Leyla Halid, Şarku’l Avsat’a konuştu: Sovyetler Birliği bize havaalanından geçirilebilecek bomba yapımı için gerekli parçaları sağladı

İki uçak kaçıran Halid, Şarku'l Avsat’a Rabin ve Mossad patlayıcısının hikayesini ve ‘Devrim Havalimanı’ fikrinin doğuşunu anlattı.

29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)
29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)
TT

Leyla Halid, Şarku’l Avsat’a konuştu: Sovyetler Birliği bize havaalanından geçirilebilecek bomba yapımı için gerekli parçaları sağladı

29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)
29 Ağustos 1969’da kaçırılan üç uçaktan biri Ürdün'ün başkenti Amman'ın dışına inmeye zorlandı. Daha sonra bir uçak, Filistinli milisler tarafından bombalandı. (Getty)

(İkinci ve son bölüm)
80’lerine merdiven dayayan Leyla Halid, hayatını gerçekleşmemiş bir hayalin peşinden koşarak geçirdi. Ancak bu hayalinden asla vazgeçmedi, pişmanlık veya üzüntü de duymadı. Lisedeyken Arap Milliyetçi Hareketi’nde yer aldı. Daha sonra liderlik saflarına yükseleceği Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) katıldı. Vedi Haddad liderliğindeki ‘dış operasyon’ dairesine katıldığı günden itibaren tehlikelerle birlikte yaşadı. Leyla Halid, Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajda Filistin davasından hayatı, sürece ilişkin görüşüne, uçak kaçırma olayına kadar birçok başlıkta merak edilen soruları cevapladı.
Yıllardır zor bir soru zihnimi meşgul eder durur: Kremlin tahtına çıkmadan önce uzun süredir sırlar muhafızı Yuri Andropov tarafından yönetilen KGB imparatorluğu ile ‘dış operasyon’ dairesi arasında bir bağlantı var mıydı?
Leyla buna cevap verdi:
“Vedi, Beyrut’taki askeri ataşe aracılığıyla Sovyetlerle bir iletişim kanalı açtı. Bir aşamada, ne kadar ileri teknoloji olursa olsun, havalimanlarının kapılarından geçebilecek bombalar üretiyorduk. Bazılarını denedik. Bu, İngilizleri oldukça şaşırttı. Bir gün bombayı geliştirmek için bir zembereğe ihtiyacımız oldu. Eskiden hiçbir büyükelçiliğe güvenmez, sorunları Amerikan Üniversite Hastanesi doktorlarından Vedi’nin dostları aracılığıyla çözerdik. Ancak bu kez sorunu onlarla çözemedik. Sovyetler Birliği Büyükelçiliği’ne gitmek ya da başka bir yerde bir toplantı düzenlemek zordu. Batılı güvenlik servisleri bizi takip ediyordu. Çözüm, Sovyet askeri ataşesiyle sahil şeridinde, sanki yalnızca gezintiye çıkmış gibi yürüyüş yapmaktı. Sorunu ataşeye anlattık. O da talebimizi komutanlığa iletti. Ardından Moskova’ya gittik ve istediğimizi aldık. Sovyetler Birliği bize havaalanından geçirilebilecek bomba yapımı için gerekli parçaları sağladı. Tüm ziyaretlere katılmadım ama Vedi ile Moskova'ya gittim.”
Kendisine Moskova yakınlarındaki bir ormanda Vedi ile Andropov arasında gerçekleştiği söylenen bir görüşmeyi sorduğumda ise o toplantıya katılmadığını söyledi.

1983 yılının Şubat ayında Cezayir'de Filistin Ulusal Konseyi toplantısına katılan bir grup Filistinli kadın ve Leyla Halid. (Getty)
Haddad ve Andropov arasındaki orman buluşması
Gerçekten de ormanda bir görüşme gerçekleşti. Haddad, ormanın ortasındaki bir sarayda misafir edildi. Sovyet heyeti ve Haddad arasında siyasi, askeri ve teknik konuların ele alındığı görüşmeler gerçekleştirildi. Bu, Teşkilat Başkanı Andropov ile bir toplantı ile sonuçlandı. Tartışılan konu o dönemde ‘terörizm’ olarak adlandırılan bir mesele olduğu için tartışma kolay olmadı. Görüşmelerde iki devletli çözüm konusunda net bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Vedi Haddad, ülkelerinin bir ve bölünmez olduğunu iki devlet kurmayı hiçbir zaman düşünmediklerini vurguladı. Onlara Hayfasız, Kudüs’ün dahil olduğu tam bir Filistin teklif edilseydi dahi bunu kabul etmeyeceklerinin altını çizdi. Bunun ardından Haddad’a herhangi bir özel talebi olup olmadığı soruldu. Haddad, “Gelmeden önce bir liste hazırladım. Açgözlü değilim ancak bunlara ihtiyacım var. Tüm listeyi istiyoruz. Yoksa kalsın” dedi. Listeyi teslim etti ve gerçekten de Sovyetler istediklerini verdi. Bazı silahlar, özel makineli tüfekler ve tabancalar, özel mühimmatlar, bazı teknik malzemeler ve zamanlayıcılar teslim edildi.
Halid, o günlere ilişkin şunları aktardı:
 “Bir süre sonra Aden'de bizimle temasa geçildi. Kıyıdan yaklaşık altı kilometre uzağa gittik. Vedi’nin istediği tüm silahları teslim aldık. Orman görüşmesinin devamı gelmedi. İlişkiler normal düzeyde kaldı. Ancak Vedi’nin cenaze töreni sırasında bir Sovyet diplomatı gelerek, yerine kimin geçeceğini sordu. Şimdi bunu konuşmanın zamanı olmadığını söyledik. Bunun ardından aktif bir ilişki söz konusu olmadı.”

