Gölge orduları... Büyük çıkarlar elde eden küçük milisler

Suriye'de Dera'daki DEAŞ'ın kalesiydi Tarık ed-Sad mahallesi, (Şarku'l Avsat)
Suriye'de Dera'daki DEAŞ'ın kalesiydi Tarık ed-Sad mahallesi, (Şarku'l Avsat)
TT

Gölge orduları... Büyük çıkarlar elde eden küçük milisler

Suriye'de Dera'daki DEAŞ'ın kalesiydi Tarık ed-Sad mahallesi, (Şarku'l Avsat)
Suriye'de Dera'daki DEAŞ'ın kalesiydi Tarık ed-Sad mahallesi, (Şarku'l Avsat)

30 Kasım'da terör örgütü DEAŞ’ın lideri Ebu el-Hasan el-Kureyşi'nin Dera Valiliği'nde Suriye Milli Ordusu tarafından yürütülen bir operasyonda ‘muhalif grupları’ tarafından öldürüldüğü açıklanmasıyla ABD Ordusu Merkez Komutanlığı, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) çatışmalara katılımını yalanlamıştı. Şam ise o dönem güvenlik operasyonunun Suriye Ordusu ile sivil grupların iş birliği içinde yürütüldüğünü ve bunun bir grup örgüt liderinin hayatına mâl olduğunu açıkladı.
Bu çelişkiye rağmen Şarku'l Avsat’a konuşan gözlemciler, DEAŞ liderinin öldürülmesinin ‘düzenli güçler tarafından gerçekleştirilen bir operasyon olmadığını’ bunun yerine, ABD tarafından desteklenen veya Şam hükümetine bağlı milisler aracılığıyla gerçekleştiğini düşünüyor. Uzmanlara göre bu durum ‘küçük milisler’ olarak bilinen ancak özellikle vekalet savaşı yöntemiyle çeşitli ülkeler lehine büyük çıkarlar elde eden ‘gölge ordularının’ oynadığı rolleri yeniden ön plana çıkarıyor. Gizli ordular, düzenli orduların operasyonlarına kıyasla ‘mali veya siyasi açıdan daha az maliyetli’ hale geldi. Bu, birkaç tahminin gelecekteki savaşlarda ‘gölge orduların’ rolünün savaş rolleriyle sınırlı olmayacağını, ancak siyasi ve ekonomik olarak genişleyebileceğini ileri sürmesine yol açtı.

Geleneksel olmayan savaş
Milislerin ve paralı askerlerin uluslararası çatışmalarda kullanılması yeni bir durum değil. Paralı askerler bazı güçler tarafından İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) yıllarında kullanılmaya başlandı. Queen's University Belfast’ta Uluslararası Güvenlik uzmanı Andrew Thompson’a göre uluslararası arenada en çok öne çıkan kullanımı, ABD askeri danışmanları, yabancı ülkelerdeki olumsuz siyasi ve ekonomik gelişmeleri tersine çevirmek için alışılmadık bir savaş yürütmesiydi. Genellikle güney veya üçüncü dünya ülkelerinde kullanılıyordu.
Thompson, Şarku'l Avsat’a yaptığı açıklamada, bu alışılmadık savaşın, ABD’nin istenmeyen hükümetleri zayıflatmak veya devirmek için tercih ettiği yol olduğunu sözlerine ekledi. Thompson, “ABD’nin vekilleri ‘hedef ülkelerin siyasi ve ekonomik yönünü etkilemek için yerel işbirlikçileri, isyancıları, milisleri, gizli orduları, paralı askerleri, özel askeri sözleşmelileri ve diğer yarı kurumsal güçleri koordine etti ve eğitti.  Sözde ‘teröre karşı savaşın’ başlamasıyla birlikte, yarı kurumsal araçlar, ABD'nin 2001 yılının Eylül ayı sonrası dönemin zorluklarıyla başa çıkma yeteneğinin kapsamını genişletmek için arttırıldı. Savaş rolleri, Washington'un ‘ulusal güvenlik tehdidi’ olarak gördüğü kişilere giderek daha fazla yer verildi” dedi.
Fez'deki Sidi Muhammed bin Abdullah Üniversitesi'nden uluslararası ilişkiler Profesörü Dr. Said es-Sıddıki önceki analize katılarak, paralı askerlerin, devlet dışı grupların ve hatta üçüncü ülkelerin kullanılması yoluyla vekalet savaşının devletler arasındaki ilişkilerde her zaman yaygın olduğunu hatırlattı. Sıddıki, “Bu nedenle paralı asker terimi ‘insanlık kadar eskidir” dedi.
Sıddıki, Şarku'l Avsat’a yaptığı açıklamada, vekalet savaşının Soğuk Savaş döneminde geniş çapta yayıldığını söyledi. O dönemde özellikle Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki diğer taraflar, batı veya doğu kamplarından biri adına vekalet savaşları yürütüyorlardı. Bu olgu, çatışmaların bazı askeri ve güvenlik yönlerinin ‘özelleştirilmesi’ nedeniyle son yıllarda farklı bir biçimde geri döndü. Belirli ülkeler adına savaşan ya özel şirketler ya da askeri-politik gruplar ortaya çıktı. Bu çete gruplarının amaçları bazen onları destekleyen ülkelerin hedefleriyle örtüşebilir, bazen de siyasi ittifakları karşılığında ya da maddi tazminatlar karşılığında vekâlet savaşları yürütebilirler.

