İran gözünü Afrika’ya dikti: Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, Moritanya'da

İran Dışişleri Bakanlığı'nın Telegram'daki paylaşımına göre, Abdullahyan'ın önceki bir dış ziyareti
İran Dışişleri Bakanlığı'nın Telegram'daki paylaşımına göre, Abdullahyan'ın önceki bir dış ziyareti
TT

İran gözünü Afrika’ya dikti: Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, Moritanya'da

İran Dışişleri Bakanlığı'nın Telegram'daki paylaşımına göre, Abdullahyan'ın önceki bir dış ziyareti
İran Dışişleri Bakanlığı'nın Telegram'daki paylaşımına göre, Abdullahyan'ın önceki bir dış ziyareti

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan dün (Salı) resmi bir ziyaret için Moritanya'ya gitti. İran'da hükümete bağlı bir haber ajansı, Abdullahiyan’ın Moritanya Cumhurbaşkanı Muhammed Vild Şeyh el-Gazvani ve Dışişleri Bakanı Muhammed Salim Veled Marzuk ile görüşeceğini aktardı.
Dışişleri Bakanı’na üst düzey bir siyasi heyetin eşlik ettiğini söyleyen İranlı bir kaynak, ziyaretin İran'ın Afrika’ya olan ilgisinin bir parçası olduğunu ifade etti. Aynı kaynağa göre, Afrika, İran mallarını satmak için geniş ve uygun bir bölge. Afrika pazarı İran siyasetinde özel bir yer tutuyor.
Ziyaret, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Moritanyalı mevkidaşı Muhammed Vild Şeyh el-Gazvani'ye gönderdiği ve onu Tahran'ı ziyaret etmeye davet eden mektuptan iki hafta sonra gerçekleşti. Bu, Vild el-Gazvani'nin Reisi'den bir yıl içinde aldığı ikinci mektup olurken, geçen yılın Şubat ayında (2022) benzer bir mektup daha almıştı.
İran Kültür ve İslami İrşad Bakanı Muhammed Mehdi İsmaili, mektubu Vild el-Gazvani'ye teslim ettikten sonra yaptığı basın açıklamasında, ayrıntı vermeden İran’ın, Moritanya ile ilişkilerini her alanda geliştirmeye çalıştığını dile getirdi.
Ziyaretin ekonomik ve ticari yönü öne çıksa da, özellikle İran Dışişleri Bakanı'nın Moritanya temaslarının, İran'ın Sahel bölgesine doğru ilerlemesinin arkasında güvenlik ve askeri dosyaların olduğuna inanılıyor. Moritanya ziyareti, İranlı diplomatların beş Sahel ülkesinin başkentlerine yaptığı benzer ziyaretlerle aynı zamana denk geliyor.
Nuakşot merkezli bölgesel bir örgüt olan G5 Sahel Gücü bölgede artan terör tehditlerine karşı koymaya çalışıyor. G5 Sahel Gücü geçen yıl grup üyeliğini askıya alan Mali'nin yanı sıra Moritanya, Nijer, Burkina Faso ve Çad'ı içeriyor.
Tahran'ın, Fransız etkisinin azalması ışığında, şiddetli bir uluslararası çatışmaya tanık olan Sahel bölgesinde bir yer bulmaya çalıştığı açık. Birçok Sahel ülkesi, terörle mücadelede uluslararası ortaklıkları çeşitlendirmek için yeni politikalar çerçevesinde Rusya ile işbirliğine yöneldi. İran'ın Siyasi İşlerden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bagheri Kani, iki hafta önce Nijer ve Burkina Faso'yu ziyaret etti. İki ülkenin liderleriyle toplantılar yaptı ve bu toplantılar sırasında Tahran'dan mesajlar taşıdı. En önemli mesajlardan birinde Burkina Faso Başbakanı, Tahran'a davet edildi. Bagheri, Burkina Faso'da yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“İran, Burkina Faso ile çeşitli alanlarda özellikle ekonomik, politik ve sağlık alanlarında ilişkilerini güçlendirmek istiyor. Tahran, Burkina Faso'ya bir büyükelçi atayacak. İran, üniversitelerinde Burkina Faso öğrencilerine burs sağlayacak.”
İranlı diplomat, Batı'yı terör örgütü DEAŞ'ın arkasında olmakla suçlayarak, Batı'nın Sahel bölgesindeki terörle mücadele politikalarını şu sözlerle eleştirdi:
"DEAŞ'ı onlar yarattı ve bu musibetle savaşmanızı engellemek için onlara hizmet sunuyorlar. Fransa'nın teröristlere büyük destek verdiğine ikna oldum. İran'ın terörle mücadelede tecrübesi var ve bunu Burkina Faso ile paylaşmaya hazır."
Burkina Faso Başbakanı, “İran'ın terörle mücadelede askeri teçhizatla bize yardım etmesini istiyoruz. Burkina Faso'nun da İran'a sunacağı pamuk, altın, sığır ve domates gibi ürünleri var” dedi.
İranlı diplomatlar için tek hedef Burkina Faso değil, aynı zamanda komşu Mali’de Tahran’ın öncelikleri arasında. Bageri Kani geçtiğimiz Aralık ayı sonunda Mali’nin başkenti Bamako'yu ziyaret etti ve Mali Dışişleri Bakanı Abdullah Diop ile bir araya geldi. Bu ziyaret, ilk kez Ağustos 2022'de Bamako şehrinde gerçekleştirilen Mali-İran ortak ikili komitesinin toplantısı sonrasında gelmişti. Görüşmede Kani ve Diop, iki ülkenin tanık olduğu durumu ‘yeni dinamik bir yol’ olarak nitelendirerek, “Başlangıçta savunma ve güvenlik güçlerimizin askeri teçhizat ve eğitim açısından yeteneklerini güçlendirmeye odaklanacak bir ortaklık kurma sürecindeyiz” açıklamasında bulundular.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı görüşme sonrası yaptığı açıklamada, ‘Bamako-Tahran eksenine’ vurgu yaptı.
İran Dışişleri Bakanı geçtiğimiz Ağustos ayında, ülkesinin ‘Mali ile ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirme’ arzusunu açıklamıştı. Askeri darbenin ardından Afrika ülkeleri tarafından Bamako'ya uygulanan yaptırımları ülkesinin reddettiğini dile getiren Abdullahiyan, Tahran’ın Bamako'da bir teknoloji fuarı düzenlemeyi planladığını söyledi.
İran, Sahel ülkelerine yönelik hamlesini artırırken, bu bölgeyle ilişkilerinde birikmiş gerilim mirasıyla yüzleşmek zorunda. Örneğin, Moritanya daha önce en önde geleni Lübnan Hizbullah’ı olmak üzere Tahran'la bağlantılı birkaç örgüt ve partiyi terör örgütü olarak sınıflandırmış ve İran'daki yetkililerle bağlantıları nedeniyle bazı yerel kuruluşların lisanslarını da iptal etmişti.



