Kürtlerin ABD’lilerin neden olduğu 7 hayal kırıklığı

Kürtler son 100 yıl içinde başta ABD olmak üzere birçok kez Batı’nın ihanetine neden oldu.

Aralık 2021'de Fırat'ın doğusundaki Haseki kırsalında SDG ile Suriyeli muhalif gruplar arasındaki temas hattını izleyen hava destekli bir ABD devriyesi. (AFP)
Aralık 2021'de Fırat'ın doğusundaki Haseki kırsalında SDG ile Suriyeli muhalif gruplar arasındaki temas hattını izleyen hava destekli bir ABD devriyesi. (AFP)
TT

Kürtlerin ABD’lilerin neden olduğu 7 hayal kırıklığı

Aralık 2021'de Fırat'ın doğusundaki Haseki kırsalında SDG ile Suriyeli muhalif gruplar arasındaki temas hattını izleyen hava destekli bir ABD devriyesi. (AFP)
Aralık 2021'de Fırat'ın doğusundaki Haseki kırsalında SDG ile Suriyeli muhalif gruplar arasındaki temas hattını izleyen hava destekli bir ABD devriyesi. (AFP)

Başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin Kürtlere ettiği ihanet ilk veya son değil. Nitekim Kuzey Suriye'deki Kürt hedeflerine yönelik devam eden operasyonlara verilen yanıt Kürtlerin beklenti ve taleplerini karşılamıyor.
Küresel ve bölgesel güç dengeleri geçtiğimiz yüzyıl içerisinde değişmişti. Osmanlı İmparatorluğu çökmüş, Fransa ve İngiltere Arap bölgesinde geri adım atmış, ABD’nin etkisi artmıştı. Ancak şu dört konu sabit kaldı:
- Öncelikle, 40 milyona yakın Kürdün Türkiye, Suriye, Irak ve İran'da deniz çıkışı olmaksızın bağımsız bir varlık ya da yönetimler kurma hayali.
- Aralarındaki pek çok anlaşmazlığa rağmen bu dört ülkenin Kürtlere karşı koordinasyon konusundaki fikir birliği.
- Büyük veya bölgesel güçlerin birbirlerine karşı mücadelelerinde ve belirli hedeflere ulaşmak amacıyla Kürtleri bir araç olarak kullanması. Örneğin ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı savaşta temel bir bileşen olarak Kürtlere güveniyor.
-ABD ve Kürt yönetimlerinin değiştiği ancak ihanetlerin aynı kaldığı.

