Biden karbon emisyonlarını düşürme sözü vererek, dünyayı ‘iklim krizi’ ile mücadele etmeye çağırdı

Biden Sisi ile görüşerek, Mısır'da temiz enerjiyi desteklemek için yarım milyar dolarlık bir anlaşmanın duyurusunu yaptı

Biden'in konuşmasını dinleyen seyircilerin bir kısmı (Şarku'l Avsat)
Biden'in konuşmasını dinleyen seyircilerin bir kısmı (Şarku'l Avsat)
TT

Biden karbon emisyonlarını düşürme sözü vererek, dünyayı ‘iklim krizi’ ile mücadele etmeye çağırdı

Biden'in konuşmasını dinleyen seyircilerin bir kısmı (Şarku'l Avsat)
Biden'in konuşmasını dinleyen seyircilerin bir kısmı (Şarku'l Avsat)

ABD Başkanı Joe Biden, ülkesinin 2030 yılına kadar karbon emisyonlarını düşürme hedeflerini gerçekleştireceğine söz vererek, dünya ülkelerini ‘gezegendeki yaşamı tehdit eden iklim krizi’ ile mücadele etmek için daha fazla çaba göstermeye davet etti.
ABD Başkanı dün, Mısır’ın Şarm eş-Şeyh kentinde düzenlenen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 27. Taraflar Konferansı’nda (COP 27) konuşma yaptı. Ana salon, özellikle ABD’nin ikinci en büyük karbon emisyonu kaynağı olmasından ötürü iklim politikasını öğrenmek isteyen katılımcılarla doluydu.
Biden, konuşmasının başında ABD'nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesinden dolayı özür dileyerek, göreve gelir gelmez anlaşmaya geri dönme kararı aldığına işaret etti. Ülkesinin iklim değişikliğiyle mücadele etmeye yönelik uluslararası çabaları harekete geçirmek için çalıştığını belirtti ve dünya ülkelerini iklim sorunuyla ‘acilen’ ilgilenmeye çağırdı. Biden’ın selefi Donald Trump, 2017 yılında Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmişti.
İklim krizini ekonomi ve insan güvenliği ile ilişkilendiren Biden, “İklim krizi, insan güvenliği, ulusal güvenlik ve bir bütün olarak gezegenin yaşamı ile ilgilidir” dedi. Biden ‘iyi bir iklim politikasının iyi bir ekonomi politikasına bağlı olduğunu’ belirtti. Ülkesinin, 2030 yılına kadar karbon emisyonlarını 2005 seviyelerinin yüzde 50-52 kadar altına çekme hedefine ulaşmak için doğru yolda olduğuna dikkat çekti. Yönetimi tarafından kabul edilen bir yasanın ‘ABD hükümetinin temiz enerjiye yaptığı en büyük yatırım sayıldığını’ vurguladı.
Biden, ‘bu alanda planlanan hedeflere ulaşmak için tüm dünya ülkelerinin iklim konferansı sırasında daha fazla çaba göstermesi gerektiğini’ belirterek, ‘ülkesinin iklim değişiklikleri karşısında mücadele etmeye devam edeceğini’ kaydetti. Biden, temiz yatırıma yönelme ve metan emisyonlarının azaltılması da dahil olmak üzere yönetiminin bu alanda attığı bir dizi adıma işaret etti.

Biden, ‘gelişmekte olan ülkeleri iklim konularında destekleyebilecek ve enerji geçiş sürecini kolaylaştırabilecek ülkelerin sorumluluğuna’ dikkatİ çekti.
Biden, Mısır'da temiz enerjiyi desteklemek için 500 milyon dolarlık bir anlaşmanın duyurusunu yaptı. Biden “ABD, Almanya ve Avrupa Birliği (AB) ile birlikte bu anlaşma üzerinde çalışacak. Anlaşma Mısır'ın 2030 yılına kadar 10 gigawatt yenilenebilir enerji dağıtmasını ve 5 gigawattlık verimsiz gazla çalışan tesisleri devre dışı bırakmasını sağlayacak. Bu da Mısır ve enerji sektöründeki karbon emisyonlarını yüzde 10 azaltmaya yardımcı olacak” ifadelerini kullanarak ‘bu projelerin Mısır'ın iklim alanındaki ulusal hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunacağını’ belirtti.
ABD Başkanı, Afrika kıtasındaki ülkelerin tanık olduğu iklim değişikliğinin sonuçlarından biri olan kuraklık dalgalarına da dikkati çekerek, bunların ülkelerin zayıflamasına ve gıda güvenliklerinin etkilenmesine sebep olduğunu belirtti. Ülkesinin ‘Afrika'ya, uyum seviyesini desteklemek için 150 milyon dolar sağlayacağına’ dikkati çekti.
ABD Başkanı, Rusya-Ukrayna savaşının, küresel düzeyde gıda ve enerji krizlerini kötüleştirdiği için 'dünyanın fosil yakıtlara bağımlılığını acilen bırakması gerektiğini gösterdiğini' söyledi.

