Çin 2023’te 200’den fazla uzay aracı fırlatmayı planlıyorhttps://turkish.aawsat.com/home/article/4107616/%C3%A7in-2023%E2%80%99te-200%E2%80%99den-fazla-uzay-arac%C4%B1-f%C4%B1rlatmay%C4%B1-planl%C4%B1yor
Çin 2023’te 200’den fazla uzay aracı fırlatmayı planlıyor
Çin Uzay Bilimi ve Teknolojisi Şirketi (CASC) tarafından dün yayınlanan bir rapor, şirketin 2023’te 60’tan fazla uzay göreviyle 200’den fazla uzay aracı fırlatmayı planladığını ortaya koydu.
Rapor ayrıca 2023 yılında ülkedeki uzay bilimi ve teknolojisi faaliyetlerine yönelik planları da ortaya koydu.
Çin resmi haber ajansı Xinhua’ya göre, Çin’in uzaya çıkış, uzayı kullanma ve keşif kabiliyetlerinin iyileştirilmesi için Tianzhou-6 kargo uzay aracı ile Shenzhou-16 ve Shenzhou-17 uzay görevleri bu yıl içinde gerçekleşecek.
CASC’nin raporuna göre, bu yıl BeiDou-3 navigasyon uydu sistemi için üç destek uydusu fırlatılacak.
Yeni nesil ticari uzaktan algılama uydu sisteminin kurulumuna da bu yıl hız verilecek.
CASC ayrıca, roket taşıma kapasitesi hakkında bilgi yayınlama ve ticari kullanıcılar için fırlatma fırsatları sağlama sözü verdi.
Şirket, bu yıl ay ve gezegen keşfinin dördüncü aşamasını ilerletecek ve ay keşif aracı Chang-7 ve Mars keşif aracı Tianwen-2 ile sabit yörüngeli mikrodalga algılama uydusunu geliştirecek
Yıldızlararası seyahat: "Yıllar sürecek iletişim kesintilerine hazır olmak gerek"https://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4712156-y%C4%B1ld%C4%B1zlararas%C4%B1-seyahat-y%C4%B1llar-s%C3%BCrecek-ileti%C5%9Fim-kesintilerine-haz%C4%B1r-olmak-gerek
Zaman genişlemesi, Cristopher Nolan'ın bilimkurgu filmi Yıldızlararası'nda (Interstellar) teorik fizikteki tasvirlerine çok yakın biçimde işlenmişti (IMDb)
Yıldızlararası seyahat: "Yıllar sürecek iletişim kesintilerine hazır olmak gerek"
Zaman genişlemesi, Cristopher Nolan'ın bilimkurgu filmi Yıldızlararası'nda (Interstellar) teorik fizikteki tasvirlerine çok yakın biçimde işlenmişti (IMDb)
Yıldızlararası yolculuğu başarmak insanlık için henüz imkansız görünüyor. Zira Güneş Sistemi'nin dışına çıkıp farklı yıldızlar arasında dolaşmak için olağanüstü bir hıza ulaşmak gerek.
Üstelik yeni bir araştırma, yolculuğa çıkacak astronotların yoğun bir iletişim kesintisine maruz kalacağına da işaret ediyor.
Hakem onayından geçmeyi bekleyen ve bilimsel makale arşivi arXiv'de erişime açılan araştırma makalesinde iletişim kesintilerinin yıllar sürebileceği ifade edildi.
Buradaki ilk sorun, ışığın kendisinin sınırlı bir hızda hareket etmesi. Örneğin mesajların Mars'a ulaşması birkaç dakika, ötegezegenlere ulaşması ise saatler sürüyor.
Daha uzun mesafeli iletişim söz konusu olduğunda Dünya'dan gönderilecek herhangi bir mesajın uzay aracına ulaşması yıllar alabilir.
Nitekim bizimkine en yakın yıldız sistemi Alpha Centauri, 4 ışık yılından daha uzakta.
Öte yandan iletişimin önündeki tek engel bu değil.
Ünlü fizikçi Albert Einstein'ın Özel Görelilik Teorisi'ne göre evrende zaman senkronize değil. Bu da uzay aracındaki yolcuların, zamanın Dünya'daki insanlara göre daha yavaş aktığı bir "zaman genişlemesi" yaşayacağı anlamına geliyor.
Bu etki halihazırda ölçülebilir nitelikte. Örneğin GPS uydularından gelen sinyallerin senkronizasyonunda bile bu etki dikkate alınıyor.
Ancak dikkate alınması gereken önemli bir sorun daha var.
Yıldızlararası ortamda seyahat edebilecek, hatta Samanyolu Galaksisi'nden çıkabilecek bir uzay aracı, zorunlu olarak ışık hızına yakın hareket etse bile iletişimin kesildiği dönemler geçirecek.
Araştırmacılar makalelerinde iki varsayımsal yıldızlararası seyahat senaryosunu masaya yatırdı.
İlkinde, gezginler uzay araçlarını sabit 1 g'lik (Dünya üzerindeki ortalama yerçekimi ivmesi) bir ivmeyle hızlandırmaya devam etti. Bu sayede uzay aracını ışık hızına daha da yaklaştırdılar.
Ancak bu tür bir sabit ivme, bir çeşit olay ufku yaratıyor. Yani eğer Dünya'dan uzay aracına bir mesaj gönderilirse, bu mesaj da ışık hızıyla sınırlı olacaktı. Mesaj uzay aracına doğru hızla ilerleyecekti ama bu arada gemi de sinyalden uzaklaşacaktı.
Hesaplamalara göre mesaj yeterince erken gönderilirse, önemli bir gecikmenin ardından sonunda gemiye ulaşıyor. Ancak uzun süre beklerlerse asla ulaşmıyor çünkü uzay aracı her zaman mesajın bir adım ilerisinde oluyor.
İkinci senaryo da farklı zorluklar sundu. Bu senaryoda uzay aracı ilk başta sürekli hızlandu. Ancak yolculuğunun ortasında kendi etrafında dönerek yavaşladı. Böylece hedefini kaçırma ihtimali elenmiş oldu.
Ancak bu da iletişim zorluklarını beraberinde getirdi.
Hesaplamalar, uzay aracının belirli bir süre sonra Dünya'dan mesaj almayı bıraktığını gösterdi. Bu mesajlar ancak aracın hedefine ulaşıp hareket etmeyi bıraktığında varsayımsal astronotlara ulaştı.
Öte yandan uzay aracının Dünya'ya sinyal gönderebileceği ve bu sinyallerin her zaman hedeflerine ulaşabileceği görüldü.
Ayrıca hedeften gönderilen sinyaller (örneğin uzak bir gezegende halihazırda kurulmuş bir koloni), o yöne doğru seyreden uzay araçlarına her zaman ulaşabildi.
Bu hesaplamalar, ışık hızına yakın hareket eden uzay araçlarıyla iletişimin çok zor olacağı anlamına geliyor.
Diğer bir deyişle tüm yıldızlararası araçların kendi kendine yetebilmesi ve Dünya'daki kontrolörlere ihtiyaç duymadan çalışabilmesi gerekiyor.
Zira bir sorun çıkarsa, bunu Dünya'daki insanlara anlatmak ve yanıt almak mümkün olmayacak.
Independent Türkçe
Güneş'te 60 Dünya büyüklüğünde delik açıldıhttps://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4711926-g%C3%BCne%C5%9Fte-60-d%C3%BCnya-b%C3%BCy%C3%BCkl%C3%BC%C4%9F%C3%BCnde-delik-a%C3%A7%C4%B1ld%C4%B1
Güneş rüzgarları, görseldeki karanlık bölgeden oklar yönünde hareket ederek uzaya savruluyor (NASA)
Güneş'in yüzeyinde muazzam büyüklükte karanlık bir delik açıldı ve doğrudan Dünya'ya doğru radyoaktif dalgalar yayıyor.