Hayal kırıklıkları
İşte son yüzyıl içerisinde Kürtlerin yaşadığı hayal kırıklıkları ve başta ABD olmak üzere Batı’nın Kürtler tarafından ihanet olarak nitelenen uygulamaları:
1- Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'ndan zararlı çıkması ve çöküşü ardından 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması, Türkiye'deki Kürtlere Suriye, Irak ve İran dışında bir bölgede özerklik kurmaları için alan sağladı.
Kürtler, Ankara’nın karşı çıkışı ve Washington’ın desteği sonrasında 1923'te Lozan Antlaşması'nda ilk kez hüsrana uğradı. Zirâ Lozan Antlaşması, Suriye ve Irak'taki Bereketli Hilal’in Paris ve Londra tarafından paylaşılmasına kapı açtı. Büyük güçlerin kendilerine vaat ettiği bu bölge en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin oldu.
ABD gibi İngiltere de Ağrı Kürt Cumhuriyeti’ni bir kenara bırakarak Ankara ile ilişki kurmayı tercih ettiklerini gösterdi. Dolayısıyla Türkiye’den güneydeki komşu ülkelere, bilhassa kuzeydoğu Suriye'ye büyük bir Kürt göçü gerçekleşti. Hatta Baasçı Şam, Kürtlere karşı söyleminde bu göç hususuna odaklanarak onların Suriyeli olmadıklarını ifade eder.
2- ABD, 1958'de iktidara gelmesi ardından Abdülkerim Kasım rejimine karşı Iraklı Kürtleri, sonrasında ise 1963’te devrilmesini sağlayan darbeyi destekledi.
Irak'taki yeni Baas rejimi, Kürtlere karşı sert bir tavır aldı. Sovyetler Birliği’ne doğru bir akım olduğunda Washington, Irak'taki durumu istikrarsızlaştırmak amacıyla Kürtleri silahlandırma ve destekleme hususunda o sırada Şah tarafından yönetilen Tahran ile iş birliğinde bulundu. ABD’nin Kürtlere yönelik bu desteği, Camp David Sözleşmesi’nin imzalanması ve Mısır'ın Arap denkleminden çıkması sonrasında Irak içinde huzursuzluk yaratmak amacıyla yenilendi. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ifade ettiğine göre, Kürtlere verilen askeri destek ile Kürtlerin zaferi değil, Bağdat egemenliğinin zayıflatılması amaçlandı. Bayık Komisyonu’nun ABD Kongresi'ne sunduğu raporda bu husustaki ayrıntılar ve bu politikanın, savaşmaya devam etmeleri için teşvik ettikleri Kürt işbirlikçilerine intikal etmediği iddiası yer alıyordu.
ABD daha sonra Aralık 1975'te Irak eski Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekir’i temsil eden Saddam Hüseyin ile İran Şahı arasında kaydedilen bir anlaşmaya sponsor oldu. Böylece Tahran, yeni ABD Başkanı Gerald Ford yönetiminin onayıyla Irak Kürtlerine verdiği desteği bıraktı.
3- Iraklı Kürtler, 80’ler ve 90’larda pek çok kez ABD’nin ihaneti ile karşılaştı. Başkan Roland Reagan yönetimi, Bağdat'ın Irak Kürdistanı'nda kimyasal silah kullanmasına sessiz kaldı.
1991'deki Körfez Savaşı'ndan sonra Iraklıları Bağdat'a karşı harekete geçmeye teşvik eden George H. W. Bush yönetimi ise daha sonra onları terk etti. Bush, Irak ordusunu ve Irak halkını meseleyi kendi ellerine almaya, diktatör Saddam Hüseyin'i istifaya zorlamaya bizzat çağırdı. Ancak Irak'ın güneyindeki Şiiler ve Suriye sınırı yakınlarındaki Kürtler ayaklanınca pek bir şey yapmadı. ABD, 90’ların ikinci yarısında Kürt varlığının artmasına imkan sağlayan bir hava ambargosu uyguladı. Kürtlerin bu yükselişinin Suriye, Türkiye ve İran arasındaki koordinasyon ile karşılanması, sınırlarda ‘mini Kürt devletlerinin’ ortaya çıkmasına sebep oldu.
4- 11 Eylül 2001 olayları ardından Başkan George W. Bush Irak'ın işgali emrini verdi. Kendileri ve siyasi liderleriyle koordinasyon kurulması ardından Kürtler Irak rejim değişikliğinin başlıca kazananları arasında yer aldı. ABD’nin DEAŞ’a karşı savaşta onlara itimat etmesi üzerine kazanımları pekişmiş oldu.
2017 yılında Eski Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Kürt varlığının kurulması yolunda adım atarak Uluslararası Koalisyon’un desteğinden yararlanmak, dolayısıyla bölgenin kendi kaderini tayin ve bağımsızlığı için bir referandum düzenlemek istedi. Ancak ABD, bu adımla ilgili çekincelerini açıkça beyan etti.
5- 2003'te Irak'taki değişimin ve Kürt varlığının ardından Mart 2004'te emelleri yeniden yeşeren Suriye Kürtler ayaklandılar. Ancak hareketleri Batı tarafından herhangi bir destek görmedi. Türkiye 1998'de Suriye sınırlarında ordusunu seferber ettiğinde ve Şam’dan PKK elebaşı Abdullah Öcalan'ın sınır dışı edilmesini talep ettiğinde ABD ve müttefikleri Ankara’nın bu tutumunu destekledi. Zira PKK, Batı ülkelerin terör listelerinde yer alıyor. PKK, Öcalan’ın Suriye’den çıkmasının ardından 2011'de Suriye'de protestolar patlak verene dek Şam ile Ankara arasındaki güvenlik koordinasyonu arasında sıkıştı. Ancak Şam 2011’da diğer muhalefete karşı Kürtlerin önünü açmaya karar verdi.
6- Böylece Kürtler güç kazanırken Şam ise zayıf düştü. ABD, 2014 sonrasında daha kapsamlı hale gelen DEAŞ’a karşı mücadelede Kürtlerle ittifak kurarak onlara askeri destek ve hava koruması sağladı. Bu destek temel olarak, Ankara'nın PKK'nın uzantısı olarak gördüğü YPG’ye dayanıyordu. Uluslararası Koaliyon ile Kürtler arasındaki iş birliği sayesinde DEAŞ’ın aldığı hezimetin ardından Suriye bölgesinin dörtte biri üzerinde özerk yönetim, askeri güç ve kontrol kurulmasına, ülkenin kuzeydoğusundaki stratejik zenginliğin çoğunun ele alınmasına izin veren bir alan oluşturuldu.
Rojava’nın (Batı Kürdistan) ortaya çıkışı üzerine Ankara, Şam ve Tahran tepki gösterdi. Böylece Suriye'deki önceliklerini ‘rejimi devirmekten’ Suriye topraklarında operasyonlara çeviren Türkiye, 2016, 2018 ve 2019 yıllarında Rusya ile anlaşmalar yaptı. Bu anlaşmalar, Kuzey Suriye'deki Kürt gurupların parçalanmasını ve Akdeniz sularına erişiminin engellenmesini sağladı.  
7- Eski ABD Başkanı Donald Trump, 2019’un sonlarında ABD güçlerini Suriye ve Türkiye sınırlarından çekme kararı aldı. Kürtler ise bu kararı bir ‘ABD ihaneti’ şeklinde değerlendirdi. Böylece kaydedilen Türk nüfuzu, Özerk Yönetim’in temel direklerini sarsmış oldu. Yoğun müzakerelerin ardından, ABD ile Türkiye ve Türkiye ile Rusya arasında anlaşmalar imzalandı. Böylece Ankara, iki büyük güçten YPG’yi sınırlardan 30 km derinliğe çekme taahhüdü aldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şu an Washington ve Moskova'nın 2019 anlaşmalarına bağlı kalmadığını söylüyor.
Şimdi ise ufukta yeni bir ABD ihanetinin belirtileri görülüyor. Türkiye’nin operasyonlarını engellemeyen ABD’liler, hava bombardımanını da durdurmadı. Batı’nın DEAŞ’ın yeniden dirilişini engelleme arzusuna güvenen Kürtler ise kendilerine karşı savaş açıldığı taktirde DEAŞ ile mücadeleyi bırakacakları tehdidinde bulundu. Hatta ABD’yi kendi lehlerine adım atmaya zorlamak amacıyla ‘mini DEAŞ devleti’ olarak bilinen el-Hol Kampı’ndakileri serbest bırakmakla tehdit eden Kürtler mevcut. Ruslar ise YPG’nin kuzey Suriye'deki ana şehirlerden ve sınır bölgelerinden çekilmesi ve Suriye devleti kurumlarının ve sınır muhafızlarının konuşlandırılmasının memnuniyetle karşılanması hususları üzerine duruyor.
Diğer yandan Şam ise ABD’nin ve Rusya’nın ihanetlerinden, aynı zamanda Türkiye’nin operasyonlarından uzakta kalıyor. Şarku'l Avsat'ın edindiği bilgilere göre, Şam, Kürtlerin bu süreçte müzakere masasına oturacağını düşünüyor. Ancak Kürtlerin Şam’a giden yolları da hayal kırıklıkları ve başarısızlıklarla dolu.



İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
TT

İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)

Zeyneb Mustarah, Beyrut'ta bir etkinlik planlama şirketi işletiyordu. Ancak geçen yıl İsrail'in Lübnan'da bubi tuzaklı çağrı cihazlarını patlatması sonucu yüzünden ve sağ elinden yaralandı. Zeyneb, eli ve gözlerinin sağlığına kavuşması için çok sayıda ameliyat geçirdi.

17 Eylül 2024'te, Hizbullah'ın üyeleri tarafından taşınan binlerce çağrı cihazı aynı anda patladı, bir gün sonra da diğer kablosuz cihazlar (telsizler) patladı.

Patlamalarda 39 kişi öldü ve 3 bin 400'den fazla kişi yaralandı. Yaralananlar arasında patlama anında cihazların yakınında bulunan ve İran destekli örgütün mensubu olmayan çocuklar ve siviller de vardı.

Şu anda 27 yaşında olan Zeyneb de yaralananlar arasındaydı.

Zeyneb, Reuters'a verdiği demeçte, evden çalışırken akrabalarından birine ait çağrı cihazının mesaj almış gibi bip sesi çıkardığını, ardından dokunmadan patladığını söyledi. Bilincini kaybetmemiş olsa da yüzünde ve elinde ağır yaralanmalar meydana geldi.

