Leyla Halid: Hariri, Haddad’ın silahlarını Avrupa’ya taşıdı

‘İki uçak kaçıran’ Halid, Şarku'l Avsat’a Mossa füzelerinin hikayesini, Celal Talabani’nin keşif gezisini ve Maruf Saad’ın hizmetlerini anlattı

Leyla Halid ve Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil (Şarku'l Avsat)
Leyla Halid ve Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil (Şarku'l Avsat)
TT

Leyla Halid: Hariri, Haddad’ın silahlarını Avrupa’ya taşıdı

Leyla Halid ve Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil (Şarku'l Avsat)
Leyla Halid ve Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil (Şarku'l Avsat)

(Birinci Bölüm)
Gazeteciler bazen hayatı güçlüklerle dolu, etkileyici, sert ya da belli bir aşamada önemli rolü olan bir kişinin hikayesinin içine çekilme tuzağına düşerler. Bu kişinin adı Vladimir Putin, Saddam Hüseyin veya Muammer Kaddafi olabilir. Ben de çok fazla zorluk ve sırlarla sarılıp sarmalanmış hikayelerin ağına düştüm. Yıllarımı, böyle hikayeler ve detayların peşine düşerek geçirdim. Adı uçak kaçırmakla ve ‘düşmanı her yerden kovalamakla’ anılan bir Filistinli lider olan Dr. Vedi (Wadie) Haddad’ın hikayesi de beni ağına çekti.
1970’li yıllarda Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nde ‘dış operasyonlardan’ sorumlu olan Haddad, bölgeyi ve dünyayı sarsmıştı. Başlattığı operasyonlar siyaset, güvenlik ve medya çevrelerini iki yıldızla meşgul etti. Bunlardan ilki, OPEC bakanlarının Viyana'da kaçırılmasının ardından yıldızı parlayan Venezuelalı Carlos'tu (Çakal Carlos). İkincisi ise 1969 ve 1970 yıllarında iki uçak kaçırma operasyonuna katılan Filistinli genç Leyla Halid idi.
2001 yılının yazında Haddad hakkında, Carlos'un halen ikamet ettiği Fransız hapishanesinde kendisine gönderdiğim sorulara verdiği yanıtları da içeren uzun bir araştırma yazısı yayınlamıştım. Ancak şartlar, Halid’in dosyaya müdahil olmasını engellemişti. Merhum Lübnan Başbakanı Refik Hariri o zamanlar bana Haddad'ın hikayesiyle neden ilgilendiğimi sormuştu. Konu ilgi çekici olduğu için gazetecilik merakım nedeniyle araştırdığımı söylemiştim. Bunun üzerine lafı değiştirmişti. Ancak meşgul bir Başbakan’ın bu tür bir araştırmayı okuyacak kadar vakit ayırmasına şaşırmıştım.
Daha sonra bir tanıdığımdan, Haddad'ın Beyrut'taki evine yaptığı ziyarette 1970 yazında İsrail top mermileri tarafından hedef alınmasının ertesi günü, Lübnanlı genç bir adamın cam kırıklarını temizleme işine katılmasının dikkatini çektiğini işittim. Merakıma yenildim ve yaptığım mükerrer araştırmalar sonucunda bu genç adamın Refik Hariri olduğunu öğrendim. Aklımda birçok soru işaret oluştu. Çünkü o sırada Hariri, Suudi Arabistan’da çalışıyordu. Ancak bunu öğrendiğim kişi, Hariri’yi şahsen tanıdığı için sözlerinden emin görünüyordu.

‘Labneli sandviçler’
Yıllar önce şair ve gazeteci Zahi Vehbe, Hariri'nin sahibi olduğu Al-Mustaqbal TV'de Leyla Halid ile röportaj gerçekleştiriyordu. Röportaj sırasında Hariri’nin ikamet ettiği Koraytem Sarayı’ndan bir telefon geldi ve Vehbi’nin reklam arasını uzatması talep edildi. Öyle de yaptı. Bu sırada Hariri telefon ederek Leyla’yı telefona istedi ve ona, “Ben Lübnan Başbakanı Refik Hariri” dedi. Halid, ona, “Ben Lübnan Başbakanı’nı tanımam. Ben eski Refik’i bilirim” şeklinde yanıt verdi. Bunun üzerine Hariri, Halid’den onu evinde ziyaret etmesini istedi.