Bilim insanlarının hesaplamalarına göre, deliğin boyutu 60 Dünya'ya denk. Bu dev boşluk, benzeri görülmemiş özelliklerden biri.
Koronal delik olarak bilinen dev karanlık bölge, 2 Aralık'ta yıldızın ekvatorunun yakınında şekillendi ve 24 saat içinde yaklaşık 800 bin kilometre genişliğe ulaştı.
Spaceweather.com'a göre, karanlık boşluk 4 Aralık'tan beri doğrudan Dünya'yı işaret ediyor.
Bu geçici delikler, Güneş'teki manyetizmanın aniden değişmesiyle meydana geliyor ve yıldızın üst yüzeyindeki radyoaktif plazmanın uzay boşluğuna fırlatılmasına neden oluyor.
Bu da radyoaktif plazma parçacıklarının uzayda yol alarak Dünya'ya ulaşmasına neden oluyor. Bu durumda parçacıklar Güneş fırtınası adını alıyor.
Güneş lekesinden farkı ne?
Koronal delikler çevredeki plazmadan daha soğuk ve daha az yoğun oldukları için koyu lekeler halinde görünüyor.
Güneş lekeleri de aynı sebeple daha koyu. Ancak Güneş lekelerinden farklı olarak koronal delikler, sadece ultraviyole ışıkta gözlemlenebiliyor.
Uzmanlara göre, koronal deliklerden gelen radyasyon akımları lekelerden kaynaklanan plazma dalgalarından çok daha hızlı.
Martta ortaya çıkan, Güneş'te bundan önce gözlemlenmiş son koronal delik, Dünya'da son yılların en güçlü jeomanyetik fırtınasına neden olmuştu.
Yeni deliğin yıldızda ne kadar süre kalacağı bilinmiyor. Ancak önceki koronal deliklerin 27 günden daha uzun süre dayandığı görülmüştü.
Güneş'teki aktivite şiddetleniyor
Bilim insanları, Güneş'teki patlamaların birkaç yıl içinde giderek artacağını ve zirve noktasına ulaşacağını belirtiyor. Çünkü Güneş, şu anda hareketli bir evrede.
Yıldız her 11 yılda bir, sakin veya fırtınalı geçen bir döngüsünü tamamlıyor ve yenisini başlatıyor. Güneş'in 2019'da 25. döngüsüne girdiği biliniyor. Bu döngülerden sakin olanına, yani yıldızdaki patlamaların ve lekelerin minimum seviyeye indiği dönemlere "solar minimum" adı veriliyor.
Güneş lekelerinin arttığı ve patlamaların sıklaştığı evrelerse "solar maksimum" diye adlandırılıyor.
NASA'ya göre yıldız, şu anda hareketli bir dönemden geçiyor. Bu yüzden Güneş'te bu tür dev lekelerin oluşması beklenen bir durum.
Bilim insanları 2025'te solar maksimum evresi zirve noktasına ulaştığında Güneş'teki lekelerin sayısının 115'e çıkabileceğini söylüyordu.
Ancak leke sayısı şimdiden bu rakamı geçti.
Verilere göre Güneş, sadece haziranda 60'tan fazla leke üretti. Bu 20 yılı aşkın süredir en yüksek sayı.
Gökbilimciler buradan hareketle Güneş'in bu döngüsünün beklenenden hareketli geçeceğine inanıyor.
Independent Türkçe
Epson, Şarku’l Avsat'a özel açıklamalarda bulundu: ‘Sürdürülebilirliği sağlamak ve atıkları azaltmak için aylık abonelik sistemiyle mürekkep sağlayacağız’https://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4711916-epson-%C5%9Farku%E2%80%99l-avsata-%C3%B6zel-a%C3%A7%C4%B1klamalarda-bulundu-%E2%80%98s%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilirli%C4%9Fi-sa%C4%9Flamak-ve
Micro-Piezo teknolojisi, daha temiz ve enerji açısından daha verimli bir yaklaşım için baskı mekanizmasının içinde ısı olmadan çalışıyor. (Shutterstock)
Epson, Şarku’l Avsat'a özel açıklamalarda bulundu: ‘Sürdürülebilirliği sağlamak ve atıkları azaltmak için aylık abonelik sistemiyle mürekkep sağlayacağız’
Micro-Piezo teknolojisi, daha temiz ve enerji açısından daha verimli bir yaklaşım için baskı mekanizmasının içinde ısı olmadan çalışıyor. (Shutterstock)
Çevresel zorluklara ilişkin artan farkındalık, teknoloji ve inovasyon sektörünü sürdürülebilir çözümlere yönelik artan talebe uyum sağlamaya zorluyor. Baskı teknolojisi, daha az enerji tüketerek, atıkları ve çevresel etkileri azaltarak bu trendi yönlendiren birçok inovasyon alanından biri konumunda.
Geleneksel mürekkep püskürtmeli yazıcılar mürekkebi ısıtmak için önemli ölçüde enerji gerektirdiğinden, baskı endüstrisi önemli çevresel sorunlar yaratıyor. Kullanılmış mürekkep kartuşlarının atılması da elektronik atıklara sebep oluyor.
Epson da dahil olmak üzere birçok uluslararası şirket, iklim değişikliği ve kaynakların korunmasıyla ilgili artan küresel endişeler göz önüne alındığında, bu zorlukların üstesinden gelmeye çalışıyor.
Epson: Araştırma ve geliştirmeye günde 14,1 milyon euro harcıyor ve sürdürülebilir teknolojiye 700 milyon euronun üzerinde yatırım yapıyoruz. (Shutterstock)
Yenilikçi ‘Mikro Piezo’ teknolojisi
Epson'un patentli ‘Micro Piezo’ teknolojisi, baskı teknolojisinde sürdürülebilirliğe yönelik önemli sıçramalardan birini teşkil ediyor.
Epson Orta Doğu ve Afrika Başkan Yardımcısı Neil Colquhoun, Dubai'den Şarku’l Avsat'a verdiği özel röportajda şunları söyledi:
"Mürekkebi ısıtmaya dayanan geleneksel inkjet yazıcıların aksine, Micro Piezo teknolojisi baskı kafasının içinde ısı olmadan çalışıyor. Bu, baskıyı daha temiz ve daha verimli hale getiren önemli bir değişimi temsil ediyor."
EcoTank teknolojisi ile atıkların azaltılması
Baskıda sürdürülebilirliğin bir diğer önemli yönü de atıkların azaltılması. Epson'un EcoTank teknolojisi, geleneksel mürekkep kartuşlarına bir alternatif sunarak bu zorluğu ele alıyor.
Colquhoun konuya ilişkin açıklamasında standart yazıcılar genellikle sık sık değiştirilmesi gereken yazıcı kartuşlarına dayanırken, Epson'un ‘EcoTank’ yazıcılarının 79 mürekkep kartuşuna eşdeğer mürekkep tanklarıyla donatıldığını, böylece ambalaj atıklarını ve nakliye emisyonlarını azalttığını söyledi.
Mürekkep için abonelik sistemi
Neil Colquhoun, EcoTank teknolojisini kullanarak satış yapma yönteminin satışları azaltmaya ve para kazanmaya yol açıp açmayacağına ilişkin soruya yanıt olarak, buna yardımcı olan şeyin, ‘Epson’ şirketi ile aralarında devam eden ilişki sonucunda tüketicinin ihtiyaç duyduğu mürekkep miktarlarını tahmin etme yeteneği olduğunu söyledi.
Tüketicinin tüketimine bağlı olarak her dönem ihtiyacı olan mürekkep miktarını alacağı bir ‘abonelik’ sistemi getirmeyi planladıklarını da sözlerine ekledi.
Colquhoun, Epson Ready Print adı verilen bu sistemin şu an birçok Avrupa ve Amerika ülkesinde onaylandığını ve önümüzdeki yıllarda Ortadoğu bölgesine de tanıtılacağını açıkladı.
