Leyla Halid, Şarku’l Avsat’a konuştu: Sovyetler Birliği bize havaalanından geçirilebilecek bomba yapımı için gerekli parçaları sağladı

İki uçak kaçıran Halid, Şarku'l Avsat’a Rabin ve Mossad patlayıcısının hikayesini ve ‘Devrim Havalimanı’ fikrinin doğuşunu anlattı.

29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)
29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)
TT

Leyla Halid, Şarku’l Avsat’a konuştu: Sovyetler Birliği bize havaalanından geçirilebilecek bomba yapımı için gerekli parçaları sağladı

29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)
29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)

(İkinci ve son bölüm)
80’lerine merdiven dayayan Leyla Halid, hayatını gerçekleşmemiş bir hayalin peşinden koşarak geçirdi. Ancak bu hayalinden asla vazgeçmedi, pişmanlık veya üzüntü de duymadı. Lisedeyken Arap Milliyetçi Hareketi’nde yer aldı. Daha sonra liderlik saflarına yükseleceği Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) katıldı. Vedi Haddad liderliğindeki ‘dış operasyon’ dairesine katıldığı günden itibaren tehlikelerle birlikte yaşadı. Leyla Halid, Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajda Filistin davasından hayatı, sürece ilişkin görüşüne, uçak kaçırma olayına kadar birçok başlıkta merak edilen soruları cevapladı.
Yıllardır zor bir soru zihnimi meşgul eder durur: Kremlin tahtına çıkmadan önce uzun süredir sırlar muhafızı Yuri Andropov tarafından yönetilen KGB imparatorluğu ile ‘dış operasyon’ dairesi arasında bir bağlantı var mıydı?
Leyla buna cevap verdi:
“Vedi, Beyrut’taki askeri ataşe aracılığıyla Sovyetlerle bir iletişim kanalı açtı. Bir aşamada, ne kadar ileri teknoloji olursa olsun, havalimanlarının kapılarından geçebilecek bombalar üretiyorduk. Bazılarını denedik. Bu, İngilizleri oldukça şaşırttı. Bir gün bombayı geliştirmek için bir zembereğe ihtiyacımız oldu. Eskiden hiçbir büyükelçiliğe güvenmez, sorunları Amerikan Üniversite Hastanesi doktorlarından Vedi’nin dostları aracılığıyla çözerdik. Ancak bu kez sorunu onlarla çözemedik. Sovyetler Birliği Büyükelçiliği’ne gitmek ya da başka bir yerde bir toplantı düzenlemek zordu. Batılı güvenlik servisleri bizi takip ediyordu. Çözüm, Sovyet askeri ataşesiyle sahil şeridinde, sanki yalnızca gezintiye çıkmış gibi yürüyüş yapmaktı. Sorunu ataşeye anlattık. O da talebimizi komutanlığa iletti. Ardından Moskova’ya gittik ve istediğimizi aldık. Sovyetler Birliği bize havaalanından geçirilebilecek bomba yapımı için gerekli parçaları sağladı. Tüm ziyaretlere katılmadım ama Vedi ile Moskova'ya gittim.”
Kendisine Moskova yakınlarındaki bir ormanda Vedi ile Andropov arasında gerçekleştiği söylenen bir görüşmeyi sorduğumda ise o toplantıya katılmadığını söyledi.

1983 yılının Şubat ayında Cezayir'de Filistin Ulusal Konseyi toplantısına katılan bir grup Filistinli kadın ve Leyla Halid. (Getty)
Haddad ve Andropov arasındaki orman buluşması
Gerçekten de ormanda bir görüşme gerçekleşti. Haddad, ormanın ortasındaki bir sarayda misafir edildi. Sovyet heyeti ve Haddad arasında siyasi, askeri ve teknik konuların ele alındığı görüşmeler gerçekleştirildi. Bu, Teşkilat Başkanı Andropov ile bir toplantı ile sonuçlandı. Tartışılan konu o dönemde ‘terörizm’ olarak adlandırılan bir mesele olduğu için tartışma kolay olmadı. Görüşmelerde iki devletli çözüm konusunda net bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Vedi Haddad, ülkelerinin bir ve bölünmez olduğunu iki devlet kurmayı hiçbir zaman düşünmediklerini vurguladı. Onlara Hayfasız, Kudüs’ün dahil olduğu tam bir Filistin teklif edilseydi dahi bunu kabul etmeyeceklerinin altını çizdi. Bunun ardından Haddad’a herhangi bir özel talebi olup olmadığı soruldu. Haddad, “Gelmeden önce bir liste hazırladım. Açgözlü değilim ancak bunlara ihtiyacım var. Tüm listeyi istiyoruz. Yoksa kalsın” dedi. Listeyi teslim etti ve gerçekten de Sovyetler istediklerini verdi. Bazı silahlar, özel makineli tüfekler ve tabancalar, özel mühimmatlar, bazı teknik malzemeler ve zamanlayıcılar teslim edildi.
Halid, o günlere ilişkin şunları aktardı:
 “Bir süre sonra Aden'de bizimle temasa geçildi. Kıyıdan yaklaşık altı kilometre uzağa gittik. Vedi’nin istediği tüm silahları teslim aldık. Orman görüşmesinin devamı gelmedi. İlişkiler normal düzeyde kaldı. Ancak Vedi’nin cenaze töreni sırasında bir Sovyet diplomatı gelerek, yerine kimin geçeceğini sordu. Şimdi bunu konuşmanın zamanı olmadığını söyledik. Bunun ardından aktif bir ilişki söz konusu olmadı.”

