Uluslararası sistemin olmayacağı bir 10 yıl başlıyor

Şu an yeniden düzenlenme ve konumlandırma aşamasındayız ve bu aşama bir süre daha devam edebilir

Çin'in BMGK’ya daimi üye olmasıyla birlikte uluslararası sistemi değiştirme çağrıları arttı (AFP)
Çin'in BMGK’ya daimi üye olmasıyla birlikte uluslararası sistemi değiştirme çağrıları arttı (AFP)
TT

Uluslararası sistemin olmayacağı bir 10 yıl başlıyor

Çin'in BMGK’ya daimi üye olmasıyla birlikte uluslararası sistemi değiştirme çağrıları arttı (AFP)
Çin'in BMGK’ya daimi üye olmasıyla birlikte uluslararası sistemi değiştirme çağrıları arttı (AFP)

Birçok kişi, herhangi bir uluslararası siyasi sistemin kurulması için, ilişkileri düzenleyecek belirleyici kuralların ya da çatışan tarafları kontrol altına alacak bir ‘hegemonik’ ülkeler grubunun yahut bir devletin veya grubun olması gerektirdiği konusunda hemfikir. Geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında Britanya İmparatorluğu ve eski Avrupa sömürgeciliği döneminde, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği'ni içine çekecek bir boşluk bırakırken üstlendiği rol öncesinde de bu oldu. Aynı sıralarda Birleşmiş Milletler'in (BM) kurulması kararlaştırıldı ve uluslararası ilişkiler için temel oluşturan tüzüğü kabul edildi. ‘Bretton Woods sistemi’ olarak bilinen ekonomik sistemle bu süreç tamamlandı. Yani, geçtiğimiz yüzyılda belli bir aşamada, denklemin her iki tarafı da uluslararası sistemi, hakim gücü ve ilişkileri düzenleyen kuralları, büyük ve Batılı ülkelere açık bir eğilimle kurmaya uygundu.
BM kurulduğundan bu yana üye sayısı neredeyse beş kat arttı. Üyelerin çoğu artık İkinci Dünya Savaşı'nda galip gelen ülkeler değildi. Çin'in BM’ye katılmasının ve ekonomik, insani ve siyasi ağırlığıyla BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) daimi üyeliğini kabul etmesinin ardından, uluslararası sistemin daha adil ve devletlerin büyük çoğunluğunun özlemlerine duyarlı hale getirilmesi için değiştirilmesi çağrıları arttı. Batılı ve doğulu büyük güçlerin hegemonyalarını dayatma yetenekleri azaldı. Artık dış ilişkileri düzenleyen genel kurallara saygı duymuyorlar ve çok taraflı sistemden uzaklaşarak, kendileriyle ‘aynı fikirde’ olan ülkelerden oluşan küçük gruplar çerçevesinde toplanmayı ve danışmayı tercih ediyor. Son olarak Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla ve Çin'in uluslararası arenada daha güçlü ve etkili olmaya hazır olduğunu açıkça beyan etmesiyle gördüğümüz üzere büyük güçler siyasi hegemonyanın yöntemleri ve hedefleri konusunda çatıştıkça, uluslararası sistemin temelleri sarsıldı.
Mevcut uluslararası sistem artık dünyadaki çoğu ülkenin ihtiyaçlarını karşılamıyor.  Temelleri 21. yüzyılın siyasi ve sosyal koşullarına uygun olan sistemde artık yeniden düzenleme ve konumlandırma aşamasına geçiyoruz. Bu, on yıl ya da daha fazla süren bir zaman alabilir. Ancak artık ortada ne baskın bir devlet veya bir güç ne izlenmesi gereken yola ilişkin net vizyonlar var ne de genel ilkelere saygı duyuluyor.
ABD, geleneksel bir geri çekilmeci izolasyonist yaklaşım sergilerken bazıları dünyayı demokratik sistemler ve bunlardan kaçınmaya ya da bu sistemlerle çatışmaya çalışan otokratik sistemler arasında bölerek bu yaklaşımını kontrol ettiğini düşünüyorlar. ABD, artık bir iç karışıklık içinde ve ABD vatandaşları, ucu kendilerine dokunmadıkça dış politikayla ilgilenmiyorlar.
Artık uluslararası sistemin iki kutbundan biri olarak değerlendirilmeyen Rusya da rahatsız edici ve kafa karıştırıcı bir durumun içinde. Yeni bir uluslararası sistem oluşturmada belirleyici bir rol oynayamaz hale geldi. Yaşlı kıta Avrupa’nın Rusya için ilk etki alanı olduğu dikkate alındığında, seçkin bir taraf olarak rolünün devam etmesi, Avrupa ile olumlu ve olumsuz ilişkilerinin etkin bir şekilde yönetilmesine bağlı. ABD’nin ve Batı'nın Çin'e olan ilgisinin ve Çin'le oynadıkları rolün ana nedeni, Çin'in en başta belirlediği bir hamlede tamamlayıcı rol oynamasıdır. Rusya uluslararası alanda rolünü ve konumunu yeniden etkinleştirmesinin kendisine çok büyük yükler getirdiğini biliyor. Şu an bunu yapması kabiliyetlerini aşıyor. Şimdi elindeki gücün kaynağı, artık uluslararası kabul görmeyenler ya da İran gibi Batı kampına katılamayanlar için bir adres olarak görülmesinden geliyor.