Celal Talabani (Getty)- Vedi Haddad- Refik el-Hariri (Getty)
Halid, Vehbe ile davete icabet etti. Onları, Hariri bizzat karşıladı. Görüşmede, Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarındaki zor koşullar ele alındı. Leyla Halid, kamp sakinlerinin yaşamlarını prangalayan kısıtlamaların hafifletilmesi gerektiğini vurguladı. Görüşmede eski hatıralardan da bahsedildi. Hariri, Halid’e ‘labneli sandviçleri’ hatırlayıp hatırlamadığını sordu. Leyla, hatırladığını söyledi. Vehbe, sandviçler hakkında sorular sormaya çalıştı ama Hariri bir el hareketiyle bunun önüne geçip konuyu değiştirdi. ‘Labneli sandviçler’ dosyası Hariri’nin en gizli dosyasıydı. Bu nedenle Hariri hakkında yazılanların hiçbirinde bu konudan bahsedilmiyor. Hariri, bu sırrı en yakınındakilerden bile sakladı. Ancak Şarku'l Avsat okuyucuları, 50 yılın ardından bu sırra vakıf olabilecekler.
Dürüst olmak gerekirse Halid’in Amman’daki evine ona Hariri’yi sormak için gitmedim. Özellikle de 1970’li yıllarda ekranları işgal eden, inançlarından vazgeçmeden ve yaptıklarından pişmanlık duymayan 80’lerine merdiven dayamış bu hanımdan hikayeler toplamak üzere gittim.
Halid, 1970 yılında Mossad tarafından hedef alınan dairesinde bulunması nedeniyle Haddad’ın ölümden kurtarılmasına istemeden katkıda bulundu. Halid, hazırlanmakta olan bir operasyonla ilgili Haddad’dan talimatları alıyordu. Bu durum, oğlu ve eşinin yaralandığı ve yatak odasının hedef alındığı saldırıda Haddad’ın başka bir yerde olmasını sağladı. Bunu bana anlattığında, ertesi gün cam kırıklarını topladığı söylenen genç adamı hatırladım. Halid’e ertesi gün onu görüp görmediğini sordum. Haddad’ın ailesi ile birlikte Beyrut Amerikan Üniversitesi Hastanesi’nde olduğunu ve söz konusu daireye kimin gelip gelmediğini bilmediğini söyledi.
 O yıllarda Hariri'yi tanıyıp tanımadığını sorduğumda ise “Evet. Beyrut Arap Üniversitesi’nde eğitim aldığı sırada kardeşim Halid ile birlikte yaşadığı için onu tanıyordum. Mezun olmasına bir yıl kala Beyrut Mazraa'daki kız kardeşimin evine geldi ve Suudi Arabistan'da çalışmaya karar verdiğini söyledi. Eğitimini tamamlaması için onu ikna etmeye çalıştık, ancak başaramadık. Yanlış hatırlamıyorsam 1965 yılı ya da hemen sonrasıydı. Daha sonra Lübnan'da bizi ziyaret etti. Vedi ile görüştü ve Vedi onu silahları Avrupa'ya taşımakla görevlendirdi” şeklinde yanıt verdi.
Şaşırmamış gibi davrandım. Silahların ne zaman ve nereye taşındığını sordum. “Avrupa'ya ve bunu 1970 ile 1971 arasında birçok kere yaptı. O sırada Suudi Arabistan’da çalışıyordu. Vedi’nin Hariri’den Lübnan’a gelmesini nasıl istediğini bilmiyorum. Hariri, silahları tek başına taşıyordu. 1972'den sonra onu artık görmez olduk” şeklinde cevap verdi. Hariri’nin- o zamanki mütevazı imkanlarına rağmen- grubun herhangi bir finansmanına katkıda bulunup bulunmadığını sorduğumda ise “Emin değilim, ben yalnızca silah transferinde görevlendirilmesine tanık oldum. Dış operasyonda temel kural, kimsenin üzerine düşeni yapmak için ihtiyaç duyduklarından başka bir şey bilmemesiydi” dedi. Hariri, Suudi Arabistan’da çalışırken, ona neden böyle bir görev verildiğini sordum. Halid, “Size daha önce de söyledim, bilmiyorum. Belki de pasaportu şüphe uyandırmadığı içindir” şeklinde yanıt verdi. Halid, Hariri'nin silahı üç Avrupa ülkesinin (Fransa, İspanya ve Almanya) havaalanlarına nasıl teslim ettiği hakkında konuşmayı reddetti.
Kayıt cihazı açıktı ve anlatılanlar bir film şeridi gibi zihnimde dönüyordu. Haddad tarafından Avrupa'ya silah taşımakla görevlendirilen genç adam, daha sonra Arap ve uluslararası düzeyde kabul edilebilir bir oyuncu olarak görünecekti. Beyaz Saray’a girecek, Kremlin’de memnuniyetle karşılanacak, Downing Sokağı 10 Numara’yı ziyaret edecek, Elysee'nin Efendisi, Paris'teki evinde yemek tertip etmek için protokolü çiğneyecekti.

Hariri ve yayınların Suriye'ye kaçırılması
O an aklıma 20 yıl önce Vedi ile çalışan Zeki Hillo’dan bana Hariri’yi tanıdığını söylediğinde duyduklarım geldi. Zeki bana bundan fazlasını söylememişti. Sırlar aleminde yaşama konusunda tecrübeliydi. Carlos'u nişancılık ve küçük patlayıcılar konusunda eğiten oydu.
Lübnan'ın güneyindeki memleketi Sayda'da gençliğinde Hariri'ye eşlik edenlerden bazılarına sordum. Hariri, ‘Arap Milliyetçileri Hareketi’ne aktivist olarak katılan hevesli bir gençti. Orada iki isim; George Habaş ve Vedi Haddad biliniyordu. Daha sonra her ikisiyle de tanıştı. Mütevazı bir role sahipti. Hareketin bazı üyelerine kiralık ev vb hizmetler bulmak gibi kolaylıklar sağlamakla ilgilenen Vedi başkanlığındaki bir komiteye katıldı. Hariri ayrıca hareketin yayınlarını Suriye'deki üyelerine gizlice ulaştırmakla da görevlendirilmişti. Bu belgeleri Sayda'dan Suriye şehirlerine giden sebze kamyonlarına saklamayı seçti. O günler, Arap Milliyetçileri Hareketi’nin rahminden Habaş liderliğindeki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin doğumundan önce, Hariri'yi hareketin bazı sembollerine bağlayan ip niteliğindeydi.