Sudan’ın “askeri zafer mi yoksa siyasi yenilgi mi?” ikilemi

Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)
Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)
TT

Sudan’ın “askeri zafer mi yoksa siyasi yenilgi mi?” ikilemi

Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)
Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)

Areej Al-Hajj

Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında üç yıldır yıkıcı bir savaşın sürdüğü Sudan, ‘askeri zaferin siyasi yenilgiye dönüşmesini nasıl önleyebilir?’ şeklinde derin bir ikilemle karşı karşıya. Çatışan her iki tarafta da askeri çözüm çağrısı yapan sesler giderek yükselirken, “Hukukun üstünlüğüne dayalı sivil devletin geleceği var mı, yoksa yaklaşan iklim yeni bir otoriter sistemin ortaya çıkmasına mı kapı açacak?” sorusu acil olarak yanıt bekliyor.

Daha da tehlikelisi, 2019 yılında iktidarı kaybeden siyasal İslamcılar, savaşta ‘orduyu korumak’ ve ‘beka savaşı’ sloganları altında saflarını yeniden düzenleme fırsatı buldular. Yüzeysel olarak ‘vatansever’ görünebilen orduya verdikleri destek, onları siyasi ve güvenlik kararlarının merkezine yeniden yerleştirme riskini de beraberinde getiriyor. Devletin eklemlerine geri dönmelerini önlemek için net kontroller getirilmezse, Sudan kendini güncellenmiş sloganlar ve daha esnek araçlarla ‘Kurtuluş 2.0’ ile karşı karşıya bulabilir.