İran’ın vekilleri
Özel araştırmalara göre ‘en fazla sayıda milis’ Lübnan, Irak, Yemen ve Suriye'deki ordulara benzer milisler kuran İran tarafından oluşturuldu. Malcolm Kerr - Carnegie Ortadoğu Merkezi’nin internet sitesinde yayınlanan bir araştırmaya göre İran, Hizbullah’a yılda yaklaşık 700 milyon dolar ekonomik ve askeri yardım sağlıyor. Bu, ABD'nin 2006'dan bu yana Lübnan Hükümeti ve Lübnan Silahlı Kuvvetlerine sağladığı ekonomik ve askeri yardımın yıllık ortalama değeri olan yaklaşık 200 milyon doları aşıyor.
Araştırmaya göre bazı kanıtlar, 2014'ten bu yana Irak'ta İran destekli milislere ve Şii partilere sağlanan desteğin yılda yaklaşık bir milyar doları bulduğunu gösteriyor. İran'ın Yemen'deki Husilere verdiği desteğe gelince, bu, BM Güvenlik Konseyi'nin 2216 sayılı Kararını ihlal ediyor. Bu durum, güvenilir sayıların elde edilmesini ‘daha zor’ hale getiriyor.
Güvenlik ve stratejik işlerde uzmanlaşmış bir Suudi uzman olan Tümgeneral Muhammed el-Harbi, İran'ın Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'de yaklaşık 80 silahlı milis kullandığını söylüyor. Harbi, “Bu milisleri silah ve teçhizatla finanse etmek için büyük miktarlarda para pompalıyor. Bulundukları ülkelerde İran çıkarlarının gündemini uygulayan silahlara eğitim ve istihbarat bilgisi sağlamanın yanı sıra bu ülkelerin kararları üzerinde baskı kurmak için İran makamlarının elinde etkili bir araçtır. Dahası bölgesel ve uluslararası çıkarlara ulaşmak ve bunu ABD gibi büyük güçlerle ilişkilerde önemli bir baskı aracı olarak kullanılıyor” şeklinde konuştu.
Harbi, Şarku'l Avsat’a yaptığı açıklamada, “İran rejiminin ‘radikal terörist’ oluşumunun doğası, sık sık vekalet savaşlarına ve milisler veya gölge ordular kullanmasına neden oluyor” dedi.
 İran'ın bölgedeki vekil güçlerini ideolojik olarak veya finansman ve lojistik destek yoluyla kullanmasının, ‘İran'ın uluslararası güçler üzerinde baskı kurmasını sağladığına’ dikkat çeken Harbi, “İran'ın Hizbullah'a hava savunma füzeleri şeklinde verdiği destek, Hizbullah'ın 2006 savaşında İsrail pahasına önemli askeri kazanımlar elde etmesini sağladı. İran'ın Husilerin balistik füze alanındaki kabiliyetlerine yaptığı katkılar, Husilerin komşu ülkeleri tehdit etmesinin yanı sıra İran'ın yardımından kaynaklanan gemisavar seyir füzeleri, patlayıcı botlar ve asimetrik yeteneklerle Babü'l-Mendeb Boğazı'nda ticaret tehdit etmelerini sağlıyor. Buna ek olarak, İran'ın Irak'taki lehtar milislere füze desteğiyle el yapımı mühimmat tedarik etmesi ‘ABD üzerinde stratejik baskı uyguladı ve aynı zamanda Irak'taki devletin yeteneklerini baltaladı” ifadelerini kullandı.

