KDP-İ Genel Sekreteri Mustafa Hicri Şarku'l Avsat'a konuştu: Önceliğimiz İran'da federal bir sistem kurmak

Genel SekreteriMustafa Hicri, hiçbir sınıf ya da topluluğun kendisini ülkenin mutlak sahibi olarak görmemesi gerektiğini söyledi.

Mustafa Hicri
Mustafa Hicri
TT

KDP-İ Genel Sekreteri Mustafa Hicri Şarku'l Avsat'a konuştu: Önceliğimiz İran'da federal bir sistem kurmak

Mustafa Hicri
Mustafa Hicri

İran'ın batısı ve kuzeybatısında Kürt nüfusun yoğun olduğu şehirler, tıpkı daha önce düzenlenen protestolarda olduğu gibi bir kez daha protestocuların İran rejiminin düşmesi için sloganlar attıkları halk protestolarının yuvasına dönüştü. İranlı üst düzey yetkililer, düşman ülkelerden muhaliflerine kadar dış mihrakları ülkenin ‘ilerlemesine’ karşı ‘uluslararası bir komplo’ kurmakla suçladı. İranlı yöneticiler, halkı ‘ayrılıkçılığa’ ve ulusal egemenliğin tehdit altında olduğu konusunda korkutarak krizi yatıştırmaya çalışırken, özellikle etnik azınlıklara karşı suçlamalarda bulundu.
İran, baskı kampanyasıyla birlikte İranlı Kürt muhalefet partilerinin genel merkezlerini insansız hava araçları (İHA) ve balistik füzelerle hedef alırken bu partilere karşı geniş çaplı bir askeri operasyon başlatmakla tehdit etti. İran'ın suçlamalarının odağında en eski İranlı Kürt muhalefet partisi olan İran Kürdistan Demokrat Partisi (KDP-İ) yer alıyordu. Adımları, İran rejimi ve İranlı olmayan halkların kendi özyönetimlerini kurma özlemlerini tanımayarak başka alternatifler önerenler arasında ortak endişeler yaratan KDP-İ’nin Genel Sekreteri Mustafa Hicri, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, KDP-İ’nin yaklaşık 20 yıldır süren iç çekişmelere son verdiğine dikkat çekti. Hicri, partisinin önceliğinin parlamenter, demokratik ve federal bir İran'ın kurulması olduğunu vurguladı.

-(İran’da) son protestoların başlamasından haftalar önce KDP-İ’nin iki kolunun birleştiğini gördük. KDP-İ’nin kolları arasındaki uyumun yeniden sağlanması niçin önemli?
Şu an İran'da özgürlüklere karşı baskı uygulayan, insanları temel haklarından mahrum eden diktatör ve gerici bir rejimle karşı karşıyayız. Bizler KDP-İ olarak, muhalefet kanadındaki siyasi partiler ve siyasi isimler olarak yıllardır İran İslam Cumhuriyeti rejimine karşı mücadele ediyoruz. Fakat ne yazık ki bu mücadele henüz meyvesini vermemiş, halkın taleplerini yerine getirememiştir.
İran İslam Cumhuriyeti'nin halkın taleplerine cevap verememesinin nedeninin başta siyasi partiler olmak üzere İranlıların dağılması ve parçalanması olduğunu düşünüyoruz. Birbirlerinden uzak ve farklı bakış açılarına sahip olduklarını görüyoruz. Bu yüzden İran’daki siyasi güçler bölündü, etkinliği azaldı. Gösterilerde ve yürüyüşlerde seslerini olması gerektiği gibi duyuramadılar.

Hicri, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bölgesinde Peşmerge güçlerine ait askeri bir üsse inceleme gezisi gerçekleştirdiği sırada (KDP-İ)

Bu sebeple KDP-İ içinde birkaç yıl devam eden bölünmenin ardından, Kürt hareketinin İran Kürdistanı'nda etkili olabilmesi için yeniden birleşme kararı aldık. Bunu uzun zamandır tartışıyorduk ve çok şükür son zamanlarda KDP-İ’nin İran'daki iki kolunu yeniden bir araya getirebildik.
Bu gelişme, İran Kürdistanı üzerinde olduğu kadar İran muhalefeti arasında da büyük bir etki bıraktı. Birleşmenin, İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşan diğer İranlı muhalif örgütler üzerinde de etkisi ve yeni bir birlik, iş birliği, fikir ve ortak planlar döneminin başlangıcı olabileceğine inanıyorum.

-Peki bu, gelecekte İranlı Kürt muhalefet partileri arasında daha fazla iş birliğinin olduğunu göreceğimiz anlamına mı geliyor?
KDP-İ birleşmeden önce Kürdistan’ın önde gelen partileriyle ittifak halindeydik. İran Kürdistanı Komele Partisi’nin iki kolu ile iş birliği yapıyoruz. Bu mücadeleyi hep birlikte sürdüreceğiz.

-Partinizin ve yoldaşlarınızın Kürt muhalefetinin merkezindeki öncelikleri nelerdir?
Genel olarak önceliğimiz parlamenter, demokratik, federal bir İran'ın kurulmasıdır. Biz bu amaç için çabalıyoruz. Muhalif gruplar ve İran halkıyla birlikte ortak mücadele bu amaca ulaşmanın şartlarındandır.

-Eğer İranlı Kürtler özerklik isterse nasıl bir tutum sergileyeceksiniz? Federalizm derken, IKBY bölgesindeki gibi bir sistemi mi kastediyorsunuz?
IKBY’nin bir kopyası olacağını söyleyemem. Çünkü İran'da yönetim biçimi ne olursa olsun, bu yönetim biçimi ülkenin siyasi, coğrafi ve ulusal durumuyla uyum içinde olmalı. Ama kısaca bunu İran'ın coğrafi çerçevesi içinde istediğimizi söyleyebilirim. Hem Kürtlerin hem de İran'da kendi coğrafyasında yaşayan diğer halkların kendi iç hükümetleri olmalı. İran'da demokratik bir anayasa çerçevesinde faaliyet göstermeliler. Dolayısıyla hepimiz İran'ı kendimize ait olarak görüyoruz. Hiçbir sınıf ya da topluluk kendini İran'ın mutlak sahibi olarak görmemeli ve başkalarına zulmetmemelidir.

-İran muhalefetindeki bazı kesimler etnik, dini ve diğer azınlıkların varlığını inkâr ediyor ve İran'ın geleceğinde yerleri olmadığını düşünüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu tür şovenist fikirlerle yıllarca İran'da çok sayıda etnik kökenin varlığı inkâr edildi. Ancak bu çabaları başarısız oldu. Bugün, gerek ülke içinde gerek dışında, modern ve ilerici fikirlerin anlaşıldığını görüyoruz. Halkların ve ülkenin tüm sakinlerinin haklarının garanti altına alındığı bir İran'ın olmasını istiyorlar. Aynı zamanda demokratik ve federal bir İran çerçevesinde Kürt halkının ulusal haklarını güvence altına almak bizim politikamızdır.

-İran’ın özgür ve demokratik bir ülke olmasında ısrar etmenize rağmen, talepleriniz İranlılar tarafından ayrılıkçı olarak algılandı. Bu suçlama karşısında ne diyeceksiniz?
Bu suçlama, İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasından önce Pehlevi rejimini KDP-İ’nin talepleriyle mücadeleye itti. Ardından mevcut rejim bu suçlamayı selefinden devraldı.
Suçlama, Kürt halkının kurtuluş mücadelesini İran bağlamında çarpıtmayı amaçlıyor. Hatta KDP-İ aktivistleri ve Kürt halkı İran İslam Cumhuriyeti mahkemelerinde ağır şekilde cezalandırılıyor. İran Kürdistanı'nda ayrılık çağrısında bulunan önde gelen bir parti yok. Bazı insanlar, önde gelen bazı isimler ve belki de daha küçük birkaç parti, İran'dan ayrılma çağrısında bulunduklarında bu davranışları, İran İslam Cumhuriyeti’nin şiddet ve zulmüne karşı gösterdikleri bir tepkiden ibarettir. Dolayısıyla İran Kürdistanı'nda İran'ı bölmek isteyen önde gelen hiç bir parti yok.

-KDP-İ’nin ve İranlı Kürt muhalefet hareketlerinin mevcut rejime bir alternatif bulma yolunda karşılaştığı en önemli zorluk nedir?
İran muhalefetinin bazı siyasi partilerinin ne yazık ki bir miktar totaliter partiler olmasının en önemli zorluk olduğunu düşünüyorum. İran İslam Cumhuriyeti'ni tek başlarına devirebileceklerini ve hür iradeleriyle hükümeti kuracaklarını sanıyorlar.
Bir partinin ya da bir grubun İran İslam Cumhuriyeti'ni devirip, istediği devleti kurmasının imkânsız olduğuna inanıyorum.
Doğru yol, İranlı Kürt muhalefetinin tüm siyasi örgütleriyle ya da en azından büyük bir çoğunluğuyla belirli bir program temelinde birbirimizle çalışabileceğimiz ve bu mücadelede halkın taleplerini gerçekleştirmek amacıyla ilerleyebileceğimiz belirli bir çerçeveye ulaşılması olacaktır. Bu, özellikle İran halkı ve İslam Cumhuriyeti'ne karşı muhalefete ve mücadeleye katılanların takip etmesi için farklı grupların temel taleplerini gerçekten yakalayan bir çerçeve olmalı.

