Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede istikrarı desteklemek için Suudi Arabistan’la birlikte çalışıyoruz

Colonna, İran’ın hamlelerine karşı koymak için Avrupalı ortaklarla iş birliğinin önemini vurguladı.

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna. (EPA)
Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna. (EPA)
TT

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede istikrarı desteklemek için Suudi Arabistan’la birlikte çalışıyoruz

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna. (EPA)
Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna. (EPA)

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, Suudi Arabistan ve BAE’yi kapsayan ilk Körfez bölgesi ziyaretinde Şarku’l-Avsat’a özel açıklamalarda bulundu. Bölgenin “uzun zamandır artarak süren istikrarsızlıktan mustarip olduğunu’ ve Fransa ile Suudi Arabistan ve Abu Dabi arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin ‘bu gerçekliğe karşılık vermenin bir yolu olarak görülebileceğini’ vurguladı.
Ortadoğu’nun krizlerle boğuştuğunu ifade eden Fransız Bakan, Tahran’ın nükleer ve balistik programları ile insansız hava araçlarına, doğrudan tehditlerine, bölgede ve ötesinde vekillerine başvurduğuna dikkat ekti. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşına katıldığına, içeride vatandaşlarına uyguladığı baskıya ve rehin alma siyasetine işaretle İran’ın istikrarı sarsıcı faaliyetlerle ‘gerilimi artıran bir yol izlediğini’ kaydetti. Colonna, Fransa’nın söz konusu tehditlere karşı durma konusunda kararlı olduğunun, Körfez bölgesindeki ortaklarının güvenliğine yönelik yükümlülüklerine bağlı kalacağının ve bölgesel krizlere çözüm bulmak için Suudi Arabistan’la iş birliğini güçlendireceğinin de altını çizdi.
Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna’ya göre bölge, istikrar kutupları olmaları bakımından Suudi Arabistan ve BAE’ye güvenebilir. Paris de her alanda Riyad ile ilişkileri güçlendirmeyi arzuluyor ve Vizyon 2030’a destek veriyor.
Lübnan dosyası da dahil olmak üzere bölgedeki krizler hakkında değerlendirmelerde bulunan Colonna, Lübnanlıların, iflas etmiş bir rejimin kurbanları olduğunu, Paris’in her şeyden önce kendilerine olan desteği sürdürmeyi ve Lübnan’ın egemenlik ve istikrarını temin eden kurumlara yardım etmeyi hedeflediğini belirtti. Ülkesinin, cumhurbaşkanı seçimini ve kurtuluşa doğru ilk adım olarak normalleşmeyi sağlamak için çalışan bir hükümetin kurulmasını kolaylaştırmak amacıyla siyasi kesime yaptığı çağrısını yineledi.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşı neredeyse ikinci yılına girecekken Colonna, Paris’in, egemenliğini savunarak tüm topraklarını yeniden ele geçirmesi için Kiev’in ihtiyaç duyduğu askeri araçların tedarikine dayalı tutumunun ortada olduğunu vurguladı. Paris’in askeri yardım da dahil olmak üzere bu yolda ilerlemeye devam edeceğini söyledi.  Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda başta Körfez meseleleri, İran’ın tepkilere neden olan eylemleri ve Rusya-Ukrayna savaşı olmak üzere gerek bölgesel gerekse uluslararası düzeyde Fransa’nın politikalarına ve attığı adımlara açıklık getirdi:

