Doğal afetler ve siyasi tartışmalar

Dünya felaketlerle karşı karşıya ve yaklaşan tehlikeleri gerçekleşmeden önce tahmin etmeli ve izlemeliyiz.

Deprem felaketi karşısında anlaşmazlıklar patlak verdi. Tüm dünya Suriye ve Türkiye'deki mağdurların yardımına koştu. (AFP)
Deprem felaketi karşısında anlaşmazlıklar patlak verdi. Tüm dünya Suriye ve Türkiye'deki mağdurların yardımına koştu. (AFP)
TT

Doğal afetler ve siyasi tartışmalar

Deprem felaketi karşısında anlaşmazlıklar patlak verdi. Tüm dünya Suriye ve Türkiye'deki mağdurların yardımına koştu. (AFP)
Deprem felaketi karşısında anlaşmazlıklar patlak verdi. Tüm dünya Suriye ve Türkiye'deki mağdurların yardımına koştu. (AFP)

Mustafa el-Feki
Ortadoğu ve Arap bölgesi zaman zaman yüzeye çıkan, ardından bulutların aniden dağıldığı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsemelerin ve selamlamaların sürdüğü anlaşmazlıkları yakından tanıyor. Bu, bölge ülkelerinin derinliklerindeki bağların, tüm anlaşmazlıklardan ve krizlerden daha güçlü olduğunu gösterir.
Bunu başta Türkiye'nin güneydoğusu ve Suriye'nin kuzeybatısını korkunç bir depremin vurduğu 6 Şubat'tan itibaren başlayan hüzünlü günleri izlerken söylüyorum. Binlerce ölü ve on binlerce yaralı ile kayıplar çok büyük oldu. Felaket karşısında anlaşmazlıklar ortadan kalkmış, Araplar ve Arap olmayanlar, zorluklar ve musibetler karşısında ihtilafların ve çekişmelerin ortadan kalkması gerektiğine inanarak Suriye ve Türkiye'deki kardeşlerin yardımına koştular. Hatta bazı devlet başkanları, tüm anlaşmazlıkları, zorlukları ve koşulları görmezden gelip olağanın dışına çıkarak, afetten etkilenen iki ülkenin liderleriyle telefon görüşmeleri yaptı. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de Suriye rejim lideri Beşşar Esed ile telefon görüşmeleri gerçekleştirerek taziyede bulunması bunun net örneğidir. Çünkü bu felaket ve doğanın korkunç gazabı karşısında tüm anlaşmazlıklar geri planda kaldı. Bu, bence bölge semalarında görünen Arap ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklarla ilgili birtakım gözlemleri ispatlıyor. Halbuki işin gerçeği tamamen aksini gösteriyor. Özellikle facianın çok soğuk ve sağanak yağışlı bir havada meydana gelmesi ve on binlerce kişinin evlerini terk ederek boş yerlere ve arazilere sığınması nedeniyle gizli ulusal duygular ve ortak dini sempati ön plana çıktı. Nitekim Halep eş-Şahba'daki manastırlardan biri, dinleri, milliyetleri veya ırkları ne olursa olsun buraya sığınan çok sayıda kişiyi kabul etti. Herkes aynı şekilde ölümle karşı karşıya. Dahası o manastırda yaşayanlar herkese yemek verip çocuklara özel ilgi gösteriyor. Yürek burkan sahneler yaşanıyor. Kurtarma görevlilerinden birinin iki yaşında bir kız çocuğunu kucakladığını ve halen hayatta olduğundan emin olmak için eliyle yüzünü ovuşturduğunu gördüm. Kız çocuğu ona hayatını kurtardığını anlamış gibi mutlulukla baktı. Bir başka sahnede ailesinin yaşadıkları evin enkazı altında bir kız çocuğu dünyaya geldi. Kurtarma görevlisi, depremin kurbanı olan annesinden göbek bağını kesmeye çalıştı. Anne babasını ve kardeşlerini kaybeden bu kız bebeği kurtarıldı. Allah’tan başka kimsesi yok...