-İran'daki iç siyasi durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından geçtiğimiz eylül ayına ve son protesto hareketinin başlamasından bu güne kadar İran’daki durumun ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu mücadeleler, esasen İran halkının İslam Cumhuriyeti'ne karşı verdiği mücadelelerin tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu mücadelelerin İran'ın özgürlükçü halkına ve İran Kürdistanı'ndaki Kürt halkına çok şey kazandırdığına inanıyorum.  Esasen böyle günlerde insanlar birbirine sempati duyar, iş birliği yapar ve İslam Cumhuriyeti'ne karşı birlik olurlarsa taleplerini gerçekleştirebilirler.
İran'da devam eden bu protesto hareketi bastırılsa da olumlu sonuçlarının, halk için başarılı bir deneyim olarak kalacağına inanıyorum. Son protestoların ardından İran İslam Cumhuriyeti, başka bir İslam Cumhuriyeti oldu. Artık tüm önlemlere ve yaptırımlara rağmen İran İslam Cumhuriyeti'nin İran halkı için belirli bir zihniyet oluşturmada başarısız olduğu kanıtlandı.
İranlı Kürt muhalefetinin tüm siyasi örgütleriyle ya da en azından büyük bir çoğunluğuyla belirli bir program temelinde birbirimizle çalışabileceğimiz ve bu mücadelede halkın taleplerini gerçekleştirmek amacıyla ilerleyebileceğimiz belirli bir çerçeveye ulaşılması olacaktır. Bu, özellikle İran halkı ve İslam Cumhuriyeti'ne karşı muhalefete ve mücadeleye katılanların takip etmesi için farklı grupların temel taleplerini gerçekten yakalayan bir çerçeve olmalı.

-Devam eden protestoların geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu durum daha ne kadar devam edecek?
Halk mücadelelerini ortak hale getirinceye kadar İran İslam Cumhuriyeti'nin onları şiddetli bir şekilde bastırabileceğine inanıyorum. Ama bu mücadeleyi devam ettirebilmek için çok önemli iki nokta var. Birincisi, İran'daki demokratik ve özgürlükçü muhalefetin ortak bir programı olması gerekiyor. Böylece halkı yönlendirip birleştirebilirler. İkincisi, insanlar sebatlarını korumalı, umutsuzluğa kapılmamalı ve sokakları terk etmemeliler. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti'ni devirmek için çok fazla direniş ve fedakârlık göstermek gerekiyor.

-Peki, spontane gelişen bu protestoların gelecekte de devam edeceğini düşünüyor musunuz?
Yine bu türden ve belki daha geniş çaplı protestolara tanık olacağımıza şüphe yok. Zira İran İslam Cumhuriyeti rejiminin bu ideoloji ve anlayışla halkın taleplerine cevap verebilmesi ve halkın memnuniyetini kazanması mümkün değil.
Birkaç yıl süren hoşgörülü tutumun ardından insanlar her şeylerini kaybettiler. Hoşgörüleri sona erdi. İran'da bu durum böyle devam edemez.
Son protesto hareketinin başladığı ilk günlerde İran İslam Cumhuriyeti ve onun propaganda aygıtının son protestolara karşı iki yaklaşım benimsediği açıktı. Bunlardan ilkinde, Kürt Peşmerge güçlerinin Kürt şehirlerine geldiğine dair çeşitli videolar yayınlamaya çalıştılar ve bu protestoları Peşmerge’ye mal etmek için eski videolara başvurdukları ortaya çıktı. İkinci yaklaşım ise göstericileri İslam dininin düşmanı olarak göstermekti.

-Peki, kullanılan bu yöntemler İran halkını etkiler mi?
Bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti, yönetimi boyunca yapılan tüm özgürlük talep edenlerini düşman güdümlü, İslam'a ve İran rejimine karşıymış gibi gösterdi. İslam Cumhuriyeti bu konuda son derece ileri gitti. Bu kara propaganda o kadar ileri gitti ki, önceleri bir grubun bu propagandasına cehalet yüzünden inanmak mümkünken, bugün kimse bunlara inanmıyor.
Görüldüğü üzere mesele sadece KDP-İ ya da diğer muhalefet partileri meselesi değil, kadınların saçı ve başörtüsü bile İsrail'e, ABD’ye ve İran'ın düşmanlarına mal edilebiliyor.
İran İslam Cumhuriyeti, halkın taleplerine cevap vermeye hazır değil. Onları dinlemek, sorumluluğunu kabul etmek ve halkın güvenliği, rahatı ve özgürlüğü için adım atmak yerine her türlü muhalif sesi hemen bastırmayı seçiyor.

-İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) özellikle Kürdistan ve Belucistan eyaletlerinde düzenlenen protestoların bastırılmasındaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok sayıda ölü, yaralı, tutuklama ve infaz olması göz önüne alındığında, özellikle son 100 gün içinde DMO da dahil olmak üzere güvenlik güçlerinin Belucistan ve Kürdistan eyaletlerine baskı yapmadaki rolüne dair birtakım raporlar ve kanıtlar var.

-Son protesto gösterilerinde kadınların rolünü ve genel olarak İranlı Kürtlerin mücadelelerindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İranlı Kürt kadınlar, İran'ın dört bir yanındaki kadınlarla birlikte özgürlük mücadelesine katıldılar.  Son günlerde ortaya çıkan bu protesto hareketi, kadınların mücadelesinin önemini büyük ölçüde artırırken, kadınların endişelerini ve İran rejimi tarafından baskı görme korkularını azalttı. Bu yüzden kadınların eskisinden daha aktif ve İran halkının genel özlemlerinin yanı sıra kadınlar olarak kendi özlemleri için ilerleme kaydetmede daha etkili olacaklarına inanıyorum.

-Size İran'ın iç durumu hakkındaki görüşünüzü sordum. Şimdi İran'ın bölgesel durumu hakkındaki görüşünüzü de sormak istiyorum. İran'ın bölgedeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
İran, içinde bulunduğumuz dönemde bölgede müdahaleci ve saldırgan bir rol oynadı. Bu rol, İran'ın içeride maruz kaldığı tehditlere dayandığı gibi dışarıda ve bölgede uyguladığı politikası da komşularını tehditlerine ve bu tehditler sonucunda İslam Cumhuriyeti'nin yarattığı duruma dayanıyordu. Bu rol, İran İslam Cumhuriyeti'nin hedeflerine ulaşmasına yardım edeceğine ters tepti. Şimdi bu politikanın bir sonucu olarak Arap ülkelerinin hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun İsrail'e düşman olmak yerine onunla ‘İbrahim Anlaşmaları’ imzaladıklarını ve İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı birleştiklerini görüyoruz.
Lübnan ve Irak gibi Şiilerin yoğun olduğu diğer bazı ülkelerde insanların başlarda İran İslam Cumhuriyeti'nin Şii olduğuna ve onun iddialarına göre Şiiler için bir sığınak olacağına inansalar da şimdi bu politikaya karşı isteksiz olduklarını görüyoruz. Irak ve Lübnan'ın farklı şehirlerinde insanların birçok kez İran İslam Cumhuriyeti'nin saldırılarına ve politikalarına karşı gösteriler düzenlemek için sokaklara döküldüklerini gördük. Bu yüzden İran rejimi, bölgede kendisini çok güçlü göstermeye çalışsa da şu an en kötü siyasi dönemini yaşadığını düşünüyorum.

-İran’ın yeni hükümetinin komşularıyla ilişkilerini geliştirme konusundaki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran rejiminin komşularıyla ilişkilerini geliştirmek gibi bir amacı yok. Aksine İran, devrimini komşu ülkelere ihraç etmeye çalışıyor. Bu politika, İran rejiminin ideolojisinden kaynaklanıyor. İran İslam Cumhuriyeti, bir yandan bölgede barış ve uzlaşı için adımlar attığını dile getirirken diğer yandan aynı ülkelere komplo kurmaya ve onları istikrarsızlaştırmaya devam ediyor. İran rejimi, fırsatını bulsa bölgedeki hükümetleri devirmek için komplolar kurarak, ideolojisini bölge ülkelerine empoze etmeye ve mevcut durumu İran lehine çevirmeye çalışır.
Rejimin ideolojisine göre İslam anlayışı, mollaların (din adamları) yönetimine dayalı Şiilik demektir. Bu anlayışını da komşu ülkelerde ve dünyanın diğer yerlerinde yaymayı istiyor. Çünkü İran rejiminin meşru görevlerinden biri de bu.

-Geçtiğimiz yıl İran'da birkaç askeri saldırı gerçekleşti. Tahran her seferinde İsrail'i ve İranlı muhalif Kürt partilerini bu saldırılara karışmakla suçladı. Bu suçlamalarla ilgili ne söylemek istersiniz?
Bu suçlama, İran İslam Cumhuriyeti’nin yanlış politikasına dayanıyor. İran rejimi, öncelikle bugünün gerçeklerini anlamıyor, ikinci olarak ise bölgedeki ve dünyadaki planlarını gözden geçirmeye ve politikalarını sürdürmeye hazır değil. Bundan ötürü İran İslam Cumhuriyeti'ni hedef alan askeri saldırılar karşısında program, silah ve örgütsel zafiyetlerini görüp düzeltmeye çalışmak yerine başkalarını sorumlu tutmaya çalışıyor. Rejim kendini kusursuz gördüğünden politikasını gözden geçirmeye kesinlikle hazır değil, yoksa KDP-İ ve diğer İranlı Kürt muhalefet partileri nasıl Tahran'da ve ülkenin orta kesimlerinde saldırılar düzenleyebilir ve İsrail, bu saldırıların faili olabilir? Rejimin bu varsayımı doğru olsa bile tüm böbürlenmelerine ve kendisini bölgesel bir güç olarak göstermeye çalışmasına rağmen İsrail'e atfedilen saldırılar karşısında çaresiz kalması, ne kadar büyük bir zaaf içinde olduğunun işaretidir.

-İran, 4 yıl önce bugünlerde partinizin karargahını füze ile hedef aldı. Bu yıl da IKBY bölgesinde birçok noktaya saldırılar düzenledi. Bu saldırılar IKBY’deki konumunuzu etkiledi mi? Genel olarak bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu saldırılar, bizi en ufak şekilde dahi etkilemiyor, ama güvenlik açısından daha dikkatli olmamızı sağlıyor. Artık daha detaylı bir planlamamız var. İran rejimi, KDP-İ ve diğer İranlı Kürt muhalefet partilerinin merkezlerini bombalayarak, öldürerek ve susturarak hedeflerine ulaşmayı başarmış olsaydı, bu amacına yıllar önce ulaşmış olurdu. Tüm bu baskılara ve KDP-İ’nin önde gelen iki ismine düzenlenen suikastlara rağmen KDP-İ’nin İran içindeki ve dışındaki çok sayıda aktivisti, diğer aktivistlerle birlikte İranlı Kürtlerin özgürlük mücadelesini sürdürdü.

