Türkiye'de yaşayan İranlı kadınlar: 43 yıl sonra nihayet sesimizi dünyaya duyurabildik

Ülkelerindeki baskıya dayanamayıp 8 yıl önce Türkiye'ye yerleşen Raha Asvad ve Farzane Farahani'ye göre dış basına yansıyanlar, buzdağının görünen kısmı. İki kadın da ülkelerinin molla rejiminden kurtulacağı günün hayalini kuruyor

İrşad devriyelerine tepki gösteren kadınlar, "Ahlakın polisi mi olur" diye soruyor / Fotoğraf: Twitter
İrşad devriyelerine tepki gösteren kadınlar, "Ahlakın polisi mi olur" diye soruyor / Fotoğraf: Twitter
TT

Türkiye'de yaşayan İranlı kadınlar: 43 yıl sonra nihayet sesimizi dünyaya duyurabildik

İrşad devriyelerine tepki gösteren kadınlar, "Ahlakın polisi mi olur" diye soruyor / Fotoğraf: Twitter
İrşad devriyelerine tepki gösteren kadınlar, "Ahlakın polisi mi olur" diye soruyor / Fotoğraf: Twitter

Mahsa Amini'nin Tahran'da "zorunlu hicap" kuralına uymadığı gerekçesiyle "irşad devriyeleri" tarafından 13 Eylül'de gözaltına alınıp 16 Eylül'de yaşamını yitirdiğinin açıklanması sonrası İran halkı ayaklandı.
Protestolara polisin aşırı güç kullanarak yanıt vermesiyle ülke geneline yayılan olaylarda 10 gün geride kaldı.
20 yaşındaki Hedis Necefi'nin güvenlik güçlerinin açtığı ateşle öldürülmesiyle olaylar daha da büyüdü.
Yaşamını yitirenlerin sayısı 40'ı geçerken, binlerce kişi yaralandı, yüzlercesi ise gözaltına alındı. 
Yaşananların dış basınında yankı bulmaması için internet kısıtlamasına gidilse de işler Tahran yönetiminin umduğu gibi gitmedi ve dünyanın gözü kulağı Tahran'a çevrildi.

Tahran yönetimi ayaklanma girişimlerini bastırır mı?
Kadınların "ikinci sınıf vatandaş" muamelesi gördüğü, güvende olmadığı gerekçesiyle ayaklanan İran halkının geri çekilmeye niyeti yok gibi.
Mahsa Amini'nin öldürülmesiyle bir isyanın fitilinin ateşlendiği, ülkedeki baskının eskisi gibi süremeyeceği ve yaşananların "devrimin ayak sesleri" olduğu yorumları yapılıyor.
Kadınlara baskının yanı sıra ülkedeki hukuksuzluk, yolsuzluk ve ekonomik krizin had safhaya ulaştığı görüşü de hakim.
"1979 devrimi"ni korumak isteyenlerin anayasal bir reform sürecine ihtiyaç duyduğu sıkça dillendiriliyor.
Diğer taraftan, geçmişte de benzer durumların yaşandığı ve sonrasının gelmediği gerekçesiyle bir süre sonra Tahran yönetiminin ayaklanma girişimlerini rahatlıkla bastırabileceğini düşünenler de yok değil.
22 yaşındaki Amini'nin öldürülmesi İran için bir dönüm noktası oldu, orası kesin ancak eylemlerin nereye evrileceğini kestirmek güç.
 
"İran'da ne olursa olsun, kadınsan erkeğe göre yarısı kadar hakkın var!"
Independent Türkçe muhabiri Lale Elmacıoğlu İranlı kadınların neler hissettiğini kendilerinden dinledi.
İki isimle görüşüp ülkelerindeki mevcut durumu ve yakın gelecek öngörülerini sordu.
Bu isimlerden biri, 8 yıldır İstanbul'da yaşayan Raha Asvad oldu.
Aslında onu vatanından ayıran süreç, İran'da halkın ayaklandığı son olaylardan farklı değil.
Kadınlara yönelik baskılardan yıldığını söyleyen 40 yaşındaki Asvad'ın seneler önce Tahran'da yaşadığı bir hadise ise bardağı taşıran son damla olmuş.
Geçirdiği trafik kazası sonrası 2 yıl yürüyemeyen Raha Asvad, kadın olduğu için haklarının verilmediğini, bir kadının sigortadan, bir erkeğin yarısı kadar pay alabildiğini ileri sürdü.
"Zararı hesaplıyorlar ve erkeğin yarısı kadar faydalanabiliyorsun. İran'da ne olursa olsun, kadınsan erkeğe göre yarısı kadar hakkın var" diyen Asvad, başlangıçta İstanbul'daki yaşama adapte olmakta zorlansa da sonradan çok alıştığını ve şimdi hayatındaki en doğru kararlardan birini verdiğini düşündüğünü dile getirdi.