Şok edici bir saldırı

Zeyneb geçtiğimiz yıl 14 ameliyat geçirdi ve önünde halen yedi estetik ameliyatı var. Zeyneb, sağ el parmaklarını ve görme yetisinin yüzde 90'ını kaybetti.

Zeyneb, “Görme yetim sadece yüzde 10 olduğu için artık iç mimarlık okuyamam. Allah izin verirse, gelecek yıl kendime uygun üniversite bölümlerine bakacağız, böylece okula devam edebileceğim. Ama kesinlikle oturup hiçbir şey yapmadan durmayacağım” ifadelerini kullandı.

Çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması, İsrail ile Hizbullah arasında yıkıcı bir savaşı tetikledi ve bu da Lübnan'ın geniş alanlarının tahrip olmasına yol açtı.

Patlamalardan iki ay sonra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun sözcüsü, başbakanın saldırıya yeşil ışık yaktığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre İsrail, Hizbullah tarafından satın alınan binlerce çağrı cihazının içine, küçük ama yüksek patlayıcılı fünyeler sakladı.

Bu cihazlar, Hizbullah mensupları tarafından taşınıyordu.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, patlamaları ‘şok edici’ olarak nitelendirerek, siviller üzerindeki etkisinin ‘kabul edilemez’ olduğunu vurguladı.

Volker Türk, cihazları kimin taşıdığını veya nerede bulunduğunu kesin olarak bilmeden binlerce kişiyi aynı anda hedef almanın, ‘uluslararası insan hakları hukukunu ihlal ettiğini’ bildirdi.

Yaralanan sağlık çalışanları

Hizbullah'ın er-Resulu’l A'zam Hastanesi'nin mühendislik ve tıbbi ekipman müdürü 34 yaşındaki Muhammed Nasıruddin, çağrı cihazları patladığı sırada kendi cihazını cebinde taşıyordu. Nasıruddin, bu cihazı, hastanede gerekli olan bakım işlerine erişimi kolaylaştırmak için kullandığını söyledi.

17 Eylül'de, oğlunun okulunun ilk günü olduğu için eşiyle telefonda konuştu. Birkaç dakika sonra, taşıdığı çağrı cihazı patladı.

Patlama sonucu sol gözünü ve sol el parmaklarını kaybetti, kafatasına şarapnel parçaları saplandı. İki hafta komada kaldı. Nasıruddin halen yüz ameliyatları geçiriyor.

Uyandığında, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Beyrut'un güney banliyölerinde İsrail'in düzenlediği saldırılarda öldürüldüğünü öğrendi. Bu olay, Hizbullah ve destekçileri için bir dönüm noktası oldu.

Ancak Nasıruddin, oğlu onu bu halde görene kadar tek bir damla gözyaşı dökmedi.

O şöyle dedi: “Gözümü ve parmaklarımı kaybettim ama ağlamadım... Hissettiğim tek üzüntü, oğlumun babasının durumunun böyle olmasını nasıl kabullenebildiğiydi.”

Lübnan Meclisi Milletvekili ve göz cerrahı Elias Jradi, çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarına onlarca ameliyat yaptı ve bazı vakaların ömür boyu tedavi gerektireceğini söyledi.

Reuters'a konuşan Jradi şu ifadeleri kullandı: “Çoğu bu yıl birkaç ameliyat daha geçirmeli. Çoğu ömür boyu takip gerektiriyor… Tedavinin belirli bir noktada sona ereceğini sanmıyorum; devam edecek. Her vaka insani bir vakaydı, özellikle de size ‘Bize ne oldu?’ diye soran çocuklar veya kadınlarla karşı karşıya kaldığımızda... Onlara cevap veremiyorsunuz.”


Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
TT

Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani dün, hükümetinin ülkenin güneyindeki Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu Suveyda ilinde meydana gelen kanlı şiddet olaylarının etkilerini gidermek ve bölgede güvenliği yeniden tesis etmek için bir ‘yol haritası’ hazırladığını duyurdu.

Şeybani dün Şam'da Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile düzenlediği ortak basın toplantısında, planın Ürdün ve ABD tarafından desteklenen pratik adımlara dayandığını açıkladı. Şeybani’nin açıklamasına göre bu adımların başında ‘Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile tam koordinasyon içinde, sivillere ve onların mülklerine saldırıda bulunanların tümünün hesap vermesi’ geliyor.