-Sayın Bakan; Suudi Arabistan Krallığı ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne gerçekleştirdiğiniz bu ilk ziyarette bölge ve ortaklara yönelik mesajınız nedir?
Ben basit bir mesajla geldim: Dünyanın bu bölgesinde yer alan ülkeler, krizlerle olan mücadelede ve özellikle de uzun zamandır artarak süren istikrarsızlığın bölgenin gerçekliği halini aldığı bu ortamda Fransa’ya güvenebilir. Başta Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere Körfez bölgesindeki ortaklarımızla ilişkileri güçlendirmek, bu gerçekliğe karşı koymanın bir yoludur. Ortak çıkarımız bundadır. Rusya, yaklaşık bir yıl önce Ukrayna’ya saldırmayı ve Avrupa Kıtası’na savaşı geri getirmeyi tercih etti. Onun bu savaşı on binlerce insanın ölümüne ve kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir yıkıma sebep oluyor. Odessa’ya geçen hafta gerçekleştirdiğim ziyarette bu yıkımı kendi gözlerimle gördüm. Bu durumla yüzleşmek ve istikrardan mahrum olan güvenlik, ekonomi, enerji ve gıda gibi tüm alanları istikrara yeniden kavuşturmak yolunda birlikte çalışmamızı gerek. BM sözleşmesinin bu konuda net ve ortak ilkelerine geri dönmeliyiz. Ne diyordu sözleşme; hiçbir ülkenin, komşu bir ülkeyi işgal etme hakkı yoktur. Bu ilke Avrupa, Ortadoğu ve tüm dünya için geçerlidir. Ortadoğu bölgesi de böylesi krizlerle boğuşuyor ve her şeyden önce İran’ın, bölgenin dört bir yanında istikrarı sarsan faaliyetleri ile öncüsü olduğu gerilimle yüzleşiyor. Bazı dikkat çekici noktalar durumu zorlaştıran riskleri artırıyor. İsrail ve Filistin topraklarındaki şiddet eylemlerinin artması, Lübnan’da süregelen siyasi boşluk, Yemen’de istikrarsızlık ve kıyıya herhangi bir ateşkes anlaşmasının vurmadığı fırtınalı hal, hükümetinin yok ettiği ve komşu ülkelerin arzularına yem haline gelen Suriye’de başarısızlık gibi... Bunu bir kez daha söylüyorum ki Fransa, Körfez bölgesindeki ortaklarına ve güvenliklerine destek sözüne vefa göstererek bölgesel krizleri çözmek ve bölgedeki istikrarsızlık yuvalarıyla mücadele etmek için Suudi Arabistan Krallığı ile dayanışmayı artırmaya hazır. Bizim, ne pahasına olursa olsun diyalogu pekiştirmek için tüm enerjimizi seferber etmemiz ve çatışma alanlarını sınırlandırmak amacıyla tüm fırsatları değerlendirmemiz gerekir. Fransa yalnızca bu amaç için uğraşıyor. Ölü Deniz yakınlarında geçtiğimiz aralık ayında düzenlenen İkinci Bağdat Konferansı’nın hedefi de buydu. Bölge ülkeleri arasındaki iş birliği büyük imkânlar barındırıyor. Bu potansiyel, eylemlerle somutlaştırılarak gerçekliğe dönüştürülmeli. Genel olarak herkese, özel olarak ise bölge halklarını çıkarlarına ulaştıracak şekilde bu sıkıntılı bölgede dayanışmayı teşvik etmeliyiz. Bu bölgede başta Suudi Arabistan Krallığı ve BAE gibi istikrar merkezleri mevcut...  Biz fiili olarak Suudi Arabistan’la köklü bir ortaklık başlattık ve bunu ekonomi, enerji ve kültür alanlarında, her bakımdan güçlendirmeyi arzuluyoruz. Fransa, Veliaht Prens’in ortaya koyduğu Vizyon 2030’u destekliyor. Tesislerimiz, üstlendiği ekonomik ve sosyal dönüşüm projelerinde ve enerji alanında öncülük ettiği aşamada Krallığa verdiği desteğini artırmak için çabalıyor. Kültürel iş birliğimize rengini veren özel ivmeyi de takdir ediyoruz. El-Ula bölgesi ve arkeolojik araştırma alanındaki seçkin ortaklığımız, bu istisnai iş birliğinin açık iki örneğidir.
İki ülke arasındaki son üst düzey ziyaretlerle de belirginleştiği üzere BAE ile de benzersiz bir ivmeyle öne çıkan uzun süreli bir ilişki yürütüyoruz. Müttefikimiz ve ortağımız ile olan iş birliğimizi, Fransa’nın bir yıl önce BAE’ye yönelik saldırılara anında ve etkili bir şekilde karşılık verdiği stratejik düzlemin yanı sıra ekonomi, kültür ve sağlık düzleminde de pekiştirmek istiyoruz. Ziyaretim boyunca BAE’ye 2023 sonunda BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nın 28’inci oturumuna yaptığı ev sahipliğinde içten başarı temennilerimizi vurgulayacak ve Fransa’nın, sonuçlarının ortak hedeflerimize uygun olması beklenen bu etkinliğin başarılı olmasına katkı sağlamaya hazır olduğunu hatırlatacağım. Bu noktada, kısa bir süre önce göreve başlayan yeni Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi Genel Sekreteri ile buluşacağımı da belirtmek isterim. Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi, bölgenin birliği gerçekleştirme ve barışın kurulmasına katkı sağlama çabasıyla anlaşmazlıkların üstesinden gelme gücünü ispatlıyor. Bu, bölgenin karşı karşıya kaldığı sıkıntılı dönemde oldukça önemlidir.