Bunlar, yaşamla ölüm arasındaki ince çizginin derinleştiği korkunç anlardır. Bu son deprem, uzmanların bölgedeki deprem kuşağı içinde olduğunu söyledikleri bir bölgede meydana geldi. Ancak bu, şok edici sürpriz unsurunun varlığını ortadan kaldırmaz. Şam topraklarındaki rejime bağlı olanlar ile muhalif unsurlar arasındaki çatışma sonucunda Şam’daki el-Fayha’dan Halep’teki eş-Şehba’ya Suriye ve bazı Türkiye bölgelerinin çok sayıda sakininin yerlerini terk etmek zorunda kaldığını da göz önünde bulundurmak gerek. Hepimiz, pek çok ülkenin tamamen insani nedenlerle siyasi hedeflerden veya acil çıkarlardan uzaklaşarak yardım sağlamaya koştuğuna tanık olduk. Şimdi bazı noktaları dikkat çekmek istiyorum:
Birincisi, hayat tamamen bir imtihandır. Mutlu anlar yaşanmasına rağmen bu mutluluk garanti değildir. Bireyler ve aileler, hayattaki en mutlu zamanlardan en mutsuz anlara geçebilir. Muaviye bin Ebu Süfyan, “Mutlulukla dolu hiçbir ev yoktur ki imtihanla da dolmasın” demiştir. Allah rahmet eylesin, babam; “Dünya seni alkışlamaya başladıysa, bundan korkmaya başla” derdi. Ancak Suriye'deki ve Türkiye'deki kardeşlerimizin içinde bulundukları durumun acı tarafı, aslında mutlu ve güvenli günlerde değillerdi. Deprem herkes onu dinlesin, silahlarını bıraksın, savaşı sonlandırsın ve savaşmaktan kaçınsın diye sanki ilahi bir mesaj gibi çatışma bölgelerini vurdu. Bu nedenle yaşamın doğru tanımının, yaşayanların ittifakı olduğuna inanıyorum. Örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), İkinci Dünya Savaşı'nın galiplerinin ittifakıysa, o zaman hayat,onu terk edenlerin karşısında yaşayanların ittifakıdır.
İkincisi, Allah’ın sağlık ve zenginliği bir kişiye bahşedip sonra başkalarına yoksulluk, sefalet ve hastalık vermesi karşısında insan adaletin bunun neresinde olduğunu sorguluyor. Burada adalet, yaşayanların anlayamadığı izafi bir mefhumdur. Adalet, gayret sahibi dediğimiz kişilere mahsustur. Yani yeryüzünde tevazu ile yürüyenlere ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) ‘Selam!’ deyip geçenlere… Affetmeyi ve bağışlamayı bilir ve bağışlama ve hoşgörünün anlamını idrak ederler. Hepimizin memnuniyetle ve kabulle karşıladığı bu milli duygunun, Arap dünyamızın diğer bölgelerinde uygulananla aynı olmaması ve özen ve gözetimin kesinlikle diğer birçok şeyden daha önemli olması beni üzüyor.