Toplumlar otokrasiden demokrasiye otomatik olarak geçiş yapmazlar. Gerçek geçiş, açıkça tanımlanmış otoriter bir sistemden belirsiz ‘başka bir şeye’ doğru olur. Yeni doğan bir demokrasi, sürekli kaos veya farklı yüzü olan yeni bir otokrasi olabilir. Hani bu geçiş süreci sancısı Sudan'a özgü değil.

Siyaset tarihçisi Samuel Finer’ın klasik kitabı “At Sırtındaki Adam: Siyasette Askerin Rolü” (The Man on Horseback: The Role of the Military in Politics'te) belirttiği gibi, orduların bağımsız siyasi faaliyetleri tekrarlayan, yaygın ve tarihi kökleri olağan bir olgudur. Finer kitabında, kaos dönemlerinde orduların zaferinin genellikle sivil alanın altta kalmasına ve devletin olağanüstü hal (OHAL) zihniyetiyle yönetilen kapalı bir güvenlik yapısına dönüşmesine yol açtığı uyarısında bulunuyor.

Sudan, siyasi ve güvenlik alanlarını kontrol eden bir ordu ile ‘kimlik’ ve ‘toplumu kaostan korumak’ sloganları altında devlet iktidarının kontrolünü yavaş yavaş geri kazanan siyasal İslamcılar arasında bir hibrit, askeri-siyasal İslamcı rejimle karşı karşıya kalabilir

Mısır, ordunun hakim olduğu ve uluslararası toplumun demokratik geçiş riskinden ziyade güvenlik istikrarını tercih ettiği durumlarda neler olabileceğini Sudan'a en yakın coğrafi ve kültürel örnek olarak gösteriyor. Mısır ordusu 3 Temmuz 2013 tarihinde ciddi bir siyasi krizi sona erdirmek için müdahale etti. Seçenekler açıktı; ya belirsiz bir demokratik sürecin getireceği potansiyel kaos ya da ordunun sağladığı istikrar. Mısır, geniş bölgesel ve uluslararası destekle istikrarı seçti.

Sudan'ın karşı karşıya olduğu senaryo da tam olarak bu. Üç yıldır süregelen yıkıcı bir savaşın ardından ‘istikrarın’ cazibesi, yorgun Sudanlılar ve bölgesel kaos konusunda endişeli uluslararası toplum için çok güçlü olacak. Ancak Sudan senaryosu Mısır senaryosundan daha tehlikeli. Mısır, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı (İhvan-ı Müslimin) tamamen kenara itmişken, Sudan'da siyasal İslamcılar örgütsel olarak yenilgiye uğramış değil ve hala ordu ile toplum içinde nüfuz ağlarına sahipler.

Sudan, siyasi ve güvenlik alanlarını kontrol eden bir ordu ile ‘kimlik’ ve ‘toplumu kaostan korumak’ sloganları altında devlet iktidarının kontrolünü yavaş yavaş geri kazanan siyasal İslamcılar arasında bir hibrit askeri-siyasal İslamcı rejimle karşı karşıya kalabilir. Bu rejim ilk başta istikrarlı görünecek, ancak gerçek bir meşruiyetten yoksun olduğu ve tamamen baskıya dayandığı için Beşir rejiminden daha kırılgan olacak. Savaşla derinleşen bölgesel ve etnik bölünmeler, görünürdeki ‘istikrarın’ altında birer saatli bomba gibi kalacak ve Sudan'ı gelecekte daha şiddetli bir patlamaya karşı savunmasız hale getirecek.