-Gerilimi artırma siyasetinden vazgeçmeyen İran’ın tavrından dolayı hem sizin hem de bölgenin karşısına dikilen pek çok sorun mevcut. Fransa bu çifte gerilime nasıl bakıyor?
Öncelikle sizin de bildiğiniz Ortak Kapsamlı Eylem Planı konusunda bir çıkmazla karşı karşıyayız ve bu durumun tüm sorumluluğu İran’a aittir. İran, aylarca süren müzakerelerin ardından geçen yıl Avrupa Koordinatörü’nün 2015 Anlaşmasına uyumu yeniden sağlamak amacıyla sunduğu metni kabul etme fırsatını değerlendiremedi. Kaldı ki bu sunulabilecek en iyi teklifti. İran, buna paralel olarak yoğun bir endişeye sebep olan ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın çalışmasını engelleyen nükleer gerilimi de sürdürüyor. Biz ve ortaklarımız ise mevcut duruma diplomatik bir çözüm bulmak için inatla çabalıyoruz. İran’a çağrımız, tüm uluslararası taahhütleri ve yükümlülüklerini uygulamasıdır. İran’ın nükleer silah edinmesini engelleme konusunda kararlıyız. Ancak endişe kaynağımız maalesef nükleer meselesiyle sınırlı değil. Zira İran çevresini tehdit ediyor ve istikrarsızlaştırmak için çaba sarf ediyor. Kendisine komşu ülkelerde doğrudan ve onun çıkarlarını gözeten aracılar yoluyla faaliyet gösteriyor. İstikrarı sarsan bu faaliyetler giderek artıyor. İran füzeleri ve insanız hava araçları (İHA) cephaneliğindeki devasa artışın yanı sıra doğal olarak nükleer dosyasını da içeren tüm dosyalara bakıldığında bu durum açıkça görülüyor. Söz konusu araçları, örneğin Irak’ta fiili olarak kullanması, Rusya ve bölgedeki devlet dışı etkin taraflara göndererek yayması da cabası. İran bu şekilde geniş bir istikrarsızlık yuvası oluşturmaya çalışıyor.
Tekrar ediyorum; buna karşı koymaya kararlıyız ve bununla mücadele yolunda, İran’ın 2231 sayılı BM kararını ihlal ederek gerçekleştirdiği İHA ve füze nakliyatına odaklanmak suretiyle uluslararası ve bölgesel ortaklarımızla güçlü bir şekilde irtibat halindeyiz. Bu bağlamda İran’ın bazı ortak ülkelere yönelik tavrının ekonomi düzleminde ve temel haklar alanındaki feci iç durumundan bağımsız olmadığını vurgulamak ve endişe uyandıran iki temel konuya dikkat çekmek istiyorum:
Bunlardan ilki, İran’ın Rusya’nın Avrupa’daki savaş çabalarına ortaklığıyla ilgili. Biz, İran İHA’larının Rusya’ya taşınması tehdidine karşı koymak için etkin bir şekilde enerji harcıyoruz. Bu güçler, Ukrayna halkını ve şehirlerin altyapısını hedef alan, savaş suçu sayılabilecek saldırıları desteklemek için seferber ediliyor. İran, Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü ve uluslararası hukukla BM Sözleşmesi’ni ihlal eden saldırısında onunla iş birliği yapıyor. AB, kararlı bir tepki göstererek bu hatta dahil olan kuruluşlara ve katılan kişilere çeşitli yaptırımlar uyguladı. 
Bir diğer endişe kaynağı da İran’ın özel olarak Avrupalıları hedef alarak benimsediği ve önemli bir konu olan rehin alma siyaseti. Hükümetlerimize baskı uygulamak amacıyla yürütülen bu keyfi gözaltı siyaseti kabul edilemez. Avrupalı ortaklarımızla, bu devlet rehinelerinin derhal serbest bırakılması için uygun tepkiler koymak üzere birlikte çalışma kararı aldık. Zira onları devlet rehineleri olarak görüyoruz. Bu bizim, bakanlara ve İran Devrim Muhafızları üyeleri de dahil olmak üzere baskıdan sorumlu kişilere çeşitli yaptırım paketleri uygulanması için gösterdiğimiz birliğimizi ve azmimizi ortaya koyuyor.

-Bazı kesimler mevcut durumda Lübnan krizinde bir çıkış görünmediği görüşünde. Cumhurbaşkanı’nın Lübnan’a yardım etmek amacıyla ‘girişimlerde’ bulunacağı sözünü verdiğini göz önüne alırsak bu ülkeye nasıl yardım etmeyi düşünüyorsunuz?
Fransızların büyük çoğunluğunun sevdiği bir ülke olan Lübnan maalesef 31 Ekim’den bu yana benzeri görülmemiş bir krize neden olan cumhurbaşkanlığı boşluğundan mustarip. Bu krizin birçok sebebi var. Ülkede mali sistem çöktü, ekonomisi büyük bir sıkıntı içerisinde, toplumdaki bağlar çözülmeye yüz tuttu ve siyasi durum çıkmaza girdi. Bizim ilk hedefimiz, halka yardımı sürdürmek. Çünkü acı çeken elbette liderler değil, bizzat Lübnan halkıdır. 4 Ağustos 2020’de meydana gelen liman patlamasından bu yana Cumhurbaşkanı’nın da teşvikiyle, oldukça zorluklarla da olsa imkânları seferber ettik ve 100 milyon euro tutarında istisnai bir yardım toplayarak bunu Temmuz 2021'de sağlık, gıda güvenliği ve eğitim alanlarında destek için düzenlenen yardım konferansı sonrasında kendilerine ilettik. Başta Suudi Arabistan Krallığı olmak üzere Körfez bölgesindeki ortaklarımızla, 2022’nin başında ortak bir insani yardım mekanizması oluşturulmasıyla somutlaşan taahhütlerde bulunduk. Bu mekanizma özellikle Lübnan halkına doğrudan fayda sağlayan 28 milyon euro tutarındaki dört projenin finanse edilmesini sağladı. Bunun 12,5 milyon euroluk kısmı Trablus Devlet Hastanesi’nin desteklenmesine tahsis edildi.
Lübnanlıların başı bu başarısız rejimle dertte. Suriyeli ve Filistinli mülteciler de onurlu bir şekilde yaşamalarına fırsat verecek bir desteği hak ediyor. Fransa, Lübnan’ın egemenliğini ve bağımsızlığını garanti eden kurumları destekleme ilkesine her zaman bağlı kaldı. Lübnanlı yetkililerin artık reformları zora sokma ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önünü açacak bir çözümün geliştirilmesini engelleme tavrından acil olarak vazgeçmesi gerekiyor. Kriz, zaten uzun bir zamanı boşa harcadı ve Lübnan imkânlarında kan kaybettiği bir durumla cebelleşiyor. Ekonomisi tükendi, ülke bölgesel ve küresel kargaşanın yansımalarına daha açık hale geldi. Basit bir şekilde çözüm, görüş birliği ile bir cumhurbaşkanı seçmek, ülkenin çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışan bir hükümet belirlemek ve Uluslararası Para Fonu’nun müdahalesine izin veren reformları uygulamaktır. Fransa bu konuda herhangi bir çabadan kaçınmıyor. Lübnan’a geçen ekim ayında gerekleştirdiğim ziyarette de bunu ve dosyada bir ilerleme sağlamak amacıyla ABD, AB ve bölgedeki temel ortaklarımızla yakın temas halinde bulunduğumuzu dile getirdim.