Üçüncüsü, bu tür felaketler bize hayatın garanti olmadığını çünkü çağları yöneten genel yasanın sırrını yalnızca Allah'ın bildiğini öğretir. Bu nedenle ruhlar bedenlere hapsedilmiştir. En fazla 12 yaşında bir çocukken, ünlü bir Sufi kutbunun bizi ziyaret ettiğini ve o gün bazı yetişkinlerin beni ziyarete gelen konuğa karşılama konuşması yapmam için görevlendirdiğini hatırlıyorum. Ben de ona, "Biz inanıyoruz ki, belli bir dine iman, mü'mini derecelerle yükseltir ve onu ümitsizlikten, korkudan emin kılar" dedim. O kadar küçük yaşta nasıl böyle sözler sarf ettiğime hayret ediyorum. Bu nedenle 1992'de Mısır'ı vuran ve çok sayıda can alan deprem meydana geldiğinde imanın inananları acı ve umutsuzluktan koruyabileceğini hissettim. Bu nedenle bazı yardım kuruluşlarının insani nedenlerle değil de siyasi mantıkla öncelik vermeyi seçmesi beni çok üzdü. Varlığın felsefesini ve hayatın doğasını anlayanlar çok iyi bilirler ki hayatta kalmak ve ölmek ilahi hikmetin birer parçasıdır, ki biz bunu idrak edemiyoruz.
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: “Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.” (İsra/85)
Dördüncüsü, Arap-Arap anlaşmazlıkları genellikle yüzeyseldir ve sağlam nedenlere dayanmamaktadır. Bu nedenle, özellikle zor anlarda Arapları birleştiren kapsamlı duygu akımına dayanamaz. Bizler damarlarımızda dolaşan kanın ortak kan olduğunun bilincindeyiz. Tüm insanlık, yaşam denizinde kader birliğine sahip olan herkesi bir araya getiren bir gemide yol alıyor. Kendilerinden uzakta meydana gelen deprem haberini alan insanların paniğe kapıldığını gördüm. Ancak bunun, kardeşlerin, babaların ve annelerin zor anlarda ölümle tokalaşması ve her yerde yaşayanlardan yardım beklemesi anlamına geldiğinin farkındaydılar.
Beşincisi, afetler insanlar arasında siyasi yönelimleri veya entelektüel bağları nedeniyle ayrım yapmaz. Dolayısıyla mesele, bir grup olmadan diğer bir gruba gitmeyen ve bir kişiyi diğerinden ayırmayan genel bir sorun haline gelir. Ölüm karşısında herkes eşittir. Ölümden ibret almayanın ibret alacağı başka bir şey yoktur.
Mevcut ve kalıcı yardım mekanizmaları olması gerektiğini söylemek istiyorum. Her ülkedeki Araplar ve Türkler, Arap olmayanlar ve Yahudiler de dahil olmak üzere bir bütün olarak bölge halkı, hayatımızın birliğinin ortak olduğunu ve aynı şekilde felaketlerle karşı karşıya olduğumuzun farkına varmalı. Doğal felaketler, eskisinden daha yüksek oranlarda mümkün hale geldiğinden, bir sonrakini gerçekleşmeden önce tahmin etmemiz ve tehlikeyi bize gelmeden önce izlememiz gerekiyor. İklim değişikliğine depremler, sağanak yağışlar ve seller gibi diğer fenomenlerdeki bir değişiklik eşlik ediyor. Bu nedenle anlaşmazlıkları bir kenara bırakalım ve insanın güvenliği, hayatta kalması ve sağlığı hakkında düşünelim. Sürprizlere karşı siyasi olarak hazır olmadığımız için kendimizi suçluyorsak iklim değişikliğine karşı hazırlıklı olunmasını talep ediyoruz. Araçları, fikirleri ve emelleriyle çağın ruhunu yaşayan bir ulusu dört gözle beklediğimizden, muzdarip olduğumuz tek şey insanların öfkesi değil, aynı zamanda doğanın da öfkesidir.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independet Arabia’dan çevrildi



Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi

Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi
TT

Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi

Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi

İmralı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Abdullah Öcalan, 19 Haziran 2025 tarihli mektubunda PKK’nin Fesih Kongresi’ne atıfla “varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketinin sona erdiğini” belirtti. Demokratik siyaset ve toplumsal barış vurgusu yapan Öcalan, “silahların gönüllüce bırakılmasını” talep etti. TBMM çatısı altında kurulacak komisyonun önemine dikkat çeken Öcalan, “Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmelidir” dedi.

İşte Öcalan’ın çağrısından öne çıkan bölümler:

“27 Şubat 2025 tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı savunmaya devam etmekteyim”

Sizlerin PKK’nin 12. Fesih Kongresi’yle, buna kapsamlı oldukça doğru bir içerikle pozitif yanıt vermenizi tarihi bir karşılık olarak değerlendirmekteyim. Tarihi bir dönüşüm sayılması gereken bir Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. Bu manifesto, yaklaşık 50 yıllık ‘Kürdistan Devriminin Yolu’ manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir.

“Varlık tanındı, ana amaç gerçekleşti”

Öcalan, mektubunda PKK’nin kuruluş amacına işaret ederek bu amacın gerçekleştiğini belirtti:

Varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir. Gerisi aşırı tekrar ve açmaz olarak değerlendirilmiştir. Bu temelde kapsamlı eleştiri-öz eleştiri devam edecektir.

“Silahları bırakın, mekanizmaları kurun”

Barış sürecinin somutlaşması için atılması gereken adımlara dikkat çeken Öcalan, mektubunda şunları kaydetti:

Sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir. Silah bırakma mekanizmasının kurulması süreci ileri taşıyacaktır. Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmek durumundadır.

“Kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim”

Abdullah Öcalan, bireysel özgürlüğü kolektif özgürlük bağlamında ele alarak şu değerlendirmeyi yaptı:

Ben hiçbir zaman kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim. Felsefi olarak da kişi özgürlüğü toplumdan soyut olamaz. Birey özgürleştiği oranda toplum, toplum özgürleştiği oranda birey özgür olabilir.

“Demokratik Modernite Güçleri yeni evreye hazırlanmalı”

Öcalan, mektubunun son bölümünde yeni bir stratejik döneme işaret ederek şu çağrıyı yaptı:

Bu tartışmalar tüm ülke, bölge, küresel düzeyde bizleri, Demokratik Modernite Güçlerini yeni bir teorik program, stratejik ve taktik evreye ulaştıracağına, şimdiden bunun hazırlık çabası içinde olunduğuna dair çok iyimser ve hazır olduğumu, arzulu ve coşkulu olarak belirtirim. Önümüzdeki döneme çağrım, kongre kararları ve en son bu yazıda dile getirdiğim görüş ve öneriler doğrultusunda yüklenelim ve başarı temelinde gelişmeler sağlayalım.

Mektubun tamamı şöyle:

Değerli yoldaşlar

Komünalist yoldaşlık hareketimizin geldiği aşamayı, yaşadıkları somut durumu, sorun ve çözüm yollarına ilişkin kapsamlı bir mektupla tekraren de olsa açıklayıcı ve yaratıcı yanıtlar vermeyi, sizlere karşı etik bir görev saymaktayım.

27 Şubat 2025 tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı savunmaya devam etmekteyim.

Sizlerin PKK’nin 12. Fesih Kongresi’yle, buna kapsamlı oldukça doğru bir içerikle pozitif yanıt vermenizi tarihi bir karşılık olarak değerlendirmekteyim.

Gelinen nokta oldukça değerli ve tarihi nitelikte sayılmak durumundadır. Bu arada köprü ilişkide bulunan yoldaşların çabası aynı değerde ve takdire şayandır.

Tüm yaşanan gelişmeler sonunda tarihi bir dönüşüm sayılması gereken bir Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. Bu manifesto, yaklaşık 50 yıllık ‘’Kürdistan Devriminin Yolu’’ manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir. Sadece Kürt tarihsel toplumu için değil, bölgesel ve küresel toplum için de tarihsel toplumsal bir içerik taşıdığına inanmaktayım. Tarihi manifesto geleneğinin başarılı bir örneğini teşkil ettiğinden kuşku duymamaktayım.

Tüm bu gelişmelerin İmralı’da gerçekleştirdiğim görüşmeler neticesinde yaşandığını açıkça belirtmek durumundayım. Görüşmelerin özgür irade temelinde yürütülmesine azami dikkat gösterilmiştir.