-İran’da 1988 yılındaki toplu idam kararlarının kurbanları arasında çok sayıda Kürt aktivist ve siyasi tutuklu da yer alıyor. Eski savcı vekili Hamid Nuri’nin İran'daki toplu idam kararlarında rolü olduğu gerekçesiyle yargılanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
(Hamid Nuri’nin) yargılanmasının yerinde ve doğru olduğunu düşünüyoruz. İran İslam Cumhuriyeti'nin Mykonos Davası’nda en üst düzeyde terörist bir yapı olarak tanımlanmasına benziyor. Hamid Nuri davası aslında İran İslam Cumhuriyeti davasıdır. Genel anlamda İran’ın özgürlük savaşçıları ve özelde ise o dönemin şehitlerinin aileleri olarak, İranlı yetkililerin bir gün böylesine adil ve tarafsız bir mahkemede yargılanmasını ve eylemlerinden dolayı cezalandırılmalarını umuyoruz.

-KDP-İ’nin eski liderlerinden Abdurrahman Kasımlo suikastıyla ilgili Mykonos’ta (Yunanistan’da bir ada) görülen davada ve aynı şekilde Sadık Şerefkendi’ye yönelik suikasta ilişkin mahkeme kararlarından memnun musunuz? Hamid Nuri davası, sizi bu suikastların peşine düşmeniz için cesaretlendirebilir mi?
Mykonos'ta Kasımlı suikastı ve Şerefkandi ile yoldaşlarının şehit edilmesiyle ilgili olarak Almanya'da görülen davadan çıkan karardan son derece memnunuz. Bu davada görev alan hâkim ve savcılara şükranlarımızı ifade ediyoruz, onlara minnettarız. Bu davanın, dönemin Almanya hükümeti tarafından izin verilen tüm itirazlara ve engellemelere rağmen, büyük bir sorumluluk ve tarafsızlıkla ilerlediğini ve neredeyse tarihte nadir görülen bir kararla sonuçlandığını belirtmeliyiz. Fakat Kasımlo ve yardımcılarının öldürülmesi davasından çıkan sonucun bizi üzdüğünü de eklemeliyiz. Çünkü ne yazık ki dönemin Viyana hükümeti polis ve mahkemeler üzerinde çok büyük bir baskı oluşturduğundan bu davaları adil ve tarafsız bir şekilde yürütemediler. Mykonos’taki davada katillerin hepsi firardaydı, ancak Alman polisi bir süre sonra onları gözaltına almayı başardı. Fakat Viyana davasındaki katiller olay mahallinde yakalanmalarına rağmen polis onlara mahkeme yerine havaalanına kadar eşlik etti.

-Abdurrahman Kasımlo suikastının faillerinin yargılanacağını umuyor musunuz?
Elbette. İran'da İslam Cumhuriyeti'nin devrilmesinden sonra bu suikastın faillerinin ve özgürlük savunucularına yönelik tüm suikastların ve cinayetlerin faillerinin tarafsız bir mahkeme önünde yargılanacağını umuyoruz.

-Silahlı mücadeleyi yıllar önce bıraktınız ama halen askeri olarak hazır olma halini sürdürüyorsunuz. Gelecekte İran ile müzakerelere başlama olasılığı var mı?
Biz siyasi bir partiyiz ve halk için sosyal ve siyasi taleplerde bulunuyoruz. KDP-İ bir zamanlar silaha sarıldıysa ve bir mücadele biçimi olarak silahlı mücadeleye yöneldiyse bunun nedeni başlangıçta ne kadar uğraştıysak da İran İslam Cumhuriyeti'nin bizim ve İranlı Kürtlerin taleplerini sürdürmesine alan bırakmamasıdır. Dr. Kasımlo’nun şehit edildiği dönemde de Kürt halkının taleplerini İranlı yetkililerle barışçıl ve uzlaşmacı bir şekilde tartışmaya ve çözmeye çalıştık. Ancak buna öldürme, hapis ve baskı ile karşılık verdiler. İran İslam Cumhuriyeti’nde bu rejimin İran uyrukluların hiçbir hakkına ve özgürlük talebine saygı duymaması ve bu konuda sorumluluk kabul etmemesi bizim için bir sınavdır. Dolayısıyla KDP-İ kendini savunmak zorundadır. Bu savunmanın temelini Peşmerge güçleri oluşturmaktadır. Bu yüzden İran’da mücadelenin barış içinde devam etmesini istiyoruz. Fakat zulme karşı bu şekilde mücadele etmeye devam edemez ve baskıyla karşı karşıyaysak, İran İslam Cumhuriyeti'ne teslim olamayacağımız da açıktır. Bu nedenle, kendimizi ve halkımızı meşru bir şekilde savunmak için gerekli gördüğümüz her durumda askeri gücümüzü kullanmaya hazırlık durumumuzu koruyoruz.

-Bölge ülkeleri ile bir diyalog planınız var mıydı? Hiç böyle bir arayışa girdiniz mi?
Bölge ülkeleri, belki de İran ile ilişkileri güçlendirmenin çıkarlarına olduğunu düşündüklerinden ve bu çıkarlara zarar vermeye hazır olmadıklarından bizimle ilişki kurmakla ilgilenmiyorlar.

-Tahran, Kürt muhalefeti konusunda Bağdat'a ve Erbil’e çok baskı yaptı. Bağdat ile doğrudan bir diyalogunuz oldu mu?
Maalesef hayır. Şimdiye kadar Bağdat'la özel bir diyalogumuz olmadı. Bunun nedeni ne yazık ki Bağdat’ta temas kurabileceğimiz istikrarlı bir hükümetin olmaması ve Bağdat’a milis destekli bir hükümetin hâkim olması. Buna karşın Bağdat ile iş birliği yapmaya ve onlarla iletişim kurmaya çalışmalı ve onlara durumumuzu anlatmalıyız. Bu iletişim, özellikle Irak topraklarında olduğumuz için çok gerekli.

-Lübnan ve Irak'ta Şiilerin İran’a yönelik bakış açlarının değişmesinden bahsettiniz. Bu konuda bölge halkına nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Mesajım şu ki: İran rejimi iktidarda olduğu sürece bölge ülkelerinin güvenliği ve huzuru tesis etmesini engellemek için tüm gücünü kullanacaktır. Her zaman din, millet ve dil bakımından ayrışmalar yaratmayı ve bunları tarafları karşı karşıya getirmek için kullanmayı, böylece ülkeleri giderek zayıflatmayı ve bu ülkelerdeki nüfuzunu genişletmeyi planlıyor. Bir grubu diğer bir gruba karşı desteklediği sürece bu anlaşmazlıklar devam eder. Bunun örneklerini Irak ve Lübnan’ın yanı sıra İran’ın bir şekilde nüfuz etmeyi başardığı diğer ülkelerde de gördük. Bu daha çok Şiilerin çoğunlukta ya da büyük bir topluluk olduğu ülkelerde görülüyor. Bu durum İran İslam Cumhuriyeti tarafından sürdürülüyor. Dolayısıyla, bu rejimin onların savunucusu olduğu ve onlara yardım edeceği yanıltıcı bir umuttur. İran İslam Cumhuriyeti’nin yıllardır izlediği politikası bunu kanıtlıyor. Bu yüzden artık bu umudun yanıltıcı olduğundan eminim. Bölge ülkelerinin halkları bu gerçeği anladılar. Biz de bu konuda İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı muhalefetle iş birliği yapmalarını istiyoruz. Çünkü rejimi ne kadar çabuk devirirsek, komşu ülkelerin güvenliğini ve rahatını da o kadar çabuk elde ederiz.

-İran’ın nükleer dosyasına ilişkin müzakerelerin, Batılı ülkelerin İran konusunda insan hakları alanındaki tutumları üzerinde etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Bu etkiyi olumlu mu yoksa olumsuz olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Maalesef olumlu bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Batılı ülkelerin insan haklarından söz ettikleri ve dünyadaki insan haklarının savunucuları olduklarını iddia etmelerine rağmen hepsi halkının haklarını çiğneyen bir terör devletinin (İran) yanında olmaya çalışıyor. Batılı ülkeler, nükleer anlaşma meselesi ve İran’ın işlediği tüm suçlarıyla ilgili olarak kendi çıkarlarını pazarlık konusu yaptılar. Bu şekilde hareket edilmesi gerçekten talihsiz bir durum.

-Özerklik talebinden vazgeçip federalizm konusuna varmak sizi başta Kasımlo olmak üzere partinizin eski liderlerinin ideallerinden uzaklaştırmıyor mu?
Hayır, Dr. Kasımlo ve onun dönemindeki KDP-İ yönetimi, özerklik talep etme konusunda anlaştılar ve bunu talep ettiler. Bunun üzerinden onlarca yıl geçti. Tüm bu süre zarfında küresel ve bölgesel siyasette ve hatta İran’da birçok değişiklik oldu. Şu an İran'da yaşayan etnik kökenler, kendi coğrafi bölgelerinde bir ulus gibi kendi iç hükümetlerine sahip olabilmek ve İran çerçevesinde kalabilmek için bir tür âdem-i merkeziyet talep ediyor. İran’ın tüm İranlılara ait olmasını istiyorlar. O dönemde KDP-İ’nin temel talebi olarak özerklik konusunu gündeme getiren Dr. Kasımlo ve diğer liderler şimdi burada olsalardı, bizim talebimizin aynısını yaparlardı diye düşünüyorum. O zamanlar sloganımız, Kürdistan'ın özerkliği idi. Aslında halkların sesi idari haklar için çok güçlü ya da zayıf çıkmasa da herkes bunu istiyordu. Esasen federalizmi sadece Kürt halkı için değil, tüm İran halkları için istiyoruz. İran gibi çok nüfuslu bir ülkede tüm halkların kendilerini İran'ın bir parçası olarak görmeleri ve ötekileştirilmemeleri için en iyi siyasi yönetim biçiminin bu olduğuna ve mevcut mağduriyetlerin ve ayrımcılığın ancak bu şekilde sona ereceğine inanıyoruz. Bu nedenle doğru talep budur ve dünyadaki değişim ve dönüşümlerle de uyumludur.