Leyla Halid, Amerikan uçağının şam’da kaçırılmasının ardından Ürdün'e döndü. (Getty)
İki uçak kaçırma

Radyo ve haber ajansları Leyla Halid’i son dakika haberi yaptığı dönemde Lübnan'ın güneyindeki Sayda'da öğrenciydim. Haberlerde, şu ifadelere yer verilmişti:
“Kendine Şadya Ebu Gazale (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’den, yaşamını yitiren ilk kadın savaşçı) adını veren Filistinli bir genç kız, bir İsrail uçağı kaçırdı ve Şam’a iniş yaptırmadan önce Hayfa üzerinde uçurdu.”
Haber son derece heyecan vericiydi. Bir kadının uçak kaçırması ne Ortadoğu'da ne de dünyada yaygın bir durumdu. Üstelik genç kadın, ailesi 1948'de Lübnan'a kaçan bir Filistinliydi. Şadya’nın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne katılmadan ve ardından Haddad liderliğindeki ‘dış operasyon’ dairesinde çalışmaya başlamadan önce Sayda’da bir liseden mezun olması, haberin verdiği heyecanı ikiye katladı. O günlerde, onlarca yıl sonra yeni ‘Şadya’yı dinlemek için Amman'da bir apartman dairesine gideceğim aklıma gelmemişti. İşte iki uçak kaçıran Leyla Halid, o günlerde yaşananları Şarku'l Avsat’a anlattı.
Yoldaşı George Habaş ile birlikte Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde tıp okuyan Vedi Haddad, Filistin'e dönme hayali kuruyordu. Ne var ki dünya, Filistinlilerin işgal altında yaşamasına veya Ürdün, Suriye ve Lübnan'da bekleme kamplarına dağıtılmasına alışacaktı. İsrail'in gücünün ve Batı ilişkilerinin derinliğinin farkındaydı. Filistin’in dünyanın gündeminden düşmesinden korkuyordu. Filistin halkının yaşadıklarına yeniden dikkat çekmenin en etkili yolları üzerine düşündü. İşte uçak kaçırma fikri böyle ortaya çıkmıştı. Filistinlilerin yaşadıklarını dünyaya hatırlatmak ve İsrail hapishanelerindeki mahkumları serbest bıraktırmak amaçlanıyordu. Leyla Halid, Haddad’ın konunun uluslararası kamuoyu nezdindeki hassasiyetinin farkında olduğunu vurguladı. Bu nedenle operasyonu gerçekleştirenlere, yolculara zarar vermemelerini ve ateş edenler dışında kimseyle çatışmamaları talimatını verdiğinin altını çizdi.
Leyla'nın da yer aldığı uçak kaçırmadan önce iki olay yaşandı: Birincisi; Yusuf Receb ve Ebu Hüseyin Guş adlı iki gencin Cezayir’e giden İsrailli El Al şirketine bağlı bir uçağını kaçırmasıydı. Müzakereler ülkeler arasında olduğu için operasyon sadece vaatlerle sonuçlandı. İkincisi ise aralarında Emine Dahbur’un da bulunduğu dört kişilik bir ekibin İsviçre'nin Zürih kentinden kalkan bir İsrail uçağına saldırı gerçekleştirmesiydi. Failler teslim oldu, ancak uçaktaki bir güvenlik görevlisi indi ve faillerden Abdulmuhsin Hasan'ı İsviçre polisinin önünde silahıyla öldürdü.