Şeybani, planın ‘ABD’nin Suriye hükümeti ile istişare halinde, Suriye'nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü teyit ederken hem Suriye'nin hem de İsrail'in meşru güvenlik endişelerini ele alan, Suriye’nin güneyi ile ilgili İsrail ile güvenlik anlaşmaları yapılması için çalışması gerektiğini’ öngördüğünü belirtti.


ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
TT

ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)

Tarık Ali

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önümüzdeki günlerde ABD’yi ziyaret ederek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor. Şara, 1967 yılında Salah Cedid liderliğindeki hareket tarafından desteklenen koalisyon başkanı Nureddin el-Attasi'nin yaptığı son konuşmadan bu yana, yaklaşık 60 yıldır ABD’de ve özellikle de BM’de konuşma yapan ilk Suriye Cumhurbaşkanı olacak. Attasi, Hafız Esed ve Baasçı askeri cunta tarafından 1966 yılında ‘Şubat Hareketi’ olarak bilinen, selefi Emin el-Hafız'a karşı kanlı bir darbenin ardından iktidara gelmişti.

hyu76ı
Attasi, uzun süre iktidarda kalamadı (Wikipedia)

Attasi, Suriye'de uzun süre iktidarda kalamadı. Baba Esed, konumunu sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, aynı süreci tekrarladı ve devrimci yoldaşlarının ve siyasi projesinin geri kalan üyelerini, başta Cumhurbaşkanı Attasi ve seçkin komutan General Salah Cedid, Subay İşleri Ofisi Direktörü ve Baas Partisi Bölge Sekreteri olmak üzere herkesi iktidardan indirdi. Onları 16 Kasım 1970'te ‘Düzeltici Hareket’ adı verilen darbe ile Mezze Askeri Hapishanesi’ne gönderdi. Esed daha sonra Ahmed Hasan el-Hatib’i iktidara getirdi ve ne askeri ne siyasi geçmişi olmasına rağmen üç ay boyunca cumhurbaşkanlığı görevini ona emanet etti. Ardından herhangi rakibinin olmadığı bir referandum düzenledi. Esed, 1971 yılında yapılan referandumda oyların yüzde 99'undan fazlasını alarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

ABD’yi hiç ziyaret etmeyen başkan

Baba Esed 2000 yılının haziran ayında öldüğünde, 30 yıl boyunca iktidarda kalmasına rağmen ABD’ye hiç ayak basmadan görevini bırakan devlet başkanı olarak tanımlandı. Çünkü üst düzey başkanlar ve yetkililer, çözülmemiş sorunları çözmek için Şam'a seyahat etmişlerdi. Babasının izinden giden (Suriye’nin devrik Devlet Başkanı) Beşşar Esed de görevde olduğu süre içinde hiçbir zaman ABD topraklarına ayak basmadı.

Suriye’de 1963 yılının Mart ayında gerçekleşen askeri darbenin ve 1970 yılındaki ‘Düzeltme Hareketi’ adlı darbenin babası, Marksizmin meyvelerini toplamak umuduyla, erken dönem siyasi idolü (Sovyetler Birliği’nin ilk devlet başkanı) Vladimir Lenin’den ve onun 1917 yılında gerçekleştirdiği Bolşevik Devrimi'nden sürekli ilham almaya çalıştı. Bazen başarılı olsa da (Arjantinli Marksist devrimci) Ernesto Che Guevara (merhum Küba Devlet Başkanı) Fidel Castro ve (merhum Venezuela Devlet Başkanı) Hugo Chávez ile karşılaştırılabilir bir örnek olmaya ve Araplar için merhum Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak konumlanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Burada başarısızlığın nedenleri sayısız denecek kadar çok. Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun fikirlerine ve devrimci Napolyon’un düşüncesine dayanan bir sosyal sözleşmeden ilham almaya çalıştığında bile, (Fransız Devrimi sırasında zulmün sembolü haline gelen bir Fransız kalesi) Bastille'ın duvarlarını yıkmak yerine Sednaya Hapishanesi'nin duvarlarını inşa etmeye başladı.

vfd
Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi (Independent Arabia)

Tüm bu sebeplerden dolayı, ABD topraklarına hiç ayak basmadan ölmeyi arzularken, Kasiyun Dağı'nın eteklerindeki sarayından bölgedeki ipleri elinde tutuyordu. Bu durum, oğlu Beşşar’ın politikalarının aksine, açık bir gerçekti. Başlangıçta Beşşar’ın devlet başkanı olması planlanmamıştı. Ağabeyi Basil 1994 yılında Şam Uluslararası Havaalanı yolunda ani bir trafik kazasında ölmeseydi, belki de o koltuğa hiç oturamayacaktı.

