Cumhurbaşkanı Erdoğan: Miçotakis'in bu söylemleri, özellikle bölgenin kaderini belirlemeye yeterli değildir

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, The Economist dergisine ilişkin, "Türkiye'nin kaderini İngiliz dergisi mi tayin ediyor? Benim milletim tayin ediyor. Benim milletim ne derse Türkiye'de o olur." dedi.

AA
AA
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Miçotakis'in bu söylemleri, özellikle bölgenin kaderini belirlemeye yeterli değildir

AA
AA

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimlere ilişkin "Cumhurbaşkanının yetkileri bellidir. Şu anda Türkiye'de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır. Ve ne diyor? Cumhurbaşkanı kararnamesiyle 60 gün önceden bu işin ilanını yapar. Ve 60 gün sonra da ne olur? Yüksek Seçim Kurulu bu kronolojik yapıyı çalıştırır. Örneğin ne zaman bunu ilan etti? Mart'ın diyelim ki 10'unda, Mart'ın 10'unda ilan ettiyse ondan sonra 60 gün çalışmaya başlar. 60 gün ne zaman bitiyorsa işte o gün nedir? Seçim günüdür." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Üsküdar'daki Hz. Ali Camisi'nde kıldığı cuma namazının ardından basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Barajlardaki su oranının düşmesi
Bir gazetecinin barajlardaki su oranının düşmesi ve kuraklık riskine ilişkin sorusu üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:
"Bütün bunlar tedbir noktasında eğer ele alınacaksa, bu devlet olarak Devlet Su İşleri bunları barajlarla çözme yoluna gider. Büyükşehirlerde de yine aynı şekilde büyükşehir belediyeleri barajlar yapmak suretiyle bunun önlemini alır. Tabii bunlar böyle anlık adımlar değil. Tedbirlerini bunun çok daha önceden almak gerekiyor. Biz tabii Devlet Su İşleri olarak şu anda ülke genelinde birçok şehrimizde barajlar yaptık, yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Ama İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerimizde de büyükşehir belediyelerinin sorumluluğundadır, yükümlülüğündedir. Onların da buralarda ne yapmaları lazım? Barajlar yapmaları gerekir."
"Ben İstanbul'da Büyükşehir Belediye başkanı iken o kuraklığın, susuzluğun olduğu dönemde barajlar yaptık ve 110-120 kilometre mesafeden barajlarımıza, Sazlıdere'ye kadar su getirmek suretiyle o barajlarımızı güçlendirdik." diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Şimdi de aynı şeyin yapılması gerekiyor ama gördüğümüz ve tespit ettiğimiz kadarıyla şu anda maalesef oranlar ciddi manada düşmüş vaziyette. Ama ülke genelinde Devlet Su İşlerinin tasarrufunda olan yerlerde ise biz bu barajları yapmaya devam ediyoruz. En son yaptığımız baraj da Yusufeli Barajı. Niye yaptık bunu? Birçok insan karşı çıkmasına rağmen Yusufeli Barajı'nı yaptık ve şu anda Yusufeli Barajı inşallah kısa bir süre içerisinde tamamen devreye girmiş olacak. Doluluk oranı ciddi manada şu anda artmış vaziyette. Kaldı ki orada tabii gerek Borçka gerek Deriner Barajı, bütün bu barajlar işte bizim için bu sıkıntılı anları gidermeye yönelik yatırımlarımızdır, adımlarımızdır. Bu işin tek tedbiri barajlardır. Bunun dışında böyle ciddi bir tedbir söz konusu değil."

Seçim tarihi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir gazetecinin, "Seçimler için 14 Mayıs'ı işaret ettiniz, bununla ilgili bir çalışma var mı? Seçim takvimi nasıl işleyecek? Bir de muhalefetin belirttiği bir konu var, kanunda yapılan değişikliklerin eğer seçim olursa 14 Mayıs'ta olursa kullanamayacağı yönünde" şeklindeki sorusuna şu yanıtı verdi:
"Hukuk farklı bir şey, ama bunun yanında guguk, o da farklı bir şey. Dolayısıyla şu anda seçimle ilgili yetkinin kimde olduğunu bilmeyecek kadar cahillerin eline kaldık. Cumhurbaşkanının yetkileri bellidir. Şu anda Türkiye'de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır. Ve ne diyor? Cumhurbaşkanı kararnamesiyle 60 gün önceden bu işin ilanını yapar ve 60 gün sonra da ne olur? Yüksek Seçim Kurulu bu kronolojik yapıyı çalıştırır. Örneğin ne zaman bunu ilan etti? Mart'ın diyelim ki 10'unda, Mart'ın 10'unda ilan ettiyse ondan sonra 60 gün çalışmaya başlar. 60 gün ne zaman bitiyorsa işte o gün nedir? Seçim günüdür. Bunu da kim takip eder? Yüksek Seçim Kurulu takip eder. Ama şimdi bunlar tabii bu işin farkında değil. Ne oluyor, ne gidiyor, ne bitiyor? Ama yani 14 Mayıs'ı konuşmaya başladılar. Bu da hayırlı bir adımdır."

