İç savaşla Suriye narko-devlete mi dönüştü?

Mayıs ayında Halep’te ele geçirilen Captagon haplarının sevkiyatı (AFP)
Mayıs ayında Halep’te ele geçirilen Captagon haplarının sevkiyatı (AFP)
TT

İç savaşla Suriye narko-devlete mi dönüştü?

Mayıs ayında Halep’te ele geçirilen Captagon haplarının sevkiyatı (AFP)
Mayıs ayında Halep’te ele geçirilen Captagon haplarının sevkiyatı (AFP)

Suriye’de 12. yılına giren yıkıcı iç savaş ülkeyi harabeye çevirdi, haritasını değiştirdi, bölgeleri ayırdı. Ancak Captagon isimli uyuşturucu hap tüm cephe hattını aştı.
Bir zamanlar DEAŞ ile olan ilişkisiyle ün salmış olan Captagon, yalnızca ekonomisi tükenmiş ülkenin Devlet Başkanı Beşşar Esed’in rejimini desteklemekle kalmayıp, onun birçok düşmanını da destekleyen, yasadışı 10 milyar dolarlık bir endüstri yarattı.
Captagon, Suriye’nin kuzeyinden güneyine, rejime bağlı veya muhalif güçlerin kontrolünde olup olmadığına bakılmaksızın çöller ve kıyılardan geçerek, 2011’den beri kanlı bir iç savaşa batmış olan Suriye’yi bir uyuşturucu devletine dönüştürdü ve ekonomisi çöktüğü için komşu Lübnan’da da derin kökler saldı.
AFP’nin resmi verilerden derlenen tahminlere göre, şu anda Suriye’nin açık ara en büyük ihracatı olan Captagon, tüm yasal ihracatları gölgede bırakıyor.
Suriye, Afrika ve Avrupa ülkelerinden geçerek Lübnan ve Irak gibi bölge ülkelerine uzanan bir ağın ana merkezi haline geldi.
Bir dönem dikkat eksikliği, hiperaktivite, narkolepsi, depresyon, epilepsi hastalarına amfetamin ilaçlarına ek olarak reçete edilen ancak kötüye kullanımı nedeniyle 80’li yıllarında üretimi durdurulan Captagon, bugün bölgede üretim, kaçakçılık ve hatta tüketim açısından bir numaralı uyuşturucu haline geldi.
AFP, çoğu isminin gizli kalmasını isteyen 30’dan fazla kaçakçı, Suriye ve diğer ülkelerdeki mevcut ve eski güvenlik görevlilerinin yanı sıra Captagon endüstrisine aşina olan aktivistler ve yerel yetkililerle görüştü.
Lübnan’da Bekaa Vadisi’ndeki bir ücra bölgede yaşayan, büyük anlaşmaların gerçekleşmesine aracılık eden bir kişi AFP’ye sevkiyatları nasıl organize ettiklerini anlattı.
Söz konusu arabulucu AFP’ye yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı;
“Dört veya beş büyük isim ortak oluyor ve hammadde, nakliye ve rüşvet için 10 milyon dolarlık bir sevkiyatın maliyetini paylaşıyor. Maliyet düşük ve kar yüksek. 180 milyon dolar kar getiriyor. 10 sevkiyattan yalnızca biri geçse bile hala kazanan sizsiniz. 50’den fazla barondan oluşan bir grup var. Bunlar büyük bir ağ.”
Arabulucuya göre, uyuşturucu pastasından en büyük payı Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak’a yayılan Bedevi konfederasyonu Beni Halid üyeleri alıyor.
Resmi rakamlara göre, 2021’de Ortadoğu ve ötesinde 400 milyondan fazla hap ele geçirildi ve bu yıl düzenlenen operasyonlarla ele geçirilenler ise bunun üzerine çıktı.
Güvenlik yetkilileri, ele geçirilen her sevkiyat için dokuzunun daha varış noktasına ulaştığını söylüyor.
Captagon hapının fiyatı 1 ila 25 dolar arasında değişiyor. Bu, hap başına 5 dolarlık düşük bir ortalama fiyatla ve beş sevkiyattan yalnızca dördünün ulaşmasıyla bile Captagon’un en az 10 milyar dolarlık bir endüstri olduğu anlamına geliyor.
Güvenlik yetkililerine göre bu ticaretin yüzde 80’i Suriye merkezli olduğundan, Captagon bu ülkenin en önemli ihracatı ve tüm ulusal bütçesinin en az üç katı değerinde.
Narkotik uzmanları, Esed rejiminin kontrolündeki bölgelerin bu ticaretin merkezi olduğunu söylüyor.
Esed’ın savaşı kazanmak için kendisine borçlu olduğu karanlık savaş ağaları ve uzmanların Lübnan sınırındaki ticareti korumada önemli bir rol oynadığını söylediği İran destekli Hizbullah grubu da dahil olmak üzere birçok taraf bundan büyük ölçüde yararlandı.
AFP’ye konuşan eski bir Suriye hükümet danışmanı, “Suriye’nin dövize çok ihtiyacı var ve bu endüstri, hammadde ithal etmekten imalata ve nihayetinde hapları ihraç etmeye kadar gölge bir ekonomi aracılığıyla hazineyi doldurma yeteneğine sahip” dedi.
Suriye’deki eski güvenlik güçleri, kaçakçılar ve uzmanlar da dahil olmak üzere çeşitli kaynaklara göre, birkaç Suriye güvenlik ve askeri teşkilatı bu ticarette yer alıyor.
Bunların en önde geleni, Beşşar Esed’in kardeşi Mahir Esed’e bağlı 4. Tümen.
Captagon endüstrisi hakkında aylar önce bir rapor yayınlayanWashington merkezli Newlines Enstitüsü’nden Caroline Rose, “4. Tümen, Captagon’un Humus ve Lazkiye’de korunmasının yanı sıra Tartus ve Lazkiye limanlarına taşınmasında kilit rol oynadı” dedi.
Kaçakçılık operasyonlarını takip eden bir muhalif eylemci ise, “Captagon üreticileri bazen hammadde doğrudan 4. Tümen’den alıyor, bunlar bazen askeri çantalara yerleştiriliyor” diye konuştu.
4. Tümen, Lübnan ve Suriye arasındaki sınır bölgesinde konuşlanmış en önemli askeri tümendir ve ülkenin batısındaki Lazkiye limanında büyük etkiye sahiptir.
Lübnan-Suriye sınırı, her zaman için her türlü malın kaçakçılığının yapıldığı bir rota oldu.