Biden, Sisi ile görüştü
Konuşma yapmak için Şarm eş-Şeyh’e birkaç saatliğine giden Biden, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) Zirvesi’ne katılmak için Kamboçya'ya ve ardından G20 Zirvesi’ne katılmak için Endonezya'ya gitmek üzere ülkeden ayrılmadan önce Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile görüştü.
ABD Başkanı konuşmasını yapmadan önce Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile ikili görüşmelerde bulundu. Mısır Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Bessam Radi, Cumhurbaşkanı Sisi'nin söz konusu görüşmede ‘iki ülke arasındaki kapsamlı stratejik ortaklık ilişkilerine ve bunların Ortadoğu'da güvenlik ve istikrarı desteklemedeki önemli rolüne’ vurgu yaptığını söyledi. Sisi’nin ‘çeşitli siyasi ve güvenlik dosyaları ve bölgesel konularda iki taraf arasındaki koordinasyonu ve istişareyi geliştirme arzusunu dile getirdiğini’ kaydetti. Ayrıca ‘karşılıklı saygı ve ortak çıkarlar çerçevesinde çeşitli ikili iş birliği alanlarında bu ortaklığı artırmaya ve güçlendirmeye devam etme arzusundan bahsettiğini’ bildirdi.
Sözcü açıklamasının devamında ‘ABD Başkanı’nın iki ülke arasındaki ilişkilerin gücü ve sağlamlığına vurgu yaparak, ABD’nin Mısır'ı bölgede güvenebileceği güçlü bir dost ve müttefik olarak gördüğünü söylediğini’ belirtti. Ayrıca ‘Mısır'ın siyasi ağırlığı, bölgesel çevresindeki dengeleyici rolü ve Sisi liderliğinde tüm bölge halkları için istikrarın sağlanmasına katkısı ışığında, bütün bölgesel ve uluslararası konularda koordinasyonu ve ortak istişareyi yoğunlaştırma arzusunu dile getirdiğini’ kaydetti.

Nahda Barajı
Toplantıda Nahda Barajı konusuna da değinildi. Sözcüye göre Sisi, ‘tüm tarafların ortak çıkarlarını sağlamak için uluslararası hukuk ilkeleri doğrultusunda Mısır'ın su güvenliğini garanti altına alacak şekilde barajı doldurmak ve işletmek için bağlayıcı bir hukuki anlaşmaya vararak, ülkesinin mevcut ve gelecek nesiller için su güvenliğini korumaya kararlı olduğunun’ altını çizdi. Ayrıca ABD’nin ‘bu sorunun çözümünde etkili bir rol üstlenmesinin önemine’ değindi.

Filistin-İsrail dosyası
Görüşmede Filistin meselesine ilişkin gelişmeler de ele alındı. ABD Başkanı, Mısır'ın bu konuda, özellikle de Filistin ve İsrail tarafları arasındaki ateşkesi koruma konusunda gösterdiği 'kararlı ve önemli' çabaları övdü. Sözcüye göre Sisi, ülkesinin 'uluslararası anlaşmalara göre Filistin halkının haklarını garanti eden adil ve kapsamlı bir çözüme ulaşmayı amaçlayan kararlı tutumunun' altını çizdi.