-Kasımlo kuşağından ve eski parti liderlerinden yeni kuşağa ne miras kaldı?
Dr. Kasımlo'nun ilerici politikalarının çoğu miras olarak bırakıldı. KDP-İ’nin bugünkü hali Dr. Kasımlo'nun mirasıdır. Aslında KDP-İ’nin İranlı Kürtlerin çıkarlarını temel alan politikası, yani demokrasiye odaklanmamız, Dr. Kasımlo dönemi siyasetinin bugüne kadar süren bir başka özelliğidir. Dr. Kasımlo’ya en çok borçlu olduğumuz da bu politikadır. Dr. Kasımlo bize İran ve İranlı Kürtlerin başına gelen zulümlerin ve zayıflıkların büyük bölümünün demokrasi eksikliğinden kaynaklandığını öğretti. Bu yüzden demokrasi, artık gündemimizin en üst sıralarında yer alıyor.
 



Reisi'nin cenaze töreni Tebriz'de başladı

 İran'ın merhum Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Tebriz'de düzenlenen cenaze töreninden (Reuters)
İran'ın merhum Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Tebriz'de düzenlenen cenaze töreninden (Reuters)
TT

Reisi'nin cenaze töreni Tebriz'de başladı

 İran'ın merhum Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Tebriz'de düzenlenen cenaze töreninden (Reuters)
İran'ın merhum Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Tebriz'de düzenlenen cenaze töreninden (Reuters)

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin cenaze töreni, Pazar günü dağlık bir bölgede meydana gelen helikopter kazasında hayatını kaybettiği kuzeybatıdaki Doğu Azerbaycan eyaletinin merkezi olan Tebriz kentinde bugün (salı) başladı.

AFP tarafından yayınlanan fotoğraflara göre, yas tutan kalabalıklar şehrin ana meydanına akın ederek bayraklar salladı ve 63 yaşındaki cumhurbaşkanı ile kazanın diğer yedi kurbanının fotoğraflarını taşıdı.

sxcdfv
Tebriz'in ana meydanında toplanan kalabalıklar (AFP)

İran bayrağına sarılı sekiz tabut kalabalığın arasından bir kamyonla taşındı.

cdfv

İran Dini Lideri Ali Hamaney, İran'da beş günlük yas ilan etti. Cenaze töreninin ardından Reisi'nin naaşı bugün ilerleyen saatlerde İran'ın orta kesimlerindeki Kum kentine nakledilecek ve yarın (Çarşamba) başkentte düzenlenecek görkemli bir tören öncesinde Hamaney'in bu akşam dua edeceği Tahran'a hareket edecek.

csdfvgb
İran bayrağına sarılı sekiz tabut, kalabalığın ortasında bir kamyonla taşındı. (Reuters)

Reisi'nin naaşı daha sonra ülkenin doğusundaki Güney Horasan eyaletinin merkezi olan Bircend şehrine nakledilecek.

Perşembe akşamı da memleketi olan Horasan eyaletinin merkezi Meşhed'de toprağa verilecek.

Törende konuşan İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, “İran halkı her felaketi ulusunu yeni zaferlere yükseltmek için bir merdivene dönüştüreceğini göstermiştir” diyerek kurbanları saygıyla andı.

dıöo

Vahidi, “Bizler, bu aziz ve çalışkan cumhurbaşkanına hizmet etme onurunu yaşayan hükümet mensupları olarak, aziz milletimize ve liderimize bu yolda ilerleme sözü veriyoruz” dedi.

Kazayla ilgili soruşturma

2021'de göreve gelen Reisi, Azerbaycanlı mevkidaşı İlham Aliyev'in de katıldığı Azerbaycan sınırındaki bir barajın açılış törenine katılan İran heyetine başkanlık ediyordu. Heyetle irtibat, Pazar günü öğleden sonra Tebriz'e giderlerken kesildi.

Özel gece ve termal görüş kameralarıyla donatılmış Türk ekiplerinin yardımıyla onlarca İranlı kurtarma ekibinin katıldığı çalışmalar netice verdi. Zorlu hava koşullarındaki uzun ve çetin bir arama operasyonunun ardından helikopterin enkazı dün sabah (pazartesi) erken saatlerde engebeli bir ormanlık alandaki bir dağın yamacında bulundu. İran hükümeti kısa bir süre sonra Reisi ve beraberindekilerin öldüğünü açıkladı.

fdvbg
İranlı kurtarma görevlileri kurbanların cesetlerini taşıyor. (EPA)

Heyette Reisi, Abdullahiyan, Tebriz Cuma İmamı Ali el-Haşim ve Doğu Azerbaycan Eyalet Valisi Malik Rahmeti yer alıyordu.

İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri dün, helikopter kazasının nedeninin araştırılması emrini verdi.

Şarku’l Avsat’ın İranlı Öğrenciler Haber Ajansı’ndan (ISNA) aktardığına göre Bakıri, ‘üst düzey bir komiteye cumhurbaşkanının helikopterinin düşme nedenine ilişkin soruşturma açılması’ emrini verdi.

Reisi'nin ölümünün açıklanmasının ardından ABD'den Avrupa Birliği (AB) ve Fransa'ya kadar pek çok uluslararası ve bölgesel taraf Tahran'a taziyelerini sundu.

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi üyeleri Reisi ve Abdullahiyan için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu.

Kritik bir bölgesel dönemde endişeler

Reisi'nin ölümünün, İsrail ile Tahran'ın müttefiki Hamas arasında Gazze Şeridi'nde yaşanan savaş nedeniyle kritik bir bölgesel dönemde İran'da siyasi istikrarsızlık dönemini tetiklemesinden korkuluyor.

Ancak Hamaney, Reisi'nin helikopterinin düştüğü haberinin ardından yaptığı açıklamada, “Sevgili halkımız müsterih olsun, ülkenin işlerinin idaresi aksamayacak” ifadesini kullandı.

dfvrbgt
İranlılar, cumhurbaşkanının ölümünün yasını tutmak için Tahran'ın merkezindeki Veli-yi Asr Meydanı'nda toplandı. (AFP)

İran'ın otuz yılı aşkın süredir lideri olan ve ülkenin üst düzey politikalarının nihai belirleyicisi konumundaki Hamaney, cumhurbaşkanlığı görevini geçici olarak Muhammed Muhbir'e verdi.

Anayasaya göre cumhurbaşkanının ölümü halinde birinci yardımcısı cumhurbaşkanının görevlerini üstlenir ve ölümünden sonraki 50 gün içinde yeni cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılması için yasama ve yargı organlarının başkanlarıyla iş birliği içinde çalışır.

İran Devlet televizyonu dün, seçimlerin 28 Haziran'da yapılacağını bildirdi.

Nükleer Baş Müzakereci ve Siyasi İşlerden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bakıri Kani, Abdullahiyan'ın yerine Dışişleri Bakan Vekili olarak atandı.

Reisi, 2021'de rekor bir çekimser oy oranına sahne olan ve ciddi adayların yarış dışı bırakıldığı seçimi kazanarak cumhurbaşkanlığı görevini üstlendi.


İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümü ve rejimin üç maskesi

Tahran'da Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ölüm haberini okuyan bir İranlı (AFP)
Tahran'da Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ölüm haberini okuyan bir İranlı (AFP)
TT

İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümü ve rejimin üç maskesi

Tahran'da Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ölüm haberini okuyan bir İranlı (AFP)
Tahran'da Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ölüm haberini okuyan bir İranlı (AFP)

Rüstem Mahmud

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim ve Doğu Azerbaycan Valisi Malik Rahmeti, kendilerini taşıyan helikopterin Azerbaycan'dan ülkenin kuzeyindeki Doğu Azerbaycan eyaletine dönüşleri sırasında düşmesi sonucu hayatlarını kaybettiler. Bu olay, İran'ın iç siyaset sahnesinde, halk tabanıyla ve bölgesel ve uluslararası arenayla ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturacak.

İran’daki toplumsal hayatın gerçekleri, koşulları ve biçimi hakkında çeşitli işaretler taşıyan olay, içeriden ya da dışarıdan kurulan ‘bir komplo’ ile gerçekleşen kasıtlı bir eylem mi yoksa kamu hizmetlerindeki her zaman görülen geleneksel başarısızlığın bir başka tezahürü olarak sadece teknik bir hata mı olduğu konusunda soru işaretlerinin belirmesine yol açtı. Tüm bunlarla birlikte, olayın İran'daki siyasi dengeler ve rejimin üst düzey isimleri, kurumları ve güç merkezleri arasındaki karşılıklı güven üzerindeki etkilerine ilişkin daha büyük bir soru işareti ortaya çıktı.

Başlangıç olarak İranlı yetkililer tarafından yürütülen soruşturmalar, biri bölgesel diğeri tamamen yerel olmak üzere birbiriyle örtüşen iki düzeyde gerilim yaratacağı kesin.

Düşen helikopter, Azerbaycan'ın İsrail ile kurduğu stratejik askeri ittifaktan kaynaklanan nedenlerle İran ile siyasi ve güvenlik ilişkileri son dört yıldır ciddi bir gerilime sahne olan Azerbaycan'dan yola çıkmıştı. Azerbaycan İran sınırına yakın bir askeri üs bile inşa etti. İran’ın güvenlik kurumları, Azerbaycan’ı İran içinde casusluk faaliyetlerinde bulunmak, suikastlara ve bombalı saldırılara aktif olarak katılmak ve hatta İran'ın tüm nükleer arşivinin çalınmasına ve İsrail'e aktarılmasına öncülük etmekle suçladı.