Celal Talabani keşif görevinde
Leyla Halid, Haddad'ın bazı dostluklarını, özellikle de şüphe çekmeyen insanlarla olanları, işine yarayacak rollerde kullanmakta usta olduğuna dikkat çekti. Bu bağlamda, bir keresinde genç bir Kürt solcuyu Avrupa'da keşif görevleri yürütmesi için görevlendirdi. Yıllar önce bu Kürt gencinin daha sonra yüksek bir mevkiye geldiğini duymuştum. Bu nedenle şüphelerim, merhum Eski Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani üzerinde yoğunlaştı. Kendisiyle Şam ziyareti sırasında görüşme fırsatı bulup ona bunu sordum, o da hikâyeyi doğruladı. Ancak, ‘ABD’li dostlarımızın, Irak Cumhurbaşkanı’nın eski bir terörist olduğunu söylememesi’ ve belki de gezisinin Şimon Peres'e suikast planının bir parçası olduğunun söylenmemesi için buna çok fazla odaklanmamayı nazikçe diledi. Doğrusu Talabani'nin yetiştirilme tarzı, eğilimleri ve bağlantıları nedeniyle böyle bir rol oynamasına şaşırmadım. Ancak Hariri'nin silah taşıması ve bu rolün elli yıl boyunca sır olarak kalması garip.
Haddad, dostluklarını amacına hizmet etmek için kullandı. Leyla Halid, “Seyahat masraflarını ve görevleri karşılamak için onlardan para almam için bazı şahsiyetlere ve birkaç doktor da dahil olmak üzere dostlarının yanına gitmemi isterdi. Onlara seyahat bileti almak istediğimizi bildirmemi söylerdi. Bir keresinde Dr. Necib Ebu Haydar'a (eski Lübnan bakanı) gittim ve bana Vedi'nin nereye seyahat etmek istediğini sordu. Tabi ki bilmediğimi söyledim. ‘Bize parayı verin, biletleri biz alırız’ dedim. Dostlukları oldukça güçlüydü. Aslında bu konularda birden fazla güvenilir doktor vardı. Büyük bir şirketin başındakiler de dahil olmak üzere bazı akrabalarına güvenirdi. Onlara, ‘Para ödemek istiyorsunuz. Burası Filistin, hepimizin. Siz arkamızda olduğunuz sürece biz ölmeyiz’ derdi. Ona ve davanın adaletine duydukları güven, onları çağrısına yanıt vermeye sevk ederdi” dedi.
Haddad’ın ona hizmet sunmaktan çekinmeyen başka bir dostu daha vardı. Lübnan Parlamentosu’nun Sayda şehri temsilcisi Maruf Saad. Bir gün Saad’dan kaçırılan bir uçağın inmesi için uygun yer önermesi istendi. Saad, Haddad'ın onay vereceği bir yer aradı, ancak Leyla Halid, yerin İsrail savaş uçaklarının ulaşabileceği bir yer olmasından korktuğu için konuyu reddetti. Arama Lübnan dışına taşınacak ve Leyla, üye toplamak ve onları uçak kaçırmak için eğitmekle görevlendirilecekti ki böyle de oldu.

Mossad füzeleri, balayını erteletti
Leyla Halid'den Mossad'ın Haddad'a düzenlediği suikast girişiminin hikayesini anlatmasını istedim, çünkü saldırı sırasında Haddad’la birlikteydi. Halid bu olayı şöyle anlattı: “Vedi sıkı güvenlik önlemlerine olukça önem verirdi. Tüm hareketleri tam bir gizlilik içinde gerçekleştiriliyordu. Ancak gece saat 2’de Beyrut’un ez-Zarif mevkiindeki dairesini, yatak odalarını hedef alan altı füzeyle vurmayı başardılar. Neyse ki o an yemek odasında oturuyordum. O da her zaman olduğu gibi odada ve koridorda bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Sabah bir yolculuğa çıkacaktım ama beni Tel Aviv'e götürmesi gereken operasyonun detaylarını yazmam gerekiyordu. Patlama sesleri geldiğinde liderliğe göndermek için detayları yazıyordum.
Patlamalar beni sarstı. Vedi’nin oğlu Hani’nin çığlıklarını işittik. Vedi yaralanmadı fakat oğlunun birçok yerine şarapnel parçaları isabet etti. Dairenin camları kırıldı. Boğuluyormuş gibi hissettik. Giysi dolabı yanıyordu ve yatağında yatan Hani’yi kontrol etmeye gittiğimde neredeyse üzerine yıkılmak üzereydi. Vedi atıldı. Ellerinin yandığını gördüm. Buna rağmen Hani’yi kucaklayıp bana verebildi. Çocuğun kanaması vardı. Onu kucakladım, kapıyı nasıl açacağımı bilemedim. Bu sırada Vedi geldi, yanık elleriyle kilidi açtı. Roketler evin alt ve üst katlarına isabet etti. O zor koşullarda Haddad’ın söylediği cümleleri hatırlıyorum: ‘Başaramadılar’ dedi. Operasyonla ilgili meseleleri yazdığım kağıtları toplayıp cebine koyduktan sonra eşi Samiye Haddad’ı almak için diğer odaya yöneldi. Eşinin yanına giderek kalkmasını istedi. Oğlunun yanında olmadığını anlayınca bağırmaya başladı. Beyrut Amerikan Üniversitesi Hastanesine koştum. Hastane, kollarımda kanaması olan bir çocuk olduğu halde giriş ücreti olarak 5 bin lira istediğinde bağırmaya başladım. Para isteyen adamı itip hastaneye girdim. Vedi de eşiyle arkamdan geldi.”

Batı Şeria'daki Beytüllahim'de İsrail ile ayrım duvarına çizilen Leyla Halid resmi (Getty)
Saldırı nedeniyle iptal edilen plan, Halid'in sahte pasaportla Tel Aviv'e giderek ‘balayını geçirmesi ve ardından operasyonu oradan gerçekleştirmesini’ kapsıyordu. Halid, “Hastanede ne yanıt vereceğimizi düşünüyorduk. İsrail uçaklarının Tel Aviv'e gidiş gelişleri hakkında bir kitapçık getirdim. Üç uçağın neredeyse aynı anda avlanabileceğini fark ettim. Fikri Vedi’ye sundum, o da beğendi” dedi. İşte, kaçırılan uçakların Ürdün'e indiği ‘Devrim Havalimanı’ fikri Beyrut'taki Amerikan Üniversite Hastanesi'nde böyle doğdu.