Uçak kaçırma ve ‘değerli av’
Leyla 1969 yılının yazında mutlu ve heyecanlıydı. Ses getiren ve benzeri görülmemiş bir operasyon yürütmek için onu seçmek, liderliğin sadakatine ve yeteneklerine olan güveninin kanıtıydı. Ürdün'de tehlikeli yolculukta ortağı olacak FHKC üssünün komutanı Salim İsavi'den eğitim aldı. Vedi onlara plan hakkında bilgi verdi. Amaç, Los Angeles-Tel Aviv hattında çalışan TWA uçağını Filistinli mahkumları İsrail'deki yolcularla takas amacıyla kaçırmaktı. Uçağın, kaçırılmasının İsrail'i müzakereye zorlayacak, İsrailli önemli bir ismi de taşıyacağı söylendi. Leyla, Haddad'dan önemli kişinin kimliğini öğrenmeye çalıştı ama o her zamanki gibi ‘gerektiği kadar bilgi’ yanıtını verdi. Daha sonra bu önemli ismin, uçuş öncesinde programını değiştirip operasyonu gerçekleştirenleri ‘değerli avdan’ mahrum bırakacak olan, ileriki zamanların Başbakanı General İzak Rabin olduğunu öğrenecekti. Rabin'in varlığıyla ilgili bilgi, FHKC'nin ayrı bir güvenlik servisinden gelmişti.
Leyla Halid, dört ay boyunca sıkı bir eğitim aldı. Uçak operasyonları, haritalar ve koordinatlar ve uçak türbülansa girdiğinde nasıl davranılacağı hakkında bilgiler edindi. ABD uçağının uçuş programı, Tel Aviv'e gitmeden önce iki Avrupa istasyonu; Roma ve Atina'da inişi içeriyordu. Halid, Beyrut’tan İsavi ile ayrıldı. Roma’dan Atina’ya giden uçakta yer ayırttılar.
Tarihler 29 Ağustos 1969’u gösteriyordu. Halid, İsavi ile birlikte birinci sınıf bölümünde oturuyordu. Plana göre kalkıştan yarım saat sonra uçak 35 bin fit yüksekliğe ulaştığında silahlarını çıkardılar ve birinci sınıf yolcularının ekonomi sınıfı koltuklara geçmelerini istediler. Tüm yolculardan ellerini kaldırmalarını istedikten sonra Halid ve İsavi kokpiti bastı. Halid, yaşananları şu sözlerle anlattı:
“Pilota, ‘Ben Che Guevara’nın FHKC’deki biriminden Yüzbaşı Şadya Ebu Gazale. Şadya, FHKC’nin ilk şehididir. Uçuş yönetimini ben üstleneceğim’ dedim. Kulaklık ve mikrofonunu aldım. Elimdeki bombanın emniyetini çıkardığımı fark etti ve daha sonra artık eski haline getirilemeyecek olan bombanın patlamaması için elimi gevşetmemi istedi. Pilot ve yardımcılarına onları öldürmeye veya bombalamaya gelmediğimizi ve haklı taleplerde bulunduğumuzu anlattım. Uçağın kodunun ‘FHKC... Özgür ve Arap Filistin’ şeklinde değiştirilmesini talep ettim. Bu kodu kullanmayan hiçbir kişiye cevap vermeyeceğiz dedim. Pilottan Atina'ya inmeden doğruca Tel Aviv'e gitmesini istedim. Tel Aviv'e inmek istemiyorduk. Biz sadece amacımızı hatırlatmak için Filistin toprakları üzerinde uçmak istiyorduk. Suriye'ye gideceğimizi söyledik. Şam ve Beyrut'taki gözetleme kulelerinin karşılıklı iletişim kurduğunu duydum. Suriye’deki kule şöyle diyordu: ‘Nereye gidiyor bu?’ Lübnan’daki ise ‘Bize değil, sizin yanınıza geliyor’ dedi. Şam Havaalanı yeniydi ve tam olarak faaliyete geçmemişti. Bu, oraya iniş yapan ilk ABD uçağıydı. Vedi, Suriye hükümetini önceden bilgilendirmemişti. Rejime güvenmiyordu. Plana göre uçak Şam'a indi. Yetkililere teslim olduk, operasyonu neden yaptığımızı anlattık. Tellere doğru koşan ve polise İsrailli olabileceklerini söylediğim, daha sonra öyle olduklarını öğrendiğimiz bir grup dışında uçaktaki 122 yolcu havalimanı binasına koştu. Suriyeli bir subay bana ‘Neden buraya geldiniz?’ diye sordu. Şaşkın bir şekilde ona şöyle cevap verdim: ‘İsrail’e değil, Suriye’ye geldim.’ Bunun üzerine öfkelendi. Ama her şey plana uygun gerçekleşti. Müzakere sürecini Kızılhaç devraldı. 23 Filistinli ve Arap mahkûmun yanı sıra 1967 Savaşı’nda esir alınan Suriyeli pilotlar da serbest bırakıldı.”