"Dışarıda başını açtın diye öldürülüyorsun"
Bir kadın olarak İran'da gördüğü "değersizliğe" daha fazla tahammül edemediğini öne süren Asvad, başörtüsü kullanmak başta olmak üzere uygulanan "baskıya", "alamadığı haklar" da eklenince soluğu Türkiye'de aldığını söyledi.
Asvad, "Kadınları kapanmaya zorluyor, özgürlüğünü ellerinden alıyorlar. Zorla bu hayatta bir şeyi kabul edemem. Kadınım diye hiç kimse kendi istemediğim şekilde davranmamı isteyemez. Dünyanın hiçbir noktasında bu denli baskı yok. Dışarıda 'saçını açtın' diye öldürülüyorsun. Gencecik bir kızın canını almayı hak sayıyorlar, buna ne hakları var? Bu kızın yaşam hakkı var, ailesi var, sevdikleri var" şeklinde konuştu.

Raha Asvad / Fotoğraf: Rana Asvad

"İnsanlar aşırı öfkeli, korku imparatorluğu yıkıldı"
1979'dan beri İran'da benzer baskıların olduğunu ifade eden Asvad'a göre en büyük fark, halkın artık yaşananlara boyun eğmemesi.
"İnsanlar aşırı öfkeli ve artık korkmuyor, herkes dışarı çıkıyor, gencecik çocuklar, 16-17 yaşındakiler bile. Çünkü böyle bir gelecek istemiyorlar" diyen Asvad, "Korku imparatorluğunun yıkıldığını" savundu.
Raha Asvad'a göre tepki hareketi karşılık buldu ama bir lider eksik. Bu nedenle yaşananlar devrim olamaz çünkü lider yok.

"Dünyaya sesimizi duyurduk"
İki arkadaşının gözaltında olduğunu aktaran Asvad, İran'da olaylar nedeniyle baskının artırıldığını ve dışarıyla iletişimin koparılmaya çalışıldığını, kendisinin de annesine ulaşamadığını ve ülkede internetin kısıtlandığını belirterek, "Bu yaşananların iyi yanı şu, dünyaya sesimizi duyurduk. 43 senedir bu olaylar vardı ama şimdi dünya kayıtsız kalamayacak" ifadelerini kullandı. 

"79 devriminde mollalar geldi, annelerimizi babalarımızı kandırdı"
44 yaşındaki Farzane Farahani de Raha Asvad gibi 8 yıl önce İran'dan ayrılmış biri. 
İş nedeniyle ara sıra Kanada'ya gidip gelen Farahani, önce Ankara'da şimdilerde ise Yalova ve İstanbul'da ikamet ediyor.
"1979 devriminde" mollaların "başörtüsü zorunluluğu, baskı olmayacak" diyerek annelerini, babalarını kandırdıklarını ve bir sene sonra istediklerini zorunlu şekilde yapmaya başladıklarını aktaran Farahani, ülkedeki "ahlak polisleri"yle kadınlara yönelik eziyetin başladığını, şiddetin arttığını ve kendilerinin de İran'dan kaçtığını ifade etti. 