The Economist'in iddiası
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir gazetecinin, The Economist dergisinin son sayısında, Türkiye'de yapılacak seçimlere yönelik yayımladığı analizde, "Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Cumhurbaşkanlığı yetkilerini hem de parlamentoyu kullanarak Türkiye'yi bir felakete sürükler" iddiasında bulunduğunu hatırlatması üzerine, "Bir Türk medyası olarak, Türk medya mensubu olarak The Economist'in yorumuna sizler evet diyor musunuz? Türkiye'nin kaderini İngiliz dergisi mi tayin ediyor? Benim milletim tayin ediyor. Benim milletim ne derse Türkiye'de o olur. Türkiye'nin kaderini İngiliz dergisi tayin edemez." diye konuştu.

"Artık başlarının çaresine bakacaklar"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in Dünya Ekonomi Forumu kapsamında Davos'taki konuşmasında, Yunanistan'la Türkiye arasındaki anlaşmazlıklar için kendisiyle konuşup çözemeyeceği bir problem olmayacağını ifade etmesini, aynı zamanda Yunan Adaları, Ege, Girit ve Libya anlaşmasının da tartışmaya açık olmadığını söylemesini şöyle değerlendirdi:
"Miçotakis bu tür şeyleri söyleyebilir. Ama Miçotakis'in bu söylemleri özellikle bölgenin kaderini belirlemeye yeterli değildir. Her şeyden önce gerek Lozan'ın gerek adalarla ilgili yaklaşım tarzının şu anda Yunan yetkililer tarafından uygulanmadığını görüyoruz. Bu adaların silahlandırılması diye bir şey yoktur. Ama bunlar ne yapıyor şu anda, bu adaları silahlandırıyor. Bu adaları silahlandırmak suretiyle gerek Lozan gerek diğer anlaşmalarla ilgili olarak bunlara ters adımlar atmaktadırlar. Bunlarla ilgili de gereken adımları biz vakti saati geldiğinde, uluslararası toplantılarda, gerekli olan yerlerde, gerekli olanı söylüyoruz. Bunlar da artık başlarının çaresine bakacaklar."



Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm
TT

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

İbrahim Hamidi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, son yıllarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in Arap ülkeleriyle veya Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilişkilerini normalleştirmesi arzusunu gizlemiyor.

Arap ülkeleriyle ilişkilerin normalleşmesi daha kolay oldu. Şam, geçen yılın ortasında Arap Birliği'ne geri döndü ve Esed son iki Arap zirvesine katıldı.

Türkiye ile normalleşme meselesi ise birçok nedenden dolayı daha karmaşık. Belki de en önemli neden, Türk ordusunun doğrudan veya gruplar aracılığıyla Suriye'nin (toplam yüzölçümü 185 bin kilometrekare olan) yaklaşık yüzde 10'unu kontrol etmesidir. Bu alan, Lübnan’ın iki katı büyüklüğündedir. Ankara ayrıca 2012'den bu yana silahlı gruplara askeri ve istihbarat desteği sağlıyor ve yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor.

Putin daha önce Esed ve Erdoğan'ı istihbarat, askeri ve siyasi yetkilileri arasında toplantılar düzenlemeye ikna etmeyi başarmıştı. Nitekim eski MİT Başkanı (şu anki Dışişleri Bakanı) Hakan Fidan ve (şu anda Cumhurbaşkanlığı Ulusal Güvenlik Danışmanı) olan Milli Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral Ali Memluk, 2020’nin başında Moskova'da yapılan aleni toplantının ardından Şam ve Ankara'da karşılıklı gizli-dostane ziyaretlerde bulundular.

