Avrupa'nın İran tehdidini ‘geç fark etmesinin’ 8 nedeni

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Bahreyn'de düzenlenen Manama Diyalog Forumu’nda konuşurken (AFP)
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Bahreyn'de düzenlenen Manama Diyalog Forumu’nda konuşurken (AFP)
TT

Avrupa'nın İran tehdidini ‘geç fark etmesinin’ 8 nedeni

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Bahreyn'de düzenlenen Manama Diyalog Forumu’nda konuşurken (AFP)
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Bahreyn'de düzenlenen Manama Diyalog Forumu’nda konuşurken (AFP)

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Bahreyn'de düzenlenen Manama Diyalog Forumu’nda konuşurken ‘geç kalınmış bir itirafta’ bulundu. Ursula von der Leyen, Avrupalıların ‘İran'ın bölgeyi yalnızca nükleer silahlarla değil, balistik füzeler ve insansız hava araçları (İHA) ile de tehdit ettiğini fark etmelerinin uzun zaman aldığını’ itiraf etti.
Körfez ülkelerinden birinde düzenlenen bir forumda AB’nin en yüksek ​​yetkilisinden gelen bu ‘itiraf’, başta Körfez bölgesinden ve tüm dünyadan onlarca üst düzey yetkili ve askeri personel olmak üzere Manama Diyalog Forumu’nun açılış oturumu katılımcılarını şaşırttı.
Esasen bu açıklama, yahut diğer bir deyişle tutum, Batılı ülkelerin son dönemde geldiği noktanın bir kanıtıydı. Forum katılımcıları, İranlı kişilere ve kuruluşlara karşı Batı ülkelerinin art arda uyguladığı yaptırım paketleriyle birlikte başkent Manama’da düzenlenen diyalog forumunda ABD’li ve Avrupalı ​​yetkililerin Tahran'a ve onun bölgedeki ve dünyadaki politikalarına karşı tonlarını yükseltmelerini öne çıkan bir gelişme olarak gördüler.
Peki, Avrupa’daki ‘bu dönüşümün’ nedenleri neler?
Batılı yetkililerin Manama Diyalog Forumu’ndaki kapalı oturumlarda yaptığı analizlere göre birkaç nedenin bir araya geldiği söylenebilir.
Bu nedenlerden ilki, nükleer müzakereler. Batılı ülkelerin geçtiğimiz Mart ayında Viyana’da İran’ın müzakere heyetine ‘adil ve iyi bir teklif’ sunduğu düşünülse de Tahran henüz yanıt vermedi. Attığı nükleer adımlardan da geri adım atmadı. Üstüne üstlük hem uranyum zenginleştirmeye devam ederek hem de bölgedeki ve dünyadaki birçok noktada vekil güçlerini sahaya sürerek gerilimi tırmandırdı. Aynı zamanda İran’ın nükleer silah elde etmeye olan yakınlığı ‘aylar’ iken ‘haftalara’ kadar gerilediği tahmin ediliyor.
İkinci neden, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA). Birleşmiş Milletler (BM) raporları, üç tesiste uranyum zenginleştirme çalışmalarının devam ettiğini gösteriyor. Tahran, UAEA ile iş birliği yapmayı ve onun taleplerini yerine getirmeyi reddetti. Bunun üzerine UAEA Yönetim Kurulu, 35 üye ülkenin desteğiyle İran’ı kınama kararı aldı. Tahran ise buna Fordo Nükleer Tesisi’nde IR-6 model gelişmiş santrifüjler kullanarak yüzde 60 oranında uranyum zenginleştirmeye başlayarak yanıt verdi.
Üçüncü neden İran’daki protesto gösterileri ve bölünmeler. Kürt genç kadın Mahsa Amini'nin Ahlak Polisi (İrşad Devriyeleri) tarafından gözaltına alındıktan sonra ölmesinin ardından İran'da başlayan protestolar gösterileri daha önce eşi görülmemiş bir kararlılıkla ülkenin dört bir yanına yayılmış bir halde devem ederken İranlı emniyet güçlerinin kullandığı aşırı güç, ‘rejimin kırılganlığını’ gösterdi.
İstihbarat uzmanları ve diplomatlar, Manama Diyalog Forumu oturum aralarında rejimin düşmesine ihtimal vermediklerini, ancak protestoların gerek İran rejiminin lideri “Rehber” Ali Hamaney'in halefi gerek İran’ın nükleer programı gerekse rejimin yapısı hakkında soru işaretleri oluşturduğuna inandıklarını söylediler.
Dördüncü neden, İran’ın vekiller ve İran yanlısı milisler. Batılı yetkililer, İran’ın Irak, Suriye, Yemen ve başka yerlerdeki vekillerinin ve milislerinin hareketliliğini takip ederken Batı'nın Körfez'de Husilere ve Suriye'de Hizbullah'a gönderilmek üzere yola çıkan silah konvoylarını durdurmasından, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) topraklarının bombalamasından ve İran’ın Arnavutluk gibi ülkelerdeki uzantılarından bahsedildi.