-Size dost birçok ülke Esed rejimi ile ilişkilerin normalleştirilmesi adımı atmış olsa da Fransa buna şiddetle karşı çıkıyor. Durumun böyle devam etmesi mümkün mü? Suriye hükümetinden tam olarak talepleriniz neler?
Fransa barbarlığa ve vahşete itiraz ediyor. Engelin sebepleri de Paris, Brüksel ve hatta New York’ta değil, Şam’ın kendisinde. Rejim 2015 yılının sonunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) oybirliğiyle benimsediği 2254 sayılı kararda öne sürülen sürdürülebilir barış esaslarını müzakere etmeye karşı duruşunu inatla sürdürüyor. Fransa, 7 Nisan 2018’de Duma şehrinde düzenlediği kimyasal saldırıdan ötürü geçen hafta yine hüküm giyen bir rejimle ilişkilerini ‘normalleştirmek’ zorunda değil. Hele de bağımsız uzmanların yürüttüğü soruşturmaların tarafsız sonuçlarını yalanlayan ve reddeden bir rejimle. Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü’nün geçtiğimiz 27 Ocak’ta yayınladığı bir rapor, Esed rejiminin sivillere karşı klor gazı kullanmaktan çekinmediğini bir kez daha ispatlıyor. BM ve Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü mekanizmaları tarafsız bir şekilde, Suriye rejiminin kimyasal silah kullandığını dokuzuncu kez ortaya koydu.  Dolayısıyla rejimin, uluslararası toplumla ve sistematik olarak yıkıma maruz bıraktığı ve bırakmaya devam ettiği halkıyla olan ilişkilerini normalleştirmesi gerekiyor. Suriye rejimi ve müttefiklerinin, bölgedeki istikrarsızlığa önemli bir kaynak teşkil eden uyuşturucu kaçakçılığına gittikçe daha fazla müdahil olduğunu da eklemek istiyorum. Bu yüzden ortak güvenliğimiz için önemli bir mesele olması sebebiyle soruna siyasi bir çözüm bulunmalı. 
Bu sebeple BMGK, Suriye rejiminden, BM’nin gözetiminde kapsayıcı ve güvenilir bir siyasi sürece girmesi gibi basit taleplerde bulunuyor. Bu da mesela Anayasa Komisyonu toplantısına muhalefet etmekten vazgeçmek, keyfi tutuklamalara, inanların ortadan kaybolmasına, fiziksel tehditlerle işkenceye bir son vermek, kayıpların aileleri ile iş birliği içinde akıbetlerini açıklamak ve komşu ülkelerdeki altı milyondan fazla Suriyeli mültecinin gönüllü, onurlu ve güvenli bir şekilde geri dönmesini sağlamak yönünde adımlar atmakla mümkün. Beşşar Esed’in aksine biz, 12 yıldır en ağır sıkıntılara maruz kalan Suriye halkını önemsiyoruz. Fransa, Suriye halkının acil ihtiyaçlarına karşılık vermek için desteğini sürdürüyor. AB ve üye ülkeler, 2011’den bu yana 27,4 milyar doları aşan desteğiyle uluslararası insani yardıma en çok katkı sağlayan yönetimler olmaya devam ediyor. 

-Fransa’nın Cezayir ve Fas ile olan ilişkileri her zaman ‘çetrefilli’ oldu. Cezayir ile ilişkiniz en iyi durumundayken bile Fransa ve Fas arasında bir gerilim olduğunu görüyoruz. Yakın zamanda Rabat’ı ziyaret ettiniz. Bu ziyaretin, Batı Sahra meselesiyle bir bağlantısı var mı? Fas’la olan ilişkilerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Fas ve Cezayir, Fransa’nın iki temel ortağı ve dostudur. Cumhurbaşkanı, Fransa’yı her ikisine bağlayan sıkı ilişkileri pekiştirmek istiyor. Nitekim ortak birçok meselemiz var ve bu meseleler adeta ikili ilişkilerimizin atan kalbi konumundaki gençlerimize büyük önem vermemizi de kapsıyor. Fas’ı geçtiğimiz 15-16 Aralık tarihlerinde ziyaret ettim. Bu ziyaret oldukça olumlu geçti ve iki ülke arasındaki epey yakın ilişkinin doğası göz önüne alındığında bazı durumlarda kaçınılması mümkün olmayan zorluklardan uzak olarak, ülkelerimizi birbirine bağlayan istisnai ortaklığın değerini gözler önüne serme fırsatı verdi. Cezayir’le ilişkimizin seviyesini yükselten yeni, umut vadeden ve çok iddialı bir hareketlilik içine girdiğimizi daha önce gördünüz. Özetle; bizim için çok değerli olan, birçok şeyi ve ortak bir arzuyu paylaştığımız bu iki ülke ile geleceğe ve imkânlara kararlılıkla erişeceğimize inanıyorum.

