Analizler eski Mısırlıların mumyalama malzemelerini çok uzaklardan getirdiğini ortaya koydu

Mısır’ın Sakkara kentinde gerçekleşen mumyalama sürecini gösteren sanatsal bir çizim (AFP)
Mısır’ın Sakkara kentinde gerçekleşen mumyalama sürecini gösteren sanatsal bir çizim (AFP)
TT

Analizler eski Mısırlıların mumyalama malzemelerini çok uzaklardan getirdiğini ortaya koydu

Mısır’ın Sakkara kentinde gerçekleşen mumyalama sürecini gösteren sanatsal bir çizim (AFP)
Mısır’ın Sakkara kentinde gerçekleşen mumyalama sürecini gösteren sanatsal bir çizim (AFP)

2 bin 500 yıllık bir mumyalama atölyesinde ortaya çıkarılan kaplarda yapılan analizler, eski Mısırlıların ölülerini mumyalamak için bazıları Güneydoğu Asya kadar uzaklardan ithal edilen bir dizi egzotik malzeme kullandığını ortaya çıkardı.
Şarku’l Avsat’ın Reuters gazetesinden aktardığı habere göre, araştırmacılar Kahire yakınlarındaki arkeolojik açıdan zengin Sakkara bölgesinde bir zamanlar mumyalama maddeleri konulan 31 seramik kabın biyokimyasal incelemelerinin sonuçlarını açıkladı.
Böylece, Mısır’ın ölülerini öbür dünyaya hazırlamak için bin yıldır kullanılan mumyalama uygulamasının kimyası deşifre edildi.
Eski Mısırlılar, ölümden sonra bedenin korunmasını, öbür dünyada değerli bir varoluşu güvence altına almak için çok önemli görüyordu. 
Bu çalışmada tanımlanan yaklaşık 12 madde, insan dokusunu korumak ve çürüme kokusunu önlemek için vücut sarılmadan önce uygulandı.
Bilim insanları, son iki yüzyıl boyunca eski metinlerde bahsedilen bazı mumyalama malzemeleri hakkında yalnızca spekülasyon yapabildi. 
Ancak merhum Mısırlı bilim insanı Ramazan Hüseyin tarafından 2016’da Unas Piramidi ve Djoser Basamak Piramidi kalıntılarının yakınında keşfedilen bu atölyede, içindekilerin eski adlarıyla etiketlenmiş, bazen talimatlar taşıyan beherler ve kase şeklindeki kaplar bulundu.
Araştırmacılar kaplardaki kimyasal kalıntıları analiz etti
Nature dergisinde yayınlanan çalışmanın baş yazarı, Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden arkeolog Philipp Stockhammer, “Maddelerin çoğu Mısır dışından geldi” dedi.
Sedir yağı, ardıç ve selvi yağı ve katran, bitüm ve zeytinyağı da dahil olmak üzere çoğu Doğu Akdeniz bölgesinden geldi. Ancak gerçek sürpriz, binlerce kilometre ötedeki Güneydoğu Asya’daki ormanlardan geldiği anlaşılan maddelerin varlığıydı. 
Sadece tropikal Güneydoğu Asya’da yetişen dammar ağacından sakız ve Güneydoğu Asya ya da tropikal Afrika’dan gelen elemi ağacının reçinesi vardı.
Stockhammer, “Bu, reçinelerin çok uzak mesafelerde ticaretinin yapıldığına ve Mısır mumyalamasının bir şekilde erken küreselleşmeye ve küresel ticarete doğru bir itici güç olduğuna işaret ediyor” dedi.
Kahire’deki Ulusal Araştırma Merkezi’nden biyokimyacı ve çalışmanın ortak yazarı Mahmud Bahgat ise, “Mumyalama iyi organize edilmiş, kurumsal bir şekilde gerçekleştirildi” diye konuştu.
M.Ö. 664 yılından 525 yılına kadar, Asur ve Pers nüfuzu ve Mısır gücünün zayıf olduğu bir dönemde, Mısır’ın 26. hanedanına ya da Antik Mısır Geç Dönemi’ne kadar uzanan yeraltı mumyalama atölyesine 12 metre derinliğindeki bir kuyudan girildi.
Bu, Eski Krallık döneminde Giza piramitlerinin inşa edilmesinden yaklaşık 2 bin yıl sonra ve 1922’de mumyası ve muhteşem mezar nesneleri bulunan firavun Tutankhamun’un Yeni Krallık döneminde hüküm sürmesinden altı yüzyıl sonraydı.
Çalışmanın ortak yazarı, Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nden biyomoleküler arkeoloji uzmanı Maxime Rageot konuya ilişkin şu ifadeleri kullandı;
“Mısır’da mumyalama üzerine sayısız çalışma yapıldı, ancak çeşitli isimlerin arkasında hangi maddelerin olduğuna dair bilgi eksikliğimiz ve herhangi bir pratik açıklamanın olmaması, daha fazla bilgiye erişmemizi engelledi. Artık cevaplar sağlayabiliriz.”
Antik metinlerde antiu adı verilen bir mumyalama maddesi, uzun süre buhur veya mür reçineleri olarak tercüme edildi. Ancak bu çalışma, bunun sedir yağı, ardıç yağı, selvi ve hayvansal yağların karışımı olduğunu ortaya çıkardı.
Başı mumyalamak için elemi reçinesi, fıstık reçinesi, ardıç veya selvi ve balmumu yan ürünleri gibi bileşenler içeren üç tarif belirlendi. 
Cilt yumuşatma veya vücut temizliği için de başka tarifler kullanıldı.
Stockhammer, “Mükemmel cilt koruması sağlayan antimikrobiyal maddelerin nasıl seçileceğini ve karıştırılacağını biliyorlardı” dedi.
Çalışmanın ortak yazarlarından biri olan, Tübingen Üniversitesi’nden Mısırbilimci Susanne Beck, “Hala çözülmesi gereken sırlar var. Yeni yöntemler sayesinde, Sakkara’dan gelen kaplar gibi yeni buluntuların yanı sıra müzeler ve koleksiyonlarda saklanan nesneleri de kullanarak belirli yönlere yeni ışık tutmak mümkün” dedi.



Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
TT

Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).

Yumurta, büyük bir adetinde yaklaşık 6.3 gram protein bulunması nedeniyle güçlü bir protein kaynağı olarak biliniyor. Ancak uzmanlara göre yumurta, tek seçenek değil; ondan daha fazla protein içeren birçok besin mevcut.

Şarku’l Avsat’ın Verywell Health sitesinden derlediği verilere göre, öne çıkan bazı besinler şöyle:

Yoğurt

150 gramlık bir yoğurt porsiyonu yaklaşık 16.1 gram protein içeriyor. Kremsi yapısıyla bilinen bu yoğurt türü, fazla sıvının süzülmesiyle üretildiği için geleneksel yoğurda göre daha yüksek oranda protein barındırıyor.

Tavuk göğsü

100 gram derisiz tavuk göğsü 22.5 gram protein sağlıyor. Düşük yağ, düşük karbonhidrat ve düşük kalori içeren bu et türü, vücudun üretemediği dokuz temel amino asidi içererek “tam protein” sınıfında yer alıyor.

Ton balığı

85 gramlık ton balığı porsiyonu 21.7 gram protein içeriyor. Kas gelişimi açısından önemli protein kaynağı olan ton balığı, aynı zamanda kalp ve damar sağlığını destekleyen Omega-3 yağ asitleri bakımından da öne çıkıyor.

Somon balığı

100 gram somon balığında 20.3 gram protein bulunuyor. Somon, Omega-3 yağ asitleri ve kemik sağlığında rol oynayan D vitamini bakımından zengin bir deniz ürünü olarak biliniyor.

Siyah fasulye

100 gram siyah fasulyede 6.91 gram protein mevcut. Bitkisel protein kaynağı olarak tercih edilen siyah fasulye; çözünür ve çözünmez lif içeriği sayesinde sindirim sistemi ve kalp-damar sağlığına katkı sağlıyor.

Fıstık ezmesi

İki yemek kaşığı fıstık ezmesinde 7.1 gram protein bulunuyor. Fıstık ezmesi, sandviçlerin yanı sıra salatalarda, çorbalarda, soslarda ve atıştırmalık olarak yaygın şekilde tüketilebiliyor.

Badem

57 gram badem yaklaşık 7.6 gram protein içeriyor. Sağlıklı tekli doymamış yağlar içeren badem; kalsiyum, lif, magnezyum, fosfor ve E vitamini yönünden de zengin.

Mercimek

Bir fincan mercimek 17.9 gram protein sağlıyor. Mercimek, yüksek lif içeriği ve düşük kalori değeriyle dengeli beslenmede önemli yer tutuyor.

Sığır eti

100 gram dana etinde 20.1 gram protein bulunuyor. Kırmızı et; protein içeriğinin yanı sıra B vitaminleri, demir ve çinko bakımından da güçlü bir kaynak olarak gösteriliyor.


İngiltere’de bir ilk: Gen düzenleme ile kanser tedavisinde yeni dönem

Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
TT

İngiltere’de bir ilk: Gen düzenleme ile kanser tedavisinde yeni dönem

Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.