Leyla Halid, Amerikan uçağının şam’da kaçırılmasının ardından Ürdün'e döndü. (Getty)
İki uçak kaçırma

Radyo ve haber ajansları Leyla Halid’i son dakika haberi yaptığı dönemde Lübnan'ın güneyindeki Sayda'da öğrenciydim. Haberlerde, şu ifadelere yer verilmişti:
“Kendine Şadya Ebu Gazale (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’den, yaşamını yitiren ilk kadın savaşçı) adını veren Filistinli bir genç kız, bir İsrail uçağı kaçırdı ve Şam’a iniş yaptırmadan önce Hayfa üzerinde uçurdu.”
Haber son derece heyecan vericiydi. Bir kadının uçak kaçırması ne Ortadoğu'da ne de dünyada yaygın bir durumdu. Üstelik genç kadın, ailesi 1948'de Lübnan'a kaçan bir Filistinliydi. Şadya’nın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne katılmadan ve ardından Haddad liderliğindeki ‘dış operasyon’ dairesinde çalışmaya başlamadan önce Sayda’da bir liseden mezun olması, haberin verdiği heyecanı ikiye katladı. O günlerde, onlarca yıl sonra yeni ‘Şadya’yı dinlemek için Amman'da bir apartman dairesine gideceğim aklıma gelmemişti. İşte iki uçak kaçıran Leyla Halid, o günlerde yaşananları Şarku'l Avsat’a anlattı.
Yoldaşı George Habaş ile birlikte Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde tıp okuyan Vedi Haddad, Filistin'e dönme hayali kuruyordu. Ne var ki dünya, Filistinlilerin işgal altında yaşamasına veya Ürdün, Suriye ve Lübnan'da bekleme kamplarına dağıtılmasına alışacaktı. İsrail'in gücünün ve Batı ilişkilerinin derinliğinin farkındaydı. Filistin’in dünyanın gündeminden düşmesinden korkuyordu. Filistin halkının yaşadıklarına yeniden dikkat çekmenin en etkili yolları üzerine düşündü. İşte uçak kaçırma fikri böyle ortaya çıkmıştı. Filistinlilerin yaşadıklarını dünyaya hatırlatmak ve İsrail hapishanelerindeki mahkumları serbest bıraktırmak amaçlanıyordu. Leyla Halid, Haddad’ın konunun uluslararası kamuoyu nezdindeki hassasiyetinin farkında olduğunu vurguladı. Bu nedenle operasyonu gerçekleştirenlere, yolculara zarar vermemelerini ve ateş edenler dışında kimseyle çatışmamaları talimatını verdiğinin altını çizdi.
Leyla'nın da yer aldığı uçak kaçırmadan önce iki olay yaşandı: Birincisi; Yusuf Receb ve Ebu Hüseyin Guş adlı iki gencin Cezayir’e giden İsrailli El Al şirketine bağlı bir uçağını kaçırmasıydı. Müzakereler ülkeler arasında olduğu için operasyon sadece vaatlerle sonuçlandı. İkincisi ise aralarında Emine Dahbur’un da bulunduğu dört kişilik bir ekibin İsviçre'nin Zürih kentinden kalkan bir İsrail uçağına saldırı gerçekleştirmesiydi. Failler teslim oldu, ancak uçaktaki bir güvenlik görevlisi indi ve faillerden Abdulmuhsin Hasan'ı İsviçre polisinin önünde silahıyla öldürdü.