Gelecekteki daha büyük roller
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'ne göre, şu anda dünyada vekâlet savaşları için paralı askerler toplayan on özel şirket var ve bunların en ünlüleri Amerikan ‘Blackwater’ ve Rus ‘Wagner’. Ancak diğer ülkeler çıkarlarını sınırlar dışında ilerletmek için aynı yöntemi kullanıyorlar. Uluslararası tahminler, Türkiye, Ulusal Mutabakat Hükümeti ve Trablus milislerinin yanında savaşmak üzere Libya'ya 15 bin Suriyeli paralı asker gönderdikten sonra, Ermeni çoğunluğun bulunduğu Dağlık Karabağ bölgesine karşı Azerbaycan'ın yanında savaşmak üzere yaklaşık iki bin Suriyeli paralı asker gönderdiğini işaret ediyor. Bu durum Türkiye tarafından defalarca reddedildi.
Geçtiğimiz Eylül ayında BM insan hakları uzmanları, ‘paralı askerlerin ve özel güvenlik şirketlerinin artan rolü ve bunların insan hakları ihlallerinin artmasıyla bağlantısı’ konusunda bir uyarı yayınladı. Paralı Askerlerle ilgili çalışma grubu, elli birinci olağan oturumunda İnsan Hakları Konseyi'ne sunduğu yeni raporunda bunun çatışma sonrası ve barış zamanı durumlarında paralı askerlerin, kiralık asker olarak çalışan sözleşmeli ve özel güvenlik şirketlerinin çoğalmasına yol açtığına dikkat çekti. Bunun ‘insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk ihlallerinin sayısında artışa yol açtığı’ vurgulandı.
Andrew Thompson, ister yarı kurumsal milisler aracılığıyla ister paralı asker şirketlerinin hizmetlerini kullanarak olsun, vekalet savaşı yönteminin ‘gelecekte artacağına’ olan inancını ifade ediyor. Devletleri ve hükümetleri savaş için uluslararası yasal sorumluluktan kurtarır. İnsanlığa karşı suç işlemek veya uluslararası ceza hukukunu ihlal etmekle ilgili herhangi bir utançtan kaçınır. Bu muharebe grupları, operatörlerine, yenilgi veya büyük kayıp verme durumlarında iç kamuoyunun baskısına maruz kalmama imkânı da sağlamaktadır.
Tümgeneral Muhammed el-Harbi ayrıca ‘milislerin ve paralı askerlerin etkisinin ve rollerinin gelecekte iki katına çıkacağına ve düşmanlıklarla sınırlı olmayacağına, ekonomik ve siyasi rollere sahip olacağına’ inanıyor. Harbi’ye göre Lübnan'da yılda milyarlarca dolar değerinde yasal ve yasa dışı ticari işler yürüten ‘Hizbullah’ ve Sana'daki en büyük 8 bankayı kontrol eden Husiler buna bir örnek veriyor. Bu ‘işlevsel gruplar’, finansörlerin ve operatörlerin çıkarlarına hizmet eden herhangi bir rolü üstlenebilir.
Öte yandan, Dr. Said es-Sıddıki, “Belirli bir çete grubunun siyasi bir role dönüşmesi, siyasi partiler kurup, siyasi sürece katılarak veya zor kullanıp iktidara gelerek veya bazı siyasi partiler üzerinde baskı kurarak mümkündür. Paralı askerlerin askeri eylemi siyasi hedeflerden ayrı değildir, daha ziyade birbiriyle ilişkilidir çünkü paralı askerler öncelikle siyasi hedeflere ulaşmak için kullanılır” dedi.