İngiltere’deki University College London’da (UCL) sessiz bir araştırma odasında, Avrupa’nın önde gelen gen tedavisi ve hücresel tedavi uzmanlarından Prof. Waseem Qasim, bir zamanlar ölümcül bir hastalıkla mücadele eden bir bebeğin hikâyesini hatırlatıyor.

Agresif lösemiye karşı mucizevi başarı

Yıllar önce, henüz bir yaşını doldurmamış bir İngiliz bebek, en saldırgan lösemi türlerinden biriyle mücadele ediyor, geleneksel tedaviler başarısız olurken tıbbi seçenekler tükeniyordu. Ancak bugün, o bebek artık 16 yaşında ve tamamen sağlıklı. Bu mucize, Prof. Qasim’in Great Ormond Street Hastanesi ve UCL ekibiyle geliştirdiği genetiği değiştirilmiş hücresel tedavi sayesinde mümkün oldu.

dewfrty6
Gen tedavisi ve immün hücre tedavilerinin öncü ismi Prof. Waseem Qasim

Bu başarı, modern tıpta yaşanan büyük dönüşümü işaret ediyor: Tedaviler artık yalnızca hastalıkla mücadele etmiyor, bağışıklık sistemini yeniden programlayarak hastalığı hücresel düzeyde hedef alıyor.

Genetiği değiştirilmiş hücresel tedavi

Prof. Qasim, Şarku’l Avsat’a verdiği özel röportajda, “Genetik olarak değiştirilmiş hücresel tedaviler artık geleceğin tıbbı değil; bazı kanser türleri için günümüzün gerçeği” dedi.

Tedavinin merkezinde, genetik olarak düzenlenmiş bağışıklık hücreleri yer alıyor; hedef artık hastalığı dışarıdan vurmak değil, bağışıklığı içeriden yönlendirerek kanser hücrelerini yok etmek.

Genom düzenleme kararı nasıl alındı?

Prof. Qasim, tedavi sürecini şöyle anlattı:

“Hastamızın durumu son derece karmaşıktı. Hiçbir standart tedaviye yanıt vermiyordu ve zamanla yarışıyorduk. O sırada laboratuvarda üzerinde çalıştığımız, genetik olarak modifiye edilmiş ‘T hücreleri’ yani CAR-T tedavisi, elde kalan tek seçenekti.”

Geniş bilimsel değerlendirmenin ardından etik ve düzenleyici onay süreçleri tamamlandı ve tedavi uygulandı.

Tedavide kullanılan genetik teknikler

Qasim ve ekibi tedavide üç ana genetik düzenleme gerçekleştirdi:

– T hücrelerinin hastanın dokularına saldırmasını engellemek için “TCR” reseptörünün devre dışı bırakılması,

– Tedavi öncesi uygulanan ilaçlara hücre direnci kazandırmak için “CD52” geninin kapatılması,

– Lösemi hücrelerini yüksek hassasiyetle hedeflemek için hücrelere özel “CAR” reseptörünün eklenmesi.

Bu yaklaşım, kanserle yalnızca savaşmak değil; bağışıklık sistemini yeniden eğitmek anlamına geliyor.

İngiltere’de bir ilk

İngiltere’de bu yöntem, uzun vadede başarı sağlayan ilk gen düzenleme tedavileri arasında gösteriliyor. Tedavi edilen hasta, üzerinden geçen 16 yıla rağmen hastalıksız yaşamını sürdürüyor.

Gelecekte kemoterapinin yerini alabilir mi?

Qasim’e göre, gen düzenleme tedavileri ileride bazı kan kanserlerinde standart hale gelebilir:

“Henüz tüm kanser türleri için geçerli değil. Ancak önümüzdeki on yılda lösemi tedavilerinin rutin olarak bağışıklık yeniden programlamasına dayanması mümkün.”

Etik tartışmalar

Gen düzenleme çalışmalarının etik riskleri olduğunu kabul eden Qasim, bunun insan genetiğini değiştirme girişimi değil, tedavi amaçlı hücresel düzenleme olduğunu vurgulayarak şunları ifade etti:

“Yaptığımız değişiklikler sadece beyaz kan hücreleri üzerinde, kalıcı değil ve gelecek nesillere aktarılmıyor.”

Arap Dünyasıyla tıbbi işbirliği

Qasim, özellikle Suudi Arabistan’daki tıp ve genom araştırmalarındaki ilerlemeye dikkat çekerek, bölgede işbirliği olanaklarının bulunduğunu söyledi:

“Eğitim, araştırma ve klinik merkezler oluşturma açısından büyük fırsatlar var. Bu alanda her türlü bilimsel diyaloğa açığım.”