Uçak kaçırma ve ‘değerli av’
Leyla 1969 yılının yazında mutlu ve heyecanlıydı. Ses getiren ve benzeri görülmemiş bir operasyon yürütmek için onu seçmek, liderliğin sadakatine ve yeteneklerine olan güveninin kanıtıydı. Ürdün'de tehlikeli yolculukta ortağı olacak FHKC üssünün komutanı Salim İsavi'den eğitim aldı. Vedi onlara plan hakkında bilgi verdi. Amaç, Los Angeles-Tel Aviv hattında çalışan TWA uçağını Filistinli mahkumları İsrail'deki yolcularla takas amacıyla kaçırmaktı. Uçağın, kaçırılmasının İsrail'i müzakereye zorlayacak, İsrailli önemli bir ismi de taşıyacağı söylendi. Leyla, Haddad'dan önemli kişinin kimliğini öğrenmeye çalıştı ama o her zamanki gibi ‘gerektiği kadar bilgi’ yanıtını verdi. Daha sonra bu önemli ismin, uçuş öncesinde programını değiştirip operasyonu gerçekleştirenleri ‘değerli avdan’ mahrum bırakacak olan, ileriki zamanların Başbakanı General İzak Rabin olduğunu öğrenecekti. Rabin'in varlığıyla ilgili bilgi, FHKC'nin ayrı bir güvenlik servisinden gelmişti.
Leyla Halid, dört ay boyunca sıkı bir eğitim aldı. Uçak operasyonları, haritalar ve koordinatlar ve uçak türbülansa girdiğinde nasıl davranılacağı hakkında bilgiler edindi. ABD uçağının uçuş programı, Tel Aviv'e gitmeden önce iki Avrupa istasyonu; Roma ve Atina'da inişi içeriyordu. Halid, Beyrut’tan İsavi ile ayrıldı. Roma’dan Atina’ya giden uçakta yer ayırttılar.
Tarihler 29 Ağustos 1969’u gösteriyordu. Halid, İsavi ile birlikte birinci sınıf bölümünde oturuyordu. Plana göre kalkıştan yarım saat sonra uçak 35 bin fit yüksekliğe ulaştığında silahlarını çıkardılar ve birinci sınıf yolcularının ekonomi sınıfı koltuklara geçmelerini istediler. Tüm yolculardan ellerini kaldırmalarını istedikten sonra Halid ve İsavi kokpiti bastı. Halid, yaşananları şu sözlerle anlattı:
“Pilota, ‘Ben Che Guevara’nın FHKC’deki biriminden Yüzbaşı Şadya Ebu Gazale. Şadya, FHKC’nin ilk şehididir. Uçuş yönetimini ben üstleneceğim’ dedim. Kulaklık ve mikrofonunu aldım. Elimdeki bombanın emniyetini çıkardığımı fark etti ve daha sonra artık eski haline getirilemeyecek olan bombanın patlamaması için elimi gevşetmemi istedi. Pilot ve yardımcılarına onları öldürmeye veya bombalamaya gelmediğimizi ve haklı taleplerde bulunduğumuzu anlattım. Uçağın kodunun ‘FHKC... Özgür ve Arap Filistin’ şeklinde değiştirilmesini talep ettim. Bu kodu kullanmayan hiçbir kişiye cevap vermeyeceğiz dedim. Pilottan Atina'ya inmeden doğruca Tel Aviv'e gitmesini istedim. Tel Aviv'e inmek istemiyorduk. Biz sadece amacımızı hatırlatmak için Filistin toprakları üzerinde uçmak istiyorduk. Suriye'ye gideceğimizi söyledik. Şam ve Beyrut'taki gözetleme kulelerinin karşılıklı iletişim kurduğunu duydum. Suriye’deki kule şöyle diyordu: ‘Nereye gidiyor bu?’ Lübnan’daki ise ‘Bize değil, sizin yanınıza geliyor’ dedi. Şam Havaalanı yeniydi ve tam olarak faaliyete geçmemişti. Bu, oraya iniş yapan ilk ABD uçağıydı. Vedi, Suriye hükümetini önceden bilgilendirmemişti. Rejime güvenmiyordu. Plana göre uçak Şam'a indi. Yetkililere teslim olduk, operasyonu neden yaptığımızı anlattık. Tellere doğru koşan ve polise İsrailli olabileceklerini söylediğim, daha sonra öyle olduklarını öğrendiğimiz bir grup dışında uçaktaki 122 yolcu havalimanı binasına koştu. Suriyeli bir subay bana ‘Neden buraya geldiniz?’ diye sordu. Şaşkın bir şekilde ona şöyle cevap verdim: ‘İsrail’e değil, Suriye’ye geldim.’ Bunun üzerine öfkelendi. Ama her şey plana uygun gerçekleşti. Müzakere sürecini Kızılhaç devraldı. 23 Filistinli ve Arap mahkûmun yanı sıra 1967 Savaşı’nda esir alınan Suriyeli pilotlar da serbest bırakıldı.”

Leyla Halid 2015'te Güney Afrika'nın Soweto kentinde kitlelere yaptığı konuşmanın ardından bir Filistin haritası tutuyor (Getty Images)
Salim, Meryem ve Mücahid
İlk uçak kaçırma operasyonlarının ardından FHKC ve Vedi Haddad’ın popülaritesi arttı. Batı karşıtı gruplar ve düşman olarak gördükleri taraflarla çatışmak için bir fırsat arayanlar Ortadoğu'ya akın ettiler. Dış Operasyon Dairesi daha sonra özellikle Ürdün tarafından kabul edilen farklı milletlerden gruplarla ilişkilendirilecekti. Filistinli gruplar, Ürdün ordusu onları engelleyemeden kamplar kurdu. Ordu, olası bir çatışmayı önlemek için bunu ertelemişti ancak sonra gerçekleşti. Bu gruplarla ilişkiler, siyasi zeminin netleşmesi ile başlamış ve sağlamlığı teyit edildiğinde de belirli bir programa göre bilgi alışverişi, belge, silah, tesis ve eğitim sağlanması ve bazen operasyonlara doğrudan katılım konusunda iş birliğine varılmıştı.
Batı, katılımcıların çok uluslu olması nedeniyle Vedi'nin kurduğu ağı ‘Terör İmparatorluğu’ olarak adlandırdı. Dış Operasyon Dairesi, dünyayı şiddetle sarsanların mezun olduğu bir çekim noktası, bir eğitim ve planlama enstitüsü haline geldi. Ünlü Carlos'tan (Çakal Carlos) başkası olmayan Venezuelalı ‘Salim’, Kızıl Ordu lideri Fusako Shigenobu’dan başkası olmayan Japon Meryem ve Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu'nun başı Hagop Hagopian’dan başkası olmayan Ermeni Mücahid... Ölümünden sonra, Haddad'ın ‘öğrencileri’ ya öldürüldü ya da hapsedildi. Belki de düşüşleri, zayıf organizasyonlarına ve birleştirici liderliğin eksikliğine bağlanabilir. Belki de sırlarla örtülü kalması gereken bu dünyada, ölümcül olan yıldızlığa ek olarak ülke ve ajanslarla ilişki kurma hatasına düştüler.
1970'lerde Ürdün kaynıyordu. Ürdün ordusu ile Filistinli örgütler arasındaki birliktelik kırılgan ve gergin bir hal almıştı. İki gücün aynı toprakta bir arada yaşaması garipti. Ateşkes anlaşmaları, özellikle Filistinli militanlar ile Ürdün ordusu arasında tekrarlanan olaylardan sonra nihai tarihi bekleyen yatıştırıcı görevi gördü. Bazı Filistinli sol örgütler, Ürdün rejiminin devrilmesini talep edecek kadar ileri gitti ve kaynama noktası yükseldi.
Mossad, Temmuz 1970’de Beyrut'ta Haddad'a suikast düzenlemeye çalıştı. Yatak odasına saldırdılar ama o başka bir odadaydı ve Halid'le derin bir sohbet halindeydi. Bu durum her ikisinin de kurtuluşu oldu. Müzakereler, Vedi'nin dairesinden, eşi ve oğulları Hani'nin tedavi gördüğü Beyrut'taki Amerikan Üniversite Hastanesine taşınacaktı. Halid hastanede, dünyanın her yerindeki uçuş hareketleri hakkında bilgi veren bir kitap üzerine çalışacaktı. İsrail menşeili El Al şirketinin hatlarını araştırdı. Tel Aviv'e gidiş geliş uçuşlarının düzenini kaydetti. Suikast teşebbüsüne misilleme olarak Haddad'a yeni bir uçak kaçırmayı teklif etti. Kabul etti ve ondan konuyu takip etmesini ve eğitim için kadın yoldaşlar getirmesini istedi.