Captagon davalarını takip eden Lübnanlı bir adli kaynak, Suriye ihtilafının en şiddetli yıllarında özellikle silah kaçakçılığıyla tanınan Vadi Khaled bölgesinin şimdi bu hapların kaçakçılarıyla dolu olduğunu söyledi.
Lübnan’da geçen yıl içinde uyuşturucuya karşı gerçekleşen operasyonlar ile Bekaa bölgesinde laboratuvar sayısı azaldı. Tüccarlar da Suriye toprakları içindeki sınır bölgesine taşındı.
Suriye ve Ürdün arasındaki Cabir-Nasib Sınır Kapısı’nın yeniden açılması ve kaçak geçişlere ek olarak kaçakçılık yollarının genişletilmesi onlara yardımcı oldu.
Ürdün sınırındaki güney Suriye şehirleri Suveyda ve Deraa, diğer önemli kaçakçılık yolları ve aynı zamanda birçok uyuşturucu laboratuvarına ev sahipliği yapıyor.
Suveyda’daki ekonomik bozulma, birçok genci özellikle Captagon olmak üzere, malları depolamak ve kaçakçılık yapmakla uğraşan yerel çetelere katılmaya teşvik etti.
Yerel Karama silahlı grubunun sözcüsü Ebu Timur, “Kaçakçılık, 100’den fazla küçük silahlı çeteyle koordineli olarak çölde yaşayan kabileler tarafından organize ediliyor” dedi.
Boğucu yaptırımlar ve Suriye’de yeniden yapılanma fonları getirecek herhangi bir çözümün olmaması ışığında, savaş tacirleri ağı sihirli çözümü Captagon haplarında buluyor.
Suriye hükümetinin eski danışmanı şunları söyledi;
“Captagon rejim, muhalefet, Kürtler ve DEAŞ olmak üzere çatışmanın tüm taraflarını bir araya getirdi.”
Türkiye destekli grupların kontrol alanlarındaki bir kaçakçı, “Humus ve Şam’da hapları 4. Tümen depolarından alan insanlarla çalışıyorum. Benim işim hapları buraya dağıtmak ya da muhalif gruplarla koordineli olarak yurtdışına göndermek. Bu iş aynı zamanda çok tehlikeli ve çok kolay” diye konuştu.