-Televizyonda yaptığını yakın tarihli bir konuşmanızda Ukrayna ile Rusya arasında müzakere zamanının henüz gelmediğini, ‘Ukrayna’nın güç dengesini kendi lehine çevirmesi ve topraklarının bir kısmını geri alabilmesi’ gerektiğini söylediniz. Tutumunuzu daha net bir şekilde açıklar mısınız?
Fransa başından beri belirgin bir tavır aldı. Bizim hedefimiz Ukrayna’ya egemenliğini savunup toprak bütünlüğünü yeniden sağlamasına fırsat veren yolları açmak. Ukrayna’ya bu amacını gerçekleştirmesi için askeri yardım da dahil olmak üzere her alanda desteği sürdüreceğiz. Arap ülkelerinin tutumlarına gelince; bölge ülkelerinin çoğunun 12 Ekim’de kabul edilen ve Rusya’nın Ukrayna topraklarını ‘yasa dışı ilhakını’ kınayan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararına destek vermesi, uluslararası olarak tanınan sınırların silah gücüyle sorgulanmasına yönelik açık itirazı belirginleştiriyor. Ülkelerin ulusal egemenliğine saygı gösterme konusunda yineledikleri taahhüdün de altını çiziyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonucunda bölge ülkelerinin bazılarının uğradığı zararın boyutunun da tamamen farkındayım. Tabii bununla savaşın şiddetlendirdiği gıda güvensizliğini ve bazı ülkelerde toplumsal ve siyasi istikrarı olumsuz etkileyebilecek yansımaları kastediyorum. Bu bağlamda; 2022 yılında Ukrayna’ya sağlanan çok yönlü ve insani desteği takdir ediyor, ülkeleri yardımlarını sürdürmeye çağırıyorum. Olumsuz yansımaları önlemek ve bunların şiddetini hafifletmek için çabaladık. Bu doğrultuda Fransa’nın girişimiyle tarım pazarlarının şeffaflığını korumak, en çok zarar gören zayıf ülkelerle dayanışmayı güçlendirmek ve sürdürülebilir yerel üretime yatırım yapmak amacıyla Küresel Gıda Güvenliği İttifakı’nı ve onun gıda ve tarımda dayanıklılığı artırma göreviyle temsil edilen etkin mekanizmasını kurduk. Buna paralel olarak Arap ülkelerindeki kamuoyunun kısmen, Batı’nın genel imajı denen şeyin bağlılığının ve seferberliğinin konulara göre değişken olduğunu düşündüğünün farkındayım. Konuyu ele almak için bunun doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Zira Ukrayna’daki durum hüküm sürerse, dünyanın başka yerlerindeki diğer saldırgan güçler, hiçbir ceza görmeden komşu ülkelerinin güvenliğine el uzatabileceği sonucunu çıkaracaklar. Nitekim tahran yönetimi Suudi Arabistan ve BAE’deki bölgelere füzeler fırlatan gruplara bilfiil destek verdi. Bu hadiselerde BAE’ye ek askeri araçlar sağlayarak şüpheye yer vermeyen dayanışmamızı ifade ettik. Eylemlerimiz çifte standarda dayalı değildir. Biz yasalar tarafından yönlendiriliyoruz.



Yaser Ebu Şebab'ın öldürülmesinden sonra Gazze'deki çeteler çöktü mü?

Yaygın olarak paylaşılan bir videodan alınan bir karede, Ebu Şebab'ın ölümünden sonra Halk Güçleri’nin komutasını devralan Gassan el-Dahini görülüyor (sosyal medya)
Yaygın olarak paylaşılan bir videodan alınan bir karede, Ebu Şebab'ın ölümünden sonra Halk Güçleri’nin komutasını devralan Gassan el-Dahini görülüyor (sosyal medya)
TT

Yaser Ebu Şebab'ın öldürülmesinden sonra Gazze'deki çeteler çöktü mü?

Yaygın olarak paylaşılan bir videodan alınan bir karede, Ebu Şebab'ın ölümünden sonra Halk Güçleri’nin komutasını devralan Gassan el-Dahini görülüyor (sosyal medya)
Yaygın olarak paylaşılan bir videodan alınan bir karede, Ebu Şebab'ın ölümünden sonra Halk Güçleri’nin komutasını devralan Gassan el-Dahini görülüyor (sosyal medya)

İzzeddin Ebu Ayşe

İsrail, Gazze Şeridi'nde kimliği belirsiz saldırganlar tarafından Halk Güçleri olarak bilinen silahlı milis grubunun lideri Yaser Ebu Şebab'ın öldürüldüğünü duyurur duymaz, grubun birçok üyesi onlara af kapısını açan Gazze hükümetine teslim olmaya başladı.

İsrail'in Hamas’a karşı mücadele etmek için Gazze Şeridi'nde kurulmasını denetlediği silahlı bir milis grubun lideri olan Ebu Şebab, aralık ayı başında öldürüldü. Ölümü, grubunun üyeleri arasında iç anlaşmazlıklara yol açtı.

Af ve diğer girişimler

Gazze'de Hamas yönetimindeki İçişleri Bakanlığı bu durumdan yararlanarak, silahlı milis gruplar ile iş birliği yapanlara “af kapısını” açtı ve onlara af sözü verdi. Bu durum, Filistinli ailelerin ve aşiretlerin, Tel Aviv'in yönlendirmesiyle Gazze sakinlerine karşı suçlar işleyen çetelere katılan evlatlarına verdikleri desteklerini geri çekmeleriyle aynı zamana denk geldi. Hamas’a bağlı güvenlik güçleri de silahlı grupların üyelerine karşı çeşitli operasyonlar düzenledi.

sd
Yaygın olarak paylaşılan bir videodan alınan, Husam el-Astal'ın Hamas'ı tehdit ettiği bir görüntü (sosyal medya)

Tüm bu faktörler, silahlı milis grupların bir dizi üyesinin Gazze hükümetine teslim olmasına katkıda bulundu. Peki bu, İsrail ordusu tarafından korunan Gazze'deki çetelerin dağılmasını hızlandıracak mı? Mevcut bilgilere göre, İsrail destekli bir çetenin 60 üyesi, Gazze'deki güvenlik güçlerine gönüllü olarak teslim oldu ve güvenlik güçleri davalarını yasal çerçevede işleme koydu. Bu haber İsrail Yayın Kurumu tarafından da doğrulandı.

Teslim olma eylemi, aranan kişilerin ailelerinin doğrudan teması ve aşiret liderlerinin açık desteğiyle gönüllü olarak gerçekleşti. İçişleri Bakanlığı, davalarını ele almak ve yargılama süreçlerini kolaylaştırmak için çalışacağına dair söz verdi.

Ebu Şebab'ın öldürülmesinin ardından

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Siyasi analistler, Yaser Ebu Şebab'ın öldürülmesinin ardından, yerel çeteleri savaşta alternatif araçlar olarak kullanmaya dayanan İsrail projesinde önemli bir değişimin yaşandığına inanıyor.

Gazze'deki hükümetin Medya Ofisi Müdürü İsmail es-Sevabite, “Bu suç çetelerinin başarısızlığına katkıda bulunan faktörler her geçen gün artıyor ve İsrail'in hedeflerini gerçekleştirmekte başarılı olamayacaklar. Bu çeteler, sadece güvenlik güçleriyle değil, Filistin toplumunun tüm kesimleriyle çatışmaya giriyor. Bu da zamanla dağılan bu çetelerin zayıflamasına yol açtı. Güvenlik güçleri, teslim olan tüm üyelerle sorumlu bir şekilde ve hukuka uygun olarak ilgileniyor” dedi.

Aşiret denetimi

Gazze Şeridi'ndeki Yüksek Aşiret Komitesi Başkanı Hüsnü el-Muğni, “Halk Güçleri” grubuna mensup yaklaşık 60 silahlı kişinin Hamas'a teslim olduğunu belirtti. Teslim olma süreci, Ebu Şebab'ın öldürülmesinin ardından birkaç aşamada gerçekleşti. Muğni, “Yüksek Aşiret Komitesi bu sürecin organizasyonunu denetledi, onlara af sağladı ve güvenliklerini garanti altına aldı. İsrail, sabıkalı bir grup kişiyi kullanarak onlara kabile veya aşiret temelli bir görünüm kazandırmaya çalıştı, ancak bu başarısız oldu” diye ekledi.

Muğni, “Aşiretler, bu çetelere katılanların tümünün aileleriyle iletişime geçti ve halklarına dönmek isteyenlere yardım teklif etti. Aileleri ve aşiretleri aracılığıyla birçoğunu geri getirmeyi başardılar” diye açıkladı.

Liderliğin ardından çöküş

Siyasi araştırmacı İlham Kreys, “Yaser Ebu Şebab'ın öldürülmesi bu çeteler için bir iç sarsıntı oluşturdu, ancak bu mutlaka tam bir dağılmanın başlangıcı anlamına gelmez. Bununla birlikte, bu, yapılarının kırılganlığının açık bir göstergesi çünkü doğaları gereği bir ideoloji veya gerçek bir örgütlenmeden yoksun gruplardır” diye ekliyor. “Bu çeteler kilit figürlere dayanır, bu nedenle ağırlık merkezini oluşturan liderin öldürülmesi içsel bir boşluğa ve güç mücadelelerine yol açar. Birleşik bir vizyonun yokluğu da buna katkıda bulunurken, liderlik yapısının zayıflığı içsel bir boşluğa ve güç mücadelelerine yol açarak bağların hızla çözülmesine neden olur.”

Kreys, “milislerin saflarındaki hızlanan çöküş, İsrail'in vekalet savaşlarına oynadığı bahsin sınırlarını ortaya koyuyor ve Filistin toplumunda sosyal bir temel veya destekleyici bir ortam oluşturmada yapısal bir başarısızlığı gösteriyor” diye açıklıyor. “Ebu Şebab'ın öldürülmesi, güvenlik ortamını yeniden şekillendiren ve sahada yeni bir gerçeklik yaratan, bu milislerin saflarında psikolojik bir çöküşe yol açan ve birçok üyesinin teslim olmasına neden olan çok önemli bir an oldu. Teslim olanların sayısının artması bekleniyor” diye ekliyor.

Kreys, “Ebu Şabab'ın öldürülmesine yönelik halkın tepkisi, bu gruplara yönelik toplumsal desteğin eksikliğini yansıtıyor. Bu durum da silahlı grup üyelerinin birçoğunun, genel ortamın kendilerine herhangi bir koruma sağlamayacağını fark ettikten sonra teslim olmalarına yol açtı” diye açıklıyor.