Çin'in son otuz yıldaki güçlü ekonomik büyümesinde büyük fayda sağladığı uluslararası sistemin değiştirilmesini istediğine dair çeşitli işaretler var. Birçok gelişmekte olan ülke de bunu memnuniyetle karşılıyor.
Öte yandan Çin’in gelişmekte olan ülkeleri destekleyen bir ülkeden modern uluslararası sistemin şekillenmesinde öncü rol oynamaya hazır bir ülkeye dönüşmesinden sonra Çinli liderlerin güvenlikle ilgili giderek artan söylemleriyle ve Çin'in dış politikalarının ideolojik ya da teorik temeliyle ilgili bir netliğin olmayışıyla Çin'in siyasi olarak artan güveni, komşu Asya ülkeleri kadar Batı'da da endişe uyandırdı. Çin, önde gelen bir ülke olarak gelecekteki politikalarının ve ideolojilerinin, Avrupa'nın onları küresel olarak sınırlamaya yönelik baskılarından ötürü tam olarak oluşmadığını düşünüyorum.
Tüm bu dönüşümler, Japonya ve Almanya gibi birçok ülkenin ve hatta Avrupa'nın tamamının dış hesaplarını yeniden gözden geçirmesine ve ilişkilerinin temellerini değiştirmesine neden oluyor. Örneğin Japonya nükleer silah üretmek için ihtiyacı olan tüm bileşenlere sahip. İsveç tarafsızlık politikasından vazgeçerek Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) katılmak için başvurdu. Aynı başvuruyu Finlandiya'ya da yaptı. Almanya askeri bütçesini artırdı ve ilk kez çatışma bölgelerine milli silah tedarik etmeye başladı. Bu durumun çeşitli bölgesel arenalara yayılması bekleniyor. Güç dengesinin yanı sıra ilgi ve yeteneklere göre kısa vadeli anlaşmalar yapılarak büyüyen bir militarizasyon yarışına ve siyasi, ekonomik ve sosyal güç arasındaki rekabete tanık oluyoruz. Ancak bu geçtiğimiz yüzyılın ortalarından bu yana süren Batı’nın hegemonyası ve ABD’nin hakim olduğu uluslararası sistem üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır.
Önümüzdeki on yılı en azından uluslararası değişimler ve uyumlarla dolu, ülkelerin siyasi pratiklerinde birbiriyle paralel üç eğilimin ortaya çıktığı bir sistemin olmadığı bir on yıl olarak göreceğiz. Bu eğilimlerin birincisi, daha fazla pragmatizm ve statükonun doğruya ve yanlışa bakılmaksızın kabul edilmesidir. Bunun için kanunun gücüne karşı güç kanunu tercih edilir. İkinci çok taraflılık ve BM Antlaşması çerçevesinde yönetilen dış ilişkilerin küçültülmesi ve bunun yerine konu ve duruma göre daha küçük ve daha uyumlu blokların kurulması eğilimidir. Bu durum ise çağdaş uluslararası sistemin ya da ondan geriye kalanların değişim ve parçalanma hızını artıracaktır. Bunun yanında son yıllarda Kovid-19 salgınının etkilerinin ve iklim değişikliğinin yansımalarının yararsız ve hatta tehlikeli olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen, tecritçiliğe doğru bir eğilim ve tek taraflılıkta bir artış olduğunu göreceğiz. Bu da uluslararası işbirliğine gerçekten ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde oldukça tehlikeli bir durumdur.
İlişkiler için adil kuralların ya da çoğulculuğa inanan ve uluslararası ilişkilerde çoğulcu sisteme hakim olan ülkelerin olmadığı durumlarda, gelişmekte olan ülkeler ve orta ölçekli güçte ülkeler, uluslararası ilişkilerde çoğulculuğun ve eşitliğin korunmasına yönelik kuralların devletler ve halklar arasında daha adil temeller üzerine kurulmasına katkıda bulunmak için kendi aralarında istişareleri artırmak ve yoğunlaştırmak zorundadır. Böylece kendisini uluslararası arenadan uzaklaştıran ya da boşluğu doldurmaya çalışan uluslararası ve bölgesel güçlere av olmayıp, komşuları pahasına kendi politikalarını uygulama ve emellerine ulaşmaya çalışmalılar.
*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
TT

Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)

İsmail Derviş

Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra Ramazan Bayramı'nın üçüncü gününün akşamı, Suriyeliler bayram tatili sebebiyle, Suriye'nin en ünlü eğlence parkı olan ve Şam Uluslararası Havalimanı'nın yakınında bulunan “Mutlu Dünya”yı doldurmuşlardı. Ancak iki genç, yetişkinlere ait bir oyun için sıra kavgasına giriştiler. Olay, birinin diğerini “Kamu Güvenliği’nde” çalıştığını söyleyerek tehdit etmesi, “intikam alabileceğini” söylemesiyle tırmandı.

Basit bir anlaşmazlık sonucu ortaya çıkan bu olay, Suriye'de yaklaşık 15 yıldır yaygın olan şiddet sırasında gerçekleşen sayısız intikam ve misilleme olayı ve dökülen kan yanında önemsiz kalıyor. Bütün bunlar sebebiyle ülke, bu yüzyılda dünyanın en şiddet dolu ve güvensiz ülkesi olarak sınıflandırıldı.

Esed rejiminin devrilmesinin arifesinde Suriyeliler, çoğunluğu Esed rejimine sadık olanlara veya rejimin işlediği suçlara iştirak edenlere yönelik misilleme eylemleri olan kitlesel katliamlardan korkuyorlardı. Ancak tepkiler beklenenden çok daha hafif oldu ve Suriye’nin kıyı bölgesinde mart ayı başında patlak veren olaylardan önce intikam davaları bireysel vakalarla sınırlı kaldı. Eski rejime bağlı yandaşların yeni hükümetin kamu güvenlik güçlerine yönelik saldırısıyla başlayan olaylar, büyük çoğunluğu sivil olan yüzlerce kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlandı.

Uluslararası toplum, eski rejime bağlı grupların gerçekleştirdiği saldırıyı hemen kınadı ancak yeni Suriye hükümetinden de yaşanan ihlalleri soruşturmasını istedi. Hükümet de olup biten her şeyi araştırmak ve olaya karışanlardan hesap sormak için bir “bağımsız soruşturma komitesi"  kurdu ama komite bu yazı yazılırken hâlâ çalışmalarını sürdürüyordu.

Humus'ta köylerin etrafındaki barikatlar

Suriye'nin merkezindeki Humus, büyük mezhepsel çeşitliliğe sahip bir şehir. Görgü tanıkları Independent Arabia'ya, güvenlik güçlerinin olası misillemelerden sakinlerini korumak için bazı Alevi köylerinin etrafına barikat kurduklarını söylediler.

Esed rejiminin döktüğü kanın intikamını almak isteyenlerin arasında kişisel intikamlarını almak isteyenler de var. Bazıları da İçişleri Bakanlığı devleti tam anlamıyla denetim altına almadan ve hukuk diğer ülkelerdeki gibi işlemeden önce hesaplarını görmek istiyorlar.

 Bazı Suriyeliler de, kanundan kaçanların veya yasadışı eylemlerde yahut da hâlâ hukuksuz eylemlerde bulunanların, bunun için hâlâ imkânları olduğuna inanıyor. Güçsüz olan ve aygıtları hâlâ yeniden yapılandırılan hükümete danışmadan, başkaları ile hesaplarını görebileceklerini düşünüyorlar.