Esed, görüşme için Türkiye'nin çekilmesi önkoşulunu kaldırdı, Ankara’da artık çekilmek için siyasi çözümü şart koşmuyor

Ne zaman Esed ile Erdoğan arasında bir görüşmeden bahsedilse, müzakereler tek bir sorunla karşılaşıyordu; Suriye Devlet Başkanı, Türk tarafının, kuvvetlerinin geri çekilme tarihini deklare eden veya geri çekilmeye ya da geri çekilmenin ne zaman başlayacağına dair net bir zaman çizelgesi ilan eden bir ön açıklama yapmasını talep ediyordu. Suriye tarafına göre “düğüm", "işgalci bir ülkenin" başkanıyla görüşmekti.

Türk tarafının cevabı ise her zaman Ankara'nın 2254 sayılı karara bağlı kaldığı ve Suriye'nin kendi toprakları üzerindeki tam egemenliğine saygı gösterdiği, ancak çekilme meselesinin siyasi çözüm ve kuzey Suriye'nin Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturmaması için güvenliğin sağlanmasıyla bağlantılı olduğu şeklindeydi. Türk tarafı için "düğüm", "gayri meşru" bir başkanla görüşmekti.

Bu iki düğüm karşısında Rusya'nın çabaları statükoyu koruma noktasında durdu. Yani Şam'ın İdlib'e gitmesini engelledi. Fırat'ın doğusunda Türkiye ile düzenlemelerde bulundu, ortak devriyeler düzenledi, kolaylıklar sağladı. Zaman zaman hava saldırıları düzenledi.

Şimdi yeni olan, bu geri çekilme veya siyasi çözüm “düğümlerinin” çözülmüş olması. Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin öncülük ettiği ve Rusya Devlet Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in kaptığı arabuluculuk sonunda, Suriye tarafı, görüşme için Türk ordusunun geri çekilmesi önkoşulunu geri çekti. Ankara da artık geri çekilme için siyasi çözümü, muhalefetin katılımını, terörle mücadeleyi ve mültecilerin geri dönüşüne yönelik düzenlemeleri şart koşmaktan vazgeçti. Yani iki taraf arasındaki görüşme, önkoşulsuz olacak.

Esed ve Erdoğan, Fırat'ın doğusundaki "Kürt varlığının" Suriye ve Türkiye'nin birliğine yönelik varoluşsal bir tehdit olduğuna inanıyor

Peki, Esed ve Erdoğan'ın pozisyonlarındaki bu büyük değişikliğin nedeni nedir?

Neden, PKK lideri Abdullah Öcalan yani Kürt dosyasıdır. Ankara ve Şam, Fırat Nehri'nin doğusundaki Kürt kurumsal varlığının, yani “özerk yönetimin” artık Suriye ve Türkiye'nin birliğine varoluşsal bir tehdit oluşturduğuna inanıyorlar.

Merhum Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed'in, Türk askeri saldırısından kaçınmak için Ekim 1998'de Öcalan'ı korumaktan vazgeçtiği biliniyor. Daha sonra Türk istihbaratı Öcalan'ı 1999 yılı başlarında Afrika'da yakaladı ve o günden beri Türkiye’de cezaevinde tutuluyor. Bunun ardından Suriye ile Türkiye arasında istihbari, siyasi ve ekonomik ilişkiler gelişti, Esed ve Erdoğan karşılıklı aile ziyaretlerinde bulunarak sınırları açtılar. Öyle ki Şam, Kürt liderleri Ankara'ya teslim etti ve PKK’nın birçok mensubunu hapse attı.

2011'den sonra Erdoğan ile Esed arasındaki ilişkiler tepetaklak oldu ve Şam, Türkiye'yi tehdit edecek şekilde Kürt parti ve oluşumlarının kuzeydoğu Suriye'de yayılmasının önünü açtı. Ancak ABD'nin 2014'ten sonra DEAŞ’ı yenmek için Kürt savaşçılara güvenme kararı almasının ardından Türkiye’ye karşı kullandığı silah, kendisini tehdit etmeye başladı. Dahası, Washington liderliğindeki uluslararası koalisyon, Kürt yönetimini kurumsallaştırmak ve Şam'a karşı desteklemek için ona hava desteği de sağladı.

Şam, Kürtlerle ilişkilerinde müzakereler ve tehditler arasında gidip gelirken, Türkiye birçok kez askeri müdahalede bulundu, Halep kırsalındaki askeri bölgeleri işgal etti ve Kürt varlığını “parçalara ayırmak” için İdlib'deki gruplara destek verdi. Öncelikle Kürt varlığının Akdeniz'e ulaşarak nefes almasını engelledi, ardından Fırat Nehri'nin her iki yakasını coğrafi olarak birbirine bağlamasını engelledi.