Silahlı gruplar güçlerini koruduklarını vurguluyorlar

Buna karşılık, “Halk Silahlı Gücü” Gassan el-Dahini'yi yeni lideri olarak atadığını duyurdu. Dahini, Hamas'a karşı grubunun mücadelesine devam edeceğine söz vererek, “Hamas'tan korkmuyorum. Halk ve özgür kimseler adına, onlarla savaşıyorum, evlatlarını tutukluyorum ve teçhizatlarına el koyuyorum. Liderinin ölümüne rağmen grup halen aktif. Yokluğu acı verici, ancak terörle mücadeleyi durdurmayacak” dedi.

Han Yunus'taki bir diğer silahlı grubun lideri Hussam el-Astal da Yaser Ebu Şebab'ın mezarı başında Dahini ile birlikte bir videoda göründü. Hamas'ı tehdit ederek, “Yaser Ebu Şebab'ın mezarından Hamas'a ve yandaşlarına mesajımızı gönderiyoruz: Mücadeleye devam edeceğiz ve Yaser'in ölümü bizi zayıflatmadı, aksine gücümüzü ve birliğimizi artırdı. Devam edeceğiz ve Hamas'ın sonu gelecek” dedi.

İsrail Ordusu Sözcüsü Nadav Şoşani ise, “Hamas'ın sözde İçişleri Bakanlığı, kendisine karşı çıkmaya cesaret eden her Gazzeliye işkence uyguluyor, infaz ediyor ve zorla kaybettiriyor. Tel Aviv, daha iyi bir gelecek isteyen ve Hamas'ın zulmünü reddeden Gazellilerle birlikte çalışacak. Uzun zamandır Hamas'ın baskıcı pençesinden kurtulmak isteyen birçok Filistinli var” dedi. Şoşani, “Hamas karşıtı grupların başarısız olduğu iddiaları, gerçekliği yeniden yazmaya çalışan çökmekte olan bir hareketin son çırpınışlarından ibarettir” diye de ekledi.


Suudi ekonomisi üçüncü çeyrekte yüzde 4,8 büyüdü... Petrol dışı faaliyetler büyümenin yüzde 50'sini oluşturuyor

Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ın genel görünümü (SPA)
Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ın genel görünümü (SPA)
TT

Suudi ekonomisi üçüncü çeyrekte yüzde 4,8 büyüdü... Petrol dışı faaliyetler büyümenin yüzde 50'sini oluşturuyor

Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ın genel görünümü (SPA)
Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ın genel görünümü (SPA)

Suudi Arabistan ekonomisi, 2025’in üçüncü çeyreğinde yıllık bazda yüzde 4,8’lik reel büyüme kaydetti. Bu büyüme, ülkenin olumlu ekonomik performansının devam ettiğini gösterirken, petrol dışı faaliyetlerin ana itici güç olduğu gözlendi. Mevsimsel olarak düzeltilmiş reel gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) ise bir önceki çeyreğe göre yüzde 1,4 arttı.

Suudi Arabistan Genel İstatistik Kurumu’nun (GASTAT) nihai verilerine göre, yıllık büyüme oranı, ekim ayında açıklanan ön tahminlerdeki yüzde 5’lik seviyenin biraz altında kaldı. Buna rağmen 2025’in en hızlı büyümesi olarak kayda geçti.

Yıllık toplam büyümeye en büyük katkıyı, 2,4 puan ile petrol dışı faaliyetler sağladı; bu oran, toplam yüzde 4,8’lik büyümenin yüzde 50’sini oluşturuyor. Petrol faaliyetlerinin katkısı ise 2 puan oldu. GASTAT, petrol dışı faaliyetler için büyüme tahminini yüzde 4,5’ten yüzde 4,3’e düşürürken, petrol faaliyetleri büyüme tahminini ise yüzde 8,2’den yüzde 8,3’e yükseltti.

Büyümede, ağustos sonunda OPEC+ ittifakının gönüllü üretim kesintilerinin sona ermesinin ardından petrol üretimindeki kademeli artışın etkisi oldu. Suudi Arabistan, eylül ayından itibaren günlük 547 bin varil artışla üretimini yükseltti ve kasım ayında buna ek olarak günlük 137 bin varil artış gerçekleştirdi.

Bunun yanı sıra, kamu faaliyetleri ve ürünler üzerinden alınan net vergiler de büyümeye her biri 0,2 puanlık sınırlı katkı sağladı.

Mevsimsel düzeltmelerle (çeyreklik bazda) bakıldığında, petrol ve petrol dışı faaliyetler sırasıyla büyümeye 0,8 ve 0,3 puanlık katkı sağladı.

Faaliyet türlerine göre performansa bakıldığında, tüm ekonomik faaliyetler yıllık bazda pozitif büyüme kaydetti. Üçüncü çeyrekte en hızlı büyüyen sektör, yıllık yüzde 11,9 ve çeyreklik yüzde 3,9 artışla petrol rafinajı oldu. Bunu, ham petrol ve doğalgaz faaliyetleri izledi; bu sektörler yıllık yüzde 7,3, çeyreklik yüzde 3,2 büyüme gösterdi. Elektrik, gaz ve su faaliyetleri ise yıllık yüzde 6,4, çeyreklik yüzde 1 oranında büyüme kaydetti.