Leyla Halid 2015'te Güney Afrika'nın Soweto kentinde kitlelere yaptığı konuşmanın ardından bir Filistin haritası tutuyor (Getty Images)
Salim, Meryem ve Mücahid
İlk uçak kaçırma operasyonlarının ardından FHKC ve Vedi Haddad’ın popülaritesi arttı. Batı karşıtı gruplar ve düşman olarak gördükleri taraflarla çatışmak için bir fırsat arayanlar Ortadoğu'ya akın ettiler. Dış Operasyon Dairesi daha sonra özellikle Ürdün tarafından kabul edilen farklı milletlerden gruplarla ilişkilendirilecekti. Filistinli gruplar, Ürdün ordusu onları engelleyemeden kamplar kurdu. Ordu, olası bir çatışmayı önlemek için bunu ertelemişti ancak sonra gerçekleşti. Bu gruplarla ilişkiler, siyasi zeminin netleşmesi ile başlamış ve sağlamlığı teyit edildiğinde de belirli bir programa göre bilgi alışverişi, belge, silah, tesis ve eğitim sağlanması ve bazen operasyonlara doğrudan katılım konusunda iş birliğine varılmıştı.
Batı, katılımcıların çok uluslu olması nedeniyle Vedi'nin kurduğu ağı ‘Terör İmparatorluğu’ olarak adlandırdı. Dış Operasyon Dairesi, dünyayı şiddetle sarsanların mezun olduğu bir çekim noktası, bir eğitim ve planlama enstitüsü haline geldi. Ünlü Carlos'tan (Çakal Carlos) başkası olmayan Venezuelalı ‘Salim’, Kızıl Ordu lideri Fusako Shigenobu’dan başkası olmayan Japon Meryem ve Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu'nun başı Hagop Hagopian’dan başkası olmayan Ermeni Mücahid... Ölümünden sonra, Haddad'ın ‘öğrencileri’ ya öldürüldü ya da hapsedildi. Belki de düşüşleri, zayıf organizasyonlarına ve birleştirici liderliğin eksikliğine bağlanabilir. Belki de sırlarla örtülü kalması gereken bu dünyada, ölümcül olan yıldızlığa ek olarak ülke ve ajanslarla ilişki kurma hatasına düştüler.
1970'lerde Ürdün kaynıyordu. Ürdün ordusu ile Filistinli örgütler arasındaki birliktelik kırılgan ve gergin bir hal almıştı. İki gücün aynı toprakta bir arada yaşaması garipti. Ateşkes anlaşmaları, özellikle Filistinli militanlar ile Ürdün ordusu arasında tekrarlanan olaylardan sonra nihai tarihi bekleyen yatıştırıcı görevi gördü. Bazı Filistinli sol örgütler, Ürdün rejiminin devrilmesini talep edecek kadar ileri gitti ve kaynama noktası yükseldi.
Mossad, Temmuz 1970’de Beyrut'ta Haddad'a suikast düzenlemeye çalıştı. Yatak odasına saldırdılar ama o başka bir odadaydı ve Halid'le derin bir sohbet halindeydi. Bu durum her ikisinin de kurtuluşu oldu. Müzakereler, Vedi'nin dairesinden, eşi ve oğulları Hani'nin tedavi gördüğü Beyrut'taki Amerikan Üniversite Hastanesine taşınacaktı. Halid hastanede, dünyanın her yerindeki uçuş hareketleri hakkında bilgi veren bir kitap üzerine çalışacaktı. İsrail menşeili El Al şirketinin hatlarını araştırdı. Tel Aviv'e gidiş geliş uçuşlarının düzenini kaydetti. Suikast teşebbüsüne misilleme olarak Haddad'a yeni bir uçak kaçırmayı teklif etti. Kabul etti ve ondan konuyu takip etmesini ve eğitim için kadın yoldaşlar getirmesini istedi.

Uçak kaçırma günü
Haddad, Halid'i tanımadığı insanlarla bir akşam yemeğine gönderdi. Konuklardan biri geç geldi ve Ürdün'deki bir av gezisinden yeni döndüğünü ve burada İngilizlerin eğitimleri için kullandıkları, havaalanına benzer bir tesisle karşılaştığını söyledi. Dikkatle dinledi ve planına uygun olup olmadığını tespit etmek için tesisin ne kadar büyük olduğunu ve zeminin sağlam olup olmadığını sordu.
Leyla Halid o geceyi dün gibi hatırladığını söyledi:
“Geri dönüp öğrendiklerimi Haddad'a anlatabilmek için yemeğin bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Gidip söz konusu yeri incelememe karar verildi. Gittim. Birisi beni oraya götürdü. Yanımda Arap Milliyetçi Hareketi'nin ilk kuşağından bir yoldaş vardı. Tesise vardığımızda zeminin sağlamlığını test etmek için etrafta koşmaya başladım. Yoldaşım bana neden bu kadar ilgilendiğimi sordu. Ben de uygun bir eğitim alanı aradığımı söyledim.”
Plan, aynı anda üç uçağın kaçırılmasını ve onları Ürdün’de ‘Devrim Havalimanı’ olarak adlandıran hava sahasına uçurmayı gerektiriyordu. Halid, “Daha sonra düşman ve Avrupa hapishanelerinde tutulan mahkumların serbest bırakılması için müzakereler yapılacaktı" açıklamasında bulundu.
6 Eylül 1970, dünyada uçak kaçırma olaylarının günü olarak anılacaktı. Tüm gözler, ‘Devrim Havalimanı’na çevrildi. Bir El Al uçağını kaçırma girişimi havadayken engellendi. Bahreyn'den Filistinli bir gencin kendi inisiyatifiyle kaçırdığı British Airways uçağı ile birlikte İsviçre ve ABD uçakları havaalanında bombalandı. Diğer ABD uçağı Kahire Havaalanı’nda patlatıldı.
Halid, bu kez o kadar şanslı değildi. Dört kişilik bir ekibin Amsterdam'daki El Al uçağına binmesi gerekiyordu ancak bunlardan ikisi rezervasyon yaptıramadı. Uçağa yoldaşı Patrick Argüello ile bindi. Operasyon başarısız oldu ve uçak Londra'ya indi. Argüello, uçakta bulunan bir güvenlik görevlisi tarafından öldürüldü ve Halid, patlamayan bir el bombası attı. İngiltere'de tutuklandı ve soruşturmalara tabi tutuldu. Ancak İngiliz yetkililer haftalar sonra bir takas anlaşmasıyla onu serbest bırakmak zorunda kaldı.