Uluslararası deneyimlerden çıkarılan dersler

Ancak, Sudan'a dersler veren tek deneyim Mısır'ınki değil. Askeri zafer savaşı sona erdirebilir, ancak bir devlet kurmaz. Uluslararası deneyimler, gerçek bir demokratik askeri reformun, ordunun rolünü rejimin koruyucusu olmaktan anayasanın koruyucusu olmaya yeniden tanımlamayı, askeri liderlerin kapalı bir siyasi elit haline gelmesini önlemek için komuta ve terfi yapılarını reforme etmeyi ve ordunun kendisini siyasi çatışmanın  tarafı olarak değil, anayasal düzenin tarafsız koruyucusu olarak görmesini sağlamak için askeri doktrini değiştirmeyi gerektirdiğini gösteriyor.

Son adım ise askeri baskıya maruz kalan, sadece formalite olmayan etkili bir sivil denetim mekanizması oluşturmak. Uzun askeri geçmişlerine rağmen ülkelerin sivil yönetimi başarıyla tesis ettiklerini gösteren birçok örnek var. Bunlardan biri olarak 1975'te Francisco Franco’nun ölümünden sonra İspanya'nın yaşadığı deneyim önemli bir ders. İspanya ordusu on yıllardır diktatörlüğün belkemiği olmasına rağmen, İspanya, askeri müfredatın değiştirilmesi, komuta yapısının yeniden yapılandırılması ve ordunun seçilmiş parlamentoya tabi tutulması gibi kademeli reformlar yoluyla ordunun sivil denetime tabi profesyonel bir kurum haline getirilmesini başarmıştı.

Bu kolay olmadı. Zira İspanya 1981'de başarısız bir darbe girişimi yaşadı. Ancak reformlara yönelik siyasi taahhüt ve Avrupa'nın desteği, geçiş sürecinin başarılı olmasına katkıda bulundu.

Şili ise karma bir model sundu. 1990 yılında Cumhurbaşkanı Augusto Pinochet'nin iktidarının sona ermesinden sonra, ordunun sivil kontrol altına alınması on yıldan fazla sürdü. Reformlar arasında, orduya siyasi nüfuz sağlayan ‘senatör atamalarına’ son verilmesi, ordunun ayrıcalıklarını ortadan kaldırmak için anayasanın değiştirilmesi ve etkili parlamento denetim mekanizmalarının kurulması yer aldı.

Daha derin kriz siyasi partilerin kendi içlerinde yatıyor. Sorun sadece partilerin zayıflığı veya parçalanmışlığı değil, aynı zamanda sorunlu iç yapılarıdır.

Öte yandan Arjantin’in bu konuda verdiği ders daha katı. Arjantin’in 1983 yılında Falkland Savaşı'nda İngiltere karşısındaki yenilgisinin ardından askeri yönetimin çöküşünden sonra, sivil hükümetler muhalefete karşı yürütülen ‘kirli savaş’ sırasında işlenen suçlardan ordunun hesap vermesini sağlamaya çalıştı, ancak şiddetli bir direnişle karşılaştı.

Yirmi yıllık bir sürenin ardından af yasaları yürürlükten kaldırıldıktan sonra Arjantin ordusu sivil otoriteye tabi bir kurum olarak rolünü kabul etmeye başladı. Arjantin'in bu deneyimi, cezasızlığın gerçek reformları engellediğini bir kez daha kanıtladı.

Endonezya, Sudan'daki senaryoya daha yakın, daha karmaşık bir örnek teşkil ediyor. 1998'de Devlet Başkanı Suharto rejiminin düşüşünden sonra Endonezyalılar, ‘çift işlevli’ bir sistem aracılığıyla ekonomi ve siyasete derinlemesine yerleşmiş bir orduyu miras aldılar. Polisin ordudan ayrılması, ordunun parlamentodaki temsiliyetinin sona erdirilmesi ve subayların sivil görevlerde bulunmasının yasaklanması gibi reformların yer aldığı süreç on yıldan fazla sürdü. Ancak, bugün bile Endonezya ordusu önemli bir ekonomik etkiye sahip, bu da askeri reformun sürekli azim gerektiren uzun bir süreç olduğunu teyit ediyor.

Sivil alan krizi

Demokratik geçiş arzusu ve sivil yönetimin zaferi hakkında konuşurken, gayet mantıklı olan ‘Siyasi geçişi kim koruyacak? Zaferin yeni bir iktidar tekelini doğurmaması için kim garanti verecek?’ soruları gündeme geliyor. Çünkü Sudan'ın gerçek krizi ‘iç içe geçmiş iki düzeyde sivil alanın çöküşünde’ yatıyor.