Harcamaların bileşenlerine gelince, yıllık ve çeyreklik karşılaştırmalarda farklılıklar gözlendi. Özel nihai tüketim harcamaları yıllık yüzde 2,6 artarken, çeyreklik bazda yüzde 0,6 geriledi. Buna karşın, devletin nihai tüketim harcamaları yıllık yüzde 3,1 düşerken, çeyreklik bazda yüzde 1,4 arttı.

Toplam sabit sermaye oluşumu yıllık bazda yüzde 0,7 azaldı; ancak çeyreklik bazda güçlü bir artışla yüzde 6,2 yükseldi. Bu durum, üçüncü çeyrekte yatırım harcamalarının bir önceki çeyreğe kıyasla arttığını gösteriyor.

Dış ticarette ise performans, ihracattaki güçlü artışla desteklendi. İhracat yıllık yüzde 18,4, çeyreklik yüzde 7,5 yükseldi ve Suudi ürünlerine yönelik dış talebin güçlü olduğunu ortaya koydu. İthalat ise yıllık yüzde 4,3 artarken, çeyreklik bazda yüzde 1,2 azaldı.


Suudi Arabistan, Fortune Global Forum'da niteliksel atılımlarını sergiliyor... Krallık: ‘Fırsatlar Ülkesi’

Suudi Arabistan Kongre ve Fuar Genel Kurumu (SCEGA) Başkanı Fahd er-Reşid, Fortune Global Forum'un açılışında konuşma yaptı. (Fotoğraf: Turki el-Akili)
Suudi Arabistan Kongre ve Fuar Genel Kurumu (SCEGA) Başkanı Fahd er-Reşid, Fortune Global Forum'un açılışında konuşma yaptı. (Fotoğraf: Turki el-Akili)
TT

Suudi Arabistan, Fortune Global Forum'da niteliksel atılımlarını sergiliyor... Krallık: ‘Fırsatlar Ülkesi’

Suudi Arabistan Kongre ve Fuar Genel Kurumu (SCEGA) Başkanı Fahd er-Reşid, Fortune Global Forum'un açılışında konuşma yaptı. (Fotoğraf: Turki el-Akili)
Suudi Arabistan Kongre ve Fuar Genel Kurumu (SCEGA) Başkanı Fahd er-Reşid, Fortune Global Forum'un açılışında konuşma yaptı. (Fotoğraf: Turki el-Akili)

Suudi Arabistan Bakanlar Kurulu Genel Sekreterliği Danışmanı ve Suudi Arabistan Kongre ve Fuar Genel Kurumu (SCEGA) Başkanı Fahd er-Reşid, Krallığın bugün bir fırsatlar ülkesi haline geldiğini belirterek, Suudi Arabistan’ın Vizyon 2030 çerçevesinde çeşitli alanlarda kaydettiği niteliksel atılımları vurguladı.

26-27 Ekim tarihlerinde ilk kez Riyad'da düzenlenen Fortune Global Forum'un açılış konuşmasında er-Reşid, kadınların işgücü piyasasına katılımının yüzde 37'ye ulaşarak 2030 için belirlenen hedefi aştığını açıkladı. Öte yandan, turizm sektörü geçen yıl 100 milyon ziyaretçi hedefi açıklanmışken, 120 milyon ziyaretçiyi ağırladı.

Er-Reşid, yaklaşık 8 milyonluk nüfusu ile dünyanın en büyük 50 şehir ekonomisi arasında yer alan Riyad şehrinin, Suudilerin hırsını ve zorlu bir ortamda inşa etme yeteneğini somutlaştırdığını belirtti. Er-Reşid, “Başarılar, Suudi halkını karakterize eden hırs, sabır ve sınırsız iyimserlik sayesinde elde edildi” ifadesini kullandı.

Er-Reşid, Vizyon 2030'un uygulanmasının tüm sektörleri kapsayan kesin performans göstergelerine dayandığını belirtti. Suudi Arabistan’ın, çeşitli bölgelerdeki erkek ve kadınların ortak çabalarıyla, küresel yetenekleri çekerek ve uluslararası ortaklıkları güçlendirerek binden fazla girişim başlattığını ve bunların yüzde 85'inin plana göre ilerlediğini kaydetti.

Suudi Arabistan’ın iş birliği ve yatırımı artırmak için dünyaya kollarını açtığını vurgulayan er-Reşid, konuşmasını şu ifadelerle tamamladı: “Buradayız, hazırız. Yeteneklerimizi artıracak ve bilgimizi derinleştirecek yeni ortaklıklar kurmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.”

Fortune Global Forum, yapay zekâ alanındaki tarihi gelişmeler, jeopolitik gerilimler ve değişen ticaret politikalarının küresel pazarlar ve tedarik zincirleri üzerindeki etkisi dahil olmak üzere, küresel ekonomideki büyük değişikliklerin arkasındaki itici güçleri tartışıyor. Ayrıca, ekonomilerin stratejilerini enerji bağımlılığından finansal liderliği güçlendirmeye doğru yeniden yönlendirdiği, kamu-özel sektör ortaklıkları için yeni fırsatlar yarattığı ve iş ve yatırım alanlarında küresel iş birliğinin haritasını yeniden çizdiği Körfez bölgesindeki dönüşümleri de vurguluyor.