Vedi Haddad zehirlenerek mi öldü?
Vedi Haddad, son nefesini 28 Mart 1978'de, Doğu Berlin'deki polis hastanesinde verdi. Sırlar adamı gitti ve ardında onlarca yılın açıklığa kavuşturmayı başaramadığı olağan üstü bir sır bıraktı. Zehirlenerek mi öldü? Kimsenin kesin bir cevabı yok. Irak'ta, ardından Cezayir'de ve daha sonra Berlin'de başına gelen acı verici belirtiler, onun ayrıntılı bir zehirlenme sürecine maruz kaldığı kanaati oluşturdu. Ancak, tıbbi raporlar bu konuda kesin bir bilgiye yer vermedi. Yoldaşları, vefatından sonra faaliyetlerini sürdürmeye çalıştı. Bununla birlikte, Vedi Haddad'ın yokluğunda varlığını ve faaliyetini düzenleyen ipi kaybeden ‘dış operasyon’ sayfasını kapatmak için birkaç yıl yeterli oldu. Haddad, Bağdat’ta defnedildi. Gidişiyle bir tecrübe ve bir dönem sona erdi. Leyla, bazı Mossad ajanlarının, Haddad’ın ona gönderilen zehirli çikolataların kurbanı olduğu iddialarıyla alay ediyor. Vedi’nin dikkatli olduğunu ve çikolata sevmediğini vurguluyor.
Haddad’ın yoldaşları örgütün sırlarını kasaya kilitledi ve anahtarı güvenli bir yere sakladı. Gazetecileri ağırlamak, haber sızdırmak, sırları satmak gibi huyları yok. Leyla Halid biraz farklı, çünkü bir yıldız ve sembol haline geldi. Daha sonra Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nde liderlik pozisyonları üstlendi. Filistinli kadınların rolünü geliştirmek için birbiri ardına sayısız faaliyetlere katıldı. Leyla, 1944'te Hayfa'da doğdu ve Nekbe'den sonra ailesiyle birlikte Lübnan'a sığındı. İlerleyen zamanda Kuveyt'e gitmeden önce Sur, Sayda ve Beyrut'ta ikamet etti.

İKİNCİ BÖLÜM: Leyla Halid, Şarku’l Avsat’a konuştu: Sovyetler Birliği bize havaalanından geçirilebilecek bomba yapımı için gerekli parçaları sağladı



Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
TT

Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)

Tony Bouloss

Lübnan, ekranlarımızda gördüğümüz bakanlar, başkanlar ve milletvekilleri tarafından yönetilmiyor. Lübnan, Taif Anlaşması'ndan bu yana ülkeyi kontrol eden, ekonomik, ailevi ve feodal çıkarlara sahip, köklü ve iç içe geçmiş bir siyasi sınıftan oluşan derin bir devlet tarafından yönetiliyor. Bu sınıf dün savaştı ve bugün de yönetim oyununu oynuyor, ne var ki gizlenme, manipülasyon, belirsizlik ve siyasi suikast, başarılı oldukları için değil, içeriden reform edilmesi imkânsız bir sistem kurdukları için iktidardan hiç ayrılmamış partiler gibi savaş taktiklerini devletin merkezinde tutmayı sürdürdü. Bahsi geçen sistem de krizlerden beslenen ve meşruiyetini kaostan alan bir sistem.

Karşımızda bir “akıllı görünme” cumhuriyeti var ve bu hesaplı belirsizlikler, sistematik yalanlar, çok yüzlü oyunlar ve yönetim politikası olarak zaman kazanma cumhuriyetidir.

Bu cumhuriyette, kimse çıkıp Lübnan halkına açıkça bir şey söylemiyor. Her dosya, her müzakere ve her anlaşma iki yüzle yönetiliyor; halka güven verici bir yüz ve muğlak bir diplomatik yüz. Üçüncü bir yüz ise, kirli anlaşmaların yapıldığı kapalı kapılar ardında ortaya çıkıyor.

Yetkililer halkın önünde egemenlikten bahsederken, diplomatlara farklı bir anlatı sunuyorlar. Uluslararası kurumlara asla tutmayacakları sözler veriyorlar ve kapalı kapılar ardında siyasi güçler karşılıklı yalanlar söyleyip, gizli anlaşmalar yapıyorlar. Siyasi yalancılık Lübnan'da bir anormallik değil; yönetim sisteminin özü. Bu sistem, istikrarının gerçeğe değil aldatmacaya; tek bir net karara değil, çelişkili yorumlara dayandığını onlarca yıl önce keşfetti.

Her şey ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğu için Lübnan'da gerçek bir çözüm yok, hiçbir krizden kesin bir çıkış yolu yok; çünkü gerçeğin itirafı, iktidar yapısı için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu sınıf, açık diyalogla değil, karşılıklı yalanlarla yönetiyor. Net kararlar değil, belirsizlikle yönetiyor. Bu nedenle her dosya hiçbir şeyle sonuçlanmıyor.

Yüzü olmayan bir devlet

Kağıt üzerinde, Lübnan devleti, güçler ayrılığı, denetim kurumları ve net anayasasıyla ideal bir devlet. Ancak bu kağıdın ardında, gerçek karar alma süreçlerinin dizginlerini elinde tutan bir gölge güç yatıyor. 40 yılı aşkın süredir her hükümette yer alan güçler, Lübnan'dan geçen her gücün elinde birer araç olarak hareket etmeyi başardı. Bunlar önce Filistin Kurtuluş Örgütü’nün müttefikiydiler, sonra Suriye vesayetinin başlıca ortağı oldular, bugün de Hizbullah tarafından kurulan İran nüfuz ağının bir parçası konumundalar.

Bu güçler, özlerini veya araçlarını değiştirmeden, söylemlerini ve dillerini siyasi ihtiyaçlarına göre değiştiriyorlar. Lübnan çıkmazının özü, yüzleşmenin ve faillerin isimlerinin açıklanmasının engellemesidir. Gerçeğe yaklaştığınız her an, komiteler, medyatik tiyatrolar ve çelişkili yorumlar ile sabote ediliyor.

Bu sınıf, yalnızca bir partiler topluluğu değil, çelişkiler ile kendisini gizleyen bir sistem. Gündüzleri reform bayrağını taşıyor, geceleri ise fiili güçlerle veya yabancı taraflarla anlaşmalar yapıyor. Halka bir şey söylerken, diplomatlara tam aksini söylüyor. Bu davranış kendiliğinden ortaya çıkan bir davranış değil, aksine etkili bir yönetim aracı.

İkiyüzlülük belirsizlik üretiyor ve belirsizlik de otoriteyi koruyor. Böylece “siyasi yalan”, yalnızca söylemde bir sapma değil, kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadığı ve hesap sormaya kapıyı kapattığı için denklem içinde dengeyi koruyan stratejik bir yapı haline geliyor.