Azerbaycan aynı zamanda, İran'ın müttefiki Ermenistan'a stratejik bir jeopolitik darbe indiren ve bölgede yükselen Türk ekseninin de biçimlendirici bir parçasıydı. Azerbaycan Ermenistan'ın kontrolü altındaki Dağlık Karabağ bölgesinin yarısını 2020 yılının sonbaharında sadece 13 gün süren hızlı bir savaşla almayı başardı. Ermenistan geleneksel olarak İran’ın en yakın komşusu ve Kafkasya bölgesindeki en güvenilir müttefiki. İran bu olayı sadece isteksizce kabul etti. Bu savaş sırasında Azeri/Türk nüfuzunun İran içindeki Azeriler üzerindeki önemli iç etkileri İran’ı şaşırttı. İran’da toplam nüfusun yüzde 25'inden fazlasını oluşturan Azeriler, ülkenin ikinci en kalabalık etnik kökenini oluşturuyorlar.

Öyleyse bu iki unsur göz önüne alındığında iki ülke arasındaki soruşturma ve iş birliği mekanizması sorunsuz işleyebilir mi? Azerbaycan, olaydaki ‘dahlini’ ortaya çıkaracak açık ve şeffaf bir soruşturmaya izin verecek mi, vermeyecek mi? Bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerin niteliğini ve ardından İran'ın ‘başlıca komşusu’ Türkiye ve müttefiki olan tüm güçlerle ilişkilerini ne ölçüde etkiler?

x cvfbg
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (solda) Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile ülkelerinin sınırında yer alan bir barajın açılışı sırasında sohbet ederken (Reuters)

Soruşturmaların yol açacağı bir diğer gerilim ise güvenlik ve askeri kurumlar ile bunların ülke içindeki siyasi hamileri arasındaki rekabetle ilgili. Zira soruşturmaları kimin yöneteceği, nasıl yürütüleceği ve herhangi bir sonuca ulaşılması halinde ne tür kararlar alınacağı konusunda prensipte anlaşamıyorlar. Nihayetinde İran, birbirinden bağımsız ve birbirini tamamlayan, iyi tanımlanmış kurumlardan ve makamlardan oluşan bir devlet değil. Düzenli ordu, Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), istihbarat servisleri ve DMO’nun yurtdışı kolu Kudüs Gücü gibi özel askeri oluşumların hepsi birbiriyle benzeşen ve örtüşen rollere sahipler ve İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney tarafından kontrol ediliyorlar. Ancak her totaliter devletin geleneksel lideri gibi Hamaney'in temel stratejisi de çeşitli olaylar sırasında aralarındaki rekabetin ve anlaşmazlıkların açıkça görüldüğü bu kurumlar arasında çelişkiye ve güvensizliğe neden oluyor.

Bu anlamda, Hamaney’in ‘rejimin sinir merkezini’ etkileyen olayı soruşturmakla yetkilendireceği kurum, iktidardaki güvenlik sistemi içindeki diğer kurumlar için hassasiyet ve endişeye yol açacak. Bunun da hem söz konusu kurumlar arasında hem de siyasi hamileri arasında daha fazla gerilim yaratması muhtemel.

cdfvrgtb
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve aynı helikopterde bulunan Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, 21 Kasım 2021 (AFP)

İran Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı (Muhammed Muhbir), Meclis Başkanı (Muhammed Bakir Galibaf) ve Yargı Erki Başkanı’ndan (Gulam Hüseyin Muhsin Ejei) oluşan bir komite, elli günü aşmayacak bir süre içinde yeni cumhurbaşkanı seçimleri yapılana kadar, Hamaney'in gözetiminde cumhurbaşkanının yetkilerini üstlenecek.

Nihayetinde İran, birbirinden bağımsız ve birbirini tamamlayan, iyi tanımlanmış kurumlardan ve makamlardan oluşan bir devlet değil. Düzenli ordu, Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), istihbarat servisleri ve DMO’nun yurtdışı kolu Kudüs Gücü gibi özel askeri oluşumların hepsi birbiriyle benzeşen ve örtüşen rollere sahipler.

Ancak işler o kadar da basit değil. Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı habere göre İran'ın iç siyaset sahnesinin detaylarına hakim siyasi bir kaynağın yaptığı açıklamada belirttiği gibi Hamaney’in ülkedeki kamusal hayatı denetleyen yürütme komitesinin görev süresini uzatıp uzatmayacağı, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ne şekilde yapılacağı ve Hamaney ile ona bağlı organların bu istisnai dönemde alabilecekleri özel kararlar olayın İran'ın iç işlerine etkileri, olağanüstü dönemde güç merkezlerinin rolü ve hatta olayın niteliği hakkında çok şey söyleyecek.

Al-Majalla’ya konuşan kaynak sözlerini şöyle sürdürdü:

“Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Dini Lider Ali Hamaney'e yakın olduğu, hem içeride hem de dışarıda onun siyasi gündemine bağlı kaldığı ve bu gündemi uyguladığı doğru. Ancak İran'da işler bu kadar basit değil. Muhammed Hatemi gibi en reformist olanından Ahmedinejad gibi en katı çizgideki muhafazakar olanına kadar İran’ın tüm eski cumhurbaşkanları klasik olarak Rehber’in (Dini Lider Ali Hamaney) yakın çevresinden çıkmış ve onun görüşlerine ve talimatlarına bağlılıklarını ilan etmişlerdi. Ancak daha sonra hepsi de ‘hırs döngüsü’ diye adlandırılabilecek bir süreçten geçiyordu. Rehber’in emirlerini kabul ederek ve bunlara boyun eğerek işe başlıyorlar, ardından ellerindeki geniş yetkilere dayanarak kısa sürede hırs döngüsü sürecine giriyorlar, Rehber’e karşı olmasa bile en azından tüm çevresine karşı daha fazla nüfuz talep ediyor ve rekabete koyuluyorlar. Bu durum 1990'lı yılların başlarından bu yana Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani'den Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye kadar birbirini izleyen tüm cumhurbaşkanları için geçerli oldu. Hepsi de cumhurbaşkanlığı makamını Hamaney ile araları bozularak terk etti. Bunun yanında hepsi, Humeyni'den sonra ülkenin Dini Lideri olan Hamaney'in izinden giderek onun yerine geçme arzusunu içindeydiler.”

Kaynak, şöyle devam etti:

“Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, hiçbir şekilde bu gerilim çemberinin dışında değildi. Rejimin yasama, yargı ve ideolojik kurumlarının bir üyesi olarak sürdürdüğü kariyeri boyunca İran'da ‘Meşhed Çemberi’ olarak bilinen çevre içindeki konumu sayesinde ilerledi. Reisi’nin yanı sıra son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Reisi lehine çekilen adaylıktan çekilen Meclis Başkanı Muhammed Bakir Kalibaf da Meşhed Çemberi’ndeki isimler arasında yer alıyor. İkisi de ülkenin kuzeydoğusundaki Meşhed şehrinden gelen rejimin önde gelen liderlerinin büyük bir kısmıyla birlikte aralarında iş birliği yapmakla ve Kum şehrinden ya da başkent Tahran'dan olan rejimdeki üst düzey isimler gibi başka bir güç merkeziyle rekabet etmekle, hatta İran’ın nüfuzlu ailelerinden Laricani ailesinin ve Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney'in etrafını saran bölgesel bazdaki bir nüfuz çemberi yaratmaya çalışmakla suçlanıyorlar.”

Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ne şekilde yapılacağı ve Hamaney ile ona bağlı organların bu istisnai dönemde alabilecekleri özel kararlar çok şey anlatacaktır.

Kaynağa göre söz konusu güç merkezleri birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içindeler. Hamaney’in nüfuzu ve rekabetin ritmini kontrol etmedeki istisnai gücü sayesinde bu rekabet kamuoyuna yansımıyor. Bu rekabeti görmezden gelemeyen ve çoğu zaman rejimin istikrarı için olumlu bir şey olarak görenin yine Hamaney olduğunu söyleyen kaynak, ancak son olay gibi bir olayın iki taraf arasındaki karşılıklı güvensizliği daha da arttıracağını ve rejimin yapısında daha önce saklı olan pek çok şeyi ortaya çıkaracağını vurguladı.

Bu durum, Hamaney’i ‘ılımlılığıyla’ bilinen eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani gibi daha ‘dengeli’ eski yetkilileri geri çağırmaya ve muhtemelen ülkenin siyasi sahnesine sükunet getirmek ve düzeni sağlamak için Ruhani’yi yeniden seçmeye itebilir.

Bu olay, soruşturmaların ve iç çatışmaların ötesinde İran rejiminin ve yürütme organının en tepesine kadar yönetim kurumlarının aşırı kırılgan halde olduklarını da ortaya koydu.

Cumhurbaşkanı ve ülkenin üst düzey yöneticiler tarafından kullanılan helikopterin modeli, İran'ın özellikle askeri teknolojiler alanında inanılmaz bir bilimsel gelişme gösterdiğini iddia ettiği bir dönemde, dış dünyaya karşı teknoloji alanında aslında ne kadar geri kalmış olduğunun da gösterdi. Cumhurbaşkanını ve beraberindeki yetkilileri taşıyan helikopter kazası, İran’ın hava ve kara taşımacılığı, petrol endüstrileri, sağlık hizmetleri, altyapı ve kamusal alanda yaşanan bozulmanın ve İran'ı dış dünyadan ve teknik ve bilimsel gelişmelerden geri bırakan ABD ve uluslararası taraflarca uygulanan yaptırımların bir yansıması olan benzer kazalardan sadece biriydi. Yaptırımların etkileri, başkent Tahran'daki kaçak inşa edilen evlerde yaşayan vatandaşlardan devletin en tepesindeki isme kadar uzanan, yaşam kalitesinde ve kamu hizmetlerinde bir bozulmaya yol açtı.