Son konuşma

1967 haziranındaki yenilginin ardından Suriye Cumhurbaşkanının BM’de yaptığı son konuşmanın nadir bulunan bir kaydına Independent Arabia ulaştı. Attasi, BM Genel Kurulu’na hitap ettiği kısa konuşmasında şunları söylüyordu:

“İsrail, Arap vatanımızın yeni bölgelerine kolonyal bir işgal gerçekleştiriyor. Bu saldırganlığı kınamak ve etkilerini kısıtlamak ve ön koşul olmaksızın tamamen ortadan kaldırmak için bugün BM Genel Kurul tarafından temsil edilen küresel vicdana olan güvenimizi ifade etmek üzere buradayız. Tüm Arap ve barışsever halklar bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyorlar.”

Daha sonra bazı politikacılar ve büyükelçiler, Attasi’nin konuşmasının, on yıllardır ülkeyi domine eden aynı ‘Baasçıların mürekkebiyle’ yazılmış olduğu değerlendirmesinde bulundular.

Sovyetler Birliği

Leonid Brejnev, 1964 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini üstlendi. Ta ki 1984 yılına kadar bu görevde kaldı. Suriye'nin en kötü saha, siyasi ve askeri koşullarını yaşadığı ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile çatıştığı bir dönemde Hafız Esed'in güvenilir bir müttefiki ve ortağı idi. Esed, uluslararası, askeri ve bazen de mali ihtiyaçlarını karşılayan bu güçlü ittifaka bağlı kalmaya devam etti ve Doğu bloğuna açık bir eğilim gösterdi. İki taraf arasındaki ilişkinin gücü, karşılıklı ziyaretlerin sayısından ve Brejnev'in ulusal kurtuluş güçlerine verdiği destekten anlaşılabilir. Buna, ekonomik olarak desteklediği ve bir şekilde altyapısını geliştirdiği Suriye de dahildi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu durum, Rus liderin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak Arap-İsrail çatışmasını çözme girişiminin de önünü açtı.

Bu yakın ortaklık, Mikhail Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde iktidara gelmesine kadar devam etti. Bu dönemde, iç ve dış reform projeleri gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle Sovyetler Birliği'nin çöküşü yaşandı ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki Suriye ve Hafız Esed rejimi ile iş birliği, glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları altında asgari düzeye indirildi. Bu iki politika Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açarak Suriye'nin Doğu bloğundaki stratejik projesine ciddi zarar verdi.

Karmaşıklık aşaması

Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi. İki ülkenin çıkarları, başta Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş, Arap-İsrail çatışması, Lübnan iç savaşı, İran’daki İslam devrimi, birinci ve ikinci Körfez savaşları ve Müslüman Kardeşler meselesi olmak üzere birçok hassas konuda sık sık çatıştı. Diğer konular arasında 11 Eylül olayları, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı, Irak'ın işgali ve 2011 Suriye devrimi sayılabilir.

Merhum ABD Başkanı Richard Nixon 1974 yılında, eşi Pat ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri devam eden bir anlaşmazlığın ardından Şam'ı ziyaret etti. Ziyaretin amacı, iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri canlandırmaktı. ABD, 1979'da Suriye'ye ‘terörü destekleyen ülke’ olarak nitelendirerek yeniden yaptırımlar uygulayana kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD, Şam rejimine silah ve ileri teknoloji ekipman satışını yasakladı, finansal ve ticari kısıtlamalar getirdi.

Suriye, 1980'li yıllarda ABD’nin isteklerinin aksine, Irak'a karşı savaşta İran'ın yanında yer aldı. Ancak, 1990'larda Amerika'nın istekleri doğrultusunda, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı Kuveyt'in yanında yer alarak konumunu düzeltmeye çalıştı. Suriye 1991 yılında dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı uluslararası koalisyona katılsa da bu durum Batı'nın tutumunu değiştirmedi.

Durum 1993 yılında Bill Clinton'ın ABD başkanı olmasına kadar bu şekilde devam etti. Clinton, başkanlık görevini 2001 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Clinton, İsrail ile barış sürecini ilerletmeye çalıştı. Bu çabaları bazen başarılı olsa da o döneme ait kayıtlarda da belgelendiği üzere Hafız Esed'in uzlaşmaz tavrı nedeniyle bazen de başarısızlıkla sonuçlandı.