Mossad yatağın altında
Halid, Mossad'ın kendisine hiç ulaşıp ulaşmadığını sorduğumda şu cevabı verdi:
“Evet, Beyrut’ta. Yatağımın altına patlayıcı yerleştirdiler. O dönemler güvenlik nedeniyle sürekli dairemizi değiştirmemiz gerekiyordu. Lübnan’ın güneyinde ve Bekaa’da kadınlara eğitim veriyordum. Yorgun bir halde geçici konutuma dönüyordum. Bu, çoğunlukla mobilyalı bir daire oluyordu. Hemen kendimi yatağa atar ve olabildiğince dinlenirdim, çünkü Vedi sık sık beni görevlendirir ve yorgun hissetmeye hakkımız olmadığına inanırdı.”
Halid bir gün, Beyrut'un Karakas semtindeki dairesine döndü ve şans eseri yatağının altında siyah bir kutu fark etti. Leyla Halid bu olayı şöyle anlattı:
“O kutunun benim olup olmadığından emin değildim. Ancak şüphelendim. Hemen FHKC ofisine gittim. Gece yarısından sonra ofise dönmeme şaşırdılar. Bir patlayıcı uzmanı daireye gitti ve kutunun içinde on kilo patlayıcı buldu.”
Meslektaşım Muhammed Hayr er-Revaşde ile bu kadarını paylaşmakla yetineceğim uzun ve ilginç bir sohbet dinledik...

BİRİNCİ BÖLÜM: Leyla Halid: Hariri, Haddad’ın silahlarını Avrupa’ya taşıdı



Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
TT

Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)

Akil Abbas

Irak seçimlerinin sonucu önceki genel seçimlerin çoğundan farklı olarak, bu kez açık ve net bir kazanan ortaya çıkardığı için dikkat çekici ve belirleyiciydi. Seçimlerin kazananı çeşitli seçim listeleriyle “Koordinasyon Çerçevesi”ydi. Seçimleri yönetmekten sorumlu Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından açıklanan sonuçlara göre Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin başkanlığını yaptığı liste de dahil olmak üzere, Koordinasyon Çerçevesi’nin çeşitli seçim listeleri 180'den fazla sandalye kazandı.

Çerçeve’nin güçlü seçim performansının işaretlerinden biri, 46 sandalye kazanan Sudani’nin “Yeniden İnşa ve Kalkınma Koalisyonu” listesinin, Koordinasyon Çerçevesi ile rekabet etme fikrinden vazgeçerek hızla bu yapıya entegre olmasıydı. Bu durum bilhassa Koalisyon’un, desteklediği ve aday gösterdiği başbakanların seçimlere katılmak için siyasi ittifaklar kurmalarını engelleyen bir taahhütte bulunmalarını şart koşan Çerçeve’nin isteklerine karşı kurulmuş olduğu göz önüne alındığında oldukça önemliydi. Çerçeve’nin bu şartının arkasında, başbakanların kendi siyasi güçlerini oluşturmalarını ve Şii oylarının çok sayıda rakip arasında dağılmasını önlemek yatıyor.

Bu halk desteği değil sadece bir seçim zaferidir

Ancak, bu seçim zaferini bazı Koordinasyon Çerçevesi gruplarının pazarlamaya çalıştığı yapay bağlamda değil, doğru ve dolaysız bağlamında anlamak önemlidir. Bu zafer, çeşitli taraflı yasal, teknik ve mali faktörlerin amacına ulaşmasıyla gerçekleşti. İyi yönetim performansıyla veya toplumun olumlu sonuçlarını hissettiği ve bunun sonucunda Koordinasyon Çerçevesi'ni seçimlerde ödüllendirdiği yönetişimdeki net bir iyileşmeyle ilgisi yoktu.

