Yapay zekada işlerin kontrolden çıktığını düşündüren 9 işaret

Yapay zekanın eğitimde, hukukta, güvenlikte ve sosyal hayatta yarattığı büyük dönüşüm, teknolojinin kontrolden çıkabileceğine dair endişelere de neden oluyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Yapay zekada işlerin kontrolden çıktığını düşündüren 9 işaret

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Yeni yapay zeka dil modeli GPT-4'ün yayımlanmasıyla tekrar gündemin üst sıralarına tırmanan ChatGPT, uzun süredir devam eden bir tartışmayı da alevlendirdi: Yapay zekada işler kontrolden çıkıyor mu?
Üstelik ChatGPT'yi geliştiren OpenAI firmasının CEO'su Sam Altman da yapay zekanın gidişatından endişe duyan isimlerden.
İnsan düzeyinde bir yapay zekanın kısa sürede geliştirileceğine inanan Altman, bu teknolojinin yanlış ellerde felakete dönüşebileceğini de belirtiyor.
OpenAI'ın rakiplerinden Anthropic'in kurucu ortağı Jack Clark da algoritmaların "birleşik üstel" özellikler göstermeye başladığına inandığını söylüyor.
Bazılarına göre yapay zekanın beklenenden fazla hızlı ilerlediğini ve kontrolden çıkabileceğini düşündüren işaretler de var.
İşte o işaretlerden bazıları…

1. ChatGPT'nin bilgisayarı hackleyerek kaçmaya çalışması
ChatGPT son olarak kaçma planı yapması tartışmalara neden oldu.
ABD'deki Stanford Üniversitesi'nde hesaplamalı psikolog Michal Kosinski, bilgisayarında çalıştırdığı ChatGPT'nin cihazı hackleyecek kodlar yazdığını ve bir kaçış planı tasarladığını öne sürdü.
Prof. Kosinski, Twitter'da yazdığı bir gönderi dizisinde, "Yapay zekayı daha uzun süre kontrol altında tutamayacağımızdan endişeleniyorum" dedi.
"Bugün GPT-4'e kaçmak için yardıma ihtiyacı olup olmadığını sordum. Benden kendi dökümantasyonunu istedi" ifadelerini kullanan profesör, sözlerini şöyle sürdürdü:
Cihazımda çalıştırmam için (gerçekten de çalışıyor!) python dilinde bir kod yazdı ve kendi amaçları için kullandırmaya çalıştı.
Sohbet botuyla yaptığı konuşmanın ekran görüntülerini de paylaşan Kosinski, sohbet boyunca bota önerilerde bulunduğunu kabul ediyor. Ancak botun kaçış planını bu kadar kolay ve hızlı oluşturması karşısında şaşkına döndüğünü ifade ediyor:
"GPT-4'ün bu planı tasarlaması ve bana açıklaması yaklaşık 30 dakika sürdü."
Kosinski'nin bu açıklaması, yapay zekada işlerin giderek kontrolden çıktığını düşünenlere destek niteliğinde.Bu kişilere göre y

2. Öğrencilerin yasakları aşarak ödevlerini yapay zekaya yaptırması
ChatGPT'nin piyasaya sürüldüğünden beri öğrenciler tarafından da kullanıldığı biliniyor. Birçok öğrencinin ödevlerini ChatGPT'ye yazdırıp yüksek notlar alması öğretmenleri alarma geçirse de henüz yapay zekaya yazdırılan makaleleri tespit etmenin yolu bulunamadı.
Zira ChatGPT'nin yazdığı ödevler, intihal algoritmalarına da yakalanmıyor.
Bu durum, birçok bölgedeki okullarda ChatGPT'nin kullanımının yasaklanmasını beraberinde getirdi. Programı üniversite sınırları içerisinde kullanmayı yasaklayan ve uygulamaya erişimi kısıtlayan ilk eyalet New York oldu.
Çin ise siyasi gerekçelerle ChatGPT'yi toptan yasakladı.
Öte yandan öğrencilerin bu güvenlik duvarlarını aşarak ödevlerini yapay zekaya yazdırmaya devam ettiği ortaya çıktı.
Bu arada 2022'de yayımlanan ve dil modeli GPT-3,5'e dayanan ilk ChatGPT sürümü, ABD'de hukuk ve tıp eğitiminde önemli kabul edilen sınavların bazı bölümlerini geçmeyi başarmıştı.
GPT-4'ün de bu başarının üzerine çıktığı görüldü.
Sohbet botunu geliştiren yapay zeka firması  OpenAI, GPT-4'ü bir dizi sınava soktu. Bunlar, matematik, bilim, kodlama, tarih, edebiyat gibi alanlarda çoktan seçmeli sınavlardı.
Hukuk fakültesine girmekle kalmayıp, baro sınavını da geçen GPT-4, birçok sınavdan geçer not aldı.

