldü ve 2023’te sona erecek olan görev süresini tamamlayamadı.



Trump ve Netanyahu… ‘Kişisel anlaşmazlıktan’ daha fazlası

Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
TT

Trump ve Netanyahu… ‘Kişisel anlaşmazlıktan’ daha fazlası

Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)

Michael Horowitz

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz iki hafta boyunca İsrail'i diken üstünde durmak zorunda bıraktı. Başkan Trump’ın İsrail hükümetini defalarca kez şaşırtması, ülkenin liderleri arasında perde arkasında belki sessizce ama açıkça hissedilir bir endişenin artmasına yol açtı.

İlk şok, Trump'ın İran destekli Husilerle beklenmedik bir ateşkes ilan etmesiyle yaşandı. Ateşkesin duyurulması, Husilerin İsrail'in Ben Gurion Uluslararası Havaalanı'na düzenlediği füze saldırısına karşılık olarak İsrail'in Sana Havaalanı'na büyük bir saldırı düzenlemesinden sadece birkaç dakika sonraydı. Basında yer alan birçok habere göre İsrail, açıklanmasından önce ateşkesten haberdar edilmedi. Kısa süre sonra anlaşmanın, Husilerin İsrail'e yönelik bugün de devam eden saldırılarının durdurulmasına ilişkin herhangi bir atıfta bulunmadığı anlaşıldı.

Ama bu sadece bir başlangıçtı.

ABD Başkanı’nın Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretle birlikte, İsrail'e yönelik sürprizleri de devam etti. Bu sürprizler, İsrail'in uzun süredir güvenliğine tehdit ve Türkiye'nin adamı olarak gördüğü Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile yapılan görüşme ile doruğa ulaştı. Daha da kötüsü Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı bir kez daha överken, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da Ukrayna konusunu görüşmek üzere Türkiye'yi ziyaret etti. Fakat muhtemelen görüşmeler bunun ötesine geçti.

Trump, Ahmed eş-Şera’yı ‘oldukça çekici biri’ olarak tanımlamakla kalmadı, İsrail tarafının şaşkınlığı arasında Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasına ilişkin sürpriz bir açıklamada bulundu. Bu kararın öncesinde, açıklamadan önceki günlerde bile ABD yönetiminin böyle bir adım atmaya niyetli olduğuna dair herhangi bir işaret yoktu.

Şara’ya karşı katı bir tutum sergileyen İsrail hükümeti, yaptırımları kaldırmak bir yana, bunu Şam'a karşı bir koz olarak kullanmak için sürdürülmesi gereken hayati bir araç olarak görüyordu. Ancak bu karar, ABD Başkanı'nın İsrail ile Suriye arasında normalleşme sürecini zorlamaya niyetli olduğunu açıkça yansıtıyordu.

Böyle bir gelişme uzun vadede geniş çaplı faydalar sağlayabilir ve büyük bir diplomatik başarı olur. Ancak İsrail’in mevcut hükümeti, İbrahim Anlaşmaları’nı Suriye'yi de kapsayacak şekilde genişletmeye hiçbir zaman ilgi göstermedi.

Böyle bir gelişme uzun vadede geniş çaplı faydalar sağlayabilir ve büyük bir diplomatik başarı olur. Ancak İsrail’in mevcut hükümeti, İbrahim Anlaşmaları’nı Suriye'yi de kapsayacak şekilde genişletmeye hiçbir zaman ilgi göstermedi.

Trump'ın Katar ziyaretiyle birlikte, İsrail'de Doha'nın ABD Başkanı üzerindeki potansiyel etkisine ilişkin endişeler arttı. Bu endişeler, Amerikan basınında Katar'ın Başkan'a lüks bir uçak hediye ettiğine dair haberler çıktıktan ve özellikle de Trump'ın “Sadece bir aptal böyle bir hediyeyi reddeder” sözlerinden sonra daha da arttı. Bu durum, Katar'ın Trump yönetimindeki karar alma mekanizmalarında yeniden yer edindiğine dair İsrail'in şüphelerini artırdı.

Amerikan basınında, Trump'ın Netanyahu'yu, hükümeti Gazze'deki savaşı sona erdirmezse artık İsrail'in yanında yer almayacağı yönünde tehdit ettiğine dair haberler de yer aldı.

Bu gelişmeler, Gazze Şeridi’ndeki savaşta çok hassas bir döneme denk geldi. Beklenmedik bir başka gelişmeyle ABD yönetimi, savaşı sona erdirmek ve kalan rehineleri kurtarmak için yürütülen müzakerelerin çıkmaza girdiği bir dönemde, ABD vatandaşı İsrailli asker Edan Alexander'ı serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmayı başardı. Kısa süre sonra ABD yönetiminin bir kez daha İsrail'i saf dışı bırakarak, Hamas'la doğrudan görüşmeler yaptığı ve yaklaşan ziyaret öncesinde bir iyi niyet jestine ihtiyaç duyduğuna ikna ettiği anlaşıldı.

Ancak iki durumu birbirinden ayırmak önemli. Bunlardan birincisi anlaşma, İsrail hükümetini şaşırtmış ve stratejik çıkarlar arasında büyüyen bir uçurumun altını çizmiş olsa da İsrail halkı tarafından geniş çapta memnuniyetle karşılandı. Ateşkese varılması talebiyle düzenlenen halk protestoları, İsrail'in çıkarlarını Netanyahu'nun değil, Trump'ın daha iyi temsil ettiğine dair sinyaller vermeye başladı. Bu durum, protesto hareketi ve rehinelerin aileleri arasında, çoğu İsraillinin arzuladığı şeyi gerçekleştireceği umuduyla ABD Başkanı’na doğru artan bir eğilim olduğunu da teyit etti.

Kişisel kriz mi?