2023'te Koordinasyon Çerçevesi iktidarda olanlar başta olmak üzere, cömertçe harcama yapabilecek mali imkanlara sahip büyük partilerin çıkarlarına hizmet eden, daha küçük ve mali açıdan dezavantajlı partileri ise dışlayan adaletsiz bir seçim yasasını meclisten geçirdi.

Buna ilave olarak birçok gözlemcinin belirttiği gibi, bu etkili partiler tarafından seçim merkezlerinin önünde bile yaygın olarak oy satın alınması söz konusuydu. Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. Ayrıca bu etkili partiler, ülke çapında başarılı kampanyalar yürütebilecek devasa, pahalı ve deneyimli kampanya aygıtlarına da sahip.

Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı

Irak'ta “Sivil Güçler” olarak adlandırılan muhalif güçler, bu avantajların hiçbirine sahip değil; bu da onları neredeyse her seçimde yapısal olarak zayıf bir konumda bırakıyor. Bu güçler, tek çatı altında birleşme ve sınırlı seçim etkisine sahip, sınırlı bir elit kitleye hitap eden mevcut muhalif söylem yerine, sıradan Iraklıların dikkatini çekecek net bir muhalif seçim söylemi oluşturmakta sürekli yetersiz kaldığı için daha da zayıflıyor.

Sivil Güçler ayrıca bu seçimlere yönelik boykottan da zarar gördü. Zira seçimleri boykot edenler genellikle iktidarın dizginlerini elinde tutan muktedir partilerden memnun değiller ve bu nedenle mantıksal olarak, oy kullansalar muhalefet partilerine oy verme olasılıkları daha yüksek olurdu. Yüksek Seçim Komisyonu ise uluslararası standartlara aykırı ve hatalı bir formül kullanarak seçimlere katılım oranını (yüzde 56) şişirmeye devam ediyor. Seçim Komisyonu, oy kullanma oranlarını, oy kullanma hakkına sahip Iraklıların toplam sayısı yerine, kayıtlı seçmenlerin sayısına göre fiilen oy kullanan seçmenleri sayarak hesaplıyor.

Seçim sonrası hesaplar

Koordinasyon Çerçevesi’nin halihazırda yaşadığı ve iktidardaki tekeline herhangi bir rakibin olmadığı anlamına gelen zafer coşkusunun ötesinde, en zorlu meydan okumalar hükümetin kurulmasının ardından yakında başlayacak. Yeni hükümetin, Koordinasyon Çerçevesi’nin kontrolü altındaki yeni meclis tarafından, alışıldık ve “tek sepet” anlaşması olarak bilinen kota anlaşması yoluyla hızla onaylanması bekleniyor. Yani üç başkanlık (meclis, hükümet ve cumhurbaşkanlığı) için adayların aynı anda kabul edileceği ve onaylanacağı tahmin ediliyor. Bu süreç ayrıca Şii, Sünni ve Kürt siyasi grupları arasında, üç başkanlık pozisyonu için adayları ve diğer yüksek mevkilerin kota sistemine göre nasıl dağıtılacağını belirleyecek “büyük bir siyasi anlaşma” yapılmasını da içeriyor. Buna ek olarak, söz konusu gruplar arasındaki siyasi anlaşmaya dayanarak kurulacak hükümetin programı da belirlenecek (bu, hükümet kurulduktan sonra nadiren uyulan, ancak bu grupların seçmenlerine ihtiyaçlarının dikkate alındığı konusunda güvence vermek için halkla ilişkiler açısından faydalı bir anlaşmadır).

Çoğunluğu elde ettiği seçim zaferiyle, Çerçeve, gelecekte kendisine bir zorluk oluşturmayacak veya kendisinden bağımsız hareket edemeyecek, tamamen kontrolü altında, ona boyun eğmiş zayıf bir başbakan geleneğini yerleştirme yolunda ilerliyor (bu bağlamda, Ekim 2020 protestolarının devirdiği eski Başbakan Adil Abdulmehdi, Çerçeve’nin aradığı ideal model sayılıyor, ancak Sudani'de bu aradığını bulamadı). Çerçeve, Sudani'nin görev süresini ister yeni ve daha sıkı koşullar altında uzatmaya karar versin, ister yeni bir başbakan seçsin ki bu şu anda daha muhtemel görünüyor, yeni hükümet ve onu destekleyen Çerçeve, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması ve İslam Cumhuriyeti'nin Irak'taki baskın etkisine son verilmesi gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı.

ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle) ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle)

Yeni hükümet, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı

Önümüzdeki günlerde ABD Başkanı’nın Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya Bağdat'ı ziyaret edecek. Başkan Donald Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı ayrıntılı paylaşımdan da açıkça görüldüğü gibi, fraksiyonların dağıtılması konusunu gündeme getirecek. Savaya paylaşımında, Irak'ın silahın devletin elinde toplanması konusunda bir yol ayrımında olduğunu, Irak devletinin ekonomik refah beklentileri de dahil olmak üzere gelecekteki başarısının veya başarısızlığının, milis grupları silahsızlandırma gücüne bağlı olacağını belirtti. Irak'taki en önemli İran yanlısı silahlı örgüt olan Nuceba Hareketi'nin liderinin bu açıklamaya yönelik öfkeli tepkisi özellikle dikkat çekiciydi. Genel Sekreteri Şeyh Ekrem el-Kabi, Irak hükümetinin Savaya'nın “açık müdahalesi” olarak nitelendirdiği bu açıklamalarını reddetmemesi halinde, “İslami Direniş'in onu susturacağını ve efendilerine geri göndereceğini” açıkladı.

Washington ile muğlak ilişki

Savaya'nın ülkeye yapacağı beklenen ziyaretin önemi, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Sudani arasında ekim ayında, Irak genel seçimlerinden yaklaşık 20 gün önce yapılan telefon görüşmesinin ardından yayınlanan Amerikan bildirisinde belirtildiği gibi, “İran destekli milislerin silahsızlandırılmasının gerekliliği” ile ilgili Amerikan pozisyonundaki önemli bir boşluğu doldurması olasılığında gizli. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu boşluk, Irak'ın bu milisleri dağıtma yönündeki ABD talebine uymaması durumunda ortaya çıkacak sonuçların ne olacağının bilinmemesinden kaynaklanıyor. Eğer varsa bu sonuçların ne olacağının açıklanması bir fark yaratacak ve Irak'ın resmi tutumunu ve Amerikan talebine nasıl yanıt vereceğini önemli ölçüde etkileyecektir.

Trump yönetimindeki ABD, şu ana kadar Irak'taki İran nüfuzuna son verme gerekliliği konusunda net ve kararlı (ve önceki yönetimlerin aksine açık) bir dil kullanmakla yetiniyor. Bu nüfuzun temel direği olarak silahlı fraksiyonların dağıtılmasının gerekliliğini vurguluyor. Ancak, bu doğrudan Amerikan talepleri, netliklerine rağmen Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar.

Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)

Bu doğrudan Amerikan talepleri netliklerine rağmen, Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar

Bu muğlaklık, Irak’ın olası bir reddiyle başa çıkmak konusunda gerçek bir Amerikan planının olmamasından ve ABD'nin ekonomik ve mali baskı uygulamak gibi daha ileri gitmeden siyasi ve medyatik baskısıyla yetinmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bu senaryo, Koordinasyon Çerçevesi ve ona bağlı silahlı fraksiyonlar için olduğu kadar, bu çatışmayı büyük bir bekleyişle takip eden İran için de en iyi seçenek olarak kabul ediliyor.

Önümüzdeki yeni Irak hükümetinin kurulmasına kadarki dönemde, belirsiz ABD-Irak ilişkilerinin geleceği, çatışmaya doğru mu ilerleyeceği yoksa mevcut muğlak durumunda mı kalacağı yönünde daha da netleşecektir. Bu durum, özellikle Trump yönetiminin bu ilişkinin geleceğini olumlu veya olumsuz yönde belirleyecek somut adımlar atmadan, siyasi açıklamalar, açık uçlu talepler ve aleni suçlamaların ötesinde Irak için hiçbir planı olmadığı ortaya çıkarsa geçerlidir. Koordinasyon Çerçevesi, iki taraf arasındaki ilişkinin olduğu gibi, yani muğlak, birçok olasılığa açık ve çözümsüz kalmasını istiyor, çünkü bu, İslam Cumhuriyeti ile özel ve haksız ittifakını sürdürmesine olanak tanırken, aynı zamanda Amerikan kayıtsızlığından da faydalanmasını sağlıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
TT

Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)

Umman ve Lübnan, bugün yayımladıkları ortak bildiride, İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik süregelen saldırılarından ve Arap topraklarının işgalinden derin kaygı duyduklarını belirtti. Bildiride, bu adımların 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyete ilişkin kararların açık ihlali olduğu vurgulandı.

Taraflar ayrıca, 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Arap tutumunun değişmezliğini yineledi. Bildiride, Arap dayanışmasının güçlendirilmesinin, devletlerin egemenliğine saygının ve iyi komşuluk ilkeleri ile uluslararası hukukun öneminin altı çizildi.

Ortak bildiri, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Umman’a gerçekleştirdiği ziyaretin sonunda yayımlandı. Avn, ziyareti sırasında Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile iki oturumdan oluşan görüşmeler yaptı.