Kaçakçı, Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib yerleşim bölgesine hakim Heyetu Tahriru’ş Şam grubunun liderlerine de hap sattığını söyledi.
Ayrıca, “Bölge muhalif gruplarla dolu. Burası bir orman, orada herkes aç ve yemek yemek istiyor” dedi.
Bölgedeki yeni captagon liderinin, Suriye Milli Ordusu (SMO) bünyesinde faaliyet gösteren Sultan Murad Tümeni’nde bir komutan olan Ebu Velid Ezza olduğunu öne sürdü ve “Eskiden Humus’ta bulunduğu için 4. Tümen ile çok iyi ilişkileri var” dedi.

Grup, AFP’ye gönderdiği açıklamada uyuşturucu ticaretiyle ilişkili olmadıklarını belirtti.
Kimyasalların ötesinde, bir captagon laboratuvarı için en büyük yatırım, bir tablet presi veya şekerleme makinesidir.
Kimyasal öncüler temin edildikten sonra, nispeten ilkel ekipmanlara sahip bir captagon üretim laboratuvarı kurmak sadece 48 saat sürüyor.
Bu, Captagon laboratuvarlarının maruz kaldıkları herhangi bir baskından kısa bir süre sonra çalışmalarına devam edebilecekleri anlamına geliyor.

Suriye’deki bir ilaç fabrikasında çalışan bir kişi, “Suriyeli yetkililer zaman zaman sevkiyatlara el konulduğunu veya depolara baskın yapıldığını duyursa da, bu oyundan başka bir şey değil” yorumunda bulundu.
Lübnan güvenlik ve askeri teşkilatları ise, Captagon kaçakçılığının takibini teşvik etseler de, mevcut ekonomik çöküşün ışığında sınırlı bütçeleri çalışmalarını engelliyor.
Suudi Arabistan gümrüğü ve polisi, Captagon ile son teknoloji algılama teknolojisi ve köpek birimleriyle nasıl mücadele ettiklerini ortaya çıkaran videolar paylaşıyor.
Ancak bölgedeki üst düzey güvenlik ve yargı yetkilileri AFP’ye, kaçakçıların her zaman bir adım önde olduklarını söyledi.
Üst düzey bir Lübnanlı yetkili, “Özellikle cömertçe rüşvet dağıttıkları ve denizcilik şirketlerinde işbirlikçileri olduğu için kimse onları (tüccarları) hapse atmak istemiyor” dedi.
Lübnan’da yerel medya, Bekaa bölgesinden büyük bir imparatorluk yönetmekle suçlanan işadamı Hasan Dekko’yu ‘Captagon Kralı’ olarak nitelendirdi.
Ancak her iki ülkede de üst düzey siyasi bağlantıları olan iki uluslu bir şirket olan Dekko, büyük ölçekte Captagon hapların ele geçirmelerinin ardından geçen yıl Nisan ayında tutuklandı.
Dekko, uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgisi olduğunu reddetti.
Ancak Lübnan’daki narkotik birimleri, Ürdün’deki bir pestisit fabrikası, Suriye’deki bir araba galerisi ve bir tanker filosu da dahil olmak üzere sahip olduğu bazı işletmelerin uyuşturucu ticareti için bir paravan olduğunu iddia etti.