Terörle mücadele
'Terörizm ve radikal ideolojiler' ile mücadele konusuna gelince, Mısır Cumhurbaşkanı, ‘Mısır devletinin bu bela ile mücadele etmek ve güvenlik ve fikir açısından oluşturduğu tehdidi yok etmek için yoğun çabalarını sürdürme konusundaki kararlı iradesini' vurguladı. ‘Mısır'ın bu konudaki kararlı çabalarının başarısını’ öven ABD Başkanı, ‘terörizm ve radikal ideolojilerle mücadelede sırtındaki yüklere’ işaret ederek ‘ABD yönetiminin, sınır ötesi terörizm sorununa karşı koymada merkezi bir ortak olarak Mısır'ın çabalarına destek verdiğinden’ söz etti.
Mısır Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, Sisi ve Biden’ın bölgesel ve uluslararası bir dizi mesele ve özellikle de Rusya-Ukrayna krizi ile bunun gıda ve enerji sektörü başta olmak üzere çeşitli alanlarda küresel düzeyde oluşturduğu olumsuz etkiler hakkında görüş alışverişinde bulunduklarını kaydetti. Ayrıca ‘Libya, Yemen ve Suriye’deki gelişmeleri tartıştıklarını’ da belirtti. Son olarak ‘Cumhurbaşkanı Sisi’nin bu krizlerde siyasi çözüme ulaşmanın temel olarak ulus devlet anlayışının pekiştirilmesine ve bölgedeki paralı askerlerin ve yabancı milislerin varlığına son verilmesine bağlı olduğunu vurguladığını’ bildirdi.



Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?
TT

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, dün Washington'un küresel rolüne ilişkin bakış açısında derin dönüşümü yansıtan, uzun zamandır beklenen yeni bir stratejiyi duyurdu. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana hakim olan ve “tek süper güç” konumunu korumaya dayanan geleneksel model yerine belge, ABD'nin odağının, yönetimin doğrudan çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı gördüğü bölgelere, özellikle de Latin Amerika bölgesine ve göç meselesine kayacağını ortaya koyuyor.

Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Trump'ın, daha önceki yönetimlerinkinden kökten farklı, “Önce ABD” sloganına dayanan, uluslararası sistemin artık dünyanın her bölgesinde geniş bir Amerikan katılımı politikasına izin vermediği inancını temel alan bir vizyon benimsediğini gösteriyor. Belge, Çin'i göz ardı etmeyip, en büyük rakip olarak görse de son dönemdeki Amerikan stratejilerine hâkim olan geleneksel “Asya'ya odaklanma” yaklaşımından uzaklaşıyor.

Trump, belgenin girişinde, “Yaptığımız her şeyde ABD'yi ön planda tutuyoruz” ifadesini kullandı. Belge, bu stratejinin uluslararası ilişkiler ve ittifakların kökten yeniden değerlendirilmesini gerektirdiğini de belirtiyor. Amaç artık geniş kapsamlı bir liberal dünya düzenini desteklemek değil, dış yükleri azaltıp “doğrudan gelir” alanlarına yoğunlaşarak Amerikan gücünü korumak. Belge ayrıca, “kitlesel göç çağının sona ermesi gerektiğini” ve ABD sınırlarına doğru göçü engellemek için Avrupa ve Latin Amerika içinde adımlar atacağını da vurguluyor.

Geleneksel Amerikan söyleminden açık bir şekilde kopan strateji, “ABD'nin meşum küresel egemenlik ilkesini sürdürmeyi reddettiğini” vurguluyor. Bu açıklama, son Amerikan belgelerinde eşi benzeri görülmemiş bir şey, zira küresel hegemonyayı sürdürmenin maliyetlerinin fahiş ve sürdürülemez hale geldiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.

Strateji, Washington'un başta Çin ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin aşırı nüfuz kazanmasını önlemek için çalışacağını ifade ediyor, ancak bunun “dünyanın tüm büyük ve orta güçlerinin nüfuzunu sınırlamak için kan dökeceği ve servet harcayacağı anlamına gelmediğini” vurguluyor.

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm

Belge, son on yıllardaki en önemli askeri dönüşümlerden birini içeriyor ve kaynakları Batı Yarımküre'ye yönlendirirken, “acil tehditlerle başa çıkmak için küresel askeri duruşumuzu revize etme” sözü veriyor. Bu, Ortadoğu gibi bir zamanlar hayati önem taşıyan bölgelere olan Amerikan ilgisinin fiilen azalması anlamına geliyor.

Stratejik belgenin temel küresel meseleler hakkındaki duruşu şöyle:

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters) ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters)

Avrupa: Müttefik bir bölge, ancak eşi görülmemiş eleştirilerin konusu

Belge, Avrupa'ya yönelik sert bir dil kullanıyor; bu dil, önceki ABD ulusal güvenlik belgelerinde nadiren kullanılmıştır. Avrupa'nın göç nedeniyle “kültürel erozyon” ile karşı karşıya olduğunu iddia ediyor ki bu söylem, Avrupa aşırı sağının söylemine çok benziyor. Belge, bazı Avrupa ülkelerinin on yıllar içinde “Avrupalı ​​olmayan çoğunluk” haline gelebileceğine ve bunun kıtanın demografik ve siyasi doğasını değiştirebileceğine işaret ediyor.