Varılan aşama, yeni adımlarla pratiğe geçmeyi gerekli kılmaktadır. Bu aşamanın ve gerekli adımların da tarihi nitelikte olduğunun önemle belirtilmesi, anlaşılması ve gereklerine bağlı kalınması, yol alınması açısından kaçınılmazdır.

Varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir. Miadını doldurma bu anlamdadır. Gerisi aşırı tekrar ve açmaz olarak değerlendirilmiştir. Bu temelde kapsamlı eleştiri-öz eleştiri devam edecektir.

Siyaset boşluk tanımayacağına göre, boşluk, Barış ve Demokratik Toplum başlıklı program, ‘’demokratik siyaset’’ stratejisi ve temel taktik olarak bütüncül hukukla doldurulmak durumundadır. Tarihsel nitelikte ve kader belirleyici bir süreçten bahsediyoruz.

Sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir. Kısır mantıklı, önce sen-ben kısırlığına düşmeden, adımların atılmasında dikkat ve hassasiyetin gösterilmesi şarttır. Atılan adımların boşa çıkmayacağını biliyorum. Samimiyeti görüyor ve güveniyorum.

Dolayısıyla daha da pratik ve somut kilit açıcı adımlara geçilmeye çalışılmaktadır. Benim tarafımdan ileri sürülen tezlerin belli başlı olanları şunlardır:

Herkesin üzerine düşeni yapması, Barış ve Demokratik Toplum hedefine ulaşılması, pozitif entegrasyonalist bir perspektifle mümkündür. Tüm anlatılanlardan çıkarılan sonuç: PKK ulus devletçi bir amaçtan vazgeçmiş, bu temel amaçtan vazgeçişle birlikte temel savaş stratejisinden de vazgeçmiş, varlığını sona erdirmiştir. Gelinen tarihi noktanın daha da ileriye götürülmesi beklenmektedir.

Gerek TBMM ve komisyon için anlam ifade edecek, gerek kamuoyundaki şüpheleri giderecek ve sözümüzün gereğini karşılayacak şekilde silahların bırakılmasını, ilgili çevre ve kamuoyuna açık olarak temin etmeniz doğal karşılanmalıdır. Silah bırakma mekanizmasının kurulması süreci ileri taşıyacaktır. Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmek durumundadır. Silah bırakmaya ilişkin detaylar belirlenecek ve hızlıca hayata geçirilecektir.

Meclisin çatısı altında bulunan DEM, diğer partilerle birlikte bu sürecin başarıya ulaşması için üzerine düşeni yapacaktır.

Bu arada tüm karar metinlerinde vazgeçilmez bir şart olarak benim özgür kalma durumuma gelince; biliyorsunuz ki ben hiçbir zaman kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim. Felsefi olarak da kişi özgürlüğü toplumdan soyut olamaz. Birey özgürleştiği oranda toplum, toplum özgürleştiği oranda birey özgür olabilir. Bu eğilimin gereğine bağlı kalınacağı tabidir. 

Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum. Ve sizi de bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum.

Son günlerde bölgede yaşanan gelişmeler, attığımız bu tarihi adımın önemini ve aciliyetini açıkça teyit ediyor.

Sürece yönelik her türlü eleştiri ve önerilerinizi, katkılarınızı dört gözle beklediğimi belirtmeliyim. Bu tartışmalar tüm ülke, bölge, küresel düzeyde bizleri, Demokratik Modernite Güçlerini yeni bir teorik program, stratejik ve taktik evreye ulaştıracağına, şimdiden bunun hazırlık çabası içinde olunduğuna dair çok iyimser ve hazır olduğumu, arzulu ve coşkulu olarak belirtirim.

Önümüzdeki döneme çağrım, kongre kararları ve en son bu yazıda dile getirdiğim görüş ve öneriler doğrultusunda yüklenelim ve başarı temelinde gelişmeler sağlayalım.

Daimi yoldaşça selam ve sevgiyle kalın.

19 Haziran 2025 / Abdullah Öcalan

Independent Türkçe