28 Ekim 2025'te, El Fasher'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin eline geçmesinin ardından şehirden kaçan Sudanlı yerinden edilmiş kişiler, Sudan'ın batısındaki savaşın harap ettiği Darfur bölgesindeki Tavila kasabasına sığındı.28 Ekim 2025'te, El Fasher'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin eline geçmesinin ardından şehirden kaçan Sudanlı yerinden edilmiş kişiler, Sudan'ın batısındaki savaşın harap ettiği Darfur bölgesindeki Tavila kasabasına sığındı.

Sudan sivil toplumu, devrimlerdeki tarihi rolüne rağmen iç bölünmeler ve aşırı siyasileştirilmeden şikayetçi. Ülke ya örgütler ya partizan elitlerin kontrolü, dış finansman baskısı ya da Sudan’ı en iyi kimin temsil ettiği konusunda bir mücadele içindedir. Bu durum, onların kamuoyundaki tartışmaları yönlendirmelerini ve siyasi ve askeri performansı izlemelerini engelliyor. Ancak, daha derin kriz siyasi partilerin kendisinde yatıyor. Sorun sadece zayıflıkları veya parçalanmışlıkları değil, aynı zamanda sorunlu iç yapılarından kaynaklanıyor.

Örneğin Ümmet Partisi, kurulduğu günden bu yana Mehdi ailesinin liderliğinde oldu. Demokratik Birlik Partisi de Mirgani ailesinin liderliği devralmasıyla aynı sorunla karşı karşıya. Sudan Ulusal Kongre Partisi (NCP) gibi daha yeni partiler bile, hesap verebilirlik veya müzakere için net mekanizmalar olmaksızın, merkezi karar alma ve belirli şahsiyetlerin hakimiyeti sorunlarıyla boğuşuyor.

Sivil toplumun tamamen yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Sudan’ın mali ve siyasi açıdan bağımsız, hesap verebilir ve gerçek sosyal tabanları temsil eden kuruluşlara ihtiyacı var.

Bu da şu soruyu gündeme getiriyor; Bir siyasi ailenin yönettiği veya kişisel sadakatlere göre yönetilen parti, demokratik bir geçiş sürecini nasıl yönetebilir? Sudan’daki siyasi partiler bütçelerini yayınlamaz, finansman kaynaklarını açıklamaz ve düzenli olarak halka açık konferanslar düzenlemez. Önemli kararları kapalı kapılar arkasında alır ve tabandaki destekçileri karar alma sürecinin tamamen dışında kalır.

Bölgesel deneyimler, gerçeklikten kopuk zayıf partilerin demokrasi inşa etmediklerini, aksine otokrasiye dönüşün veya devletin çöküşünün önünü açtıklarını teyit ediyor. Sivil ufuk, ancak sivil toplumun ve siyasi partilerin kapsamlı bir yeniden inşa süreciyle açılabilir.

Sudan yaşadığı bu savaş deneyiminden ders alacak mı?

Sudan’daki savaş, ne kadar korkunç olursa olsun, gelecek için net bir plana dönüştürülmesi gereken bazı katı dersler içeriyor. İlk ders, 2019 sonrası – hem siyasi hem de sivil – elitlerin geçiş sürecini yönetmekte başarısız olduklarını kabul edilmesi. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu başarısızlık ahlaki bir başarısızlık değil, yozlaşmış bir yapı ve demokratik olmayan uygulamaların sonucudur. Bunu başarmak için birkaç önemli alanda çalışma yapılmalı.

Sudan’ın başkenti Omdurman'ın ikiz şehri Salha’da HDK tarafından kullanılan bir üssü ele geçirdikten sonra hareketsiz bir tankın üzerine oturan Sudanlı askerler, 26 Mayıs 2025 (AFP)Sudan’ın başkenti Omdurman'ın ikiz şehri Salha’da HDK tarafından kullanılan bir üssü ele geçirdikten sonra hareketsiz bir tankın üzerine oturan Sudanlı askerler, 26 Mayıs 2025 (AFP)

İlk olarak, yeni nesil sivil liderlerin yetiştirilmesi acil bir ihtiyaç haline geldi. Sudan'ın gençler, kadınlar, marjinal gruplar ve geleneksel elit çevrelerin dışındaki kişilerden liderlere ihtiyacı var. Bu nesil, sadece ‘güçlendirme’ sloganları değil, yönetim, kamu yönetimi ve siyasi müzakere konularında gerçek bir eğitime ihtiyaç duyuyor.