Din ve siyaset: Yeni bir okuma

Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)
Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)
TT

Din ve siyaset: Yeni bir okuma

Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)
Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)

Mustafa Feki

Ortadoğu bölgesi dinlerin buluştuğu bir bölgedir ve buna rağmen milletlerarası çatışmalar bu bölge etrafında yaşanmıştır. Din, su gibidir; insanları bir ve tek olan Allah'a ibadet etmek için bir araya getiren, onları erdeme teşvik eden, kötülüklerden uzaklaştıran saf bir sıvıdır. Bunlar ilahi dinler ve hatta eski felsefeler arasındaki ortak noktalardır. Semavi ve dünyevi yasalar hep birlikte insanı yüceltmeye, çatışmaları yatıştırmaya ve anlaşmazlıkları sona erdirmeye çalışırlar. Dini sloganlar merhamet ile adalet, hakikat ile barış arasında değişirken, insan ile hemcinsleri arasında adaleti sağlamaya çabalarlar. Fakat insan cahil doğduğu için kardeşini öldürdü, akrabalarıyla kavga etti, açgözlülüğe kapıldı ve içgüdüleri ona galip geldi.  Böylece önündeki dünya parçalara, kana, kurbanlara, şehitlere dönüştü. İnsanlar arasındaki karşılıklı güven ortadan kalktı ve geçmiş dönemlerde görmediğimiz şekilde mezhepler, inançlar ve dinlerin mensupları arasında nefret ortaya çıktı ve yayıldı. Medeniyetlerin birbirini takip etmesine ve kültürlerin yayılmasına rağmen şiddet hâlâ çağdaş söylemin dili ve büyüklük, hoşgörü artık içinde yaşamamız ve onun bizim içinde yaşaması için yeterli alana sahip değil.

 

Absürt manzaralarla karşı karşıya olduğumuzu anlamak için Ortadoğu ve Akdeniz bölgesine bakalım. Burada yaşananlar, tüm taraflar arasında ve çeşitli seviyelerdeki görüşlerde net bir bozulmanın varlığını açıkça ortaya koyuyor. Hem de geçmişleri ne kadar farklı olursa olsun, anavatanları ne kadar çeşitli olursa olsun, ne kadar çok dinleri olursa olsun, insanlar arasında bir arada yaşama kavramını neredeyse yok edecek düzeyde. Allah ise kitabında şöyle buyuruyor: (Ey insanlar! Bakın biz sizi, bir erkekten ve bir kadından yarattık. Sizi birbirinizi tanıyasınız diye, milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında şerefli ve itibarlı olanınız, yaşantısını, yolunu, yordamını Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışanlarınızdır. Çünkü Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır). Bu, Allah’ın insanlığa çağrısının genel ve kapsamlı olduğu, diğerlerini dışlayacak şekilde tek bir topluluğa veya diğerlerini bir yana bırakıp tek bir gruba yönelik olmadığı anlamına geliyor. İşte dünyanın göbeğinde yaşadığımız bölge, ılımlı ilahi din anlayışı ile uluslararası barış ve güvenliği adeta sarsacak radikalizm ve şiddet unsurları arasında gerçek bir çile ve zorluk ile karşı karşıya. Zira Suriye’de yolsuzluğu ve vahşeti oybirliğiyle kabul edilen bir rejim devrildi. Daha sonra  hiç hayal etmediğimiz, bilmediğimiz bir takım gerçekler karşımıza çıktı. Emevilerin başkenti, bölgeyi zorlu, sonu hesaplanmamış çatışmalara, kanlı savaşlara sürükleyebilecek yanılsamalar ve takıntılar gölgesinde, bazı gözlemcilerin endişelerini ve bazılarının korkularını artırabilecek yeni grupların kontrolü altına girdi.