Kazanın yanı sıra İran'ın arama ve kurtarma çalışmaları ve hızlı müdahale etmedeki başarısızlığı, askeri ve teknolojik olarak kendilerinden üstün olduğunu iddia ettiği birçok ülkeden yardım talep etmedeki isteksizliği de cabasıydı. Dünyanın gözünün İran'ın üzerinde olduğu tüm gün boyunca İran basını ve hükümeti zayıf bir performans sergiledi. Ayrıca rejimin en üst organı içindeki çok sayıdaki kaynaktan çelişkili haberlerin gelmesi ve şeffaflığın olmamasıyla birlikte tüm bunlar, rejim içinde yapısal bir kaos olduğunu ortaya koydu.

Tüm bunlar çerçevesinde hem siyaset sahnesinde hem de halk tabanında “O halde İran rejimi tarafından benimsenen tüm bu bölgesel ve küresel karşıt politikaların amacı ve sonucu ne?  Bu politikalardan kim yararlanıyor?” soruları soruluyor.


İsrail ordusunun Cenin'deki operasyonunda 7 Filistinli öldürüldü

Batı Şeria'daki Cenin Mülteci Kampı’nda bulunan hastanede İsrail saldırısında öldürülen bir adamın cesedini taşıyan Filistinliler (Reuters)
Batı Şeria'daki Cenin Mülteci Kampı’nda bulunan hastanede İsrail saldırısında öldürülen bir adamın cesedini taşıyan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail ordusunun Cenin'deki operasyonunda 7 Filistinli öldürüldü

Batı Şeria'daki Cenin Mülteci Kampı’nda bulunan hastanede İsrail saldırısında öldürülen bir adamın cesedini taşıyan Filistinliler (Reuters)
Batı Şeria'daki Cenin Mülteci Kampı’nda bulunan hastanede İsrail saldırısında öldürülen bir adamın cesedini taşıyan Filistinliler (Reuters)

İsrail güçleri bugün (Salı) işgal altındaki Batı Şeria'nın Cenin kentine bir operasyon düzenledi. Filistin Sağlık Bakanlığı aralarında bir doktorun da bulunduğu yedi Filistinlinin öldüğünü, dokuz kişinin de yaralandığını açıkladı.

Bakanlık yaralılardan ikisinin durumunun kritik olduğunu belirtti. İsrail ordusu ise bunun militanlara karşı bir operasyon olduğunu söyledi ve bir dizi Filistinli militanın vurulduğunu bildirdi. İsrail askerleri arasında ölen ya da yaralanan olduğuna dair bir açıklama yapılmadı.

Filistin resmi haber ajansı WAFA, Filistin Sağlık Bakanlığı'nın ölü ve yaralılarla ilgili açıklamasını yayınladı. Ajans, Cenin Devlet Hastanesi müdürünün hastanenin cerrahi bölüm başkanının da ölenler arasında olduğunu söylediğini ve doktorun hastane yakınlarında hedef alındığını aktardı. Müdür ayrıca ölenler arasında bir öğretmen ve bir öğrencinin de bulunduğunu söyledi.

Filistin Kızılayı yaralılar arasında okul öğrencilerinin de bulunduğunu bildirdi ve İsrail ordusunu sağlık ekiplerinin kendilerine ulaşmasını engellemekle suçladı. Filistinli Şehit Aileleri Ulusal Topluluğu'nun rakamlarına atıfta bulunan WAFA, bugün öldürülen yedi Filistinliyle birlikte 7 Ekim'den bu yana Batı Şeria'da öldürülen Filistinlilerin sayısının 127'si Cenin vilayetinden olmak üzere 513'e yükseldiğini aktardı.

Şarku’l Avsat’ın WAFA’dan aktardığına göre İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee, bugün erken saatlerde İsrail güçlerinin Cenin'de bir güvenlik operasyonu başlattığını duyurdu.

1967'den bu yana İsrail işgali altında bulunan Batı Şeria'da, Gazze Şeridi'ndeki savaşın patlak vermesinin ardından şiddet olaylarında bir artış yaşandı. Filistin resmi kaynaklarına göre 7 Ekim'den bu yana Batı Şeria'da en az 492 Filistinli İsrail güçleri ve yerleşimciler tarafından öldürüldü.


Yale Üniversitesi mezunları Filistinlilere destek için mezuniyet törenini terk etti

Yale Üniversitesi mezunları, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşında kana bulanan elleri sembolize etmek için kırmızı eldiven giydi. (Reuters)
Yale Üniversitesi mezunları, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşında kana bulanan elleri sembolize etmek için kırmızı eldiven giydi. (Reuters)
TT

Yale Üniversitesi mezunları Filistinlilere destek için mezuniyet törenini terk etti

Yale Üniversitesi mezunları, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşında kana bulanan elleri sembolize etmek için kırmızı eldiven giydi. (Reuters)
Yale Üniversitesi mezunları, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşında kana bulanan elleri sembolize etmek için kırmızı eldiven giydi. (Reuters)

Reuters'in haberine göre, onlarca mezun dün (Pazartesi) Yale Üniversitesi'ndeki mezuniyet törenini terk ederek İsrail'in Gazze'deki savaşını, üniversitenin silah üreticileriyle olan mali ilişkilerini ve Filistin yanlısı gösterilere yönelik tutumunu protesto etti.

Söz konusu eylem, Yale Üniversitesi Rektörü Peter Salovey'in kep ve cüppe giyen binlerce mezunun huzurunda her üniversite için geleneksel hale gelen derece alan öğrencileri duyurmasıyla başladı. Sahnenin ön tarafına yakın oturan en az 150 öğrenci ayağa kalktı, sahneye sırtını döndü ve kapılardan birinden geçerek töreni terk etti.

asxcd
Yale Üniversitesi mezuniyet töreninde öğretim üyeleri ve yöneticiler, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşını protesto etti. (Reuters)

Birçok protestocu ‘Bombalar değil kitaplar’ ve ‘Savaşa yatırım yapmayın’ gibi sloganların yazılı olduğu küçük pankartlar taşıdı. Bazıları kanlı elleri sembolize etmek için kırmızı lastik eldivenler giydi. Diğer pankartlarda ise, geçen ay New Haven kampüsü ve çevresindeki protestolara yönelik polis baskısında gözaltına alınan 45 kişiye atfen ‘Suçlamaları düşürün’ ve ‘İfade özgürlüğünü koruyun’ yazıyordu.

sc
Yale Üniversitesi mezunları, Gazze savaşındaki Filistinlilerle dayanışma için ellerinde Filistin kefiyesi tutuyor. (Reuters)

Eylem, kampüsteki diğer öğrencilerden bir tezahürat korosuna yol açtı. Ancak protesto barışçıldı ve töreni durdurmadı. Sahneden de herhangi bir işaret verilmedi.


Üçüncü “dini liderin” ardından İran ve bölge

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Üçüncü “dini liderin” ardından İran ve bölge

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İbrahim Hamidi

İran cumhurbaşkanının seçim sandığı ile değişmesi, 1979'daki “devrim”den bu yana radikal bir olay olmadı, çünkü ister Humeyni ister Ali Hamaney döneminde ana organlar “dini liderin” kontrolündeydi ve hâlâ da öyle. İran cumhurbaşkanı, yürütme organı olan hükümetin başkanından başka bir şey değil ve seçimi, ekonomik eğilimleri ve “Dini Lider” çadırı ve “Veliyyi Fakih” çatısı altında reformistler ile radikaller arasındaki mücadeleyi yansıtıyor.

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin (ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve diğer yetkililerin) ölümünün bu şekilde görülmesi gerekiyor. Dini Lider Hamaney’in, “Cumhurbaşkanı’nın helikopterinin” düştüğüne dair haberler sızmaya başladığından itibaren, “ülkenin yönetimi etkilenmeyecek” diyerek göstermek istediği şey de buydu. Nitekim Anayasa Koruma Konseyi (AKK), Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Muhbir'in "boşluğu doldurmak" amacıyla cumhurbaşkanının yerine geçeceğini duyurdu. Muhbir ile Meclis Başkanı ve Yargı Başkanının yer aldığı bir komisyonun 50 gün içinde ülkeyi yeni seçimlere hazırlayacağını belirtti. Hükümet ise yaptığı açıklamada "Reisi’nin yoluna devam edeceğini" söyledi.

Bütün bunlar devlet zirvesinde yumuşak bir geçişe işaret ediyor. Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve diğer üst düzey yetkililerin bir uçak kazasında ölmesinin ardından ülke büyük bir acı içinde ve bölgede kendisine yönelik kayda değer bir sempati var. Seçimlerden sonra olduğu gibi reformcular ile radikaller arasında karşılıklı suçlamalar uçuşmuyor, ihlallerin ardından olduğu gibi gösteriler yapılmıyor, ekonomi, enflasyon ve döviz kuru rakamlarını inceleyen yok. Ülke birleşmiş, omuz omuza vermiş durumda ve geçiş süreci, ardından iki aydan kısa bir süre içinde yeni cumhurbaşkanını seçme yolunda ilerliyor. Tahran’dan gelen mesajlar bu şekilde.

Ne var ki gerçekte, işler o kadar da pürüzsüz değil. Soğukkanlılığın altında küller ve uzlaşıların altında oynanan bahisler var. Reisi'nin ani yokluğu, Dini Lider Hamaney'in halefinin özelliklerini belirlemek ve İran’ın 45 yıldır en üst düzey pozisyonu olan dini liderlik makamında sorunsuz bir geçiş sürecini temin etmek için hazırladığı projeye büyük bir darbe indirdi. İbrahim Reisi açıkça Hamaney’den sonraki dini lider ve veliyyi fakih görevini devralacak en muhtemel aday olarak görülüyordu. Sekiz yıl içinde Hamaney'in himayesinde ani yükselişi bu eğilimin ve bu arzunun göstergesiydi. Nitekim Reisi  2015 yılında aniden dini bir kurumun başına atandı, ardından da yargının başına getirildi. Cumhurbaşkanlığına aday oldu. İlk seçim savaşını 2017'de Hasan Ruhani'ye karşı kaybetti ancak hızla rakipleri saf dışı bırakılıp etkisiz hale getirilerek 2021'de cumhurbaşkanlığını kazanabilmesinin zemini hazırlandı. Böylece 1981'de üstlendiği cumhurbaşkanlığından 1989'da dini lider ve veliyyi fakih pozisyonuna geçen Hamaney'in yolunu takip edecekti.