"Buzdağının ucunu görüyor insanlar, bir bilseler kadınlar neler yaşıyor İran'da"
Farahani'ye göre görünenler, gerçekte olanların yanında çölde kum tanesi gibi kalıyor. 
"Mahsa Amini'dan sonra başkalarının da öldürüldüğünü savunan Farahani, şunları kaydetti:
"Bizim kızımız da o yaşta. Çok etkilendik. Mahsa'ya yapılanları anlayamıyoruz. Yalvarmış kardeşi, minibüste Mahsa'nın kafasını defalarca koltuğa çarpmışlar. 'Biz garibanız, Tahran'ı gezmeye geldik' demiş kardeşi ama dinlememişler. Gayet normal giyinmiş, neden öldürüldü? Kürt olduğu için mi? Protestolar boyunca birçok kadını öldürdüler. 3 gece önce Hedis Necefi, 6 mermiyle öldürüldü! Bu nasıl bir düşmanlık? Annelerimiz, babalarımız geçmişte bu insanlara inandıklarına bin pişman. DEAŞ gelseydi bunların yaptığı neyi yapmayacaktı ki? DAEŞ'ten farkları yok. Devrim gelmesin, burası paramparça olur diye korkuttular. Buzdağının ucunu görüyor insanlar, bir bilseler kadınlar neler yaşıyor İran'da."

"Devrimin ayak sesleri geliyor"
İran halkın desteğinin ülke geneline yayılmasından duyduğu mutluluğu dile getiren Farahani, "Bir kadına polis müdahalede bulununca, kadını erkeği hep birlikte karşı çıkılıyor. Devrimin ayak sesleri geliyor. İnsanlar artık polisten korkmuyor" yorumunu yaptı.
Farahani'ye göre yaşananlar İran için bir dönüm noktası. Çünkü bu kez geçmiştekinden farklı. Halk korkup sinmiyor, pes etmiyor ve şöyle söylüyor.

Farzane Farahani / Fotoğraf: Farzane Farahani

"Uçağı vurduklarını günlerce kabul etmemişlerdi, aynısını yapıyorlar"
İran'ın 1,5 yıl önce Tahran-Kiev seferini yapmakta olan 176 kişilik yolcu uçağını "yanlışlıkla" düşürdüğünü açıklamasını hatırlatan Farahani, "Uçağı vurduklarını günlerce kabul etmemişlerdi, yine aynısını yapıyorlar. Yaptıklarını kabul etmiyorlar. Birinden bir eşya emanet alsan, zarar gelse gidip özür dilersin. Gencecik bir kızın canı alınıyor, özür dileyen yok, neden ölmüş, ne olmuş açıklayın? Protesto edenleri dövenlere destek çıkıp, hastaneye ziyarete gidiyorsunuz! Birleşmiş Milletler'in toplantısından dönmüşsün, koşa koşa hastaneye gidiyorsun" sözleriyle tepkisini dile getirdi.

"İnsanlar artık her şeyi göze aldı"
43 senedir İran'da bir şeyin değişmediğini ama artık halkın her şeyi göze aldığını belirten Farzane Farahani, "ahlak polisi" olarak anılan irşad devriyelerine de öfkeli:
"Güzelim İran, bu tarihi ülke, o kültürlü insanlar, irşad devriyeleri denen ahlak polisine mi kaldı? Ahlakın polisi mi olur? Başörtüsü ile ahlak ne alaka? Kim diyor başını örten çok ahlaklı da örtmeyen ahlaksız? Böyle insanlar dini daha mı çok sevdi? Sen kimi irşad ettin? İnsanlar sizi mi sevdi? Artık gideceksiniz!"

"Dünya basını desteğini çekerse, İran'daki herkesin canına okunur"
İran'da kadınların yaşadığı "zulmün" dünyaya duyurulmasında Türkiye, ABD, Kanada, İsveç, Almanya başta olmak üzere pek çok ülkenin desteğine dikkati çeken Farahani, bu destek geri çekilirse İran'daki herkesin birer birer canına okunacağını öne sürdü.

"Hepimiz bekliyoruz, bunlar çekip gitsin de dönelim diye!"
Son olarak eğitimli, maddi durumu nispeten iyi, "kalburüstü" olarak ifade edilen kesimin halihazırda İran'ı terk ettiğini ifade eden Farahani, tam tersi olup destek sonuç verir ve molla düzeni yıkılırsa, kendisi dahil çoğu İranlının vatanına döneceğini savundu:
"Okumuş insanlar, parası olanların çoğu zaten ülkeden gitmişti. Ülke eski dönemine, 43 sene öncesindeki haline dönerse, çoğu İranlı da ülkesine döner. İnsan ailesini, toprağını, hatıralarını, ülkesini özlemez mi? Hepimiz bekliyoruz, bunlar çekip gitsin de dönelim diye! Siz gideceksiniz, bizler döneceğiz!" 



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.