Beşinci neden, İran’ın tehditleri. İngiltere ve Kanada başta olmak üzere Batılı ülkeler, İran’daki protestoların ardından İran vekillerinin muhaliflere ve gazetecilere yönelik ciddi tehditlerde bulunulduğunu raporlarken Londra ve Ottawa'dan bu konuda diplomatik çağrılarda bulunuldu. İngiltere’de ve Kanada'da gazeteciler ve siyasetçiler için caydırıcı ve koruyucu güvenlik önlemleri alındı.
Altıncı neden Ukrayna’ya karşı kullanılan İran yapımı SİHA’lar. Belki de yukarıdaki tüm nedenlerin en önemlisi, Rusya ordusunun Ukrayna'daki bölgeleri bombalamak için İran yapımı SİHA’lar kullandığının tespit edilmesiyle İran’ın Ukrayna savaşına dahil olmasıydı. Batılı yetkililer, kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda, İranlı askeri uzmanların Kırım'da bulunduğuna dair kanıtların ve Rusya ordusunun yakında İran yapımı balistik füzelerle Ukrayna'yı hedef alacağına dair bir takım işaretlerin olduğundan bahsettiler. İçlerinden biri, “Batı, İran yapımı bir füzenin, Avrupa’daki bir başkente, Kiev'e düştüğü haberini aldığında nasıl hissedecek?” diye sorarken bir diğeri, “Rusya'nın Suriye’de ve diğer yerlerde İran'ın rolünü azaltmak için desteği ne gibi sonuçlar doğuracak?” diye sordu.
Bu noktada İngiltere Dışişleri Bakanı James Cleverly'nin Moskova ve Tahran’ın politikalarının ‘bölge ve dünya için bir tehdit’ olduğunu söylemesi dikkat çekiciydi.
Yedinci neden, enerji alanındaki etki. Körfez'deki doğalgaz ve petrol kaynaklarını ve seyrüsefer güvenliğinin öneminin tekrar tekrar vurgulanması, Batı ülkelerinin Körfez'e yönelik ‘flörtünün’ bir göstergesi. Batılı yetkililerin Tahran’ın tutumu ve Körfez’in rolünün artan önemi karşısındaki açıklamaları ve bölgeye yaptıkları ziyaretleri yeni denklemin kabulü olarak görüldü.
Sekizinci neden, tarafsızlık. Manama Diyalog Forumu’nun katılımcıları, Batı’nın Arap ülkelerini Ukrayna savaşında tarafsız kalmaya devam etmelerini önlemek istediği için Körfez’e yakın bir tutum sergilediğini düşünüyorlar. Ursula von der Leyen’in açıklamasının ardından Arap bir yetkili, “Birçok meseleyle ilgili tutumlarını desteklememizi istiyorlar... Peki ya bizim meselelerimiz ne olacak” diye sorarken bir diğeri, Batı'nın kendilerini tarafsız kalmaktan vazgeçirmeye ve Ukrayna ile ilgili tutumlarına destek verdirmeye çalıştığını söyledi.
Burada başka bir Körfez-Arap pozisyonu olduğu açık. Her şeyden önce Manama Diyalog Forumu sırasında İran'a yönelik açıklamalarda ve tutumlarda, bölgeden bazı katılımcıların Avrupa'nın geç kalınmış açıklamalarından duydukları mutluluğa karşın ihtiyatlı bir hava hakimdi.
Batı’nın ortak tutum konusundaki aceleci tavrı Körfez ülkelerinden karşılık bulmadı. Daha önceki tutumlarının devamı niteliğinde yine ihtiyatlı davrandıkları görüldü. Hatta Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Genel Sekreteri Dr. Nayef el-Hacraf’a ‘diplomatik bir eleştiride’ bulunuldu.
Ursula von der Leyen, İran karşıtı bir kapmaya yürütülen açılış konuşmasında, KİK'in AB ile ortak bir mutabakat imzalamada ‘yavaş’ davranmasını eleştirdi. Ursula von der Leyen ayrıca, sözleşmeler için yapılan uzun müzakerelerin KİK ve AB arasında bir anlaşmayla sonuçlanmazsa, Körfez ülkeleriyle ayrı ayrı ikili anlaşmalar yapılabileceği uyarısında bulundu.
Bu eleştiriye yanıt olarak söz hakkı isteyen KİK Genel Sekreteri Dr. Hacraf’a, müzakerelerin tamamlandığı, sorunun çözüldüğü ve meselenin kapandığı söyledi. Ancak Hacraf, ertesi gün meseleyi yeniden açtı ve başka bir konuda konuşmadan önce Ursula von der Leyen'in eleştirilerine “Siz hazırsanız biz de hazırız” diyerek yanıt vermeyi ihmal etmedi.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Manama Diyalog Forumu'nun kamuya açık oturumlarında, özel ikili toplantılarında ve oturum aralarındaki sohbetlerde, birçok değişiklik ve genişletilmiş seçenekler sayesinde gelişmiş denklem formülleri denendi.
Forum katılımcılardan biri bunu şu sözlerle ifade etti:
“Körfez'in merkezi konumundan ve Batı ve Çin'in bölgeye artan ilgisinden bahsedilebilir. Riyad, önümüzdeki ay KİK Zirvesi’ne ev sahipliği yapacak. Zirveye ABD Başkanı Joe Biden’ın benzer bir zirveye katılımının ardından, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in zirvede ağırlanacak olması Körfezin merkezi konumunun bir kanıtı niteliğinde.”



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.