Fırat'ın doğusundaki Kürtlere yönelik ortak operasyon için Suriye-Türkiye görüşmeleri sürüyor

Öcalan’ın çeyrek asır önce Şam’daki karargahından ayrılarak bilmeden oynadığı rolü, şu anda Türkiye'deki hapishanesinden yine bilmeden “oynadığı” aşikâr. O da Öcalan'ın Suriye'deki gölgesi olan, Fırat'ın doğusundaki ABD destekli SDG’nin omurgasını oluşturan YPG’dir. Öcalan ve Kürtlerin neden olduğu kaygılar Esed ve Erdoğan'ı tek hedefte, Suriye'de, Türkiye Kürtlerine ve PKK’ya ilham verebilecek bir Kürt oluşumunun kurulmasına karşı birlikte çalışmak hedefinde buluşturuyor.

Gerçekten de Şam ile Ankara arasında, ana bileşenini Kürtlerin oluşturduğu, SDG’ye yönelik askeri operasyon başlatılması yönünde gizli görüşmeler yapılıyor ve görüşmelerde bazı sorulara yanıt aranıyor; operasyon tarihi ne zaman olacak? Bir Suriye-Türkiye ortak kara operasyonu mu yoksa kara harekâtı ayağını Suriye ordusunun gerçekleştireceği, Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının havadan destek vereceği bir operasyon mu olacak? Kürtlere ABD seçimlerinden önce mi saldırılacak? Putin ve Erdoğan'ın dostu, Kürtlerin düşmanı Donald Trump'ın seçilmesi mi beklenmeli? 2019'da tehdit ettiği gibi kuzeydoğu Suriye'den çekilme sözü veren ve Türkiye'nin Tel Abyad ile Resulayn arasındaki harekâtı nedeniyle, Amerikan kuvvetlerinin kısmen çekilmesinin önünü açan Trump'ın seçilmesini beklemek mümkün mü?

Kürt varlığına ilişkin endişeler Esed ve Erdoğan'ın bir araya gelip "Kürt varlığını parçalamak" ve "ekonomi arterlerini açmak" için birlikte çalışmasının önünü açıyor.

Bu soruların yanıtları sadece Suriye ile Türkiye arasındaki müzakere odalarında değil, Umman Sultanlığı'nın başkenti Maskat'ta Suriyeli ve Amerikalı heyetler arasında yapılan gizli görüşmelerde, ayrıca Türk ve Amerikan tarafları arasında Ankara ve Washington'da yürütülen güvenlik ve politik müzakerelerde de ele alınıyor. Bu görüş alışverişleri daha önce, Ankara ve Şam bu seçimleri iki ülkenin birliğine yönelik stratejik bir tehdit olarak gördüğü için Washington'un Kürt Özerk Yönetimi'ni 11 Mayıs'ta yapılması planlanan seçimleri ertelemeye zorlamasını sağlamayı başarmıştı.

Kuzeydoğu Suriye'de Kürtlere karşı askeri harekata hazırlık yapılırken, Suriye'nin kuzeybatısında da ortak düzenlemeler yapılması müzakere ediliyor. Bu düzenlemeler kapsamındaki çalışmalar, Halep-Lazkiye yolu ile Türkiye’nin sınır şehri Gaziantep’ten Ürdün sınırındaki Nassib köyünün merkezine kadar uzanan yolun açılması için ortak askeri devriyeleri ve düzenlemeleri içeriyor. Böylece ekonomik ve ticari ilişkiler güçlendirilecek ve Suriye yeniden Türkiye için Körfez'e açılan bir ticari geçiş noktası olacak.

Karşılıklı açıklamalar, medyada karşıt kampanyaların durdurulması ve Esed'e yönelik tekrarlanan çağrılar, Erdoğan'ın bölgeyle ilişkilerinde "sıfır sorun"a ulaşmak için gerçekleştirdiği yeni "dönüşümün” bir parçası. Bir kez daha Öcalan ve Kürt varlığına ilişkin endişeler, iki devlet başkanı arasında ve Çar’ın himayesinde, Suriye'nin tüm zenginliklerinin bulunduğu Fırat'ın doğusundaki "Kürt varlığını parçalamak", Suriye’nin kuzeybatısındaki ekonomi arterlerini Türkiye’nin zenginliklerine açmak için birlikte çalışmayı ele alacakları bir zirvenin taşlarını döşüyor.

*Bu analiz Şarku'l Avsat trafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.