Suriye’de ise çeşitli kaynaklar, ABD yaptırımları altındaki Suriyeli milletvekili Amer Khiti’nin Captagon kaçakçılığı alanında önemli bir isim olduğunu belirtti
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), “Khiti captagon kaçakçılığına karışıyor” ifadesini kullandı.
Risk danışmanlık şirketi COAR’da Suriye analizlerinden sorumlu Ian Larson, AFP’ye Şam hükümetinin ekonomi alanında fazla seçeneği olmadığını söyledi.
Larson, “Suriye bilinçli tercihle Captagon üretiminin dünya çapındaki merkezi oldu. Yine de Captagon sanayisini Beşşar Esed’e doğrudan bağlayan kesin delil yoktur ama zaten bulmamıza da gerek yoktur” diye ekledi.

Captagon’dan gelen dolarlar, üst düzey Suriyeli yetkililer, varlıklı mülk sahipleri, kaçakçılar, işsiz gençler veya bunların imalatı ve kaçakçılığında çalışan köylüler ve mültecilere kadar dağıtılıyor.
Eylül 2020’de ABD Temsilciler Meclisi, İngilizce ‘CAPTAGON’ olarak kısaltılan Esed’in Uyuşturucu Kaçakçılığı ve Stokçuluğuyla Mücadele Yasasını kabul etti.
Captagon endüstrisi, Suriye ihtilafındaki birçok taraf arasında ortak payda olmasına ve Suriye sınırlarının ötesine geçmesine rağmen, henüz emekleme aşamasındadır.



Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
TT

Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

Eski anlaşmalardan ve erken sözleşmelerden modern devlet yönetiminin karmaşık sanatına kadar diplomasi, güç, çıkarlar ve uzlaşılardan etkilenmiştir. Başlıca geleneklerinden biri, “gerçekçilik”tir; yani devletler öncelikle kendi güvenlikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler, ahlaki veya idealist hedefler için değil.

 

Bu bağlamda, bazılarının “gerçekçilik” diplomasisi olarak adlandırdığı şey yeni bir icat değildir; tarihe derinden kök salmıştır. Odak noktası, toprak, kaynaklar, güvenlik garantileri ve ekonomik anlaşmalar gibi somut kazanımlardır.

ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor. Destekçileri bu tür adımları pratik ve sonuç odaklı olarak görüp överken, diğerleri bunların uzun vadeli sonuçları, bölgesel dinamikleri, ahlaki ikilemleri ve istikrarı göz ardı eden bir diplomasiye yol açabileceğinden endişe ediyor.

Ekim ayında İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlandı. ABD'deki birçok kişi, bundan doğan diplomatik atılımı hemen ABD liderliğindeki diplomasinin somut bir sonucu olarak karşıladı. Şarm el-Şeyh'te düzenlenen zirveye Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi eş başkanlık etti ve birçok ülkeyi bir araya getirdi. Anlaşmanın pragmatik doğasını vurgulayan hedefleri, ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve acil insani yardım sağlanması gibi görünüyordu.

Kasım ayında da Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaş için 28 maddelik bir barış planı önerdiği yönünde haberler çıktı. Taslak, Kırım, Luhansk ve Donetsk üzerindeki Rus kontrolünün tanınması, diğer bölgelerdeki çatışmaların dondurulması, Ukrayna ordusunun sayısının sınırlandırılması ve Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının engellenmesi gibi oldukça tartışmalı maddeler içeriyordu.

Avrupalı müttefikler, planın kilit unsurlarına, özellikle de Ukrayna'nın egemenliğini zayıflatacak, onu yeniden Rus saldırganlığına karşı savunmasız bırakacak veya NATO'dan dışlayacak önerilere şiddetle karşı çıktı.

Haberler ayrıca, bazı önerilerin ABD desteği karşılığında Ukrayna'nın maden kaynaklarına, altyapı haklarına ve ihracat lisanslarına erişim gibi ekonomik koşullar içerdiğine de işaret ediyor.

Bu tür müzakereler – barış ve ekonomik koşullar karşılığında kapsamlı toprak ve askeri tavizler – birçok kişinin cüretkar koşullar, güçlü bir düşman lehine açık yanlılık göz önüne alındığında, yeni olarak değerlendirdiği takasa dayanan gerçekçi bir diplomasi örneğidir. Rusya, Avrupa, müttefiklerin ikinci plana itilmesi ve Ukrayna'ya bir anlaşmayı kabul etmesi için yapılan baskı, eleştirmenler tarafından barış yapma kılıfına bürünmüş zorlayıcı takas diplomasisi olarak görülüyor.