İkinci olarak, siyasi partilerin radikal iç reformlara acil ihtiyacı var. Onlara verilecek her türlü siyasi veya mali destek, şeffaf iç seçimler, liderlik yenilenmesi, bütçelerin yayınlanması ve belirsiz sloganların ötesine geçen net programların benimsenmesi gibi ölçülebilir iç reformlarla ilişkilendirilmeli.

Üçüncüsü ise sivil toplumun tamamen yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Sudan’ın mali ve siyasi açıdan bağımsız, hesap verebilir ve gerçek sosyal tabanları temsil eden kuruluşlara ihtiyacı var. Bu da gerçek kapasite geliştirme ve iç yönetim gerektiriyor. Aynı zamanda uzun vadeli bir proje olsa da herhangi bir demokratik geçiş için bu gerekiyor.

Uluslararası deneyimler net bir yol haritası sunuyor. Endonezya, Güney Kore ve İspanya gibi ülkeler demokrasiye geçişte başarılı oldular, çünkü gerçek ve sancılı reformlara bağlı kaldılar.

Dördüncü ve belki de en önemlisi, bir sonraki aşama ateşkesin ötesinde, köklü bir kültürel ve siyasi devrim gerektiriyor. Savaş, ‘kutuplaşma ve dışlayıcı söylemlerin ulusları yok ettiğini’ gösteren acı bir ders verdi. Sudan'ın gerçek diyalog, uzlaşı ve çoğulculuğun gerçek anlamda kabulüne dayanan yeni bir siyasi kültüre ihtiyacı var. Bu dönüşüm, kolektif bilinci yeniden inşa eden ve vatandaşlık ve hesap verebilirlik değerlerini aşılayan uzun vadeli eğitim ve medya reformuna ihtiyaç duyuyor.

Sudan'ın Hartum kentinde HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalu'nun katıldığı bir etkinlikte güvenliği sağlayan HDK üyeleri, 18 Haziran 2019 (AFP)Sudan'ın Hartum kentinde HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalu'nun katıldığı bir etkinlikte güvenliği sağlayan HDK üyeleri, 18 Haziran 2019 (AFP)

Uluslararası deneyimler net bir yol haritası sunuyor. Endonezya, Güney Kore ve İspanya gibi ülkeler demokrasiye geçişte başarılı oldular, çünkü gerçek ve sancılı reformlara bağlı kaldılar. Başarı ile başarısızlık arasındaki belirleyici fark, her zaman yeni bir ülkeyi sıfırdan inşa etmeye yönelik yerel ve uluslararası düzeyde gerçek bir taahhüt oldu.

Sudan'ın, ülkenin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikenin savaşın devamı değil, eski Cumhurbaşkanı Ömer Beşir'in rejimine benzer bir rejime geri dönme olasılığı olduğunu hatırlaması önemli. ‘İstikrar’ ve ‘ulusal güvenlik’ sloganları altında devletin kontrolünü ele geçiren, halkın yorgunluğunu ve uluslararası toplumun kaos korkusunu istismar eden bir askeri-siyasal İslamcı ittifak senaryosu teorik değil, gerçekçidir. Sudan’da yeniden böyle bir rejimin iktidara gelmesi, uluslararası izolasyon, ekonomik gerileme, siyasi çöküş ve kalkınma umudunun yitirilmesi gibi tüm felaketlerin tekrarlanması anlamına gelir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Kordofan'daki durumdan endişeli

Geçtiğimiz kasım ayında Kuzey Kordofan'dan gelen yerinden edilmiş kişiler, Omdurman şehrinde bir duvarın gölgesinde oturuyor. (AFP)
Geçtiğimiz kasım ayında Kuzey Kordofan'dan gelen yerinden edilmiş kişiler, Omdurman şehrinde bir duvarın gölgesinde oturuyor. (AFP)
TT