Beşşar Esed'in ABD ile istihbarat bağlantıları kurma girişimlerine rağmen, 2001 yılında New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıların ardından ABD'nin Ortadoğu politikası tamamen değişti. Bu durum, 2000 yılında babasının ölümünün hemen ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile kapalı kapılar ardında yaptığı uzun görüşmenin ardından, ABD’nin onun iktidara gelmesini sağlayan rolü de Beşşar Esed’e yardımcı olamadı.

Küresel terör saldırılarının ardından, George W. Bush ABD’de iktidara geldi ve Beşşar Esed'i aşırılıkçı ‘kötülük ekseninin’ bir direği olarak gördü. Bush, sekiz yıllık iktidarı boyunca, Suriye'yi komşularından tamamen izole etmeye çalıştı. Gerginlik, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde, Esed'in teröristlerin Suriye'den Irak'a güvenli geçişini sağlamasıyla zirveye ulaştı. Sonuç olarak Suriye, bazı yeni yaptırımlara maruz kaldı. Bunu, Suriye'nin Lübnan'daki varlığıyla ilgili yaptırımlar ve 2005 yılının şubat ayında Suriye'nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'yi suikastla öldürmekle suçlanması takip etti.

Barack Obama ABD başkanı olarak seçildiğinde, Suriye ile yeni bir sayfa açmaya çalıştı. Obama, 2010 yılında, deneyimli diplomat Robert Ford'u Şam Büyükelçisi olarak görevlendirdi. Ancak 2011 yılının mart ayı ortalarında Suriye devrimi patlak verdi ve devrik rejimin güçlerinin barışçıl göstericilere uyguladığı muamele, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri ve diğer ülkelerin Suriye’ye yaptırımlar yağdırmasına yol açtı. Bu yaptırımlar Rusya, İran ve o dönemde Esed liderliğindeki Suriye hükümetiyle ilişkisi olan tüm ülke, kurum, kuruluş ve kişileri etkiledi. Suriye’ye 2 bin 500'den fazla uluslararası yaptırım uygulanana kadar durum değişmedi, ta ki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, uluslararası ve bölgesel nüfuzunu kullanarak, Başkan Donald Trump Beyaz Saray'a geldikten sonra Şam ile Washington arasındaki ilişkileri düzeltmek için müdahale edene kadar. Suriye’nin mevcut Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçtiğimiz yılın sonlarında Esed rejimini devirerek Suriye'de iktidara geldi. Şara ve Trump, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan'da doğrudan bir görüşme bile gerçekleştirdi.

Yeni bir çağ

Trump ile Şara arasında Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da katıldığı tarihi bir toplantı gerçekleşti. Bir sonraki durak, Şara'nın  Suriye'deki son gelişmeler hakkında konuşma yapacağı BM Genel Kurul görüşmeleri olacak. Bu gelişmeler, Trump'ın yakın dostu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atadığı bir dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sözcüsü Michael Mitchell, özellikle Şara ile Barrack’ın Şam'da yaptığı son görüşmeden sonra, Washington'ın Suriye ile ilişkilerde ‘yeni bir dönem başlatmak’ istediğini açıkladı.

Mitchell, düzenlediği basın toplantısında, “Bu olay gerçekten tarihi bir olaydı ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, ABD Başkanı'nın taahhütlerini olağanüstü bir hızla yerine getiriyor. Bu durum, Beyaz Saray'ın, ABD yönetiminin Suriye ile ilişkilerinde ortaklığa ve ikili iş birliğine dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğinin açık bir göstergesi” dedi. ABD Başkanı Trump'ın ‘Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin gereksiz ekonomik yaptırımlardan mustarip olduğunu ve bu yaptırımlar nedeniyle Suriye halkının gerekli yatırımlardan mahrum kaldığını fark ettiğini’ söyleyen Mitchell, “Bu yeni dönem yatırımlara kapı açacak ve ekonomik koşulları iyileştirecek. Bu da Suriye halkına ve bölgeye bir bütün olarak fayda sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, ABD’nin Suriye'ye yönelik mevcut politikasının ‘son 100 yıldaki politikalara benzemeyeceğini, çünkü bu politikaların işe yaramadığını’ söyledi. Barrack, ülkesinin önceki on yıllarda izlenen politikalardan farklı bir yönde ilerlediğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.