Yeni yöneticiler, halklara inanan, insan haklarına saygılı, fanatizme ve aşırıcılığa yol açan her türlü uygulamayı reddeden modern unsurlara dönüşmek için ait oldukları örgüt ve onlarla birlikte savaştıkları silahlı milisler kılığından vazgeçtiklerini Şam'dan duyurdular. Dahası din muamele ve aynı zamanda ölçülü olma, ılımlılık, başkalarını sevmek, başkalarını önemsemek olmasına rağmen, semavi dinleri özünü anlamayan, daha ziyade görünüşle yetinen biçimsel bir okuma ile okumayı reddettiklerini de duyurdular.

Şam’ın birinci başkenti gibi göründüğü Büyük Levant bölgesi, her zaman olduğu gibi, milliyetçiliğin kaynağı, Arapçılığın deposu ve bir arada yaşamanın toprağı olmaya en layık ve uygun olandır. Ancak Filistin'i yasadışı yerleşim, gerekçesiz kötülüklerin ve asıl vatan sahiplerine karşı haksız saldırıların merkezi olarak seçen Siyonist hareket, Gazze'de bir yılı aşkın süredir devam eden kanlı savaş ve Lübnan topraklarının bir kısmına yönelik saldırıların ardından her şeyi tersine döndürdü. Bu da pek çok kriz, biriken çatışmalar ve kötü niyetler nedeniyle Suriye'de geleceğin yeni sorunları da beraberinde getirebileceğine dair bir güvensizlik ve şüphe duygusuna yol açtı.

Suriye'de bir rejim devrildi ve özellikle uygulamalarını gördükten ve içinin nasıl olduğunu öğrendikten sonra bu rejim gitmek zorundaydı. Bu nedenle alternatifin adil, merhametli, çağdaş olması, moderniteye inanması, bilime saygı duyması ve gelecek bayrağını yükseltmesi gerekiyor.

Bunun için gayret ediyoruz ve uzun süredir acı çeken, uzun süren kanlı çatışmalar, askeri çekişmeler, sürekli savaşlar, düşmanlıkların artmasına ve aynı milletten insanları arasında bile uçurumların açılmasına yol açan köklü kopuşların ardından artık huzura kavuşmasının zamanı gelen halklarımız da bunu arzuluyor. Çeşitli ülkeleri ile Araplar vatandaşlık, yani insanlar arasında din, ırk, soy ve renk farklılıklarına rağmen eşitlik sloganını yükseltsinler. O zaman Arap milleti yaşadığımız çağı görmenin, uyması gerekenlere bağlı kalmanın eşiğine gelecektir. Bu noktada birkaç gözlemde bulunmak istiyorum.

Birincisi; daha başlangıcında rejimleri ve otorite kaynaklarını yargılamak adaletsiz ve aceleci bir yargılama olacaktır. Değerlendirme objektif olmalı ve geçmişin kalıntılarından etkilenmemeli, koşullar ne kadar zor olursa olsun, ortam ne kadar bulutlu olursa olsun, mutlaka yalnızca geleceğe dair özlemleri, hayalleri ve umutları düşünmeli. Bu mutlak bağışlama, tamamen görmezden gelme veya tamamen unutma anlamına gelmiyor. İnsan, çevresinin çocuğu, doğasının bir ürünü ve bir ifadesidir. Bu nedenle hepimiz gerçekliği tüm yönleriyle ele almalı, net bir şekilde görüş alışverişinde bulunmalı ve başkalarını önyargılı olmadan kabul etmeliyiz. Şahsen ben, bazı sahnelerin ve Şam'ın yeni yöneticilerinin konuşmalarındaki bazı ifadelerin beni hâlâ biraz endişelendirdiğini, aynı zamanda ulusun güvenliği ve onu her yöne çeken ruhunun saflığı konusunda da korkularım olduğunu itiraf ediyorum.