Yazıcının ömrünü uzatın
Yenilikçi mürekkep teknolojisiyle atıkları azaltmak çok önemli olsa da Epson, elektronik atık sorununu doğrudan ele almak için de çalışıyor.
Geleneksel yazıcılar genellikle sınırlı bir kullanım ömrüne sahip ve bozulduklarında atılıyor ve değiştiriliyor. Colquhoun, Epson'un ürünlerinin ömrünü uzatmak için satış sonrası hizmetleri ve yazıcı modernizasyon seçeneklerini aktif olarak araştırdığını söyledi.
Sürdürülebilirlik ve Vizyon 2030
Baskı teknolojisinde sürdürülebilirlik, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin iddialı sürdürülebilirlik hedefleri belirlemesiyle bireysel tüketicilerin ötesine geçiyor ve Suudi Arabistan bu konuda ön saflarda yer alıyor. Suudi Arabistan, Vizyon 2030 kapsamında, çevresel etkilerini ve enerji tüketimini azaltmanın yollarını bulmaya çalışıyor.
Colquhoun, Epson'un sürdürülebilirlik konusundaki kararlılığının bu hedeflerle tamamen uyumlu olduğunu söyledi. Epson'un yenilikçi teknolojilerinin yalnızca enerji tüketimini azaltmakla kalmadığını, aynı zamanda işletme maliyetlerinin düşürülmesine de katkıda bulunduğunu kaydetti.
Belge yönetimi ve tarama
Baskıda sürdürülebilirlik sadece baskı sürecinin kendisiyle ilgili değil, aynı zamanda etkili belge yönetimi ve ofis dijitalleştirmesi şirketlerin çevresel ayak izini azaltmada oldukça önemli bir rol oynuyor.
Birinci sınıf tarama çözümleri minimum elektrik tüketiyor; Epson'un geçtiğimiz eylül ayında piyasaya sürdüğü bazı modeller bekleme modunda 3 watt'ın biraz üzerinde güç kullanıyor.
Colquhoun konuya dair şunları söyledi:
"Şirket bu tarayıcıların üretiminde yüzde 30'a varan oranda geri dönüştürülmüş plastik kullanıyor ve bu da sürdürülebilirlik konusundaki kararlılığını ve kağıt kullanımını ve atıkları azaltmak için ofis işlemlerini dijitalleştirme yönündeki daha geniş eğilimi yansıtıyor.
Epson: Teknolojilerimiz yalnızca enerji tüketimini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda işletme maliyetlerinin düşürülmesine de katkıda bulunuyor. (Shutterstock)
İklim değişikliği karşısında iyimserlik
Epson İklim Gerçekliği Barometresi, KİK ülkeleri ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde dikkate değer düzeyde bir iyimserlik olduğunu ortaya koydu. Örneğin, Suudi Arabistan'da katılımcıların yüzde 79 gibi şaşırtıcı bir oranı, yaşamları boyunca bir iklim felaketinin önlenebileceği konusunda iyimser olduklarını ifade etti.
Bu oran yüzde 47 olan küresel ortalamanın çok üzerinde. Mısır, Suudi Arabistan, Hindistan ve Kenya'nın ardından, araştırmaya dahil edilen 39 pazar arasında iyimserlik açısından (yüzde 69) en büyük pazarlar arasında dördüncü sırada yer alıyor.
Anket, insanların iklim değişikliğiyle mücadelede şirketlerin oynamasını bekledikleri rolü vurguluyor.
KİK katılımcıları, şirketlerin çevre teknolojilerine yatırım yaparak büyük bir fark yaratabileceğine inanıyor. Suudi Arabistan'da bu oran yüzde 49.
Ürün ve malzemelerin geri dönüşümü ve yeniden kullanımının iyileştirilmesi de Suudi katılımcıların yüzde 39'unun vurguladığı gibi oldukça önemli görülüyor.
Şarku’l Avsat, Galaxy Tab S9 Fan Edition tableti test ediyorhttps://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4710006-%C5%9Farku%E2%80%99l-avsat-galaxy-tab-s9-fan-edition-tableti-test-ediyor
Şarku’l Avsat, Galaxy Tab S9 Fan Edition tableti test ediyor
Galaxy Smart Tag 2 aksesuarı, eşyalarınızın konumlarını yüksek doğrulukla takip eder.
Samsung'un Fan Edition FE serisi, gerekli olmayan bazı özellikleri kaldırarak yüksek performanslı cihazların yüksek performanslı versiyonlarını makul bir fiyata sunuyor. Arap dünyasındaki en son lansmanlardan biri, standart gelişmiş kategori ile düşük maliyetli "A" kategorisi arasında ideal bir seçim sunan büyük ekranı ve akıllı kalemiyle Galaxy Tab S9 FE 5G tablet. Şarku’l Avsat cihazı test etti ve biz de testin özetinden bahsedeceğiz.
Lüks tasarım
Cihazın tasarımı zariftir ve temel versiyonun tasarım detaylarını korur; Yapısı, beşinci nesil iletişim ağlarının, Wi-Fi ve Bluetooth'un antenlerinin tasarımda tam bir uyum içinde mümkün olan en yüksek sinyal seviyelerini elde etmesine izin vermek için yan tarafta küçük alüminyum içermeyen alanlarla güçlendirilmiş alüminyumdan yapılmıştır.
Akıllı S Pen son derece profesyonel çizimler yapmanızı sağlar.
Ekran, darbelere ve çizilmelere karşı korumak için Corning Gorilla Glass 3'ten yapılmıştır ve cihaz IP68 standardına göre suya ve toza dayanıklıdır (30 dakika boyunca bir buçuk metreye kadar suya daldırılabilir). Cihazın üst tarafında iletişim kartı ve ek microSD hafıza kartı için bir yuva, sağ tarafında ise güç düğmesi ve ses ayar düğmeleri (dikey tutulduğunda) bulunmaktadır. Arka kamera cihazın sağ üst tarafında (dikey olarak tutulduğunda da) bulunur ve iki yan hoparlör bulunur. Arka tarafta, akıllı kalemi yakınına yerleştirildiğinde tutmak için dahili bir mıknatıs içeren özel bir alan bulunmaktadır.
Gelişmiş özellikler
Ekran 10,9 inçlik bir köşegene sahiptir ve görüntüyü saniyede 90 görüntü frekansında görüntüler ve parlak aydınlatma koşullarında görüntünün mümkün olan en iyi kalitede görüntülenmesini sağlamak için "Vision Booster" özelliğini destekler. Ekran ayrıca video görüntülerinin Yüksek Dinamik Aralık (HDR10) teknolojisi ile oynatılmasına da olanak tanıyor. Ekran, güç düğmesine entegre edilmiş bir parmak izi sensörü sağlamanın yanı sıra, kilidi açmak için kullanıcının yüzünü tanımayı da destekliyor. Ekran ayrıca içeriğin yanlardan ve geniş açılardan görüntülenmesini destekleyerek birden fazla kişinin ekrandaki içeriği görüntülemesine veya başkalarıyla sesli ve görüntülü olarak birlikte konuşmasına olanak tanıyor. Ekran ayrıca içeriğin doğrudan güneş ışığı altında büyük bir netlikle okunmasına da olanak tanıyor.
Görüntüleme yazılımı gece, panoramik ve ağır çekim fotoğrafçılığı da dahil olmak üzere genişletilmiş yetenekleri destekler. Çekilen görüntülerin kalitesi mükemmeldir ve cihaz, dahili yazılımı kullanarak daha fazla yakınlaştırmayı desteklerken görüntünün optik olarak iki katına kadar yakınlaştırılmasına olanak tanır. Cihaz, yüksek doğrulukla el yazısı yazmayı ve çizim yapmayı kolaylaştırmak için akıllı S Pen kaleminin kullanımını destekliyor. Grafikler, farklı sanal kalemler ve çizim fırçaları kullanılarak yüksek doğrulukla çizilebilir, cihaz ekrandaki basınç derecesini tanır ve çizilen çizgilerin kalınlığında bunu sorunsuz bir şekilde simüle eder.