Hastalara mesaj

Benzer bir süreç yaşayan çocuklara seslenen Qasim, “Bilim artık geçmişe göre çok güçlü. Hastalar yalnız değiller; bu alanda çalışan büyük bir bilim ve sağlık ekosistemi var” dedi.

Bu hikâye, modern tıbbın yeni dönemini temsil ediyor: Hastalığı bastırmak yerine onu moleküler düzeyde anlamak ve bağışıklığı yeniden yönlendirerek tedavi etmek. Bir zamanlar ölümcül bir hastalıkla mücadele eden o bebek ise bugün bilimin gücünün yaşayan kanıtı.


Bilim insanları şaşkın: 20 bin yıl önce arılar, kemiklerin içine yumurtalarını bırakmış

Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)
Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)
TT

Bilim insanları şaşkın: 20 bin yıl önce arılar, kemiklerin içine yumurtalarını bırakmış

Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)
Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)

Arıların 20 bin yıl önce kemiklere yuva yaptığı ortaya çıktı. Bilim insanları bu davranışı bugüne kadar hiçbir arıda görmediklerini söylüyor.

Genellikle arılar, yüzlerce ve belki binlerce üyesi olan büyük kolonilerle ilişkilendiriliyor. Ancak uzmanlar, bunun her zaman geçerli olmadığını vurguluyor.

Şikago'daki Field Müzesi'nden paleontolog Lazaro Viñola López, "Çoğu arı yalnız yaşar. Yumurtalarını küçük oyuklara bırakıp larvaların beslenmesi için polen de koyarlar" diye açıklıyor. 

Viñola López, Avrupa ve Afrika'daki bazı türlerin boş salyangoz kabuklarının içine bile yumurtalarını bıraktığını belirtiyor.

Ancak araştırmacı ve ekibi, Karayipler'deki Hispanyola adasındaki bir mağarada daha önce hiç görmedikleri bir şeyle karşılaştı.. 

Bilim insanları adadaki derin bir kireçtaşı çukurunu inceliyordu. Popular Science'a göre Hispanyola'da epey yaygın olan bu tür çukurlar, dış etkenlerden çok iyi korundukları için yeraltındaki "zaman kapsülleri" görevi görüyorlar.

Mağaralar, büyük ölçüde adadaki baykuşlar sayesinde böyle bir işleve sahip.

Bulguları hakemli dergi Royal Society Open Science'ta bugün (17 Aralık) yayımlanan çalışmada incelenen mağara, binlerce yıl boyunca baykuşlara ev sahipliği yapmıştı.

Bu gececil hayvanlar; kemirgenler ve kuşlar gibi avlarını yutuyor, ardından sindiremedikleri kemikleri yoğun topaklar halinde kusuyordu.

Binlerce yıl boyunca fosilleşen bu topaklar mağarayı kaplamıştı. 

Araştırmacılar, memelilere ait çene kemiklerini temizlerken, eskiden dişlerin bulunduğu deliklerde bir tuhaflık fark etti. Buradaki tortu, pürüzsüz ve adeta içbükeydi.

Çamur normalde fosillerde bu şekilde birikmediği için daha derin bir inceleme yapmaya karar verdiler. 

Gördükleri şeyi fosilleşmiş yaban arısı yumurtalarına benzeten ekip bilgisayarlı tomografi taramalarıyla kemik boşluklarının içindeki mikroskobik yapıların üç boyutlu bir modelini oluşturdu.

Bu görüntüler, kemiklerde arıların yavruları için yaptığı yuvaları ortaya çıkardı. Bilim insanları bazılarında larvanın beslenmesi için bırakılmış polenler de tespit etti.

Arıların kemiklerin içine bu şekilde yuva yapması, günümüzde bilinen türlerde bile daha önce kaydedilmemiş bir davranış.

Viñola López, "Bu keşif, arıların ne kadar tuhaf olabileceğini, insanı nasıl şaşırtabileceğini gösteriyor" diyerek ekliyor: 

Ama aynı zamanda fosilleri çok dikkatli incelemek gerektiğini de hatırlatıyor.

Arıların bedeni mağara koşullarında korunmadığı için 20 bin yıl önce yapıldığı tahmin edilen bu yuvanın hangi türe ait olduğu bilinmiyor.

Viñola López, "Arıların cesetlerini bulamadığımız için, bunların bugün hâlâ yaşayan bir türe ait olması muhtemel. Bu adalardaki arıların ekolojisi hakkında çok az şey biliniyor" ifadelerini kullanıyor: 

Ancak mağarada kemikleri korunan hayvanların çoğunun artık soyunun tükendiğini biliyoruz. Bu yüzden bu yuvaları yapan arılar da soyu tükenmiş bir türe ait olabilir. 

Independent Türkçe, Popular Science, Interesting Engineering, Royal Society Open Science