İkincisi; yeni Suriye siyasi söyleminde söylenmeyenler ve dillendirilmeyenler de bazı meşru kaygılar uyandırıyor. Bu kaygı Filistinlilerin haklarının bu söylemde yer almamasına, dahası Suriye ülkesinin tüm Arapların desteklediği milliyetçi yaklaşıma bağlılığını destekleyen milliyetçi ifadelerin yokluğuna dayanıyor. Oysa uluslararası komploların, çocukları öldüren, şehirleri yok eden, evleri yıkan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun açık bir radikallik ile yürüttüğü bölgesel kötülüğün kokusunun belirgin olduğu mevcut dönemde tüm Araplar bu yaklaşıma bağlılıklarını gösterdiler. Bölgesel olarak milliyetçi yaklaşımı gerektiren bir diğer faktör, Osmanlı mirasını Batı- Amerikan sadakatiyle birleştiren dik kafalı ve anlaşılması güç bir politikacıdır. Tabii bununla, yayılmacı emellerini birkaç yıl önce eşiyle birlikte Somali Devleti'ne yaptığı, ne olması gerektiğini değerlendirdiği ve neyin egemen olması gerektiğini düşündüğü resmi bir ziyarette bizzat keşfettiğim Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı kastediyorum. Sudan'ın Sevakin Limanı’nda bir askeri üs kurma çabalarını da unutmamak lazım. Türk lider, Osmanlı saltanatını yeniden kurmaya çalışıyor, ancak herkes için yüzyıllar ve yıllar geçtiği için koşulların buna izin vermeyebileceği İslami sarığa alternatif olarak Amerikan-Batı şapkasını kullanıyor.

Üçüncüsü; iyi niyetli olarak kendilerine fırsat tanıdığımız Şam'ın yeni yöneticileri, büyük güçler ile bölgesel yönetimler arasında mutabakata varılanlar ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkarılmasında birinci sorumludur. Çünkü Arap varlığının bütünlüğünü, Filistinlilerin haklarının kesinliğini, herkesi ortak bir noktada buluşmaya davet eden Muhammedi çağrıdan önce gelen İsa Mesih'in doğuşuyla ilişkilendirilen bu günlerde, barış topraklarında hakların kabulü ve barışın tesisi için mücadele ve müzakere yoluna birlikte devam etmenin altını çizmek gerekiyor

Dördüncüsü; Arap dünyasını her yönden kuşatmaya çalışmak hiçbir koşulda doğru olmayacaktır. Aksine bambaşka bir sonuca yol açabilir. Uluslararası meşruiyete saygı duymayan, insan haklarına saygı duymayan, dahası tüm tarafların bir arada yaşayacağı bir gelecek düşünmeyen yeni Amerikan yönetimi ve İsrail hükümetiyle karşı karşıya olduğumuzu hatırlamak yeterlidir. Bu nedenle hepimiz gerçeği dikkatli bir şekilde gözlemlemeliyiz. Gazze'de savaşı başlatan ve saldırgan yürüyüşü Lübnan'a uzanan şeytani devlet, Irak'ı taciz eden, en ağır ve katlanılamayacak kadar zor bir zamanda Suriye meselesini gündeme getiren aynı devlettir.

Geriye Arap kitlelere aktarmamız gereken son bir şey kaldı; aralarındaki anlaşmazlıklar ve farklılıklar ne olursa olsun rejimler ve hükümetler arasındaki dayanışma, Gazze ve Lübnan'a yönelik saldırılar ve Suriye'deki rejim değişikliği sonrasında ortaya çıkan durumla yüzleşmenin en doğru yoludur. Zira sevinç gerçeği gölgede bıraktı ve Suriye'deki devrik rejime karşı kazanılan zafer bizi neredeyse sarhoş etti. Öyle ki artık Şam'da tamamen farklı ideolojiye sahip yeni bir rejimin yaşadığını, işleri yönettiğini, politikalar yürüttüğünü neredeyse unutacaktık. Sudan'daki bölünmüşlüğü, Libya'daki siyasi çatışmayı ve Filistin liderliği saflarındaki gizli anlaşmazlıkları dikkate alarak bu rejimin, adil ve modern olmasını umuyoruz.

Allah’tan Arap geleceğinin adil ve akıllı olması, insana inanması, hiçbir ayrım, ayrımcılık, fanatizm, radikalizm ve terörizm olmadan kapılarını tüm insanlığa açmasını diliyoruz.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.