Pil performansına gelince, cihaz tek bir şarjla 14 saatten fazla kullanılabilir ve Wi-Fi ağları üzerinden İnternet'e bağlanabilir; bu, özellikle enerjinin büyük kısmını tüketen ekranın büyük köşegeni dikkate alındığında etkileyici bir süredir.
Cihazı yoğun bir şekilde kullanmanın sadece biraz ısı ürettiği ve kameraya yakın bölgede diğer tabletlere kıyasla orta derecelerde olduğu kaydedildi. Cihaz ayrıca PUBG Mobile, Asphalt 9 ve diğerleri gibi iyi bilinen oyunları yüksek doğrulukla oynamaya izin verirken, yüksek performanslı yan hoparlörlerin kullanımı sayesinde oyunlar sırasında, müzik dinlerken veya video şovları izlerken etkileyici ses kalitesi sağlıyor.
Cihazı korumak ve dizüstü bilgisayara benzer bir şekilde masaya yerleştirilmesine izin vermek için ek bir özel kılıf kullanılabilir, ayrıca mektup ve belge yazmayı, e-postaları yanıtlamayı ve başkalarıyla sohbet etmeyi kolaylaştırmak için yerleşik bir klavye sağlar.
Teknik özellikler
Cihaz, 5 nm üretim hassasiyetine sahip sekiz çekirdekli Exynos 1380 işlemci (2,4 GHz'de 4 çekirdek, 2 GHz'de 4 çekirdek) kullanırken, iş için 8 GB bellek ve 1 TB (1024 GB) genişletilebilen 256 GB yerleşik depolama kapasitesi sağlıyor. ) ek olarak taşınabilir bellek kartları "Micro SD" aracılığıyla. Ekranın çapı 10,9 inçtir ve görüntüyü 1440 x 2304 piksel çözünürlükte, inç başına 249 piksel yoğunlukta ve saniyede 90 görüntü frekansında görüntüler.
Cihaz, Wi-Fi A, B, G, N, AC 6 ve Bluetooth 5.3 kablosuz teknolojilerini destekleyen 8 megapiksel arka kamera (geniş lensli) ve 12 megapiksel ön kamera (ultra geniş lensli) sunuyor. Cihaz, 45 watt'ta şarj edilebilen 8000 mAh kapasiteli bir batarya ile çalışıyor. Cihazın kalınlığı 6,5 mm ve ağırlığı 524 gram. "Android 13" işletim sistemi ve "One UI 5.1" kullanıcı arayüzü üzerinde çalışıyor. Yeşil, gümüş, gri veya menekşe renkleri mevcut ve fiyatları belleğe (6 veya 8 GB), dahili depolama kapasitesine (128 veya 256 GB) ve beşinci nesil iletişim ağları desteğine bağlı olarak 1699 Suudi riyalinden (yaklaşık 453 ABD doları) başlıyor.
Ana sürüm ile karşılaştırın
Amiral gemisi Galaxy Tab S9 ile Fan Edition arasında neler değişti? İki cihazı karşılaştırırken, ekran köşegeninin 11'den 10,9 inçe düştüğünü, çözünürlüğünün 1600 x 2560'dan 1440 x 2304 piksele biraz azaldığını ve görüntü ekran yoğunluğunun inç başına 274'ten 249 piksele düştüğünü görüyoruz. 90 Hz ve ekran teknolojisini "Dinamik AMOLED 2X "ten "IPS "ye değiştirdi.
İşlemci "Snapdragon 8 Generation 2" sekiz çekirdekli işlemciden (3,36 GHz'de 1 çekirdek, 2,8 GHz'de 4 çekirdek ve 2 GHz'de 3 çekirdek) "Exynos 1380" sekiz çekirdekli işlemciye (2,4 GHz'de 4 çekirdek, 2 GHz'de 4 çekirdek) değiştirildi. GHz), bellek ise 8 ya da 12'den 6 ya da 8 GB'a düşürülmüştür. Arka kameraların çözünürlüğü de 12'den 8 megapiksele değiştirilirken, ön kamera çözünürlüğü aynı kaldı (12 megapiksel).
"Wi-Fi" ve "Bluetooth 5.3" teknolojileri olduğu gibi korunurken yan hoparlörlerin sayısı 4'ten 2'ye düşürüldü. Batarya şarjı, şarj kapasitesinde (45 watt) herhangi bir değişiklik olmadan 8400'den 8000 mAh'a düşürüldü. Her iki versiyon da Android 13 işletim sistemi ve One UI 5.1 kullanıcı arayüzü ile çalışırken, kalınlık 5,9'dan 6,5 mm'ye, ağırlık ise 498'den 523 grama yükseldi.
Koleksiyonları takip etmek için aksesuar
Şarku’l Avsat ayrıca, seyahat çantaları, anahtarlar, arabalar, bisikletler gibi çeşitli eşyalarınızın yerini, cep telefonunuzda cihazın konumunu görüntüleme ve dijital bir pusula kullanarak ararken konumunu belirleme kolaylığı ile takip etmeyi sağlayan Galaxy SmartTag2 aksesuarını da test etti. Ayrıca, cep telefonundaki özel bir uygulama üzerindeki bir düğmeye basarak aksesuarın kullanıcıyı çağıran ve onu konumuna yönlendiren bir ses çıkarmasını sağlamak da mümkün,
Ayrıca, evdeki ışıkları açmak veya kapatmak gibi Nesnelerin İnterneti IoT teknolojisiyle çalışan diğer cihazlarla kolaylıkla etkileşim kurmak için aksesuar üzerindeki bir düğmeye basabilirsiniz. Pili 500 günden fazla çalışabilirken, 700 güne ulaşmak için bir güç tasarrufu modu sağlar. Standart pili (düz hücreli Cr2032) daha sonra kolayca değiştirilebilir.
IP67 standardına göre toza ve suya karşı dayanıklı olan aksesuar, enerji tasarrufu sağlayan Bluetooth 5.3 teknolojisi ile kullanıcıdan 120 metreye kadar olan mesafelerde yakındaki cihazlarla iletişimi destekliyor.
Aksesuarın ağırlığı 13,75 gram, kalınlığı 8 milimetre ve fiyatı 429 Suudi riyali (yaklaşık 114 ABD doları) ve siyah veya beyaz renklerde mevcut.
Gelmiş geçmiş bütün filmleri saklayabilecek kapasiteye sahip cihaz geliştirildihttps://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4709606-gelmi%C5%9F-ge%C3%A7mi%C5%9F-b%C3%BCt%C3%BCn-filmleri-saklayabilecek-kapasiteye-sahip-cihaz-geli%C5%9Ftirildi
Gelmiş geçmiş bütün filmleri saklayabilecek kapasiteye sahip cihaz geliştirildi
Cerabyte, veri depolama sisteminin avuç içi büyüklüğünde bir kartuşta 10 bin terabayt veri saklayabileceğini belirtiyor (Unsplash)
Yeni bir tür veri depolama sistemi, üreticilerine göre tuvalet yapımında kullanılan malzemeden faydalanarak "bütün veriyi sonsuza kadar" saklayabilir.
Alman girişim Cerabyte, avuç içi büyüklüğündeki seramik bir kartuşta 10 bin terabayt (TB) veri saklayabilen yeni nesil CeraMemory depolama sisteminin tamamen çalışır durumdaki prototipi olduğunu iddia ettiği ürünü tanıttı.