Analistler, “Önce ABD” bayrağı altında yürütülen bu diplomasinin uzun süredir devam eden ittifakları sarstığı ve Avrupa'nın kendisini giderek daha fazla ikinci plana itildiği hissine kapılmasına neden olduğu konusunda uyarıyor. Avrupalı liderler de ABD liderliğindeki Ukrayna müzakerelerinin yeterli Avrupa katılımı veya istişaresi olmadan ilerleyebileceğinden endişe duyduklarını dile getirdiler.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeni destekleyen kolektif diplomatik normları – çok taraflılık, ortak değerler, kurumsal iş birliği ve egemenlik ile insan haklarına bağlılık üzerine kurulu normları – zayıflattığını savunuyor.

Peki takas diplomasisi tarihsel olarak belgelenmişken, bazı yorumcular Trump'ın yaklaşımını neden yeni veya istisnaiymiş gibi ele alıyor? Yeni görünen husus, kurumsal süreklilik ve ortaklıktan ziyade, belki de kısa vadeli kazanımlar ve kişisel güç tarafından yönlendirilen, daha tek taraflı, sıfır toplamlı, yukarıdan dikte edilen bir versiyon olmasıdır. Geleneksel diplomasi – hatta gerçekçi politika bile – genellikle kapalı kapılar ardında yürütülürken, arka kanal diplomasisi farklı bir hikayedir. Trump döneminde, anlaşmalar, teklifler ve hatta müzakere pozisyonları genellikle tamamen aleni ve duyurulmuştur. Bu şeffaflık, diplomasinin takasçı doğasını daha belirgin hale getiriyor ve bazen daha muğlak diplomasiye alışmış izleyiciler için şok edici olabiliyor.

Ukrayna için önemli toprak ve stratejik tavizler içeren barış planı taslağı, Ukrayna'nın maden ve altyapı haklarından yararlanmayı öngörüyor. Dolayısıyla Ukrayna planı da ABD liderliğindeki bir planın parçası olarak Gazze'yi “kontrol etme” ve yeniden geliştirme yönündeki radikal plan da kademeli diplomatik anlaşmalar değil. Bunlar büyük ölçekli ve kapsamlı olup, egemenlik, adalet ve güç dengesizlikleri hakkında temel soruları gündeme getiriyor.

Diplomasi giderek daha çok kişiye dayalı hale geldi; bu modern diplomaside bir eğilimdir, ancak Trump döneminde bu konuda aşırıya kaçıldı. Anlaşmalar genellikle kurumlara veya kurum odaklı çok taraflılığa değil, bizzat Trump'a bağlı. Bu istikrarsızlığı artırıyor; zira lider değişirse, anlaşmalar değişebilir ve onları destekleyen güven ortadan kaybolabilir. Gözlemciler, modern diplomasinin güç yapıları, teknoloji, medya ve devlet dışı aktörlerdeki değişiklikler nedeniyle bir dönüşüm geçirdiğini belirtiyor, ancak Trump modeli kişisel etkiyi vurguluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası diplomasi büyük ölçüde, kolektif kurumlar, egemenliğe saygı, insan hakları, uluslararası hukuk ve ittifaklar (NATO gibi) vb. kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurmaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre eleştirmenler, Trump'ın yaklaşımının diplomasiyi kaba pazarlık, takas mantığı ve bazen asimetrik güç etrafında yeniden odakladığını ve potansiyel olarak kolektif diplomasiyi destekleyen normları ve güveni aşındırdığını savunuyor.

Bu nedenle, takas diplomasisinin ardındaki mantık yeni olmasa da biçimi, açıklığı, kapsamı ve normatif etkileri birçok kişiye göre modern diplomatik uygulamalardan önemli bir sapma gibi görünüyor. Birçok gözlemci için yeni olan da budur.