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Kordofan'daki durumdan endişeli

Geçtiğimiz kasım ayında Kuzey Kordofan'dan gelen yerinden edilmiş kişiler, Omdurman şehrinde bir duvarın gölgesinde oturuyor. (AFP)
Geçtiğimiz kasım ayında Kuzey Kordofan'dan gelen yerinden edilmiş kişiler, Omdurman şehrinde bir duvarın gölgesinde oturuyor. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk bugün yaptığı açıklamada, Sudan’ın el-Faşir kentinde yaşanan vahşetin, Kordofan bölgesinde de tekrarlanmasından derin endişe duyduğunu söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre Volker Türk, küresel bağışçıların ciddi bütçe kesintileri nedeniyle BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin ‘ayakta kalma mücadelesi’ verdiğini bildirdi. Ayrıca, çatışmalardan etkilenen bölgelerde insan hakları ihlalleri ve insani ihtiyaçların arttığı bir dönemde bu durumun daha da ağırlaştığını belirtti.

Gazetecilere konuşan Volker Türk, “Kaynaklarımız ciddi oranda azaldı. Bu durum, yerel kuruluşlar da dahil olmak üzere dünya genelindeki insan hakları örgütlerine ayrılan fonlarda da büyük düşüşe yol açtı. Şu anda hayatta kalma modundayız” dedi.

Nisan 2023’ten bu yana süren savaş, ülkeyi fiilen farklı nüfuz alanlarına bölmüş durumda. Ordu; kuzey, orta ve doğu bölgelerini kontrol ederken, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ve müttefikleri batı ile güneyin bazı bölümlerinde hakimiyet kurmuş durumda.

Savaş, on binlerce kişinin ölümüne ve ülke içinde ve dışında yaklaşık 12 milyon insanın yerinden edilmesine neden oldu. BM, ortaya çıkan tabloyu ‘dünyanın en kötü insani krizi’ olarak tanımlıyor.


ABD yaptırımları, Kolombiyalıları Hızlı Destek Kuvvetleri'ne kazandıran bir şebekeyi hedef alıyor

El Faşir'den yerinden edilmiş insanlar Batı Darfur'daki Tavila kasabasının eteklerinde toplandı (AFP)
El Faşir'den yerinden edilmiş insanlar Batı Darfur'daki Tavila kasabasının eteklerinde toplandı (AFP)
TT

ABD yaptırımları, Kolombiyalıları Hızlı Destek Kuvvetleri'ne kazandıran bir şebekeyi hedef alıyor

El Faşir'den yerinden edilmiş insanlar Batı Darfur'daki Tavila kasabasının eteklerinde toplandı (AFP)
El Faşir'den yerinden edilmiş insanlar Batı Darfur'daki Tavila kasabasının eteklerinde toplandı (AFP)

Amerika Birleşik Devletleri dün, Sudan'daki savaşı körüklemek, eski Kolombiyalı askerleri askere almak ve aralarında çocukların da bulunduğu askerleri Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) için savaşmaya eğitmekle suçlanan dört kişi ve dört kuruluştan oluşan uluslararası bir ağa yaptırım uyguladı. ABD Hazine Bakanlığı yaptığı açıklamada, çoğunluğu Kolombiyalı uyruklu kişilerden ve Kolombiyalı şirketlerden oluşan bu ağa yaptırım uygulandığını belirtti.

ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Mali İstihbarattan Sorumlu Müsteşarı John K. Hurley, “Hızlı Destek Kuvvetleri, bebekler ve çocuklar da dahil olmak üzere sivilleri hedef alma istekliliğini defalarca göstermiştir. Vahşetleri çatışmayı derinleştirmiş ve bölgeyi istikrarsızlaştırarak terörist grupların büyümesine elverişli koşullar yaratmıştır” ifadelerini kullandı. Hurley, Kolombiyalı paralı askerlerin yardımıyla HDK’nin 18 aylık bir kuşatmanın ardından 26 Ekim 2025'te el Fasir'in kontrolünü ele geçirdiğini belirtti.