Belge, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirilmesi” çağrısında bulunuyor; bu ifade, milliyetçi ve sağcı partilerin lehine Avrupa'daki iç siyasi tartışmalara doğrudan müdahaleyi yansıtıyor. Avrupa'da aşırı sağ söylemlere getirilen kısıtlamalara atıfta bulunarak, “ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını” eleştiriyor. NATO’nun genişlemesine karşı çıkışını yineliyor ve bu da Rusya ile savaş halindeki Ukrayna'nın ittifaka katılma umutlarını suya düşürüyor.

Strateji, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi nedeniyle Avrupa'nın küresel ekonomideki payının azalmasının “daha karanlık bir olasılığın, Avrupa medeniyetinin aşınmasının” habercisi olduğunu savunuyor. Güçlü tepkiler içeren bir duruş ile Almanya, “dışarıdan tavsiyeye ihtiyacı olmadığını” belirtti.

Latin Amerika: Trump Doktrini’ndeki yeni ağırlık merkezi

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm, çünkü Monroe Doktrini'ni “Trumpçı” bir yorumla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir vizyon sunuyor. Bölgedeki rejimlerin istikrarını sağlayarak göç dalgalarını önlemeyi amaçlayan ve belgede “Trump Doktrini” olarak adlandırılan bir öneriye yer veriliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre başta Çin olmak üzere bölge dışı güçlerin asker konuşlandırmasının veya kritik altyapıları kontrol etmesinin engellenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor

Belgede, denizdeki uyuşturucu kaçakçılığı şebekelerinin hedef alınması, sol görüşlü liderlere müdahale edilmesi ve Panama Kanalı gibi hayati önemdeki kaynakların kontrol altına alınması gibi önlemler ayrıntılı olarak ele alınıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP) ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP)

1823'te açıklanan Monroe Doktrini'nin bu yeniden canlandırılması, Washington'un son yıllarda uzak durduğu “arka bahçe” politikasına geri döndüğünü gösteriyor; tek fark, yeni versiyonun daha açık ve daha az diplomatik olması.

Asya: Askeri tehditten önce ekonomik bir rakip olarak Çin

Asya'nın stratejik önemine rağmen, belge önceki belgelerden farklı bir yaklaşım sunuyor. Çin'i askeri bir tehditten önce birinci ekonomik rakip olarak görüyor. Tedarik zincirleri ve teknoloji de dahil olmak üzere Çin ile ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Tayvan'daki “statükoyu” korurken, Japonya ve Güney Kore'den adayı korumaya yönelik savunma katkılarını artırmalarını talep ediyor.

Trump ABD’si, Hindistan ile ilişkileri derinleştirmeye ve Hint-Pasifik güvenliğinde öncü bir rol oynamasını teşvik etmeye açık olduğunu da ifade ediyor.

Bu değişim, Trump'ın dünya görüşünün temel bir özelliği olan ekonomik rekabeti genişletme lehine doğrudan askeri odaklanmayı azaltma politikasına işaret ediyor.

Ortadoğu ve Afrika: ABD'nin rolünün azaltılması ve önceliklerin belirlenmesi

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor.

Belge, ABD ve İsrail saldırılarıyla “İran'ın zayıflatıldığına” işaret ediyor, İsrail'in, “güvende” olması gerektiğini vurguluyor ama Trump yönetiminin daha önce kullandığı sert söylemlerden uzak duruyor.

Belge, Suriye ve Irak gibi geleneksel çatışmalardan çok bahsetmiyor. Ayrıca, Afrika'da “yardım yaklaşımından” uzaklaşılarak, hayati önem taşıyan maden ve minerallere odaklanılması çağrısında bulunuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
TT

İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)

Maira Butt 

Geçmişte İrlanda'nın Galway Kontluğu'nun Tuam bölgesinde bekar anneler ve çocuklarının kullanımına ayrılmış bir kuruluşta, bir mezara dair kanıtlar bulundu.

Anne ve bebek evi, yerel tarihçi Catherine Corless'in başını çektiği araştırmanın, 796 bebek ve küçük çocuğun defin kaydı olmadan orada öldüğünü ortaya koymasının ardından, 2014'te uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Temmuzda tesisteki çalışmalarına başlamasından bu yana dördüncü güncellemesini yapan Tuam Yetkili Müdahale Direktörlüğü (Office of the Director of Authorised Intervention, Tuam/ODAIT), "Bu bölgedeki mezarların varlığı artık doğrulandı" diye yazdı.