Bu kapasite kabaca 2,5 milyon filme, yani İnternet Film Veritabanı'nda (Internet Movie Database/IMDb) listelenen tüm filmlerin 4 kat fazlasına denk geliyor. Diğer medya türleri de dahil edildiğinde, Spotify'daki bütün şarkıları ve Amazon'daki bütün kitapları da cihaza sığdırmak mümkün olabilir.
Sadece 50-100 atom kalınlığındaki seramik nanokatmanlara verileri yazmak için lazerler gerekirken, verileri okumak için de yüksek çözünürlüklü mikroskoplara ihtiyaç var.
Şirket, seramik tasarımının hem düşük maliyet hem de aşırı dayanıklılık sağlayarak "bütün veriyi sonsuza kadar depolamasına" imkan tanıyan neredeyse sınırsız bir kullanım ömrü sunduğunu belirtiyor.
Cerabyte'a göre cihazda depolanan veriler 273 ile 300 santigrat derece arasında değişen sıcaklıklara dayanabilirken, radyoaktif ve asidik ortamlara karşı da dirençli. Elektromanyetik darbe (EMP) saldırısıyla verileri silme ve bozma girişimlerinin de başarısızlığa uğrayacağı söyleniyor.
Cerabyte başarılı olması halinde teknolojisinin, 500 milyar dolarlık veri depolama pazarını yerinden oynatacak bir "depolama devrimi" yaratacağını ve bir katrilyon gigabayt (GB) ya da bir milyon trilyon megabayta (MB) eşdeğer bir saklama hacmi anlamına gelen "Yottabyte Çağı"nı müjdeleyeceğini iddia ediyor.
Firmanın internet sitesinde "Uzun vadeli veri depolamanın sürdürülebilir olması dünyamızın en acil sorunlarından biri" diye belirtiliyor.
Cerabyte, geleneksel bulut veri depolamadan kaynaklanan CO2 salımlarının yüzde 99'unu azaltmanın çözümünü sunarken... [aynı zamanda] elektronik atıkları en aza indiriyor.
Geleneksel sabit disklere kıyasla nispeten yavaş yükleme süresi bu sistemin potansiyel bir dezavantajı olabilir; cihazın mevcut ağ kapasitesi saniyede sadece 1GB'la sınırlı. Bu da 10 bin TB'lık cihazın doldurulmasının yaklaşık 120 gün sürebileceği anlamına geliyor.
Independent Türkçe
James Webb Uzay Teleskobu, Samanyolu'nun merkezindeki "karanlık Tuğla'yı" görüntüledihttps://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4709441-james-webb-uzay-teleskobu-samanyolunun-merkezindeki-karanl%C4%B1k-tu%C4%9Flay%C4%B1-g%C3%B6r%C3%BCnt%C3%BCledi
Görüntüdeki parlak bölgeler, hidrojenin büyük yıldızlardan gelen enerjiyle parladığı sıcak plazmaya ev sahipliği yapıyor. Tuğla ise parlayan plazmanın engellendiği karanlık bölge (Adam Ginsburg)
James Webb Uzay Teleskobu, Samanyolu'nun merkezindeki "karanlık Tuğla'yı" görüntüledi
Görüntüdeki parlak bölgeler, hidrojenin büyük yıldızlardan gelen enerjiyle parladığı sıcak plazmaya ev sahipliği yapıyor. Tuğla ise parlayan plazmanın engellendiği karanlık bölge (Adam Ginsburg)
NASA'nın öncülüğünde işletilen yenilikçi James Webb Uzay Teleskobu, Samanyolu Galaksisi'nin merkezine yakın bir bölgede yer alan "Tuğla" (Brick) lakaplı nebulayı görüntüledi.
Bulutsu diye de bilinen nebulalar, uzaydaki dev toz ve gaz bulutları. Bazı bulutsular süpernovaya dönüşerek ölen yıldızların açığa çıkardığı gaz ve toz tarafından meydana getiriliyor. Diğer bulutsular da yeni yıldızların oluştuğu bölgelerde yer alıyor. Bu nedenle bazı bulutsulara “yıldız oluşum yerleri” adı veriliyor.
James Webb Uzay Teleskobu, Samanyolu'nun merkezinin yakınındaki karanlık nebulada önemli miktarda karbonmonoksit buzu da tespit etti.
Bilimsel adı G0.253+0.016 olan nebula, gökbilimcilerin Merkezi Moleküler Bölge diye adlandırdığı noktada yer alıyor. Bu bölgenin büyüklüğü, Güneş'in kütlesinin 60 milyon katına ulaşıyor.
Bölgedeki gaz ve toz bulutlarının çoğu yeni yıldızlar üretmekle meşgul. Ancak Tuğla nebulası, galaktik merkeze bakan karanlık bir levhaya benziyor. Bu bulutsunun neden yıldız oluşturmadığı halen gizemini koruyor.
Olası bir açıklamaya göre bu levha, henüz yıldız oluşturma şansı bulamamış genç bir bulutsu.
Bir diğer teoriyse Tuğla içindeki gazın çok türbülanslı olduğu yönünde. Bu hareketliliğinin gazların yıldız oluşturacak şekilde kendi içlerine çökmesini engellediğine inanılıyor.
James Webb'in yeni keşfi gizemi daha da derinleştiriyor. Gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye anılan cihaz, bulutsuda çok miktarda karbonmonotsit buzu tespit etti.
Galaktik merkezde daha önce toz parçacıkları üzerinde yoğunlaşan karbonmonoksit buzu saptanmıştı ama yıldızlararası ortamda böyle özelliklerin tespit edilmesi genellikle zor.
Bu yüzden kimse galaksinin merkezindeki nebulalarda ne kadar buz olduğunu bilmiyordu.
ABD'deki Florida Üniversitesi'nden Adam Ginsburg liderliğindeki gökbilimciler, uzay teleskobunun Yakın Kızılötesi Kamerası (NIRCam) bu kadar büyük miktarda buz tespit etmesine çok şaşırdı.
Ginsburg, "Gözlemlerimiz, buzun burada çok yaygın olduğunu gösteriyor. Öyle ki gelecekte yapılacak her gözlemin bunu hesaba katması gerekiyor" diye konuştu.
Ekibe göre bir sonraki adım, Tuğla'da ve galaktik merkezdeki diğer nebulalarda başka hangi buzların bulunabileceğini keşfetmek.
Ginsburg, "Örneğin, karbonmonoksit, su, karbondioksit ve karmaşık moleküllerin göreceli miktarlarını bilmiyoruz" dedi:
Spektroskopiyle bunları ölçebilir ve bu bulutlarda kimyasal süreçlerin zaman içinde nasıl ilerlediğine dair fikir sahibi olabiliriz.
Independent Türkçe
Nil Deltası iklim değişikliğinden en çok etkilenen risk bölgesihttps://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4707751-nil-deltas%C4%B1-iklim-de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Finden-en-%C3%A7ok-etkilenen-risk-b%C3%B6lgesi
Nil Deltası iklim değişikliğinden en çok etkilenen risk bölgesi
Uzmanlar "nüfus artışı" ve çevrenin kötü yönetimi konusunda uyardı
İklim değişikliği, dünya genelinde yarım milyardan fazla insana ev sahipliği yapan kıyı nehir deltaları için doğrudan bir tehdit oluşturmakta ve bu bölgeleri, kasırga ve şiddetli fırtınaların yoğunluğundaki artışa ek olarak, bu alanların büyük bir kısmının sular altında kalmasına, göçe, büyük ekonomik kayıplara, hastalıkların yayılmasına, tarım arazilerinin kaybına yol açan yağış düzenindeki değişiklikler başta olmak üzere daha birçok tehlikeye maruz bırakmaktadır.