Bu bağlamda, yönetici sınıf metinleri siyasi olarak yorumlamada ustalaştı. Onun için anayasa bir referans noktası değil, yorumlama malzemesidir. 1559'dan 1701 ve 1680'e kadar BM kararları, metinlerine göre değil, siyasi heveslere göre yorumlanır. Taif Anlaşması bile herkes tarafından istediği gibi yorumlandığından, “egemenlik” esnek bir terim, “silahsızlandırma” ertelenebilir bir hedef ve “geçiş aşaması” kalıcı bir aşama haline gelir. Böylece metinler hukuki ilkelere değil, siyasi araçlara dönüşür.

Lübnan'da çözüm tek bir yüzün olmasını gerektiriyor. Ancak yönetimin on yüzü var. Her yüzün bir anlatısı ve her anlatının bir dinleyicisi bulunuyor. Yetkililer, savaştan ziyade, gerçeklerin kendisinden korkarlar, çünkü gerçek belirleyicidir ve kararlılık belirsizliği ortadan kaldırır. Oysa Lübnan'da belirsizlik bir kusur değil, sistemi korumayı, hesap sormayı engellemeyi ve meseleleri çözümsüz bırakmayı amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir.

Gerçeksiz bir patlama

 Beyrut Limanı’ndaki patlama sadece bir felaket değildi; sistemin özü için bir sınavdı. Normal bir ülkede, bu büyüklükte bir patlamanın ardından mahkemeler toplanır ve hükümet istifa ederdi. Lübnan'da medya aktif, ancak gerçek gizli kalıyor.

Binlerce belge, yüzlerce celp, değiştirilen yargıçlar, engellenen soruşturmalar ve tek bir sonuç; hiçbir şey. Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sistem sarsılır. Bu nedenle dava gri bir alanda tutulmaya devam ediliyor; ne resmen kapatılıyor ne de resmen tamamlanıyor. İnsanlar yorulana ve gerçek kaybolana kadar askıda bırakılıyor.

Burada sistemin en belirgin özelliklerinden birini görüyoruz, o da cezadan kurtulma kültürü. Lübnan'da siyasi suikastlar medyatik bir hadiseye dönüşüyor ve ardından hukuken unutuluyor. Refik Hariri suikastından Lokman Selim, Joe Bejjani ve diğer suikastlara, herkes içten içe kimin bundan çıkar sağladığını bilse bile, katil her zaman meçhul.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre bankacılık krizi yalnızca finansal bir olay değil, tamamen politik bir olay. Ortadan kaybolan para boşa gitmedi; bizzat yönetimdeki ağların cebine girdi. Siyasi liderlere, seçim finansmanına, finansal mühendislik planlarına, kaçakçılık ağlarına, partizan çıkarlara ve yabancı kuruluşlarla yapılan anlaşmalara gitti. Bu nedenle, gerçek bir yargılamaya şahit olmamız imkânsız, çünkü bu bir tür kolektif siyasi intihar olurdu.

Böylece, bir kaos ekonomisi yerleşti. Rejim, gerçek bir finansal düzenlemeden vazgeçerek kaçakçılığın tamamen entegre bir ulusal ağ haline gelmesine, bankacılık sisteminin dışında bir nakit ekonomisinin gelişmesine, gerçek sahipleri bilinmeyen paravan şirketlerin türemesine, nakitin günlük hayatın fiili para birimi haline gelmesine izin verdi. Hiçbir kural, hiçbir yasa, hiçbir şeffaflık yok; sadece çöküşten nasıl kâr elde edeceğini bilenlerin çıkarlarına hizmet eden üretken bir kaos var.

Burada iki yüzlülük son derece etkili bir şekilde işliyor:

Yetkililer halkın önünde “mevduatların geri alınmasından” bahsediyorlar.

Diplomatların önünde “gerçekçi çözümlerden” bahsediyorlar.

Ancak kapalı kapılar ardında kayıplar paylaşılıyor ve asıl yararlananlar korunuyor.

İşte siyasi yalanın anlamı budur; biri halka özel, biri uluslararası topluma özel, üçüncüsü ise arka planda gizlice yürütülen anlaşmalara özel bir söylem.

Açıklaması olmayan bir anlaşma

İsrail ile yapılan ateşkes anlaşmasında bile aynı senaryo tekrarlanıyor; yetkililer bir şey duyuruyor, başka bir şey uyguluyor ve üçüncü bir şeyi gizliyor. Hizbullah taahhütlerinin sadece Litani Nehri'nin güneyini kapsadığını iddia ederken, devlet kontrolü dışında hiçbir silahın olmayacağını söylüyor. Ordu, mevzilerin yüzde 90'ının, sonra yüzde 80'inin, sonra da yüzde 85'inin dağıtıldığından bahsediyor; sanki rakamlar bir şans oyunuymuş gibi.

Kimse çıkıp açıklamıyor çünkü açıklama kararlı bir duruş gerektiriyor ve kararlı bir duruş da sorumluluk almak anlamına geliyor ve Lübnan'da sorumluluk büyük bir siyasi suç.

Burada sistemin bir başka yönü ortaya çıkıyor; otoritenin manipülatif dili. “Mekanizma”, “yol haritası”, “teknik açıklama”, “ortak komite” ve “istisnai durumlar” gibi terimler herhangi bir özden yoksun, içi boş terimler. Tek bir şeyi, yani karar almamayı maskeleyen güzel sözler. Hayır demek yerine, “bir mekanizmaya ihtiyacımız var” diyorlar. Evet demek yerine, “teknik bir açıklama bekliyoruz” diyorlar. Bu, boşluğu güzelleştirmek için kullanılan bir dil.

Lübnan'daki sistem çöküşe rağmen yönetmiyor; çöküş aracılığıyla yönetiyor. Her çöküş yeni sadakatler doğuruyor ve halkın gerçeği talep etme gücünü zayıflatıyor. Elektrik sektörünün çöküşü jeneratörler için aracılar, liranın çöküşü karaborsalar ve yargının çöküşü de güçlünün iktidarını doğuruyor. Lübnan'da çöküş bir hata veya başarısızlık değil, bir yönetim aracı.