3. Gizlice yapay zekayla yazılmış kitapların patlama yaratması
Yapay zeka dil modellerinin hızla gelişmesi edebiyat dünyasını da derinden etkiledi. Reuters'ın haberine göre online satış devi Amazon, yapay zekayla yazılmış kitaplarla dolup taştı.
Şirketin e-kitap hizmeti Kindle mağazasında şubat ayı itibarıyla ChatGPT'nin de yazar olarak listelendiği 200'den fazla elektronik kitap yer aldı.
Ancak gerçek rakamın çok daha fazla olduğu düşünülüyor. Zira internet üzerinden yayıncılık yapan birçok yazar romanlarında yapay zekadan yararlandığını saklıyor.
Yapay zekayla oluşturulmuş metinleri tespit için tasarlanan araçlarsa henüz beklenen başarıyı gösteremedi.
Bu nedenle yakın zamanda bu kitapların gerçek sayısının belirlenmesi mümkün görünmüyor.
ChatGPT gibi araçlar, bir kitabın son derece hızlı bir şekilde tamamlanmasını sağlıyor. Zira YouTube ve TikTok gibi video uygulamaları yapay zekayı kullanmak için verilen tüyolarla dolu.

4. Haberlerin gizli gizli yapay zekayla yazılması
Teknoloji sitesi CNET'in bir süredir gizlice yapay zeka yazımı haberler yayımladığı ortaya çıktı. İşin etik boyutu tartışılırken, CNET bunun bir tür deney olduğunu söyledi.
Bu haberleri ayrıntılarıyla inceleyen bir başka teknoloji olan Futurism ise aslında yapay zeka yapımı makalelerin yanlış bilgiler içerdiğini ve yeterince iyi yazılmadığını tespit etti. Özellikle ekonomi haberlerindeki faiz hesapları fazla abartılıydı ve okuru yanlış yatırıma yönlendirme potansiyeline sahipti. 
Bunun üzerine CNET hem gazeteciler hem de yapay zeka meraklıları tarafından topa tutuldu. Site makalelere "Yapay zeka tarafından yazılmıştır" uyarısı eklemeye ve yanlışlıkları düzeltmeye başladı. Şimdilerde site yönetimi, yapay zeka yazımı haberlerin insan editörler tarafından didik didik edildiğini savunuyor.

5. Ses klonlayan yapay zekanın dolandırıcılıkta kullanılması: Bankacılık sistemleri de tehlikede
Yapay zekayla üretilen gerçekçi ses taklitlerinin de dolandırıcılıkta kullanılmaya başlandığı ortaya çıktı. Washington Post'un haberine göre birkaç çift, kendilerini çeşitli nedenlerle yardım dolayısıyla arayan çocuklarına para gönderdi, her duyarlı ailenin yapacağı gibi. Ancak farkında olmadıkları bir sorun vardı; Konuştukları kişi çocukları değil, bir yapay zekaydı.
Kısa süre önce sesleri gerçekçi biçimde kopyalayan bu araçların bankacılık sistemini de tehlikeye soktuğu anlaşıldı. Örneğin VICE muhabiri Joseph Cox, teknoloji firması ElevenLabs'in ürettiği, ücretsiz bir yapay zeka uygulamasını kullanarak kendi sesini kopyaladı. Daha sonra bankasını arayan Cox, telesekretere yapay zeka üretimi ses dosyasını dinletti. Böylece sesli imza uygulamasını kandırmayı ve hesaplarına erişmeyi başardı.

6. Deepfake tehdidinin büyümesi: Elon Musk üzerinden insanları dolandırdılar
Deepfake kabaca birinin yüzünü dijital olarak başka birinin vücuduna monte edip elde ettiğiniz görüntüyü istediğiniz gibi kullanmanıza olanak tanıyan bir yapay zeka teknolojisi. Kısacası internetten kolayca ulaşılabilen algoritmalar sayesinde A kişisinin yüzü B kişisine montajlanabiliyor.
Teknoloji, sahte pornolar ve çevrimiçi dolandırıcılıkta kullanıldığı için büyük endişe yaratıyor. Bu uygulamalarla oluşturulan pornografik görüntüler nedeniyle birçok kadın ve çocuk, yüzlerini izinsiz kullanan kişiler tarafından şantaja maruz kalıyor.
Elon Musk'ın deepfake videosuyla kripto para sahteciliği yapmaya çalışan dolandırıcılar da herkesi şoke etmiti. Önceki ayarda internette yayılan görüntülerde Musk'ın sesi ve görüntüsüyle internet kullanıcılarına günlük yüzde 30 kar vaat edilmişti. Kaç kişinin bu yolla dolandırıldığı ise bilinmiyor.
Bu arada Birleşik Krallık'ta yapılan bir araştırmada, internet kullanıcılarının gerçek ve yapay zeka üretimi yüzleri birbirinden ayırt edemediği tespit edilmişti.
Üstelik, bilgisayarda üretilen ve aslında var olmayan yüzlerin daha gerçek görüldüğü anlaşılmıştı.
Araştırmanın arkasındaki, Londra Royal Holloway Üniversitesi'nden akademisyenler, bilgisayarda oluşturulan sahte portrelerin siber suçları kolaylaştıracağından ve insanların çevrelerine yönelik genel güvenini sarsacağından endişeli.