1925'ten 1961'e kadar faaliyet gösteren tesisin kenarında "çocuk veya bebek büyüklüğünde mezarlar" bulunduğu yeni güncellemede belirtildi:

Mezarların yerleşimi ve büyüklüğü, tesisin bu bölümünde anne ve bebek kurumunun faaliyet gösterdiği zamandan kalma bir mezarlık bulunduğuna dair tutarlı bir kanıt.

İlk değerlendirmelere göre kazıda 4 grup bebek kalıntısı bulundu ve bunlar hepsi geçen ay keşfedilen tabutlara gömülmüş 7 grup insan kalıntısına eklendi. Adli analiz çalışmaları sürdürülüyor.

ODAIT'in aktardığına göre, tarihi belgeler bir mezarlık olasılığını işaret etse de bunun varlığına dair ilk işaretler zemin veya yüzey seviyesinde görünmüyordu.

2017'de yürütülen resmi bir soruşturmada, tesisin başka bir yerine sadece 100 metre mesafedeki yeraltı odalarında "önemli miktarlarda" insan kalıntısı bulunmuştu.

ODAIT Direktörü Daniel MacSweeney, cesetlerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi için en az 160 kişinin DNA örnekleri vermeyi teklif ettiğini RTÉ'ye söyledi:

Deneyimlerimden biliyorum ki bazen kalıntıların keşfi, insanların öne çıkması için bir katalizör görevi görebilir.

Görsel kaldırıldı.Pembe dikdörtgenle çevrilen alan, kazı çalışmalarında mezarlara dair kanıtların bulunduğu çadırı gösteriyor (ODAIT)

2021'de İrlanda lideri Micheal Martin, ülke genelindeki anne ve bebek evlerine yerleştirilen kadın ve çocuklara gösterilen muameleden dolayı devlet adına özür dilemişti.

Bu özür, evlilikdışı hamile kalan anneleri barındıran 18 anne ve bebek evinde 9 binden fazla çocuğun öldüğü sonucuna varılan bir soruşturmanın nihai raporunun ardından gelmişti.

İrlanda parlamentosunda "Orada olmamalıydılar" demişti:

Devlet sizi, bu evlerdeki anneleri ve çocukları hayal kırıklığına uğrattı.

Bu evlerdeki tüm çocukların yüzde 15'inin hastalık ve mide gribi gibi enfeksiyonlardan öldüğü, raporda belirtilmişti. Bu rakam, ülke çapındaki bebek ölüm oranının neredeyse iki katı.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news/uk


Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
TT

Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)

Papa XIV. Leo, bugün yeni atanan büyükelçilere, Vatikan'ın dünya çapındaki insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını söyledi.

Bu, Papa Francis'in ölümünün ardından mayıs ayında Katolik Kilisesi'nin başına seçilen Amerikalı Papa'nın felsefesini ortaya koyan en net açıklamalardan biri.

Papa, 13 büyükelçiden oluşan gruba hitaben yaptığı konuşmada, "Kutsal Makam'ın, giderek bölünen ve çatışmalarla dolu küresel toplumumuzda yaşanan ciddi eşitsizlikler, adaletsizlikler ve temel insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını bir kez daha vurgulamak isterim" ifadelerini kullandı.

Kutsal Makam, Papa başkanlığındaki Kilise'nin yönetim organıdır ve 1,4 milyar Katolik üzerinde manevi otoriteye sahiptir.

Papa, "Kutsal Makam'ın diplomasisinin, özellikle vicdanlara hitap ederek ve yoksulların, güvencesiz koşullarda yaşayanların ve toplumun dışına itilenlerin seslerini dinleyerek, sürekli olarak insanlığın iyiliğine hizmet etmeye yönelik olduğunu" ifade etti.

Leo, eşitsizliğe odaklanarak, papalık dönemi boyunca göçmenlerin ve diğer savunmasız grupların haklarını savunan selefi Papa Francis'in önceliklerini temel alıyor.

Peru'da yaklaşık 20 yıl misyonerlik yapan Leo, Başkan Donald Trump döneminde Amerika Birleşik Devletleri'nde göçmenlere yönelik "saygısız" muameleyi eleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Vatikan tarafından bugün kabul edilen yeni akredite büyükelçiler arasında Özbekistan, Moldova, Bahreyn, Sri Lanka, Pakistan, Liberya, Tayland, Lesotho, Güney Afrika, Fiji, Mikronezya, Letonya ve Finlandiya vardı.