Uçak kaçırma günü
Haddad, Halid'i tanımadığı insanlarla bir akşam yemeğine gönderdi. Konuklardan biri geç geldi ve Ürdün'deki bir av gezisinden yeni döndüğünü ve burada İngilizlerin eğitimleri için kullandıkları, havaalanına benzer bir tesisle karşılaştığını söyledi. Dikkatle dinledi ve planına uygun olup olmadığını tespit etmek için tesisin ne kadar büyük olduğunu ve zeminin sağlam olup olmadığını sordu.
Leyla Halid o geceyi dün gibi hatırladığını söyledi:
“Geri dönüp öğrendiklerimi Haddad'a anlatabilmek için yemeğin bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Gidip söz konusu yeri incelememe karar verildi. Gittim. Birisi beni oraya götürdü. Yanımda Arap Milliyetçi Hareketi'nin ilk kuşağından bir yoldaş vardı. Tesise vardığımızda zeminin sağlamlığını test etmek için etrafta koşmaya başladım. Yoldaşım bana neden bu kadar ilgilendiğimi sordu. Ben de uygun bir eğitim alanı aradığımı söyledim.”
Plan, aynı anda üç uçağın kaçırılmasını ve onları Ürdün’de ‘Devrim Havalimanı’ olarak adlandıran hava sahasına uçurmayı gerektiriyordu. Halid, “Daha sonra düşman ve Avrupa hapishanelerinde tutulan mahkumların serbest bırakılması için müzakereler yapılacaktı" açıklamasında bulundu.
6 Eylül 1970, dünyada uçak kaçırma olaylarının günü olarak anılacaktı. Tüm gözler, ‘Devrim Havalimanı’na çevrildi. Bir El Al uçağını kaçırma girişimi havadayken engellendi. Bahreyn'den Filistinli bir gencin kendi inisiyatifiyle kaçırdığı British Airways uçağı ile birlikte İsviçre ve ABD uçakları havaalanında bombalandı. Diğer ABD uçağı Kahire Havaalanı’nda patlatıldı.
Halid, bu kez o kadar şanslı değildi. Dört kişilik bir ekibin Amsterdam'daki El Al uçağına binmesi gerekiyordu ancak bunlardan ikisi rezervasyon yaptıramadı. Uçağa yoldaşı Patrick Argüello ile bindi. Operasyon başarısız oldu ve uçak Londra'ya indi. Argüello, uçakta bulunan bir güvenlik görevlisi tarafından öldürüldü ve Halid, patlamayan bir el bombası attı. İngiltere'de tutuklandı ve soruşturmalara tabi tutuldu. Ancak İngiliz yetkililer haftalar sonra bir takas anlaşmasıyla onu serbest bırakmak zorunda kaldı.

Mossad yatağın altında
Halid, Mossad'ın kendisine hiç ulaşıp ulaşmadığını sorduğumda şu cevabı verdi:
“Evet, Beyrut’ta. Yatağımın altına patlayıcı yerleştirdiler. O dönemler güvenlik nedeniyle sürekli dairemizi değiştirmemiz gerekiyordu. Lübnan’ın güneyinde ve Bekaa’da kadınlara eğitim veriyordum. Yorgun bir halde geçici konutuma dönüyordum. Bu, çoğunlukla mobilyalı bir daire oluyordu. Hemen kendimi yatağa atar ve olabildiğince dinlenirdim, çünkü Vedi sık sık beni görevlendirir ve yorgun hissetmeye hakkımız olmadığına inanırdı.”
Halid bir gün, Beyrut'un Karakas semtindeki dairesine döndü ve şans eseri yatağının altında siyah bir kutu fark etti. Leyla Halid bu olayı şöyle anlattı:
“O kutunun benim olup olmadığından emin değildim. Ancak şüphelendim. Hemen FHKC ofisine gittim. Gece yarısından sonra ofise dönmeme şaşırdılar. Bir patlayıcı uzmanı daireye gitti ve kutunun içinde on kilo patlayıcı buldu.”
Meslektaşım Muhammed Hayr er-Revaşde ile bu kadarını paylaşmakla yetineceğim uzun ve ilginç bir sohbet dinledik...

BİRİNCİ BÖLÜM: Leyla Halid: Hariri, Haddad’ın silahlarını Avrupa’ya taşıdı



Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin çöküşünün ilk haftalarında, Türkiye’nin 8 Aralık 2024’te muhalif grupların Şam’a ‘sorunsuz’ bir şekilde girmesinde en büyük rolü oynadığı yönünde bir kanaat oluştu. Bu görüş, Ankara’nın Ahmed eş-Şera liderliğindeki yeni yönetimi hızlı bir şekilde desteklemesi ve kendisini Esed sonrası dönemde ‘ana sponsor’ olarak konumlandırmasıyla güçlendi.

Türkiye, Şera ile Halk Sarayı’nda görüşmek üzere Suriye’ye üst düzey bir yetkili gönderen ilk ülke oldu. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, 12 Aralık 2024’te Şam’ı ziyaret etti ve ardından Emevi Camii’nde namaz kıldı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları da, Türkiye’nin Esed rejiminin çöküşünde ve Şera için Şam yolunun açılmasında başrol oynadığını gösterdi. Fidan, birkaç gün sonra yaptığı açıklamada, Ankara’nın 7-8 Aralık 2024 tarihlerinde Doha Forumu çerçevesinde düzenlenen Astana formatlı toplantıda Rusya ve İran’ı müdahale etmeme konusunda ikna ettiğini söyledi.

Fidan’a göre, Beşşar Esed rejimi son iki üç yılda oldukça zayıftı; bazı yerlerde göreceli bir direniş vardı, ancak muhalefet neredeyse ateş açılmadan Halep’e girdi. Yine de Ruslar ve İranlılar 2016’daki tepkilerini tekrarlasaydı, Suriye halkı daha fazla kan dökülmesi ve göç tehdidiyle karşı karşıya kalacaktı.

Fidan, “Rusları Esed’in yanında durmamaya nasıl ikna ettiniz?” sorusuna tek kelimeyle yanıt verdi: “Konuştuk.”

16 Ağustos 2025’te, Türkiye kurumları arasındaki koordinasyon grubu, Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz başkanlığında bir toplantı düzenledi. Yılmaz, şu anda Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapıyor. Toplantıda, Suriye ile ilişkiler kapsamlı şekilde gözden geçirildi ve önümüzdeki dönemde ilişkilerin güçlendirilmesi ile taraflarca varılan çeşitli alanlardaki anlaşmaların uygulanmasına yönelik adımlar ele alındı.

Esed rejiminin devrilmesinin ardından ilk sekiz ay boyunca yoğun çabalarla Türkiye, Şam’daki büyükelçiliğini ve Halep’teki konsolosluğunu yeniden açan ilk ülke oldu. Ayrıca 12 Ağustos’ta askeri iş birliği, eğitim ve danışmanlık konularında bir mutabakat zaptı imzalandı.

sd
İsrail, Hama Askeri Havaalanı’nı bombaladı. (AFP)

Türkiye, Şera hükümetini DEAŞ’a karşı mücadelede desteklemek ve ABD’yi, kuzeydoğu Suriye’deki kontrolün bel kemiğini oluşturan PYD/SDG’ye verdiği desteği terk etmeye ikna etmek amacıyla ikili ve bölgesel düzeyde girişimlerde bulundu. Bu süreç, DEAŞ’a karşı savaşta ABD ile kurulan ittifakın ardından geldi.

Bu çerçevede Türkiye, ‘bölgesel sahiplik’ ilkesine dayalı bir ittifak kurmayı hedefledi; bu ilke, bölge ülkelerinin sorunlarını dış müdahaleler olmadan kendi başlarına çözmesini öngörüyor. Ankara, Ürdün, Irak ve Lübnan ile Suriye’yi de kapsayan beşli bir platform oluşturma girişiminde bulundu. Ancak beş ülkenin dışişleri bakanları, savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının 9 Mart’ta Amman’da bir araya geldiği toplantı, Ankara’nın arzuladığı mekanizmanın kurulmasıyla sonuçlanmadı.

Bunun üzerine Türkiye, DEAŞ’a karşı mücadelede Suriye hükümetine desteğini göstermek amacıyla Şam’da ortak bir operasyon merkezi üzerinden Suriye ile koordinasyon mekanizması oluşturdu.

Geçen 10 ay içinde iki ülke dışişleri ve savunma bakanları ile istihbarat başkanlarının üç toplantısı gerçekleştirildi. Bunun yanı sıra iki ülke arasında dışişleri bakanları düzeyinde karşılıklı ziyaretler yapıldı, MİT Başkanı Şam’ı ziyaret etti ve Şera da şubat-ağustos döneminde Türkiye’yi üç kez ziyaret etti.

Ekonomi alanında Türkiye, Suriye ile tüm sınır kapılarını yeniden açtı. 5 Ağustos’ta Ankara’da iki ülke arasında ortak bir ekonomik ve ticari komite kurulmasına dair bir protokol imzalandı ve sanayi bölgeleri kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu adımların amacı, savaş nedeniyle zarar gören Suriye ekonomisini canlandırmak ve iki ülke arasındaki ticareti güçlendirmek olarak açıklandı. Ayrıca, 2011’de faaliyeti duran iki ülke ortak iş konseyi yeniden kuruldu.

Türkiye, mevcut ticari iş birliği ivmesini kullanarak yıl sonunda Suriye’ye ihracatta 2 milyar dolar sınırını aşmayı hedefliyor. Ticaretin kolaylaştırılması ve hızlandırılması yönünde yeni adımlar atıldı ve önümüzdeki dönemde Halep’in güçlü bir lojistik merkezine dönüştürülmesi konusunda anlaşmaya varıldı.

İsrail ile rekabet

Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri, Beşşar Esed dönemindekinden farklı bir seyir izliyor. Daha önce sınırlarını, PKK/PYD’nin Suriye’deki uzantısı olarak gördüğü SDG tehdidine karşı güvence altına almak ve güney sınırında 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak üzerine odaklanan Türkiye, bugün bu Kürt grubunu Suriye denkleminden çıkarmayı hedefliyor. Bu kapsamda grubun silahlarını bırakması ve devlet kurumlarına entegre olması için ikna edilmeleri amaçlanıyor. Türkiye, bu konuda yeni Suriye yönetiminin DEAŞ hapishanelerini koruma sorumluluğunu üstlenmesini sağlayarak Washington’a destek sunmayı da öneriyor ve ABD’nin çekilmesi durumunda oluşacak boşluğu doldurma çabalarını artırıyor.

dfg
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Temmuz 2025'te Beyaz Saray'da yaptığı görüşmeden (AFP)

Türkiye’nin yeni Suriye gerçeğinde attığı adımlar, sahada askeri boşluğu doldurma ve Libya’da Kaddafi sonrası uyguladığı modele benzer şekilde, Suriye’nin iç bölgeleri ve kıyılarında kara, deniz ve hava üsleri kurma yönünde bir eğilim taşıyor. Ayrıca Türkiye, sağlık, eğitim ve diğer alanlarda müdahaleyi genişleterek Suriye ekonomisi ve yeniden imar süreçlerinde en büyük rolü üstlenmeyi planlıyor; bu, yıllardır kuzey Suriye’de başlayan faaliyetlerin devamı niteliğinde.

Söz konusu gelişmeler, Türkiye’nin Suriye’deki varlığından endişe duyan İsrail’de kaygı yarattı. İsrail, Türkiye’nin yeni Suriye yönetimi ve muhalif gruplarla güçlü ilişkilerine dayanarak siyasi ve güvenlik garantörü olarak sahada yeni bir gerçekliği dayatmasından korkuyor.

Türkiye, Suriye yönetimine ülkenin geleceği hakkında danışmanlık yapan bir ‘sponsor’ olarak rolünü gösterme yarışında başarılı görünüyor. Bu durum, Temmuz 2025’te Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede de teyit edildi.

uj
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye lideri Ahmed eş-Şera'nın geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'da Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere bir araya geldikleri toplantıdan (SPA)

Trump, Erdoğan’ı telefon görüşmesinde tebrik ettiğini belirterek, “Suriye’yi ele geçirdiği için onu kutladım (...) Erdoğan önce bunu reddetti ve almadığını söyledi, ama ben ona tarihi olarak hangi isimle anılırsa anılsın, iki bin yıldır kimsenin yapamadığını yaptığını söyledim. Erdoğan sonunda ‘Evet, aldım’ dedi” ifadelerini kullandı.

Trump’ın açıklamaları, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’de rekabetin izlendiği bir dönemde geldi. Bu rekabet, İsrail’in başta Hama Askeri Havalimanı olmak üzere bazı ana üsleri ve havaalanlarını yok etmesine, Suriye ordusunun kapasitesini hedef almasına neden oldu. Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra, Türkiye’nin Humus’ta hava üsleri kurmayı planladığına dair haberler yayıldı. Bunun üzerine Türkiye ve İsrail, Azerbaycan aracılığıyla Bakü’de düzenlenen teknik toplantılarda Suriye’de karşı karşıya gelmelerini önleyecek bir çatışma önleme mekanizması kurdu.

Trump, Netanyahu’ya talepleri mantıklı olduğu sürece Türkiye ile sorunlarını çözebileceğini söyledi ve Erdoğan ile iyi ilişkilerini vurguladı. Ancak Netanyahu, Washington’dan ayrılmadan önce, Türkiye’nin Suriye’de askeri üsler kurmak istediğini ve bunun İsrail için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle buna karşı çıktığını ifade etti.

Türkiye, ABD ile birlikte öncelikli olarak, İsrail’in Suriye’ye yönelik bir tehdit oluşturmamasını, Suriye’nin de bölgedeki herhangi bir taraf için tehdit kaynağı haline gelmemesini ve herkesin birbirinin toprak bütünlüğü ile egemenliğine saygı göstermesini sağlamayı hedefliyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 10 Kasım 2025’te Beyaz Saray’da Trump ve Şera ile yapılan görüşmenin bir bölümüne katıldığını belirterek bu yaklaşımı dile getirdi.

dfrgthy
2024 Aralık ayında düzenlenen Doha Forumu kapsamında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi arasında yapılan toplantıdan (Dışişleri Bakanlığı)

Türkiye, Şam ve Tel Aviv arasındaki görüşmelerden rahatsız olmadığını defalarca vurguladı ve öncelikli hedefinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini korumak olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eylül 2025’te Trump ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede, birkaç hafta önce Netanyahu’nun Türkiye’nin Suriye’de durdurulduğu yönündeki açıklamasına yanıt verdi. Erdoğan, İsrail medyasının yazdıklarına değil, Türkiye’nin sahadaki faaliyetlerine odaklanılması gerektiğini belirterek, “Stratejik önceliklerimiz doğrultusunda gerekli olanı yapıyoruz ve bunu sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.

Yaptırımların hayaleti

Türkiye, Suriye ile ilgili her dosyada aktif rol oynamaya özen gösteriyor; buna yaptırımların kaldırılması da dahil. Yaptırımların kaldırılması, Trump’ın sürpriz bir açıklamasıyla başladı. Trump, bu adımı Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Erdoğan’ın talebi doğrultusunda attığını belirtti. Erdoğan, mayıs ayında Riyad’daki toplantıya telefonla katılarak yaptırımların kaldırılmasını görüştü.

Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’ye terör örgütlerine karşı mücadelesinde desteğini sürdürmeye devam edeceğini ve DEAŞ mensuplarının tutulduğu gözaltı merkezlerinin yönetimi ve güvenliğine ilişkin destek sağlamaya hazır olduğunu vurguladı. Erdoğan, Trump’ın Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldırma kararının tarihi öneme sahip olduğunu, bunun diğer yaptırım uygulayan ülkeler için örnek teşkil edeceğini ve yaptırımların kaldırılmasıyla Suriye’de çeşitli alanlarda yatırım fırsatlarının oluşacağını ifade etti.

Trump’ın yaptırımların kaldırılacağını açıklamasından önce, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani, nisan ayında düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) sırasında üçlü bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Trump’ın Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin taahhüdü ele alındı.

Fidan, Şera ile eş zamanlı olarak ABD’ye davet aldı ve 10 Kasım’da Trump ile yaptığı görüşmenin bir bölümüne katıldı.

Fidan, Rubio, Başkan Donald Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Beyaz Saray’da birçok yetkiliyle görüşmeler gerçekleştirdi. Ayrıca Fidan, Şera ve Şeybani ile bir araya geldi. Şeybani ile Rubio’nun katıldığı üçlü bir toplantıya da katıldı.

Fidan, toplantılarda kuzey ve güney Suriye’deki sorunlu bölgelerin daha iyi nasıl yönetilebileceği konusunda görüş alışverişinde bulunulduğunu belirtti. Şu anda odak noktasının, Suriye ekonomisinin toparlanmasına yardımcı olmak amacıyla Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların tamamen kaldırılması olduğunu vurguladı.

Fidan, Şera’nın Kongre üyeleriyle de görüştüğünü ve Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların kaldırılmasına yönelik oylamanın önemini vurguladığını aktardı. Ayrıca, ABD Başkanı’nın Suriye meselelerine ilişkin olumlu bir yaklaşım benimsediğini kaydetti.

SDG sorunu

Türkiye, Suriye konusunda devam eden istişare sürecini, Şam’da 10 Mart’ta Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasını destekleyecek Amerikan tutumunu güvence altına almak için kullanıyor. Anlaşma, SDG’nin Suriye ordusu ve güvenlik kurumlarına entegrasyonunu kapsıyor ve yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.

47 yıllık silahlı çatışmanın ardından Türkiye, PKK’yı silahsızlandırma girişimini başlattı. Bu çerçevede 27 Şubat’ta Türkiye’de tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’a silahlı mücadeleden vazgeçmesi ve yasal çerçevede demokratik faaliyetlere geçmesi çağrısı yapıldı.

dfvghy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, SDG'nin Suriye devlet kurumlarına entegre edilmesine yönelik anlaşmanın imza töreninde, 10 Mart 2025 (EPA)

Ankara, Öcalan’a yapılan çağrının PKK’nın tüm uzantılarını kapsadığını vurguluyor ve SDG’nin mevcut yapısının Suriye’nin birliğini zayıflattığını, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini belirtiyor. Türkiye, PKK’nın silahsızlandırılmasının yalnızca kendi sınırları içinde ele alınamayacağını savunuyor.

SDG ise Türkiye’den kuzeydoğu Suriye’deki askeri, idari ve güvenlik kurumları ile özyönetimi bir tehdit olarak görmemesini talep ediyor ve bu kurumları ‘barış ve güvenlik için’ faaliyet gösteren yapılar olarak nitelendiriyor.

SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart anlaşmasının Suriye’nin bölünme girişimlerini engellemede ve iç savaşa sürüklenmesini önlemede önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Abdi, ‘her bölgenin kendi yönetimini sağlayabileceği, merkezi olmayan bir Suriye’ olması gerektiğini vurguladı.

Hürriyet gazetesi yazarı Fatih Çekirge, ABD’nin kuzey Irak’ta İran’a karşı oluşturduğu Barzani modelini kuzey Suriye’de de kurmayı hedeflediğini belirtti. Çekirge’ye göre, Irak’tan Suriye’ye hazırlanan koridor bu amaca hizmet ediyor ve bu durum, İran’dan Lübnan ve çevresine silah akışını engellemek isteyen İsrail’in talebiyle de uyumlu.

Çekirge, Türkiye’nin başlangıçta ‘Barzani modeli’ benzeri bir adımı kabul etmediğini, şu anda ABD’nin müttefiki SDG’yi terör örgütü olarak gördüğünü, ancak ilerleyen süreçte kuzey Suriye’de tıpkı Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) olduğu gibi bu yaklaşımı kabul edebileceğini ifade etti.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde, yeni Suriye yönetimiyle yakın ilişkilerini ve Washington’ın artan desteğini kullanarak Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde en etkili güç olarak konumunu pekiştirmeye devam etmesi bekleniyor. Ankara’nın SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonunu tamamlamaya ve sınırlarına yakın istenmeyen askeri varlığı azaltmaya yönelik baskı yapması öngörülüyor. Ancak İsrail ile rekabet ve ABD’nin sahadaki varlığı, Türkiye’nin vizyonunu tamamen uygulama kapasitesini sınırlayabilir.


BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
TT

BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Sudan’da paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ilerleyişinin sınır ötesine taşabilecek yeni bir kitlesel göç dalgasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

HDK, Ekim ayı sonunda Darfur’daki Faşir kentinin kontrolünü ele geçirerek, Sudan ordusuyla iki buçuk yıldır devam eden savaşta en büyük kazanımlarından birini elde etmişti. Reuters’ın aktardığına göre HDK, bu ay da ilerleyişini doğuya, Kordofan bölgesine doğru sürdürerek ülkenin en büyük petrol sahasını kontrol altına aldı.

Grandi, Kordofan’daki son şiddet olayları nedeniyle yerinden edilen ve sayıları yaklaşık 40 bin olan kişilerin çoğunun şu an ülke içinde yerinden edilmiş durumda olduğunu, ancak şiddetin El-Ubeyyid gibi büyük bir kente yayılması hâlinde durumun değişebileceğini söyledi.

Pazartesi gecesi Port Sudan’dan yaptığı açıklamada Grandi, “Eğer savaş oraya da ulaşırsa… daha fazla kitlesel yerinden edilme göreceğimizden eminim” dedi.

Grandi ayrıca, “Bu durumda komşu ülkelerde çok yüksek alarm seviyesinde olmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Nisan 2023’ten bu yana HDK ile Sudan ordusu arasındaki çatışmalar, BM verilerine göre on binlerce kişinin ölümüne, 12 milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine ve dünyanın “en kötü insani krizine” yol açtı.

Ekim sonunda Sudan ordusunun Darfur’daki son kalesi olan Faşir’i ele geçirmesinin ardından HDK, saldırılarını doğuya, üç eyaletten oluşan petrol zengini Kordofan bölgesine yöneltti. Faşir’in ele geçirilmesi sırasında katliam, toplu tecavüz ve yağma yaşandığına dair çok sayıda sivil tanıklık ve sivil toplum örgütü raporu bulunuyor.


İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
TT

İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)

İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri, bugün (Salı) yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasının birinci aşamasındaki tüm maddelere hem kendilerinin hem de diğer Filistinli grupların bağlı kaldığını duyurdu. Örgüt, arabuluculara İsrail’in anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı yapma çağrısında bulundu.

Kudüs Seriyyeleri’nin askeri sözcüsü Ebu Hamza, yayımladığı bildiride, geçen çarşamba günü Gazze’nin kuzeyinde ellerindeki son İsrailli rehinenin cesedini teslim etmelerinin ardından, İsrailli esirler dosyasını kapattıklarını söyledi.

Filistin'den yayın yapan Şihab Haber Ajansı’nın (Shehab News Agency)  aktardığı açıklamada Ebu Hamza, şunları kaydetti:

“Geçen çarşamba günü kuzeyde son cesedi teslim ederek elimizdeki düşman esirleri dosyasını kapattık. Bu, onur verici bir anlaşmanın parçası olarak, tüm gurur, onur ve sadakatle yürüttüğümüz kahramanca bir mücadelenin sonucudur. Düşman esirleri ancak direnişin kararıyla geri döner; tabutlarla dönerler ya da hiç dönmeyebilirler.”

Ebu Hamza, Kudüs Seriyyeleri ve diğer direniş fraksiyonlarının ateşkes anlaşmasının birinci aşamasına ilişkin tüm hükümlere bağlı kaldığını vurgulayarak, arabuluculara İsrail’in anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesi ve “tekrarlanan suç niteliğindeki ihlallerini” durdurması için baskı çağrısı yaptı.

Gazze’de ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçiş arayışlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Hamas’tan bilgili kaynaklar, hem hareket içinde hem de arabulucularla ve onların İsrail’le yürüttüğü temaslarda ciddi görüşmelerin sürdüğünü aktardı.

Kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, Hamas’ın ABD ile İsrail arasında sağlanacak uzlaşıya bağlı olarak, arabuluculardan beklenen yeni dolaylı müzakere turunun tarihinin belirlenmesini beklediğini söyledi. Bu turun ay sonunda ya da gelecek ay başında yapılabileceği ifade edildi.

Kaynaklara göre, Katar, Mısır ve İstanbul da dahil olmak üzere çeşitli başkentlerde Hamas liderliği ile arabulucular arasında ikili ve üçlü formatlarda çok sayıda toplantı düzenlendi; mevcut temaslar kapsamında yeni görüşmelere yönelik hazırlıklar da yapılıyor.

Aynı kaynaklar, ABD’nin baskısı ve arabulucuların girişimlerinin bu temasları “daha ciddi bir aşamaya taşıdığını” değerlendirdi.