Bildiride, Avn’ın ziyaretinin ‘Umman ile Lübnan arasındaki köklü kardeşlik ilişkilerinden’ kaynaklandığı ve ikili iş birliğini güçlendirme iradesini yansıttığı ifade edildi.

Sultan Heysem bin Tarık ile Cumhurbaşkanı Avn’ın gerçekleştirdiği resmi görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler ele alındı; taraflar siyasi, ekonomik, yatırım, bankacılık, turizm, ulaşım ve lojistik hizmetler gibi alanlarda iş birliğini genişletme kararlılıklarını dile getirdi.

İki ülke, ikili iş birliğini güçlendirecek yeni anlaşmalar ve mutabakat zaptlarının imzalanması için çalışma yürütme konusunda mutabık kaldı. Ayrıca ticari, kültürel ve bilimsel değişimi destekleme; özel sektörün ortaklık ve kalkınma fırsatlarından daha geniş biçimde yararlanmasının teşvik edilmesi kararlaştırıldı.

Bölgesel gelişmeler

Bölgesel gelişmelere ilişkin bölümde, iki taraf İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik devam eden saldırıları ile Arap topraklarının işgalinden duydukları derin kaygıyı dile getirdi. Bu adımların, 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyetin açık ihlali olduğu vurgulandı. Taraflar, saldırıların derhal durdurulması ve işgal altındaki tüm Lübnan ve Arap topraklarından tam çekilme çağrısında bulundu. Ayrıca gerilimin önlenmesi, istikrarın sağlanması, yerinden edilenlerin dönüşünün kolaylaştırılması ve yeniden imar çabalarına destek verilmesi gerektiği ifade edildi.

Umman tarafı, Lübnan’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tam destek verdiğini yinelerken, devlet kurumlarının -başta Lübnan ordusu ve meşru güvenlik güçleri olmak üzere- güçlendirilmesinin ve Lübnan liderliğinin yürüttüğü ekonomik, mali ve idari reformların desteklenmesinin önemini vurguladı.

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bu sabah Maskat’taki el-Alam Sarayı'nda özel bir oturum gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın Umman resmi haber ajansı ONA’dan aktardığına göre, görüşmede iki ülkeyi ilgilendiren çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca, iki ülke ve iki halkın yararına olacak iş birliği ve ortaklık fırsatlarının güçlendirilmesinin önemine dikkat çekildi; kültürel, ekonomik ve kalkınma alanları da dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde bağların daha da sağlamlaştırılması gerektiği belirtildi.


Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
TT

Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)

Tunus ana muhalefet partisi Ulusal Kurtuluş Cephesi (NSFT) üyesi ve siyasi aktivist Şeyma İsa, tutukluluk koşullarını protesto etmek için başladığı açlık grevinde dokuzuncu gününe girdi.

1 Aralık'ta muhalefet tarafından düzenlenen yürüyüşe katılan İsa, devlet güvenliğine karşı komplo kurmak suçundan Temyiz Mahkemesi tarafından verilen bir kararla sivil polisler tarafından gözaltına alındı. Muhalif aktivist, hapishaneye girer girmez açlık grevine başladı.

Şeyma İsa (45), 2023 yılının şubat ayında yakalanmış, gözaltında tutulmuştu ve aynı yılın temmuz ayında serbest bırakılmıştı. Birinci Derece Mahkemesi tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılan İsa’nın cezası temyiz sonucunda 20 yıla çıkarılmıştı.

İsa'nın yanı sıra aynı davayla bağlantılı olarak NSFT lideri, tanınmış siyasetçi Ahmed Necib eş-Şabi (82) de tutuklandı ve 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Muhalif Avukat Ayaşi Hammami (66) de terör suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Müdür Yardımcısı Bessam Havaci, “Tunus muhalefetinin önemli simalarının tutuklanması, Cumhurbaşkanı Kays Said'in tek başına iktidarına alternatif olan her şeyi ortadan kaldırma planının son adımıdır. Bu tutuklamalarla Tunuslu yetkililer, siyasi muhalefetin çoğunu etkili bir şekilde hapse atmayı başardı” değerlendirmesinde bulundu.

Tunus muhalefeti ve NSFT, 25 Temmuz 2021'de olağanüstü hal (OHAL) ilan edip ardından yeni bir siyasi sistem kurarak geniş yetkilerle iktidarını sürdüren Cumhurbaşkanı Kays Said'in yönetimine karşı çıkıyor ve demokrasinin yeniden tesis edilmesini talep ediyor. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre buna karşın yetkililer tutuklananları hükümeti devirmeye ve devlet kurumlarını yıkmaya teşebbüs etmekle suçluyor. Muhalefet ise mevcut rejimi tutuklulara karşı siyasi suçlamalar uydurmak ve yargıyı emirlerine boyun eğdirmekle suçluyor.