Lübnan, belirsizliği yönetim doktrini, yalanı hayatta kalma aracı ve ikiyüzlülüğü resmi dil haline getirmiş bir siyasi sistem altında yaşıyor. Hiçbir kriz çözülmüyor, sadece yönetiliyor. Hiçbir gerçek konuşulmuyor, sadece gizleniyor. Hiçbir sorumluluk üstlenilmiyor, sadece erteleniyor.

Lübnan'ın normal bir devlet olmasını engelleyen şey çözümlerin yokluğu değil, belirsizliğe karşı netliği seçme iradesinin yokluğudur. Siyasi sınıf iki yüzlülük sanatında usta olduğu sürece, her konu yeni bir krize, her kriz de geleceği inşa etmek yerine zaman kazanma fırsatına dönüşecektir.

Yetkililer gerçekle tek bir yüzle yüzleşip halka açıkça “neler olduğunu”, “kimin yaptığını” ve “nasıl düzelteceğimizi” söyleyene kadar Lübnan yeniden ayağa kalkamayacak. O zamana kadar, Lübnanlılara karşı dürüst olmayı reddeden bu “akıllı görünme” cumhuriyeti, krizleri çözmek yerine yönetmeye, çatışmayı önlemek yerine ertelemeye ve devlet kurmak yerine kaosa yatırım yapmaya devam edecektir.


Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
TT

Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında Güney Kordofan ve Kuzey Kordofan eyaletlerindeki çatışmalar yeniden şiddetlendi. Çatışan taraflar, yardım konvoylarına ve bir anaokuluna saldırılar düzenlerken, Birleşmiş Milletler (BM) Sudan'ın yeni bir zulüm dalgasıyla karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu.

Basında yer alan haberlere göre HDK'ya ait bir insansız hava aracı (İHA) Güney Kordofan eyaletinin Kalogi beldesindeki bir anaokulunu vurdu ve 20'si çocuk olmak üzere 114 kişi öldü, onlarca kişi ise yaralandı.

HDK, orduya ait bir İHA’nın Kuzey Kordofan eyaletinde Dünya Gıda Programı'nın (WFP) insani yardım konvoyunu bombaladığını belirterek, konvoyun ‘gıda güvensizliğiyle boğuşan yerinden edilmiş ailelere acil gıda yardımı taşıyan’ 39 kamyondan oluştuğunu açıkladı.

Bunu insani yardım konvoylarını ‘sistematik olarak hedef alınmaya’ devam etmesinin, temel yardımların ulaştırılmasını engellemeye yönelik tehlikeli bir yaklaşım ve bölgede çalışan uluslararası kuruluşlara yönelik tekrarlanan saldırılar olarak değerlendiren HDK, bunun insani krizi daha da kötüleştirdiğini ve sivillerin çektiği acıları artırdığını belirtti.


Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
TT

Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)

Haid Haid

Suriye, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün birinci yıldönümünde elbette kutlanması gereken, ancak aynı zamanda üzerinde derin derin düşünülmesini de gerektiren bir dönüm noktasında. Geçtiğimiz yıl aralık ayında Beşşar Esed rejiminin düşüşü, elli yıllık otoriter yönetim, askeri idare ve derin uluslararası izolasyonun sona erdiği tarihi bir kırılma noktası oldu. Aynı zamanda, uzun süredir kapalı olan bir pencereyi açarak siyasi sistemi yeniden düşünme, parçalanmış kurumları yeniden inşa etme ve ulusal iyileşmenin zorlu yoluna girme fırsatı doğurdu.

Suriye'nin geçiş dönemi yetkilileri, geçtiğimiz yıl boyunca birçok kişinin imkânsız olduğunu düşündüğü başarılara imza attı. Diplomatik alanda, ülke onlarca yıllık izolasyon döneminden çıktı ve uzun süredir kapalı olan iletişim kanallarını yeniden açtı. Yaptırımların neredeyse tamamen kaldırılmasına hiç olmadığı kadar yaklaştı. İç politikada ise hizmetleri iyileştirdi, sivil alanı genişletti, istikrarı yeniden sağladı ve bazı sporadik mezhepsel gerilimler olmasına rağmen şiddeti en aza indirdi. Ancak bu başarılar, çözülmemiş derin sorunlarla bir arada varlığını sürdürüyor.

Kurumlar yeniden inşa edilmiş olsa da meşruiyet meselesi halen belirsizliğini koruyor. Siyasi süreçler başlatılmışsa da henüz ülkeyi ortak bir vizyon etrafında birleştirmeyi başaramadılar. Hükümetin iddialı kurtarma planlarına rağmen ekonomik durum kötüleşmeye devam ediyor. Adalet mekanizmaları devreye sokuldu, ancak bunlar sınırlı kalıyor ve en acı gerçeklerden kaçınıyor. Bu eksikliklerin giderilmesini daha fazla ertelemek mümkün değil. Önümüzdeki yıl, geçen yıldan daha belirleyici ve daha tehlikeli olacak.

Beklentiler artıyor, yaşam koşulları kötüleşiyor ve halkın artan hayal kırıklığının keskin bir siyasi bölünmeye dönüşme riski büyüyor. Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Siyasi uzlaşı olmadan ilerleme

Yeni parlamentonun oluşturulması tamamlanmak üzereyken, geçiş süreci yol haritası –ulusal diyalog, anayasal deklarasyon ve geçici temsil organlarının kurulması– resmi olarak tam şekline kavuştu. Bu adımlar, kâğıt üzerinde otoriter bir yönetim sonrası siyasi sistemin temel yapısını özetliyor. Ancak gerçekte, meşruiyet, temsil ve yeni devletin izleyeceği yol konusunda süregelen gerilimleri de ortaya çıkarıyor.

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, sürecin her aşamasını katılımcı ve kapsayıcı olarak sunmaya özen gösterdi. Ulusal diyalog hakkında görüşleri almak için önde gelen isimler, topluluklar ve aktivistlerle istişare etmek üzere komiteler oluşturuldu. Anayasa bildirgesi taslağı hazırlandı, yeni kurumların tasarımı yapıldı. Bu adımların amacı, şeffaflığı sağlamak ve önceki rejimi karakterize eden dışlayıcı uygulamalardan kopmaktı. Ancak, uygulamanın hızı, aşamaların sıralaması ve sürecin sıkı bir şekilde kontrol edilmesi, karışık ve sert tepkilere yol açtı. Yeni yönetimin destekçiler, bu başarıları tarihi bir olay olarak gördüler. Zira böyle kırılgan bir geçiş döneminde, uyumu korumak ve siyasi kaymayı önlemek için bir dereceye kadar merkezi karar alma sürecinin gerekli olduğunu düşünüyorlardı.

Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Ancak yeni yönetimi eleştirenler, Cumhurbaşkanlığının elinde aşırı miktarda gücü bir araya getiren ve gerçek denetim ve denge mekanizmalarını bariz bir şekilde ortadan kaldıran yukarıdan aşağıya bir yaklaşım gördükleri için tamamen farklı bir görüşe sahipler. En büyük endişeleri, ortaya çıkan sistemin Esad dönemini karakterize eden otokratik yönetim mantığını ortadan kaldırmak yerine yeniden üretmesi olasılığı.

gthyj
Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan Suriyeli kadınlar (AFP)

Bu korkular, hükümet ve güvenlik kurumlarında Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile bağlantılı isimlerin ortaya çıkmasıyla daha da artmış ve güvenin yeniden tesis edilmesi için daha geniş bir katılımın gerekli olduğu bir dönemde siyasi tekel oluşacağına dair endişeleri körüklüyor.

Öte yandan yeni parlamentonun oluşturulması, bu bölünmeleri hafifletmek bir yana, daha da derinleştirdi. Yeni parlamento, yol haritasının resmi gerekliliklerini karşılasa da temsil gücü ve istenen değişimi gerçekleştirecek gerçek güce sahip olup olmayacağı konusunda eski şüpheleri yeniden alevlendirdi. Kısacası, siyasi geçişin ilerlediğini söylemek mümkün, ancak bunu pekiştirmek için gerekli olan birlik, güven ve meşruiyet konularında halen eksiklik var olamaya devam ediyor.

Değişen koşullarda elde edilen kazanımlar

Diplomasi, geçiş sürecinin en göze çarpan başarısı olsa da erken dönemdeki ilerlemenin sınırları en çok ekonomide belirginleşiyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, ekonomiyi canlandırmayı, yol haritasının temel taşı haline getirirken ithalat vergilerini düşürdü, devlet memurlarının maaşlarında yüzde 200 artış yapılacağını açıkladı ve Suriye'nin iş dünyasına açık olduğu mesajını vermek için yatırımcıları çekmeye çalıştı.

Kısa bir süre için bu önlemler somut sonuçlar verdi. Gümrük reformları, ticaretin serbestleştirilmesi ve para biriminin geçici olarak güçlenmesi sayesinde enflasyon geçtiğimiz yılın şubat ayında yüzde 110 civarındayken bir yıl sonra aynı dönemde yüzde 15 civarına kadar sert bir gerileme gösterdi. Ancak bu rahatlama kısa sürdü. Enflasyon yeniden yükseldi ve fiyatlar hızla ücret artışlarını geride bıraktı. Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Şara hükümetinin başarıları arasında, temel ürünlerin tedarikinin iyileştirilmesi, elektrik tedarikinin önemli ölçüde artması ve bazı bölgelerde Esed rejimi döneminde mevcut olanın on katına ulaşması da yer aldı. Yakıt krizi hafifledi ve ekmek artık düzenli olarak temin edilebilir hale geldi.

Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Ancak bu başarılar yüksek bir bedel karşılığında elde edildi. Sübvansiyonların yeniden yapılandırılmasının ardından elektrik, yakıt, ekmek ve ulaşım fiyatları keskin bir şekilde yükseldi. Suriyeliler, 2011 yılından bu yana gelirlerinin daha büyük bir kısmını temel ihtiyaç maddelerine harcıyor ve bu durum, siyasi bölünmeleri aşan bir hayal kırıklığı kaynağı haline geliyor.

Geçiş dönemi yetkilileri, Suriye'nin ekonomik çöküşünün yapısal köklerinden sorumlu değil. Zira bu çöküşün nedenleri on yıllardır süren yolsuzluk, savaş ve kötü yönetimdi.

Karar alma sürecinde yukarıdan aşağıya bir yaklaşım, piyasanın liberalleşmesine hızlı geçiş ve aşırı finansal ve sosyal kırılganlığın yaşandığı bir dönemde sübvansiyonların kaldırılması gibi bütün bunlar, kamuoyu ile anlamlı bir istişare yapılmadan gerçekleştirildiğinden, birçok Suriyeli sadece bu durumla başa çıkmakla kalmayıp, sabırlı kalmakta da zorlanıyor. Sonuç, yüzeysel olarak toparlanıyor gibi görünen, ancak yapısal olarak kırılgan ve siyasi patlamalara giderek daha yatkın hale gelen bir ekonomi oldu.

Adalet, siyaset koridorlarında takılı kaldı

Suriyelilerin adalet ve hesap verebilirlik konusundaki uzun süredir devam eden talepleri ise, son yıllarda hiç olmadığı kadar ilerleme kaydetti, ancak yine de sıkı siyasi ve yapısal kısıtlamalara tabi olmaya devam ediyor.

Mart ayında Suriye’nin kıyı şeridinde gerçekleşen ihlallerle ilgili tarihi duruşma, Esed döneminin özelliklerinden biri olan cezasızlık dönemine son verdi. Esed döneminin güvenlik güçleri üyeleri, ilk kez kamuya açık mahkemelerde yargılandı. Duruşmalar televizyonda yayınlandı, sanıklar avukatlar tarafından temsil edildi ve tanık ifadeleri kamuoyuna açık olarak tartışıldı.