Ancak kıyı nehir deltalarının iklim değişikliğinden daha fazlasına karşı savunmasız olduğu görülüyor. Nil, Mekong ve Mississippi deltaları gibi ünlü deltalar da dahil olmak üzere dünya çapında 49 delta bölgesini kapsayan benzersiz bir çalışmada, İsveç Lund Üniversitesi ve Hollanda'daki Utrecht Üniversitesi'nden araştırmacılar önümüzdeki 80 yıl içinde delta bölgelerine yönelik en olası tehditleri belirlediler.
Şarku’l Avsat’ın Global Environmental Change dergisinin son sayısında yayınlanan çalışmadan aktardığına göre yeni sonlanan bilimsel bir araştırma, delta bölgelerinin başta nüfus artışı ve kötü çevre yönetimi olmak üzere birçok riskle karşı karşıya olduğunu ve bunun özellikle Asya ve Afrika delta bölgelerinin sürdürülebilirliği için bir tehdit oluşturduğunu ortaya koydu.
Kıyı nehir deltaları, bir nehrin ağzında oluşan alçak arazi alanlarıdır. Bu alanlar genellikle yoğun nüfusludur ve tarım arazileri, tatlı su, balıkçılık ve biyolojik çeşitlilik gibi doğal kaynaklar açısından zengindir.
Risk faktörleri
Şarku’l Avsat'a konuşan Lund Üniversitesi Sürdürülebilirlik Çalışmaları Merkezi'nden çalışmanın baş araştırmacısı Prof. Dr. Murray Scown şunları söyledi: "Dünya çapında 49 kıyı nehir deltasında, 5 farklı gelecek senaryosu altında 13 risk faktörünün nasıl değişeceğini analiz ettik. En belirgin risk faktörleri arasında arazi çökmesi, gelgit ve fırtınalarla ilişkili deniz seviyesinin yükselmesi, hidrolojik rejimlerdeki değişiklikler, yukarı nehirlerdeki çökeltiler, artan nüfus yoğunluğu ve uyum sağlamak için uygulanan ekonomik ve siyasi krizler yer alıyor. Tüm risk faktörlerinin tüm gelecek senaryoları altında artabileceğini ancak ana risk faktörlerinin delta bölgeleri ve senaryolar arasında farklılık gösterdiğini bulduk. Örneğin: Mısır'daki Nil Nehri, Nijerya'daki Nijer Nehri, Bangladeş'teki Ganj Nehri veya Çin'deki İnci Nehri gibi delta bölgelerinde nüfus yoğunluğu çok yüksek ve belirli senaryolar altında gelecekte daha da artacak ve bu nüfus yoğunluğu muhtemel tehlikeler açısından risk altında yer alıyor. Ancak bunun aksine, Mekong (Vietnam), Mississippi (ABD) ve Krishna ve Godavari (Hindistan) gibi Nil kadar yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olmayan diğer delta bölgelerinde, arazi çökmesi ve göreceli deniz seviyesi yükselmesi gibi risk faktörleri bulunuyor. Örneğin, arazi çökmesinin genellikle sulama amaçlı yeraltı suyu çıkarılmasıyla bağlantılı. Aşırı yüksek deniz seviyeleri de özellikle Han Nehri (Kore), Colorado (Meksika), Yangtze (Çin) ve Ren Nehri (Hollanda) gibi bazı delta bölgelerinde önemli risk faktörlerini oluşturuyor.
Öte yandan, bazı delta bölgeleri, finansal veya diğer uyum kapasitesinin eksikliği veya riskleri yönetmede etkisiz hükümetler nedeniyle yüksek toplumsal risk faktörleriyle karşı karşıya. Bu tür sosyal faktörler endişe yaratıyor. Scown'a göre bu deltalar arasında Irrawaddy Deltası (Myanmar) ve Kongo'daki delta(Angola ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti) yer alıyor.
Tüm faktörleri bir arada değerlendiren Scown, Asya'nın büyük delta bölgelerinin en büyük risk altında olduğunu, nüfus artışı, tarım arazilerinin yoğun kullanımı, deniz seviyesinin göreceli olarak yükselmesi ve uyum sağlamada gecikme nedeniyle milyonlarca insan ve çevre için potansiyel olarak yıkıcı sonuçlar doğurduğunu belirtti. Delta bölgelerinin karşı karşıya olduğu risklerin zaman içinde artacağına inandığını, bu nedenle hükümetlerin gerekli önlemleri almasının tam zamanı olduğunu belirtti.
Önerilen çözümler
Bu risklerle yüzleşmek için önerilen çözümlerle ilgili olarak Scown, delta bölgelerinin bulunduğu ülkelerin hükümetlerinin risk faktörlerinin çoğunu ele alma kabiliyetine sahip olduğuna dikkat çekti. Ancak önceliklerini farklı şekilde düzenlemesi gerekecektir. Örneğin, toprak çökmesi küresel deniz seviyesinin yükselmesinden daha büyük bir etken olduğunda, çözümler yeraltı sularının çıkarılmasını düzenlemenin yanı sıra sera gazı emisyonlarını azaltmayı da hedefleyebilir.
Ana riskler aşırı deniz seviyeleri olduğunda, koruma önlemleri alınabilir ve yaklaşan fırtınalar ve gelgitler için erken uyarı sistemleri geliştirilebilir. Sosyal faktörler adaptasyon için ana konular olduğunda, uluslararası işbirliği ve desteğe ihtiyaç duyulabilir ve yukarı kıyıdaş ülkelerdeki nehir havzalarının hidrolojisindeki değişiklikler delta ülkelerinde risklere neden olduğunda, sorunların ele alınması için uluslararası işbirliği de gerekli olacaktır.
Araştırmacılar tarafından elde edilen verilerin araştırma çalışmasıyla birlikte kamuya açık olduğunu, böylece politika yapıcıların, risk yöneticilerinin, araştırmacıların ve diğerlerinin deltalarındaki farklı gelecek senaryolarını keşfedebileceklerini ve bu senaryoların delta bölgelerindeki karar alma sürecine rehberlik etmesini umduğunu belirtti.
Delta riskleri alanında çalışan araştırmacılar, bu riskleri yöneten karar vericiler ve potansiyel olarak risklere maruz kalan delta sakinleri arasındaki işbirliğinin gelecekte de devam etmesinin önemli olduğuna inanıyor.
17. yüzyılda gömülen ceset kalıntılarından kenevir çıktıhttps://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4707451-17-y%C3%BCzy%C4%B1lda-g%C3%B6m%C3%BClen-ceset-kal%C4%B1nt%C4%B1lar%C4%B1ndan-kenevir-%C3%A7%C4%B1kt%C4%B1
17. yüzyılda gömülen ceset kalıntılarından kenevir çıktı
Araştırmaya, 1638 ila 1697'de hayatını kaybeden kişilerin kalıntıları dahil edildi (Pixabay)
İtalyan araştırmacılara göre, kenevirdeki psikoaktif maddeler, öldükten sonra bile kemiklerde kalmaya devam ediyor.
Milano Üniversitesi'nden Gaia Giordano ve ekibinin çalışması, hakemli bilimsel dergi Archaeological Science'ın aralık sayısında yayımlandı.
Bilim insanları, 17. yüzyılda Avrupa'nın en yenilikçi hastanelerinden biri olarak kabul edilen Milano'daki Ospedale Maggiore'nin Ca' Granda mahzen mezarlığındaki kalıntıları inceledi.
Milyonlarca kişinin incelendiği araştırma, kenevir bağımlılığının genç erkeklere verdiği zararı ortaya koydu
Araştırmacılar daha önce yaptıkları bir çalışmada, aynı mezarlıktan çıkarılan bazı kafataslarının beyin dokusunda esrar kalıntılarını keşfetmişti.
Bunun üzerine bilim insanları, araştırmalarını daha uzun kemikleri kapsayacak şekilde geliştirmek istedi.
Araştırmacılar, Ca' Granda'da gömülmüş 9 kişinin kalıntılarından uyluk kemiği örneği çıkardı.