Trump döneminde görüldüğü gibi daha agresif ve tepkisel bir diplomasi benimsemek kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir, ancak aynı zamanda ciddi uzun vadeli riskler de taşıyabilir.

Takas diplomasisi -özellikle güçlü bir lider tarafından yönetildiğinde- çıkmazlar devam etse de anlaşma için tarafları zorlayabilir. Gazze ateşkesi birçokları tarafından hızlı ve güçlü diplomasinin bir başarısı olarak gösteriliyor.

Siyasi gerçekçiliğin bazen yardımı veya desteği ekonomik anlaşmalar ve stratejik uyum gibi somut getirilerle ilişkilendirmeye sevk ettiği dikkatleri çekiyor. Güçlü devletler, stratejik veya ekonomik çıkarları için hayati önem taşıyan uzun vadeli avantajlar elde edebilirler; kaynaklar, etki ve erişim gibi.

Kaotik ve hızla değişen jeopolitik bağlamlarda (savaşlar, değişen ittifaklar ve kaynaklar için rekabet), takas diplomasisi, yavaş ilerleyen kurumsal diplomasiden daha uyarlanabilir olabilir.

Öte yandan, müttefikler kendilerini ikinci plana itilmiş veya sömürülmüş hissedebilir; bu da ittifakların zayıflamasına, parçalanmasına veya muhalefete yol açabilir. Örneğin, Avrupalı ​​liderler, Ukrayna için önerilen ABD barış planının bazı hükümlerine karşı çıktılar.

Adalet ve haklar yerine güce odaklanan anlaşmalar (toprak tavizleri, kaynakların kontrolü ve askeri kısıtlamalar) kızgınlığa yol açabilir, eşitsizlik yaratabilir ve bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Ukrayna planında önerilen toprak tavizleri ve askeri şartlar, egemenlik ve gelecekte güvenlik konusunda ciddi endişeler doğuruyor.

Eğer büyük güçler giderek çok taraflı kurumların ve normların üstünden atlayıp, bunun yerine ikili anlaşmalara ve kişisel diplomasiye yönelirse, küresel kurumlar -kurallara dayalı uluslararası düzen- meşruiyetini ve etkinliğini kaybedebilir. Bu durum, özellikle daha küçük ve zayıf devletler için küresel iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Bireylere, siyasi döngülere veya kısa vadeli çıkarlara bağlı anlaşmalar kırılgandır. Yeni bir liderin ortaya çıkması, iç politikada bir değişim veya farklı bir küresel bağlam, anlaşmaları hızla alt üst edebilir ve uzun vadeli istikrarı baltalayabilir.

Güç ve çıkarlara odaklanan diplomatik anlaşmalar, insan hakları, adalet, kendi kaderini tayin etme ve egemenlik gibi değerleri zayıflatabilir. Zamanla bu, bir devletin ahlaki duruşuna ve yumuşak gücüne zarar vererek gelecekteki iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Eğer güçlü devletler giderek daha agresif, çıkar odaklı diplomasiye dönerse, savaş sonrası düzenin bir dizi özelliği -müttefikler arasındaki güven, kurumların ve ortak normların meşruiyeti ve insan haklarına veya toprak bütünlüğüne bağlılık- aşınabilir. Zamanla bu, diplomasinin pazarlık aracı haline geldiği, ittifakların hızla değiştiği ve gücün haktan üstün geldiği daha çalkantılı ve parçalanmış bir dünyaya yol açabilir.

Bu, kurumların ortadan kalkması anlamına gelmez, ancak onları marjinalleştirebilir, zayıflatabilir veya yalnızca ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilir hale getirebilir. Yeni ve daha katı diplomasi biçimleri hakim olabilir; anlaşmalar etki, kaynaklar, güç dengesizlikleri ve anlık imtiyazlara dayanabilir. Böyle bir dünya, daha güçlü devletleri destekleyebilir, daha küçük devletleri zayıflatabilir ve küresel zorluklar (iklim, göç, salgın hastalıklar, nükleer silah kontrolü vb.) konusunda çok taraflı iş birliği alanını daraltabilir.

Aynı zamanda, üzerinde anlaşmaya varılmış normların azaldığı bir dünyada, öngörülemezlik artar. Bu, çatışmaları şiddetlendirebilir, istikrarı zayıflatabilir ve diplomatik güvenin yeniden inşasını daha da zorlaştırabilir. Genel olarak takasa dayalı anlaşmalar kısa vadeli faydalar sağlayabilir, ancak aynı zamanda adaletsizliği pekiştirebilir, kızgınlığı körükleyebilir ve pazarlıklar, zorlama ve çatışma döngüleri yaratabilir.

Özünde, takas diplomasisinin mantığı yeni değil. Ancak Trump döneminde yeni olan husus, bu diplomasinin ölçeği, açıklığı, cesareti ve kişiselleştirilmesidir; yani aleni pazarlıklar, yüksek riskli anlaşmalar, bölgesel ve kaynaklara dayalı müzakereler, tasavvur edilmiş kazanımlar için ittifakları yeniden şekillendirme veya normları parçalama isteğidir.

Bu eğilimin kalıcı hale gelip gelmeyeceği ve küresel düzeni güçlendirip güçlendirmeyeceği büyük ölçüde liderlerin, devletlerin ve küresel kurumların gelecekte nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Çok taraflı normlar ve kurumlar zayıflarsa, diplomasinin kolektif normlar, istikrar ve iş birliği alanı olmaktan ziyade güç, kaynak ve anlaşmalar için bir pazar yeri haline geldiği bir dünya görebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
TT

İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)

İsrail makamlarına bağlı iş makineleri, bugün Doğu Kudüs’te ruhsatsız inşa edildiği gerekçesiyle dört katlı bir binanın yıkımına başladı. Binada 100’den fazla Filistinlinin yaşadığı belirtilirken, sakinler yıkımı ‘bir felaket’ olarak nitelendirdi. İnsan hakları örgütleri ise bunun 2025 yılı içinde gerçekleştirilen en büyük yıkım olduğunu açıkladı.

Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı kınayarak, bunun ‘zorla yerinden etme politikası’ kapsamında değerlendirildiğini bildirdi.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Eski Şehir yakınlarında yer alan Silvan beldesindeki mahalleye, İsrail polisinin oluşturduğu güvenlik kordonu eşliğinde üç iş makinesi girdi. Makineler, aralarında kadınlar, çocuklar ve yaşlıların da bulunduğu 10’dan fazla ailenin yaşadığı binayı yıkmaya başladı.

Binada eşi ve beş çocuğuyla birlikte yaşayan Iyd Şavar, yıkımın ‘tüm sakinler için bir trajedi’ olduğunu söyledi.

67yuı
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (AFP)

Şavar, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Kapıyı biz uyurken kırdılar. Kıyafetlerimizi değiştirmemizi ve sadece gerekli evrak ve belgeleri almamızı istediler, eşyalarımızı çıkarmamıza izin vermediler” dedi. Gidecek bir yeri olmadığını belirten Şavar, yedi kişilik ailesinin araçta kalmak zorunda olduğunu söyledi.

AFP muhabirleri, bina sakinlerinin gözleri önünde üç buldozerin yıkım çalışmalarını sürdürdüğünü aktardı. Yıkımı izleyen bir kadın, yaşadığı acı ve çaresizlikle “Burası benim yatak odam” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler, ciddi bir konut kriziyle karşı karşıya bulunuyor. İsrail’e bağlı belediye, Filistinlilere çok sınırlı sayıda inşaat izni verirken, bu izinlerin nüfus artışıyla uyumlu olmadığı belirtiliyor.

Filistinliler ve insan hakları savunucuları, bu kısıtlamaların demografik büyümeyi dikkate almadığını ve konut yetersizliğine yol açtığını vurguluyor.

sdfgt
Yıkıma katılan İsrail buldozerleri (EPA)

İsrail makamları, Doğu Kudüs ve işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinliler tarafından inşa edilen yapılar için düzenli olarak yıkım operasyonları gerçekleştiriyor.

Filistinliler, Doğu Kudüs’ü gelecekte kurulacak devletlerinin başkenti olarak talep ederken, İsrail kentin tamamını kendi başkenti olarak görüyor.