Bu durum, gizlilik ve inkâr alışkanlığı olan topluluklar için güvenlik güçlerinin bile artık hesap verebilirlikten muaf olmadığına işaret eden güçlü bir sembolik değişimdi. Bunun öncesinde hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda'da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıklamış, gerçekleri araştırma komisyonları kurmuş ve sorumlulardan hesap sorma sözü vermişti. Daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir adımla, uluslararası kuruluşların bu ihlallere ilişkin bağımsız soruşturmalara erişimine de izin verdi. Ancak tüm bu ilerlemelere rağmen, adalet gündemi ciddi şekilde kısıtlı kalmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre yetkililer, Esed’in iktidara gelmesinden sonra meydana gelen ihlallerin hesap verilebilirliğini önceliklendirirken, önceki rejimin on yıllardır işlediği suçlarla kapsamlı bir yüzleşmeyi erteliyor. Siyasi açıdan bu, birincisi, son ihlallerin sorumlularının hesap vermesinin, tüm dikkatlerin üzerinde toplandığı bir süreçte hükümetin yurtdışındaki imajını güçlendirmesi, ikincisi ise yetkililerin, eski rejimin sembollerine yönelik geniş çaplı yargılamaların kırılgan barışı tehdit edebileceğini düşünmesi olmak üzere iki hesabı yansıtıyor.

sdghvf
Esed rejiminin düşüşünün yıl dönümü kutlamalarında güvenlik güçleri üyeleriyle hatıra fotoğrafı çekilen Suriyeliler (AFP)

Hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda’da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıkladı, gerçekleri araştırma komisyonları kurdu ve sorumlulardan hesap soracağını taahhüt etti.

Ancak tek neden bu hesaplar değil. Suriye’nin kapsamlı bir geçiş dönemi adaleti sağlamak için gerekli yasal altyapısı yok. Ceza hukuku savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları veya zorla kayıpları tanımıyor ve gerekli reformları hayata geçirecek güçlü bir parlamento olmadan, yargı sisteminin araçları sınırlı kalıyor.

Bunlar çok büyük zorluklar olsa da eski rejimin simalarına hesap soracak herhangi bir önlemin alınmaması giderek daha fazla zarara yol açıyor. Uzun süredir baskı altında yaşayan topluluklar, seçici adaleti başka bir adaletsizlik biçimi olarak görür. Güvenilir bir telafi yolunun olmaması, öfkeyi körüklerken bazı kişileri gayri resmi yollardan adaleti sağlama veya intikam alma yoluna iter.

Sünni aşiretlerin üyelerinin, bir kez daha mezhepçilik açısından çerçevelendirilen bir suç olayının ardından Alevi mahallelerine düzenledikleri son saldırılar, kurumsal adaletin olmadığı veya taraflı olduğu algısı oluştuğunda şiddetin ne kadar çabuk patlak verebileceğini gösterdi.

Kırılgan sakinlik

Güvenlik durumuna, dikkat çekici bir istikrar ve derin yapısal kırılganlık hakim. Yetkililerin iyi yönetimi sayesinde Suriye, Esed rejiminin düşüşünün ardından birçok kişinin beklediği yaygın şiddet olaylarından kaçınmayı başardı.

Silahlı gruplar Savunma Bakanlığı bünyesine girdi ve güvenlik güçlerinin başlangıçtaki disiplini, son derece istikrarsız bir dönemde misillemelerin önlenmesine yardımcı oldu.

Ancak bu istikrar, mezhepsel gerilimin yaşandığı noktalarda defalarca kez sınandı. Geçtiğimiz mart ayında kıyı şeridinde yaşanan ihlaller ve temmuz ayında Suveyda'da yaşanan ayaklanmalar, Savunma Bakanlığı bünyesine yeni entegre edilen güçler üzerindeki kontrolün sınırlarını ortaya koydu. Disiplinin sağlanamadığı birlikler, suistimaller, misillemeler ve aşırı önlemler almış ve topluluklar arasındaki güvensizliği derinleştirdi.

Öte yandan son gelişmeler bazı kurumsal öğrenmelerin olduğunu gösterdi. Alevi nüfusun yoğun olduğu mahallelere yönelik aşiret saldırılarının ardından hükümetin Humus'a hızla müdahalesi, daha geniş çaplı bir mezhepsel çatışmanın patlak vermesini önledi. Koordineli konuşlandırma, önde gelen yerel isimlerle istişare ve sıkı operasyonel kontrol, gecikmeli tepkiler şeklindeki önceki müdahalelerin aksine, şiddetin tırmanmasını önlemeye yardım etti.

Benzer şekilde, kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti. Güvenlik güçlerine göstericileri korumaları, yerel birimleri dizginlemeleri ve şikayetlerin kamuoyuna duyurulmasına izin vermeleri talimatı verildi. Bu yaklaşım, gerilimi tırmandırmak yerine yatıştırmaya yardımcı oldu.

Suriye’nin kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti.

Bu iyileştirmeler önemli olsa da temel sorunları çözmekte yetersizdi. Parçalanmış güvenlik kurumları, zayıf disiplin ve merkezi liderlikten çok yerel liderlere sadık kalan birimler.

Daralan pencere

Suriye’deki geçiş sürecinin ilk yılı önemli başarılar getirdi, ancak merkezi otoriteye dayalı, katılımın dikkatle kontrol edildiği ve en zor kararların ertelendiği bir yönetim modelinin sınırlarını da ortaya çıkardı. İstikrar ve diplomatik atılımlar hükümete zaman kazandırdı, ancak bu zaman sonsuz değil. Halkın beklentileri, devletin bunları karşılama kapasitesinden daha hızlı artıyor ve resmi söylem ile yaşanılan gerçeklik arasındaki uçurum giderek genişliyor. Bu genişleyen uçurum, artık Suriye'nin gelecekteki gidişatını belirleyecek bir fay hattı haline geldi.

Önümüzdeki görev artık sadece düzeni sağlamak değil, ilk yılda kaçınılan gücün nasıl dağıtıldığı, adaletin nasıl sağlandığı, güvenlik güçlerinin nasıl yönetildiği ve ekonomik yüklerin nasıl ele alındığı gibi yapısal sorunları ele almak. Bu tartışmalar zor olabilir, ancak bunları ertelemek daha da tehlikeli.

Sonuç olarak, geçtiğimiz yıl geçiş sürecinin neler vaat edebileceğini gösterdiyse, önümüzdeki yıl da bu temellerin ayakta kalıp kalamayacağını belirleyecek.