Ciddi hukuki adımlar bekleniyor

Suriyeli avukat Fadi Kardus şunları söylüyor: “Bilhassa Suriye çatışması gibi uzun süreli ve kanlı çatışma ile devrim bağlamında, herhangi bir geçiş sürecinde, kişisel hesaplaşmalar gerçek bir tehlikeyi temsil eder. Oysa uluslararası alanda kabul gören kavramıyla geçiş dönemi adaleti, adalet ve uzlaşmayı sağlayacak yasal ve kurumsal bir çerçeve sunarak bu tür intikamların önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Aynı şekilde, 2025 Suriye Anayasa Bildirgesi doğrultusunda en kısa sürede kurulmasını umduğumuz geçiş dönemi organı da bu hedefe ulaşılmasında önemli rol oynayacaktır. Bunun için suçluların ve faillerin hesap vermesini, mağdurların tazmin edilmesini ve ihlallerin tekrarlanmamasını sağlamak için bireylerin ve kurumların reform edilmesini garantiye almalıdır.” Şunu da ekliyor: “Geçiş dönemi adaleti ilkelerinin etkin bir şekilde uygulanmasıyla Suriye'nin kişisel hesaplaşmaların açık arenasına dönüşmesini engelleme fırsatına sahip olduğu söylenebilir. Bu nedenle, adaletin sağlanması için hükümet ve Suriye'de ulusal düzeyde faaliyet gösteren sivil toplumun sürecin kapsayıcı, oluşumu, yetkileri ve görevleri belli, mağdur merkezli olmasını sağlamak amacıyla güçlü bir kararlılık göstermesi gerekiyor. Bu da bireyler ile devlet arasındaki güveni artırıp, en azından öngörülebilir gelecek için istikrarı sağlayacaktır.”

Kardus, şöyle devam etti: “Geçiş Adaleti Komisyonu için gerekli yasama ortamını oluşturacak geçici yasama konseyi kurulmadan, yukarıda belirtilenler hiçbir işe yaramayacaktır. Bu yapılırken ulusal mevzuat, Geçici Anayasa Bildirgesi, insan hakları ve geçiş adaletine ilişkin uluslararası standartlar esas alınmalı, Geçiş Adaleti Komisyonu'na ulusal ve uluslararası destek sağlanmalı ve böylece kararlarının güvenilirliğinin artırılması hedeflenmelidir. Zira Geçici Anayasa Bildirgesine göre geçiş adaletinin kazananların adaleti olmasından korkuluyor. Dolayısıyla Geçiş Adaleti Komitesi’nin öncelikle mağdurların kim olduğunu tespit etmesi, geçmişteki ihlallerin mağdurlarını hak sahibi olarak tanımaya çalışması gerekiyor. Daha sonra komiteler aracılığıyla gerçeklerin araştırılmasına başlanmalı. Ardından Adalet Komitesinin görev alanına giren suçların faillerinin kimliğine bakılmaksızın yasal işlem ve takip başlatılmalı. Mağdurlar veya aileleri için hesap sorma, tazminat ve düzeltme mekanizmasının net bir şekilde oluşturulması ve şu anda yaşandığı gibi ihlallerin tekrarlanmasını önlemek için gerekli tüm tedbirlerin alınması gerekiyor.”

Eski rejimin geride bıraktığı miras

Suriyeli yazar ve insan hakları aktivisti Samar Aştar’a gelince şunları söylüyor: “2011 yılında Suriye devrimini izleyen çatışmanın patlak vermesinden itibaren devlet kurumları bozulmaya başladı. Ülkede suçları bir nebze olsun kontrol altında tutan birleşik güvenlik otoritesi kayboldu. Ülke kompleks çatışmaların açık arenası haline geldi. Çatışmalar siyasetin ve militarizmin sınırlarını aştı, kaos ve yargı sisteminin zaafları örtüsü altında kişisel intikam ve tasfiyeler şeklinde daha tehlikeli bir karaktere büründü. O zamandan beri öldürme, adam kaçırma ve uydurma suçlamalar, hiçbir yasal veya toplumsal caydırıcılık olmaksızın, tüm taraflar için hesaplaşmanın yaygın bir yolu haline geldi.

Aştar şunu da ekliyor: “Esed rejimindeki subay ve yetkililerin, isyan eden halka karşı kullanmak için intikam almak isteyen ve suç kaydı bulunan kişileri askere alma politikasını unutamayız. Bu onların halka sempati duymamalarını, yemek ve içmek gibi öldürmeye alışana kadar acımasızca ve hiç ara vermeden öldüren bir demir yumruktan ibaret olmalarını garanti altına alacaktı ve öyle de oldu. Daha sonra Aralık 2024'te rejim değiştiğinde Suriyeliler suçluların yasal olarak hesap vereceğini umuyordu. Kontrol dışı silahların kontrol altına alınması, fraksiyonların ortadan kaldırılması, güvenlik güçlerinin rolünün etkinleştirilmesi yoluyla güvenliğin yeniden sağlanacağını ümit ediyorlardı. Ancak bu umut, gerçek bir reform belirtisi göstermeyen yeni bir gerçeklikle hızla suya düştü. Silahların, hizipçiliğin ve mezhepçi söylemlerin yaygınlaşması, yeni hükümetin etkili ve net bir geçiş dönemi adaleti politikasının olmaması sorunu daha da derinleştirdi. Vatandaşlar ise, kendilerine insan aklının kavrayamayacağı acılar yaşatanlardan hesap sorulmasını, hükümet kurumlarından defalarca talep ettiler. Ancak gerçek bir yargılamanın olmaması nedeniyle birçok kişi “Şebbiha” ve suçluların isimlerini belgelemek için sosyal medyaya yöneldi ve “siyasi”, bazen de mezhepsel bir doğa taşıyan bireysel intikam kampanyaları başladı.

Hükümetin çekingen müdahalesi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Suriyeli insan hakları aktivisti, “yeni hükümetin müdahalesinin çekingen olduğunu ve kontrolsüz yayılan silahların kontrol altına alınmasının önceliğine inanmadığını, çeşitli silahlı grupları Suriye Ordusu adı altında tek bir çatı altında etkili bir şekilde birleştiremediğini” düşünüyor. Ardından şöyle devam ediyor: “Hatta bazen rastgele işlenen intikam suçlarını örtbas ederek sanki katillere gizli bir koruma sağlıyormuş gibi davranıyor. Bu da şiddetin ve bireysel intikamın çemberini genişletti ve asırlardır korkuya alışmış olanların yüreklerine kaygı geri döndü. Herhangi birini “Esed rejiminin kalıntısı” olmakla suçlamak kolaylaştı, böylece peşine düşmek, tutuklamak ve hatta öldürmek meşru ve onaylanan bir eyleme dönüştü. Suriye sahillerinde kendilerinde hesap sorma hakkı ve öldürme yetkisi gören gruplar tarafından yeni tasfiye eylemleri başlatıldı. Silah sesleri yeniden yükseldi ve mahkemeler, hakimler ve tanıklar aracılığıyla örgütlü geçiş dönemi adaletinin son özellikleri de ortadan kalktı. Bunun yerini, genellikle kişinin geçmişine dayalı bireysel ve kolektif intikam eylemleri aldı. Bir yerde Esed yönetimine sessiz kalan bir dini gruba karşı savaş açıldığını, diğer bir yerde malların geri alınması, önceki rejim döneminde uğranan zararın intikamının alınması, hatta sadece ailevi problemlerden dolayı intikam alma durumları görülmeye başlandı.”

Silahlar tekrar konuşacak mı?

Aştar sözlerini şöyle bitirdi: “Suriye halkının yorgun zihni bugün acaba tekrar silahlar konuşacak mı, orman kanunu tarzı hayat devam edecek mi, bireyin güvenliği ve onuru arasında aşılmaz bir duvar oluşturan öldürme ve işkencenin geri dönme olasılığı var mı diye düşünüyor. Bu soruların cevabı evettir; eğer mevcut hükümet yasaları uygulayamazsa, gerçekten hesap soramazsa, kontrolsüz silahı ve hizipçiliği kontrol edemezse, geçiş adaleti için derhal çalışmaya başlamak yerine, sokağın öfkesini dindirmek çabasıyla sadece medya ve kameraların önünde bir suçluyu tutuklarsa kaos ve korku geri dönecek. Adalet kamerayla değil, adil bir yargıçla ve halka hukuk temelleri üzerine kurulmuş bir devletin güvenini veren dürüst bir soruşturmacıyla sağlanır.”

Öte yandan gözlemciler, kişisel hesaplaşma vakalarının da yaşandığını, bu vakaların rejimin yıkılmasından önce de var olduğunu, ancak günümüzde farklı bir karakter kazandığını düşünüyorlar. Zira güç dengeleri değişse de, bazıları kaos, intikam ve kişisel tasfiyeler açısından Suriye'de yaşananların büyük Suriye destanından sonra yaşanması beklenenlerden çok daha az ve hafif olduğunu düşünüyorlar. Ancak hükümet, isteyerek veya istemeyerek de olsa, birincisi, güvenliği ve kontrolü sağlamak, ikincisi de ülkeye destek konusunda ileriye yönelik adımlar atmadan önce daha fazla adım atılmasını bekleyen uluslararası toplumun güvenini kazanmak için, yasaları mümkün olduğunca uygulamaya çalışıyor.