Daha sonra kemikler toz haline getirilerek toksikoloji analizi yapıldı.
Bu sayede kimyasal bileşikler tek tek ayrıştırılabildi.
Keyif verici madde olarak kullanılmış olabilir
Elde edilen bulgulara göre, kemik kalıntılarında kenevirin ana bileşiklerinden olan tetrahidrokanabinol (THC) ve kannabidiol (CBD) psikoaktif maddeleri görüldü.
Analize göre, birer erkek ve kadına ait uyluk kemiklerinde bulunan bu maddeler, kana karıştıktan sonra kemik dokusu tarafından emilerek orada kaldılar.
Araştırmacılar makalelerinde şunları söyledi:
Kemik örneklerinde THC ve CBD görüldü. Bildiğimiz kadarıyla bu sonuçlar, tarihi ve arkeolojik insan kemiği kalıntılarında esrar tespitine ilişkin ilk rapor niteliğindedir.
Antik Yunan ve Romalılar döneminde kenevirin, tıbbi amaçlı kullanıldığı biliniyor.
Fakat özellikle 12. yüzyıldan itibarıyla Ortaçağ'da popülerliğini yavaş yavaş kaybeden kenevir, 1484'de Papa VIII. Innocent tarafından tamamen yasaklanmıştı.
Öte yandan hastanenin kullandığı ilaç kayıtlarında kenevirin adı yer almıyor.
İncelenen kayıtlar, hastaların keneviri kendi kendine ilaç yerine kullanım ya da eğlence amaçlı aldıklarını gösteriyor.
Ekibe göre çalışmaları, o dönem yaşayan nüfusun gündelik alışkanlıklarına dair yeni bir ışık tutuyor:
Elde edilen bulgular, Yeniçağ'da Milano'da kenevirin muhtemelen keyif amaçlı kullanıldığını gösteriyor.
Bununla birlikte, İtalya'nın yüzyıllar boyunca ip, tekstil ve kağıtta kullanılmak üzere büyük bir kenevir üreticisi olduğu biliniyor. Araştırmacılar, kenevire yanlışlıkla maruz kalınmış olunabileceğini de gözardı etmiyor.
Independent Türkçe
Yarasalar daha iyi ve daha uzun bir yaşamın sırrını mı taşıyor?https://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4707276-yarasalar-daha-iyi-ve-daha-uzun-bir-ya%C5%9Fam%C4%B1n-s%C4%B1rr%C4%B1n%C4%B1-m%C4%B1-ta%C5%9F%C4%B1yor
Yarasalar daha iyi ve daha uzun bir yaşamın sırrını mı taşıyor?
Yarasalar adeta ölüme meydan okuyan gelişmiş mekaniklere sahip.
İnsanlar ve yarasalar
Biyokimyacı ve zoonotik hastalık uzmanı Linfa Wang, elbette insanların gökyüzünde kanat çırptığını veya şehirdeki en iyi burgeri bulmak için yankıları kullandığını hayal etmiyor. Wang bu fikri ile, insanların yarasalar gibi yaşamasını değil, yaşamlarını iyileştirmek ve uzatmak için tuhaf fizyolojilerinden ilham alınmasını kastediyor. “Öyle görünmeyebilir ama yarasalar dünyadaki en sağlıklı memelilerdir” diyor.
Yarasalarla ilgili son zamanlardaki gelişmeler göz önüne alındığında buna ikna olmak biraz güç olabilir. Hendra virüsünün insanlara sıçradığı 1994 yılından SARS-CoV-2’nin ortaya çıktığı 2019 yılına kadar geçen otuz yılda, yarasalar yaban hayatından insanlara bulaşan yaklaşık beş ölümcül salgının kaynağı oldu.
Ancak yarasalar nadiren hastalanıyorlar. Ebola, Nipah, Marburg ve çeşitli koronavirüsler onları hiçbir şekilde etkilemiyor ve hatta bazı yarasalar, insanlarda tedavi edilmediği takdirde neredeyse kesin ölüme yol açan kuduzla karşılaştıklarında hayatta kalabiliyor.
Ölüme meydan okuyan mekanizmalara sahipler
Linfa Wang’la iş birliği yapan Dublin Üniversitesi Koleji’nden yarasa biyoloğu olan Emma Teeling, ‘Hastalığın hasarını sınırlayacak mekanizmalar geliştirdiler’ diyor.
Yarasaların ölüme meydan okuma yeteneği bunun da ötesine geçiyor. Nektar yiyen bazı türler, yıllarca kan şekeri seviyelerini bir insanı hiperglisemik komaya sokacak kadar yüksek oranlarda tutuyor ancak yine de hiçbir zaman diyabet geliştirmiyorlar. Bazılarının ise vahşi doğada 41 yıla kadar (kendi boyutlarındaki memelilerin genel olarak yaşaması beklenen sürenin neredeyse 10 katı) hayatta kaldıkları, kanser olmadıkları ve doğurganlık oranlarında düşüş yaşamadıkları görülüyor.
Linfa Wang ve Emma Teeling birkaç meslektaşıyla birlikte yakın zamanda Avrupa Araştırma Konseyi’nden yarasaların bu çılgın yeteneklerin ardındaki biyolojiyi ve bunun diğer canlılara nasıl yardımcı olabileceğini daha iyi anlamaya çalışmak için 13 milyon dolarlık bir bağışla ödüllendirildi.
Yarasa-insan
Linfa Wang’ın ekibi, sağlıklı, hastalıklara dirençli bir yarasa üzerinden genetik mühendisliğine yönelik çalışmalar yaparak bazı fikirlerini test etmeye başladı. Linfa Wang ve meslektaşları herhangi bir yarasa-insan yaratmakta halen yıllarca uzakta bulunuyorlar. Ancak bu fikirlerin bir gün insanlar için diyabetle mücadelede, bulaşıcı hastalıkları kontrol altına almada ve hatta yaşam süresini uzatmada yeni tedavilerin kaynağı olacağından eminler.
Yarasaların sağlığının anahtarı, uçuş ya da en azından gelişmiş uçuş mekanizmasının yarasa vücudu üzerindeki etkileri gibi görünüyor. Uçuş, tüm avantajlarına rağmen enerji açısından en yorucu ulaşım seçeneklerinden biri ve arasalar uçarken metabolizmaları dinlenme durumunun 15 ila 16 katına kadar hızlanabiliyor. Vücut ısıları 40 santigrat dereceyi aşarken bu da onları ateşlenme durumuna itiyor.
Tüm bunları hemen hemen tüm memelilere uyguladığınızda vücutları, metabolizmalarının toksik yan etkileri olan ve hücreleri etkili bir şekilde parçalayan aşırı inflamasyonun ateşi altında büyük ihtimalle bitkin düşer.
Yarasalar, kendilerine zarar veren bu hareket biçimiyle başa çıkabilmek için iki temel güvenlik önlemi geliştirmişler. Birincisi, fiziksel sakinliği koruma konusundaki büyük beceri. Aşırı efor sarfetmeye zorlandıklarında bile yarasaların vücutları o kadar iltihaplanmıyor. Bunun nedeni kısmen bu sistemleri harekete geçiren bazı moleküler mekanizmalardan yoksun olmaları. Bu da yarasaların vücutlarında metabolik bir baskı olduğunda daha az hasar aldıkları anlamına geliyor. Meydana gelen herhangi bir hasara karşı yarasaların ikinci önlemi ise, hücrelerinin parçalanmış DNA parçalarını hızla bir araya getirerek temizleme ve onarma konusunda alışılmadık derecede verimli olmaları.
Fiziksel hasarın azaltılması
Linfa Wang ve Emma Teeling, bu stratejilerin aynı zamanda diğer fiziksel hasarların azaltılmasına da yardımcı olduğuna dikkat çekiyor:
“Kanser, genetik kodumuzun belirli kısımlarında hatalar ortaya çıktıktan sonra ortaya çıkma eğilimindedir. Moleküler açıdan, yaşlanma temel olarak vücutta ömür boyu hücresel aşınma ve yıpranma birikmesi sonucudur.”