ABD ile İsrail arasında kamuoyu önünde yaşanan bir dizi gerilim ve Trump'ın İsrail'i seyahat programından çıkarma kararı, Başkan Trump ile Başbakan Binyamin Netanyahu arasında kişisel bir kriz olduğuna dair spekülasyonları körükledi. Her iki lider de ‘şahsi’ diplomasi tarzlarıyla tanınıyor ve bu tarzlarında önemli politikalardan ziyade ‘kişiler arasındaki kimyaya’ önem veriyor ya da en azından ilişkilerini böyle göstermeye çalışıyorlar.

Ancak gerçekte durum muhtemelen daha da karmaşık. Trump ve Netanyahu arasındaki ilişkiyi güçlü bir kişisel ilişki olarak tasvir etmek, her ne kadar kamuoyu önünde öyleymiş gibi davranma konusunda şüphesiz iyi olsalar da birbirleriyle gerçekten dost olmadıklarını gösteren -bu yazarın daha önce belgelediği- birçok göstergeyi göz ardı etmek olur.

Böyle bir tasvir Donald Trump'ı motive eden şeyin özünü gözden kaçırıyor. Trump'ın dış politikaya yaklaşımı geleneksel jeopolitik çıkarlara, köklü ittifaklara ve tutarlı bölgesel dinamiklere değil, ister ‘anlaşmalar’ ister ABD ekonomisine yatırım akışı şeklinde olsun, medya etkisi yüksek ikili ‘kazanımlar’ arayışına dayanıyor.

Trump, Ahmed eş-Şara’yı ‘oldukça çekici biri’ olarak tanımlamakla kalmadı, İsrail tarafının şaşkınlığı arasında, Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasına ilişkin sürpriz bir açıklamada bulundu.

Trump, Ortadoğu turunun sonunda Abu Dabi'den ayrıldıktan sonra Air Force One uçağında gazetecilere açıklamalarda bulunurken, 16 Mayıs 2025 (AFP)Trump, Ortadoğu turunun sonunda Abu Dabi'den ayrıldıktan sonra Air Force One uçağında gazetecilere açıklamalarda bulunurken, 16 Mayıs 2025 (AFP)

Aslında Başkan Trump'ın, uluslararası ilişkiler uzmanlarının uzun vadede hayati önem taşıdığını düşündüğü birçok konuda belirli bir ideolojisi yok. Eğer somut bir ‘sonuç’ elde etme olasılığı varsa ister Husiler ister Taliban ister Hamas isterse İran ya da Rusya olsun, herhangi bir tarafla diyalog kurmaya hazır. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Trump için önemli olan, niteliği ne olursa olsun ve nereden gelirse gelsin ‘anlaşmalar’ ve ‘zaferler’ elde etmektir.

Bu anlayışla Trump ve Netanyahu arasındaki anlaşmazlık, -yakın ilişkileri aslında medya tüketimi için olduğundan- şahsi hayal kırıklığından değil, Netanyahu'nun Trump'a istediğini, yani ‘kazanımlar’ ve ‘anlaşmalar’ sunamamasından kaynaklanıyor. ABD Başkanı, İsrail'in Gazze Şeridi ve Suriye ile ilgili anlaşmaları reddettiğini, İran ile bir anlaşma ihtimaline karşı çıktığını ve Suudi Arabistan ile normalleşme şansını azaltan tutumlar sergilediğini düşünüyor. Dolayısıyla Trump'ın Ortadoğu turunda İsrail'i görmezden gelmesi şaşırtıcı değildi. Bunun sebebi rekabet değil, daha ziyade orada ‘zafer’ olarak sayılabilecek bir şey bulamamış olmasıydı.

Tavizler vermek

Trump yönetimi, mevcut İsrail hükümetini memnun eden konuların ötesinde bile fırsatlar aramaya istekli olduğunu gösterdi. Diplomatik açıdan, ideolojik olmayan yaklaşımı ona başkalarının düşünmeye bile cesaret edemeyeceği inisiyatifler sunma ve anlaşmalar yapma esnekliği veriyor. Ancak Trump'ın dış politikasının temel sorunu başka bir yerde, yani açıklamalara, sembolizme ve medya manşetlerine odaklanıyor olmasında yatıyor ve genellikle içerik, tutarlılık ve süreklilik eksikliğiyle öne çıkıyor.

Netanyahu muhtemelen bunun farkında ve bunu kendi lehine kullanmaya çalışabilir. Gazze konusunda Trump'ın, özellikle de Ortadoğu turunun sona ermesinin ardından, başka bir haber başlığına geçmesini beklemekle yetinebilir. İran konusunda ise ABD'nin İran'ın nükleer programının azaltılması mı yoksa ortadan kaldırılması mı gerektiği konusundaki kararsızlığı, her iki taraf da bir anlaşmayı tercih etse bile müzakereleri rayından çıkarabilir. Bu tam da Netanyahu'nun o bilindik; ‘baskılara hemen yanıt vermek yerine zaman kazanmak, değişen koşullar üzerine bahis oynamak’ stratejisiyle örtüşüyor.

Ancak bu yaklaşımın risksiz olduğu söylenemez. Trump yönetiminin beklenenden daha hedef odaklı olduğu ortaya çıkarsa, Netanyahu kendisini taviz vermek, sadece bir engelden ibaret olmadığını ve yeni ABD yönetiminin alışılmadık düşünce ve yaklaşımına uymaya istekli bir ortak olduğunu kanıtlamak zorunluluğuyla karşı karşıya bulabilir. Bu durumda İsrail hükümeti, nerede esneklik gösterebileceğini ve nerede dokunulmaz kırmızı çizgiler çizmesi gerektiğini belirleyerek önceliklerini yeniden tespit etmek zorunda kalabilir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.