Muhafazakarlar İbrahim Reisi'yi destekleme eğilimindeydi. Tüccarlar ve ekonominin seçkinleri ise Hamaney'in oğlunu destekleme eğilimindeydi. Devrim Muhafızları ise her ikisini de destekliyor görünüyordu.

Reisi'yi Dini Lider’in halefi yapma sürecinin bir sonraki durağı bu yılın baharında yapılan 88 üyeli Uzmanlar Meclisi seçimleriydi. İran'da genel politikayı denetleme, savaş, barış ve genel seferberlik kararları alma sorumluluğunu üstlenen ve silahlı kuvvetlerin başkomutanı olan Devrimin Dini Liderini seçme görevi bu meclise aittir. Her 8 yılda bir yapılan meclis seçimleri önemli ama bu seneki seçimler bilhassa önemliydi. Çünkü önümüzdeki 8 yıllık görev süresi içinde büyük ihtimalle 85 yaşındaki Hamaney'in halefini seçecek.

AKK, Hamaney'in isteği doğrultusunda Hasan Ruhani'nin adaylığını kabul etmeyerek Uzmanlar Meclisi seçimlerinin dışında bıraktı. Bundan önce de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığı kabul edilmemişti. Reisi'nin rakiplerini engelleme adımları kapsamında, Uzmanlar Meclisi seçimlerinde Ruhani'nin adaylık dosyasına, Haşimi Rafsancani, Ali Laricani, devrimin önderi ve "dini lideri" Humeyni'nin torunu Hasan Humeyni’nin aralarında olduğu diğer isimlerin dosyaları gibi "kırmızı" mühür vuruldu.

Böylece Hamaney'in halefi için rekabet "siyasi oğul" Reisi ile "meşru oğul" Mücteba arasında sınırlı kaldı. Dini Lider’in oğlunun yarışın dışında olduğuna birden fazla kez değindiği doğru ancak Ağustos 2022'de “Ayetullah” rütbesine yükseltilmesi onu yarış arenasına soktu ya da dini lider olmayı arzu etmesini sağladı. Muhafazakarlar sembolleri olan İbrahim Reisi'yi destekleme eğiliminde iken, tüccarlar ve ekonominin seçkinleri daha ziyade "tarafsız" bir din adamı olan Hamaney'in oğlunu destekleme eğilimindeydiler.

Ülkenin seçeneklerini ve dış müdahalelerini belirlemede en büyük söz sahibi olan ve askeri kolları bulunan  Devrim Muhafızları ise her ikisini de destekliyor görünüyordu. Böylelikle sanki “şifrenin” nihai sahibinin kendisi olduğunu söylüyordu. Devrim Muhafızları iç politikaya doğrudan müdahale etmez. Ama herkes onun rızasını ve onayını ister. İran'da ve bölgede İran nüfuzu altında olan ülkelerde "devlet içinde devlet"tir.

Reisi’nin yokluğu iç ve bölgesel olayların gidişatını etkileyen türden bir olaydır

İran Cumhurbaşkanının ölümünün temsil ettiği kritik an, yalnızca İran devriminin ömründeki üçüncü dini liderin kim olacağı dosyasını içermiyor. Cumhurbaşkanı’nın helikopteri aynı zamanda, İran'ı da ilgilendiren bölgesel rüzgarların ve açık dosyaların ortasında yaşanan fırtınalar arasında düştü. Bu dosyalar; Gazze Savaşı, Lübnan'da İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilim, Irak'ta ABD-İran rekabeti, Kızıldeniz'deki Husi saldırıları, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in Tahran'ın ağır abasından kurtulma ve kendisini Arap abası altına sokma çabaları, İran ve İsrail'in "gölge savaş"tan doğrudan çatışmaya geçişi ve ABD-İran anlaşmaları ve saldırılarıdır.

Reisi’nin yokluğu iç ve bölgesel olayların gidişatını etkileyen türden bir olaydır. Batı’nın yaptırımlarının uçma ve fırtınalara karşı koyma yeteneğini sekteye uğrattığı eski helikopterinin düşmesi sonucu İran Cumhurbaşkanı ve Hamaney’in üçüncü dini lider adayı olan Reisi öldü. Üçüncü dini liderin yokluğunun İran'a ve bölgeye damgasını vuracağına kuşku yok.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından  Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Muvahhidi Kirmani İran Uzmanlar Meclisi Başkanı seçildi

Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)
Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)
TT

Muvahhidi Kirmani İran Uzmanlar Meclisi Başkanı seçildi

Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)
Tebriz kentinde insanlar İran Cumhurbaşkanı’nın yasını tutmak için toplandı. (AFP)

İran medyası bugün (Salı) Ayetullah Muvahhidi Kirmani’nin 55 oyla ülkenin Uzmanlar Meclisi Başkanlığı'na seçildiğini bildirdi.

Tasnim haber ajansı, Kirmani'nin meclisin iç tüzüğüne göre iki yıllık bir süre için meclis başkanlığını üstleneceğini belirtti.

Kirmani'nin seçilmesi, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ülkenin kuzeybatısındaki bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesinin ardından ülkenin geçici cumhurbaşkanı olarak atanan Muhammed Muhbir'in huzurunda Uzmanlar Meclisi oturumunun açılışında gerçekleşti.

Şarku’l Avsat’ın İran resmi haber ajansı IRNA'dan aktardığı habere göre oturuma, Anayasayı Koruma Konseyi Genel Sekreteri Ayetullah Ahmed Cenneti, İslami Şura Meclisi (parlamento) Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, Yargı Erki Başkanı Muhsin Ejei ve bazı bakanlar da katıldı.

IRNA'ya göre ülkenin liderlerini seçmek ve performanslarını izlemekle görevli olan Uzmanlar Meclisi, ‘İran İslam Cumhuriyeti'nin yapısında ciddi görevleri olan 88 nitelikli müçtehitten’ oluşuyor. Görev süreleri sekiz yıl olan üyeler halk tarafından seçiliyor.

İran hükümeti dün (pazartesi), Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve beraberindeki iki yetkilinin kendilerini taşıyan helikopterin Hudafarin'den Doğu Azerbaycan eyaletindeki Tebriz'e dönerken kötü hava koşulları nedeniyle düşmesi sonucu öldüğünü duyurdu.

İran Dini Lideri Ali Hamaney, Reisi'nin ölümünün ardından ülkenin yürütme yetkisini Muhammed Muhbir'in devralacağını açıkladı.


Biden: Gazze'de yaşananlar soykırım değil

Şarkul Avsat
Şarkul Avsat
TT

Biden: Gazze'de yaşananlar soykırım değil

Şarkul Avsat
Şarkul Avsat

ABD Başkanı Joe Biden, İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırının "soykırım olmadığı" konusunda ısrar ederken, ABD'nin müttefikini çeşitli uluslararası davalar karşısında savundu.

"Yaşananlar soykırım değil, bunu reddediyoruz" diyen Biden, Lahey'deki BM'nin en yüksek yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı'nda görülen ve İsrail'i Gazze'deki savaşında soykırım yapmakla suçlayan davaya atıfta bulundu.

Biden, ayrı bir yargı organı olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısının İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Galant hakkında tutuklama emri çıkarma talebini kınadığını yineleyerek, aynı Savcının eş zamanlı olarak Filistinli Hamas hareketinin üç lideri hakkında tutuklama emri talep ettiğini kaydetti.


UCM'nin Netanyahu ve Sinvar'ı yargılaması ne anlama geliyor? Haklarında tutuklama emri çıkarılan en önemli liderler kimler?

TT

UCM'nin Netanyahu ve Sinvar'ı yargılaması ne anlama geliyor? Haklarında tutuklama emri çıkarılan en önemli liderler kimler?

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Kerim Han (X hesabı)
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Kerim Han (X hesabı)

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcılığı dün (pazartesi) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ve üç Hamas lideri Yahya Sinvar, Muhammed ed-Dayf ve İsmail Heniyye hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla tutuklama emri talep etti.

ABD merkezli haber ajansı Associated Press (AP), UCM’nin 2002 yılında savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım gibi dünyanın en kötü zulümlerinden sorumlu kişileri yargılamak için son çare olarak kurulduğunu bildirdi. Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardığına göre mahkemeyi kuran Roma Statüsü 1998 yılında kabul edildi ve 2002 yılında 60 kişinin onayını alarak yürürlüğe girdi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu da UCM'nin kurulmasını destekledi, ancak UCM bağımsız bir mahkeme olarak görevini sürdürüyor.

AP, mahkemenin polisi olmadığını ve şüphelileri tutuklamak için üye devletlere güvendiğini, bunun da kovuşturmaların önünde büyük bir engel teşkil ettiğini kaydetti.

UCM'nin 124 üye ülkesi Roma Statüsü’nü imzalarken, İsrail, ABD, Rusya ve Çin de dahil olmak üzere onlarca ülke imzalamadı. Bu ülkeler mahkemenin savaş suçları, soykırım ve diğer suçlar üzerindeki yargı yetkisini kabul etmiyor.

UCM, devletlerin kendi topraklarında işlenen suçları kovuşturamadığı ya da kovuşturmak istemediği durumlarda devreye giriyor.

umıöo
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Kerim Han (X hesabı)

2020 yılında eski ABD Başkanı Trump, UCM Savcısı’na ve savcılığın bir başka üst düzey çalışanına yönelik ekonomik ve seyahat yaptırımlarına izin verdi.

UCM personeli Afganistan'da ABD güçleri ve müttefikleri tarafından işlenen olası savaş suçlarını soruşturuyordu.

Yönetimi Gazze Şeridi'ne yönelik saldırıya kritik askeri ve siyasi destek sağlayan ABD Başkanı Joe Biden, 2021 yılında yaptırımları kaldırdı.

rgbtyn
Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi (AP)

UCM devam eden 17 soruşturma yürüttü, toplam 42 tutuklama emri çıkardı ve 21 şüpheliyi gözaltına aldı. Yargıçlar 10 şüpheliyi mahkûm ederken, dördünü beraat ettirdi.

İlk yıllarında Afrika'daki suçlara odaklandığı için eleştirilen UCM artık Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Latin Amerika'da da soruşturmalar yürütüyor.

Putin, Beşir ve Kaddafi

UCM geçtiğimiz yıl Ukrayna'dan çocukların kaçırılmasından sorumlu olduğu gerekçesiyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında tutuklama kararı çıkarmıştı.

Rusya buna UCM yargıçları için kendi tutuklama emirlerini çıkartarak karşılık verdi.

cvfgbh
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)

Mahkeme tarafından suçlanan diğer önde gelen liderler arasında ülkesinin Darfur bölgesinde soykırım yapmakla suçlanan devrik Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir ve 2011 yılında hükümet karşıtı protestoların acımasızca bastırılmasıyla bağlantılı suçlamalar nedeniyle UCM tarafından hakkında tutuklama emri çıkarılmasından kısa bir süre sonra muhalifler tarafından yakalanarak öldürülen eski Libya lideri Muammer Kaddafi de bulunuyor.

UCM'nin İsrail ve Filistin ile ne ilgisi var?

BM Genel Kurulu 2012 yılında Filistin devletinin statüsünü BM gözlemcisinden üye olmayan gözlemci devlet statüsüne yükselterek Filistin'in UCM de dahil olmak üzere uluslararası örgütlere katılmasının önünü açtı.

UCM, Filistin devletini 2015 yılında, Filistinlilerin mahkemenin yargı yetkisini kabul etmesinden bir yıl sonra üye olarak kabul etti.

UCM’nin o zamanki başsavcısı 2021 yılında Filistin topraklarında işlenmiş olası suçlarla ilgili bir soruşturma açacağını duyurdu.

İsrail sık sık BM'de ve uluslararası kurumlarda tarafgirlik suçlamalarıyla karşı karşıya kalırken, Netanyahu kararı ikiyüzlü ve antisemitik olarak niteleyerek kınadı.

Mevcut UCM Savcısı Kerim Han Aralık ayında Ramallah ve İsrail'i ziyaret ederek Filistinli yetkililer ve İsrail ile Hamas arasındaki savaşı başlatan 7 Ekim saldırısında Hamas militanları tarafından öldürülen ya da esir alınan İsraillilerin aileleriyle bir araya geldi.

Han, Hamas'ın eylemlerini ‘insanlığın vicdanını sarsan en ciddi uluslararası suçlardan bazıları’ olarak nitelendirdi ve tüm esirlerin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrısında bulundu.

Han, İsrail ile Hamas arasındaki savaşta ‘uluslararası insancıl hukukun uygulanmaya devam etmesi gerektiğini’ ve ‘İsrail ordusunun hangi hukuku uygulayacağını bildiğini’ belirtti.

Ziyaretin ardından Han, Hamas militanları ve İsrail güçleri tarafından işlenen olası suçlara ilişkin bir UCM soruşturmasının ‘öncelikli’ olduğunu söyledi.


Netanyahu müzakere ekibinin Gazze'de ateşkes görüşmelerini yeniden başlatma planını reddetti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
TT

Netanyahu müzakere ekibinin Gazze'de ateşkes görüşmelerini yeniden başlatma planını reddetti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)

İsrail Yayın Kurumu'nun dün bildirdiğine göre Başbakan Benjamin Netanyahu, İsrail müzakere ekibinin Gazze Şeridi'nde ateşkes görüşmelerini yeniden başlatmak için sunduğu yeni planı reddetti.

BBC'nin kabine görüşmelerine yakın kaynaklardan aktardığına göre güvenlik servisleri ve siyasi liderliğin çoğu yeni öneriyi desteklerken, Netanyahu bunu reddederek "savaşın sona ermesine yol açmayacak" yeni planlar talep etti.

Yetkili, İsrail Silahlı Kuvvetleri adına adam kaçırma dosyasından sorumlu olan Oren Seter'in, İsrail ile Hamas arasındaki müzakereleri ilerletmek amacıyla müzakere ekibi tarafından formüle edilen yeni planı son savaş kabinesi oturumuna sunduğunu belirtti.

Netanyahu, Sater'in konuşmasını bitirmesinin ardından yeni teklifle alay ederek "Siz müzakere etmeyi bilmiyorsunuz" şeklinde yorumda bulundu.

Yayın kuruluşu, müzakere ekibi üyelerinin kabine oturumundan hayal kırıklığı içinde ve yakın gelecekte bir anlaşmaya varma olasılığı konusunda karamsar ayrıldıklarını söyledi.

Konuyla ilgili bilgi veren kaynaklar, müzakere ekibinin Savaş Kabinesi'ne müzakere sürecini yeniden canlandırmak için çeşitli planlar ve girişimler sunduğunu, ancak Netanyahu'nun bunları reddettiğini söyledi.

Mısır, Katar ve ABD'nin arabuluculuğunda yürütülen müzakereler, bu ayın başlarında Hamas'ın Mısır'ın önerisini kabul ettiğini açıklamasının ardından durmuş, İsrail ise Hamas'ın kabul ettiği önerinin kendisi için kabul edilemez olan değiştirilmiş bir öneri olduğunu söylemişti.


UCM’nin İsrail ve Hamas liderlerine ilişkin kararına tepkiler nasıl?

Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)
Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)
TT

UCM’nin İsrail ve Hamas liderlerine ilişkin kararına tepkiler nasıl?

Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)
Gazze sınırının yakınındaki İsrail askerleri (AFP)

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Karim Khan dün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant ve üç Hamas lideri hakkında savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkarılmasını talep etti.

İşte karara verilen tepkilerden bazıları:

ABD Başkanı Joe Biden

Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının İsrailli liderler hakkında tutuklama emri talep etmesinin "çirkin" olduğunu söyledi.

Biden yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Açık olmama izin verin: Bu savcı ne demek isterse istesin, İsrail ve Hamas'ın (tutumları) arasında hiçbir şekilde eşdeğerlik yoktur."

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken

Mahkemenin çabalarını kınayarak, uluslararası kurumun İsrail üzerinde yargı yetkisi olmadığını savundu ve Gazze'deki ateşkes çabalarını tehlikeye attığı uyarısında bulundu.

Blinken yaptığı açıklamada "UCM Savcısının İsrail ile Hamas arasındaki denklemini reddediyoruz."  Bu utanç verici” diyerek, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Karim Khan'ın da Hamas hareketinin liderleri hakkında tutuklama emri çıkarılmasını talep ettiğini belirtti.

Avrupa Birliği

Avrupa Birliği dış politika sorumlusu Josep Borrell, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin bağımsız bir uluslararası kurum olduğunu ve mahkemenin tüzüğünü onaylayan tüm ülkelerin kararlarını uygulama yükümlülüğü bulunduğunu söyledi.

Borrell X’te şunları yazdı: "UCM Savcısının Yahya Sinwar, Mohammed Dayf, Ismail Heniye, Bnnyamin Netanyahu ve Yoav Galant hakkında Mahkeme'nin I. Ön Yargılama Dairesi nezdinde tutuklama emri çıkarılması için başvuruda bulunma kararını öğrendim."

"Bağımsız bir uluslararası kurum olarak UCM'nin görevi, uluslararası hukuk kapsamındaki en ciddi suçları kovuşturmaktır ve UCM Statüsünü onaylayan tüm devletler, UCM'nin kararlarını uygulamakla yükümlüdür."

Almanya

Almanya Dışişleri Bakanlığı, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) saygı duyduğunu, ancak İsrail ve Hamas liderleri için aynı anda tutuklama emri talep edilmesinin "eşit konumdaymış gibi yanlış bir izlenim yarattığını" belirtti.

Birleşik Krallık

İngiltere Başbakanı Rishi Sunak'ın bir sözcüsü, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı'nın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için tutuklama emri talep etme kararının yararlı olmadığını söyledi. "Bu tedbir çatışmaların durdurulmasına, rehinelerin alınmasına veya insani yardımın getirilmesine yardımcı olmuyor" ifadelerini kullandı.

Avusturya

Avusturya Şansölyesi Karl Nehammer, ülkesinin "UCM'nin bağımsızlığına tamamen saygı duyduğunu" söyledi. Ancak, amacı İsrail Devleti'ni yok etmek olan terör örgütü Hamas'ın liderinin, devletin demokratik yollarla seçilmiş temsilcileriyle aynı anda anılması anlaşılır gibi değildir" açıklamasında bulundu.

Çek Cumhuriyeti

Çek Cumhuriyeti Başbakanı Petr Fiala "UCM Savcısının demokratik yollarla seçilmiş bir hükümetin temsilcileri ile İslami bir terör örgütünün liderleri hakkında tutuklama emri çıkarma önerisi dehşet vericidir ve kesinlikle kabul edilemez" dedi. "Ekim ayında İsrail'e saldırarak binlerce masum insanı öldüren, yaralayan ve kaçıranın Hamas olduğunu unutmamalıyız" dedi. "Unutmamalıyız ki ekim ayında İsrail'e saldıran, binlerce masum insanı öldüren, yaralayan ve kaçıran Hamas'tı. Gazze'deki mevcut savaşa ve Gazze, İsrail ve Lübnan'daki sivillerin acı çekmesine yol açan şey tamamen haksız olan bu terörist saldırıydı" şeklinde görüşünü dile getirdi.