Yarasalarda stres, kronik sağlık sorunlarının ana nedenlerinin uçmak ve bununla ilişkili tüm stresle çözülebileceği anlamına gelir. Yani yarasanın vücudunun havada sorunsuz bir şekilde çalışmasını sağlayan çözümler, yarasanın ömrü boyunca ortaya çıkan sorunların da cevabı olabilir. Emma Teeling, insanların hasarı onarma konusundaki performansının yaşla birlikte azaldığını ancak yarasaların yeteneklerinin giderek arttığını belirtti.
Hastalık enfeksiyonlarını önlenmesi
Bütün bunlar aynı zamanda yarasaların neden bizi öldürebilecek patojenlere karşı bu kadar misafirperver konakçılar olduğunu açıklamaya da yardımcı olabilir.
İnsanlarda, en tehlikeli bulaşıcı hastalık vakalarının çoğunun asıl tehlikesi, vücudun aşırı inflamatuar tepkisidir. Bu reaksiyon, bir patojenin hücrelere verebileceği herhangi bir zarardan daha büyük bir tehdit oluşturabilir. Savunmalarımızın çoğu, kendi sahamızda patlayan bombalar gibidir, işgalcileri öldürebilir, ancak bunun bize maliyeti de büyük olur.
Buna karşılık, yarasaların iltihaplanmayı tetikleme eşiği o kadar yüksek ki pek çok virüs bu derecede bir tahribat yaratmadan yarasaların dokularına yerleşebilir.
Laboratuvar deneylerinde yarasalara çok sayıda virüs enjekte edildi. Solüsyonda milimetre başına 10 milyon ünite ebola virüsüne, akciğerin bir gramında ise 10 milyon ünite koronavirüs virüsüne ulaştı. Ancak Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre araştırmacılar yarasaların sağlığıyla ilgili ciddi sorunlar gözlemlemedi. Colorado State Üniversitesi’nden yarasa immünologu Tony Schountz, yarasalar ve virüslerinin aslında ‘immünolojik bir yumuşama’ yarattığını söyledi.
Bununla birlikte yarasaların vücutları virüslerin yayılmasını proaktif olarak bastırma konusunda oldukça becerikli olduğundan, bu devasa virüs seviyeleri elbette yarasalar için sıkıntılı bir durum olmuyor. Linfa Wang’a göre bu kısmen bazı yarasa türlerinin ‘savunma sistemlerinin bazı kısımlarının’ her zaman aktif olmasından kaynaklanıyor ve kendisi bunu ‘savaşa hazır olma’ olarak adlandırıyor. Yani bir patojen ortaya çıktığında, halihazırda güçlü proteinlerle dolu olan, viral yaşam döngüsünün bazı kısımlarını bloke etmeye hazır bir konakçıya saldırır ve mikrobun kontrolden çıkmasını engeller.
Yarasa için geçici olan bir enfeksiyon insanlar için yıkıcıdır
Buradaki dikkat çeken nokta, virüslerin yarasaların hilelerini anlamış ve bu iyi korunan hücrelerin içine sızmaya, çoğalmaya ve daha sonra bunlar arasında yayılmaya çalışırken daha güçlü olacak şekilde evrimleşmiş olmalarıdır. Chicago Üniversitesi’nden hastalık ekolojisti Cara Brook’a göre yarasa kalibresindeki bu saldırının aynı kalkanlara sahip olmayan bir insan için aşırı olabilir. Bu durum, yarasalardan kaynaklanan virüslerin bize verdiği zararı açıklamaya yardımcı olabilir. Kısacası yarasada fark edilmeyen bir enfeksiyon, insanlarda büyük bir kaosa yol açabilir.
Linfa Wang’ın bu tür konakçı-patojen uyumsuzluğuyla başa çıkmaya yönelik temel önerilerinden biri, iltihaplı tepkilerimizi biraz daha bastırmaya, yani biraz daha yarasa benzeri hale getirmek için ilaçlar kullanmaya dayanıyor. Bu adımın aynı zamanda otoimmünite riskini de azaltacağını, hatta yaşlanmayı veya bazı kronik metabolik hastalıkları geciktireceğini de sözlerine ekledi. Kendisinin ve ekibinin, deneylerinden birinde yarasalardaki iltihaplanmayı baskılayan spesifik bir gene sahip olan yarasa-farenin gribe, SARS-CoV-2’ye ve hatta gut kristallerine karşı daha iyi sonuç verdiği bilgisini paylaştı.
*The Atlantic Online
Mısırlı eski bakan, "mumya laneti" söylentilerine açıklık getirdihttps://turkish.aawsat.com/teknoloji%CC%87/4707161-m%C4%B1s%C4%B1rl%C4%B1-eski-bakan-mumya-laneti-s%C3%B6ylentilerine-a%C3%A7%C4%B1kl%C4%B1k-getirdi
Kazıyla ilişkili isimlerin farklı zamanlarda beklenmedik şekilde ölümleri, lanet söylentilerinin abartılmasına neden oldu.
1922'de Krallar Vadisi'nde Tutankamon'un bozulmamış mezarını ortaya çıkaran Britanyalı arkeolog Howard Carter'ın kanaryasını aynı gün yılan yedi.
Kazıyı finanse eden George Herbert 5 Nisan 1923'te bir sivrisinek ısırığı sonucu enfekte olduğu için öldü.
1923'te mezarı gördükten sonra kazıların Amerikalı sponsoru George Jay Gould zatürreden öldü.
Diğerleri arasında Londra'da mumyanın röntgenini çeken Archibald Douglass Reid ve 1935'te Mısır'a yaptığı son geziden sonra enfeksiyondan ölen Amerikalı arkeolog James Henry Breasted yer aldı.
Arkeolog Carter da hemen sonra olmasa bile 17 yıl sonra Hodgkin hastalığından hayatını kaybetti.
Lanetle ilişkilendirilen çeşitli araba kazaları, çatışma, yangın, intihar gibi vakalar da basında geniş yer bulmuştu.
Tutankamon'un Krallar Vadisi'nde üstü örtülmüş mumyası (Reuters)
Öte yandan çok sayıda Mısırlı işçi de kazılarda yer almıştı. Fakat hem Carter'ın onları çok anmaması hem de Batı basınının pek yer vermemesi nedeniyle hastalıkları ve ölümleri nadiren duyuldu.
"Acele etmemek gerekiyor"
Havas, beklenmedik ölümlerin lanetle değil, yalnızca bilimle açıklanabileceğini söylüyor:
Bir mezarda mumya varsa, bu mumyada görülemeyen mikroplar vardır.
Arkeologların eskiden alelacele mezarlıklara girdiğini söyleyen Havas, gerekli önlemleri almadıkları için mikroplara maruz kaldıklarını ve ardından öldüklerini söyledi.
Yakın zamanda kendisinin de dahil olduğu bir keşif çalışmasından örnek veren Havas, şunları söyledi:
İki hafta önce yerin yaklaşık 18 metre altında, 25 ton ağırlığında kilitli bir lahit keşfettim. İki işçi daha sonra benim için kapağı açtı. Açtıklarında, kötü hava çıkıp temizi girene kadar yarım saat kadar havalandırdım. Firavunların laneti bu.
Lanetin eski mikroplardan kaynaklandığının altını çizen Havas, Tutankamon'un mezarı keşfedildiğinde haberlerin telif haklarının London Times'a verildiğini hatırlattı.
Havas bu nedenle diğer kuruluşlardaki muhabirlerin farklı bir şeyler yazamadığını söyledi. Bu durum, lanet söylentilerinin daha çok kişi tarafından dillendirilmesine neden olmuştu.
Independent Türkçe
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة