BM, Tunus’ta muhalefete yönelik artan basıyı kınadı

Partiler, ‘devlet güvenliğine karşı komplo kurmakla’ suçlanan tutukluların serbest bırakılması çağrısı yaptı.

Nahda Hareketi’nin yandaşları, liderlerinden birinin tutuklanmasını protesto etmek için Adalet Sarayı önünde nöbet tutuyor. (AP)
Nahda Hareketi’nin yandaşları, liderlerinden birinin tutuklanmasını protesto etmek için Adalet Sarayı önünde nöbet tutuyor. (AP)
TT

BM, Tunus’ta muhalefete yönelik artan basıyı kınadı

Nahda Hareketi’nin yandaşları, liderlerinden birinin tutuklanmasını protesto etmek için Adalet Sarayı önünde nöbet tutuyor. (AP)
Nahda Hareketi’nin yandaşları, liderlerinden birinin tutuklanmasını protesto etmek için Adalet Sarayı önünde nöbet tutuyor. (AP)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, aralarında tecrit edilmiş siyasetçiler, yargıçlar ve nüfuzlu bir iş insanının da bulunduğu çok sayıda tutuklamanın ardından Tunus’ta ‘baskının şiddetlenmesini’ kınadı.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) Sözcüsü Jeremy Lawrence, Cenevre’de düzenlenen basın toplantısında, Türk’ün ‘Tunus’ta siyasi muhaliflere ve sivil toplum mensuplarına yönelik, (özellikle de yargının bağımsızlığını yok etmek için yetkililer tarafından alınan önlemler yoluyla) baskıların artmasından duyduğu endişeyi’ dile getirdiğini aktardı. Lawrence, cumartesi gününden bu yana en az dokuz kişi tutuklandığını, bunlar arasında bazıları güvenlik veya yolsuzlukla ilgili suçlamalarla tutuklanan eski yetkililerin de bulunduğunu dile getirdi.
Tunus güvenlik güçleri geçen hafta sonunda siyasi aktivistlerin, eski yargıçların ve nüfuzlu bir iş insanının tutuklandığı baskınlar düzenledi. Aynı şekilde geçen pazartesi günü de ‘İslami eğilimli Nahda Partisi liderlerinden Nureddin el-Buhayri’yi ve ‘Mosaique FM’ radyosu genel müdürü Nureddin Boutar’ı gözaltına aldı.
Jeremy Lawrence duruma diar şu açıklamada bulundu:
“OHCHR, savcılığın muhalifleri ‘devlet güvenliğine karşı komplo kurmak, devlet başkanına hakaret etmek veya siber suçlarla mücadeleye ilişkin kanun hükmünde kararnameleri ihlal etmekle’ suçlayarak giderek daha fazla kovuşturma başlattığını açıkladı. Bazı tutukluların, hükümeti eleştirdikleri için askeri mahkemelerde yargılanmalarından da endişe duyuyoruz. Bu nedenle yetkilileri, sivilleri askeri mahkemelerde yargılamaya derhal son vermeye çağırıyoruz.”
OHCHR, Tunus makamlarını yargı süreci ve adil yargılanma standartlarına saygı göstermeye ve düşünce veya ifade özgürlüğünü kullandığı için tutuklananlar da dahil, keyfi olarak gözaltına alınan herkesi ‘derhal serbest bırakmaya’ çağırdı. BM ayrıca Temmuz 2021’de Tunus makamları tarafından verilen ve özellikle Yüksek Yargı Konseyi’nin feshedilmesi ve 57 yargıcın ihbarsız görevden alınması gibi yargı bağımsızlığını baltalayan ‘kararlar dizisini’ de kınadı.
Tunuslu bir grup siyasi parti, Tunuslu yetkililer tarafından geçen cumartesi gününden bu yana başlatılan tutuklama furyası kapsamında ‘devlet güvenliğine karşı komplo kurmak ve devletin yapısını değiştirmek için uzlaşı sağlamak’ gerekçesiyle tüm tutukluların serbest bırakılması çağrısında bulundu. Siyasi partiler ayrıca, ‘istisnasız, otoritenin gelişigüzel hedef aldığı tüm güçlerin birliği’ çağrısında bulundu.
Aynı şekilde sol eğilimli Demokratik Akım, Tekettul Partisi, İşçi Partisi ve Demokratik Kutup Partisi, ‘siyasi aktivistler, sendikacılar, gazeteciler, aydınlar ve iş insanları’ da dahil rejimin eleştirel seslerini sindirmek için savcılık ve güvenlik güçlerinin manipüle edilmesi de kınadı. Nahda Hareketi ise devlet kurumları tarafından gerçekleştirilen tutuklamaları, darbeci yönetim karşıtlarına yönelik adam kaçırma ve sistematik istismar olarak nitelendirdi.
Gözaltına alınanlara yönelik suçlamalar hükümeti devirmeyi planlamaktan kara para aklamaya kadar uzanıyor. Ancak Nahda Hareketi’nin eski liderlerinden Avukat Samir Dilo, son günlerde siyasi aktivist Hayyam et-Turki’nin evinde yapılan toplantıların, ‘muhalefeti birleştirmek için siyasi hareketleri örgütlemeyi amaçladığını’ söyledi. Samir Dilo açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı:
 “Tutuklulara yönelik baskınlar, yasal prosedürlere uyulmadan, tutuklama için yasal bir dayanak gösterilmeden, ailelere açıklama yapılmadan gerçekleştirildi. Bu eylem, siyasetin öldürülmesini teşvik eden bir hükümet sistemine giriyor”
Tunuslu insan hakları kaynakları, tutuklu sayısının 15’in üzerinde olduğu tahmininde bulundu. Ancak sanıkların soruşturma ve sorgularının henüz sona ermediği göz önüne alındığında, sayının ilerleyen günlerde artması muhtemel olarak değerlendirildi. Ayrıca 25 Temmuz 2021 sürecine karşı çıkan liderlerin isimlerinin yanı sıra medya, güvenlik, yargı gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren başka isimlerin de soruşturulabileceği kaydedildi.
Nureddin el-Buhayri ve eski Bakan Lazhar el-Akrami’nin yanı sıra ‘Mosaique FM’ Genel Müdürü Boutar a gözaltına alındı. Tutuklama furyası, iş insanı Kemal el-Latif, siyasi aktivist Hayyam el-Turki, Nahda Hareketi’nin eski liderlerinden Abdulhamid el-Celasi, görevden alınan yargıç Beşir el-Akrami, Kovuşturma Mahkemesi eski ilk başkanı olan Tayyib Raşid, Tunus’un en büyük kahve tedarikçisi Fevzi el-Fakih, en ünlü bitkisel yağ tedarikçilerinden biri olan Samir Kammoun ve eski Ulusal Güvenlik Genel Müdürü Samir el-Hişari’yi de kapsadı.
Diğer  yandan Tunus Gazeteciler Sendikası, 14 Şubat’ta ‘Mosaique FM’ Genel Müdürü Nureddin Boutar’ın tutuklanmasını ‘otorite tarafından medya üzerinde uygulanan bir kısıtlama’ olduğu gerekçesiyle protesto etti. Avukatının verdiği bilgiye göre Boutar hakkında yürütülen soruşturma, özellikle Tunus’ta geniş çapta takip edilen radyo istasyonunun yazı işleri, gazetecileri ve çalışanlarını görevlendirme yöntemini, finansmanının niteliğini ve yetkisi dahilinde kurumun birinci sorumlusu olarak müdahale ettiği alanları içeriyor.
Sendika tarafından 14 Şubat’ta yapılan açıklamada “Tutuklama eyleminin, kısıtlamalar çerçevesinde geldiğinden şüpheye yer bırakmayacak şekilde eminiz” ifadelerine yer verildi. Aynı şekilde Tunuslu avukatlar, 14 Şubat’ta yargı makamlarını muhalif siyasetçilere yönelik tutuklama kampanyasına ilişkin açıklama yapmaya çağırdı.
Nureddin Boutar’ın avukatı Dalila Musaddık, bir güvenlik ekibinin Boutar’ın evine baskın düzenlediğini, evini aradığını ancak hiçbir şey bulamadığını aktardı. Ardından herhangi bir tutuklama emri ibraz etmeden ve ciddi bir suçlamada bulunmadan kendisini Karcani karakoluna götürdüğünü kaydetti.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.