Doğu Kudüs’te 360 binden fazla Filistinli yaşarken, bölgede yaklaşık 230 bin İsrailli bulunuyor.

Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı ‘savaş suçu ve insanlığa karşı suç’ olarak nitelendirdi. Açıklamada, bu uygulamaların, Filistinli vatandaşları zorla yerinden etmeyi ve Kudüs kentini asli sakinlerinden arındırmayı hedefleyen sistematik bir politikanın parçası olduğu ifade edildi.

cdfrgt
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (Reuters)

İsrailli insan hakları örgütleri Ir Amim ve Bimkom, ortak açıklamalarında, binanın ‘önceden herhangi bir uyarı yapılmaksızın’ yıkılmaya başlandığını bildirdi. Açıklamada, yıkımın, ailelerin avukatları ile Kudüs Belediyesi’nden bir yetkili arasında, ‘binanın statüsünün düzenlenmesine yönelik olası adımların ele alınacağı’ planlı bir toplantıdan sadece saatler önce gerçekleştirildiği vurgulandı.

Örgütlere göre bu yıkım, ‘2025 yılı içinde Kudüs’te gerçekleştirilen en büyük yıkım operasyonu’ niteliğini taşıyor. Açıklamada ayrıca, bu yıl Doğu Kudüs’te yaklaşık 100 ailenin evsiz kaldığı belirtildi.

AFP’nin sorularına yanıt veren İsrail’e bağlı Kudüs Belediyesi ise binanın ‘ruhsatsız inşa edildiğini’ ve yapı hakkında 2014 yılından bu yana geçerli bir yargı kararı bulunduğunu açıkladı. Belediye, binanın üzerinde bulunduğu arazinin ‘eğlence ve spor amaçlı’ olarak sınıflandırıldığını, konut alanı olmadığını da kaydetti.


İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
TT

İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Iraklı yetkililer son günlerde, İsrail tarafından hazırlanmış son derece ayrıntılı bir güvenlik veri tabanını teslim aldı. Batılı bir istihbarat servisi üzerinden iletilen dosya; silahlı Iraklı gruplara ilişkin liderlik yapıları, askerî organizasyonlar, mali ağlar ve bu yapılara bağlı devlet kurumları hakkında geniş bilgiler içeriyor.

Kaynaklar, verilerin hacmi ve doğruluk düzeyinin Iraklı yetkilileri şaşırttığını ve olası bir askerî harekâta yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşıdığını aktardı.

Dosyanın teslimi, Irak’a yakın dost bir Arap ülkenin Bağdat’ı uyardığı süreçle eş zamanlı gerçekleşti. Söz konusu ülke, İsrail’in, ABD’nin “yeşil ışık” yaktığı bir askerî operasyon seçeneğini açıkça konuştuğunu iletti. Washington’ın, devlet dışı silahlı yapılara ilişkin sabrının azaldığı belirtiliyor. Bir Iraklı yetkili de, bu mesajların Bağdat’a ulaştığını doğruladı.

Bilgilere göre muhtemel saldırılar; eğitim kampları, füze ve İHA depoları ile bu gruplar ve Haşdi Şabi’ye bağlı finansal ve askerî etki sahibi kurum ve kişileri hedef alacaktı.

Bu gelişmeler, Irak’taki Şii ittifakı “Koordinasyon Çerçevesi” içinde silahın devlet tekelinde toplanması yönünde hızlanan tartışmaları tetikledi. İlk aşamada ağır silahların teslimi ve bazı stratejik üslerin tasfiyesi gibi seçenekler masaya geldi. Ancak uygulamanın kim tarafından yürütüleceği ve güvenlik garantilerinin nasıl sağlanacağı konularında görüş ayrılıkları sürüyor.

Öte yandan, ABD yönetimi güvenlik iş birliğini, silahlı grupların operasyonel kabiliyetlerinin kaldırılmasına dair bağlayıcı bir takvim şartına bağladı.

Bölgesel düzeyde ise NBC News’in haberine göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın balistik füze programındaki genişleme risklerini aktaracak ve yeni saldırı seçeneklerini görüşecek.