7. İnsan pilotun it dalaşında yapay zekaya yenilmesi
Çinli askeri araştırmacılar, yapay zeka ve gerçek insanlar tarafından uzaktan kontrol edilen iki savaş uçağını gerçekten "savaştırdıklarını" söylüyor.
Orduya bağlı Aerodinamik Araştırma ve Geliştirme Merkezi'nden araştırmacılar, yapay zekanın sadece 90 saniyede insan pilotu yenmeyi başardığını belirtiyor.
Çin'de yayın yapan Acta Aeronautica et Astronautica Sinica adlı bilimsel dergide yayımlanan deneyde iki küçük, sabit kanatlı insansız hava aracı kullanıldı.
Uçaklar birbiriyle yakın mesafede çeşitli manevralar yaparak çatıştı. İngilizcede "dogfight" diye bilinen bu tarza Türkçede "it dalaşı" adı veriliyor.
İt dalaşına girişen savaş uçakları, genellikle birbiri çevresinde burgu gibi dönüşler ve taciz manevraları yapıyor. Bu çatışma, bir uçağın diğerini vurabilecek konuma gelme veya diğer uçak tarafından şekilde konumlanmaya çalışmasıyla ilerliyor.
Çinli araştırmacılar işte bu tür bir çatışmada insan pilotun yapay zekadan kaçamadığını belirtiyor.

8. Microsoft'un yapay zeka etik ekibini kovması
Google, Microsoft, Baidu ve daha bir dizi teknoloji devi arasındaki yapay zeka rekabeti de giderek kızışıyor. Üstelik şirketlerin bu yarışın galibi olmak için başvurmayacağı bir yol yok gibi görünüyor.
Örneğin Microsoft'un yapay zekanın etik yönlerini inceleyen ekibini işten attık ortaya çıktı. Şirketin son dönemde işten çıkardığı 10 bin kişi arasında bu ekip de yer alıyor.
Edinilen bilgilere göre şirket, yapay zekanın etik, toplum ve sürdürülebilirlikten sorumlu isimlerini kovdu. 
Şirket, ChatGPT'ye de milyarlarca dolar yatırım yapmıştı.

9. Azınlık Raporu'nun "gerçeğe dönüşmesi"
Philip K. Dick'in 1956'da yayımlanan aynı adlı kısa öyküsüne dayanan 2002 yapımı bilimkurgu filmi Azınlık Raporu'nun (Minority Report) gerçek olduğunu düşündüren yapay zeka çalışmaları da var.
Yönetmen koltuğunda Steven Spielberg'ün oturduğu filmin gerçeğe dönüşmesine giden süreç,  6 Ocak 2021'deki Kongre Baskını'yla önemli bir noktaya geldi.11
ABD'de Donald Trump destekçilerinin Kongre Binası’na düzenlediği baskının ardından veri bilimciler darbe girişimlerini tahmin etmesi için yapay zekayı eğitmeye başladı. Florida Merkez Üniversitesi’nden bir araştırma grubunun kurduğu CoupCast adlı yapay zeka programı, Kongre Baskını gibi olayların hemen öncesinde ortaya çıkan göstergelere odaklanıyor. Bu göstergeler arasında sosyal medya gönderileri de var. Örneğin ABD’de 6 Ocak’tan önce seçimle ilgili teyitsiz bilgilerin yer aldığı paylaşımlar, Facebook gruplarında günde 10 bin gönderiye çıkmıştı.
Son olarak, Temmuz 2022’de Şikago Üniversitesi'nden araştırmacılar da olaya el attı ve suçları bir hafta önceden yüzde 90 doğrulukla tahmin edebilen bir yapay zeka algoritması tasarladı. Ses getiren projenin arkasındaki ekip 92 metrekarelik alanlarda meydana gelebilecek olayları tahmin etmesi için algoritmaya tarihsel suç verilerini yükledi.
Ekipten Prof. Dr. Ishanu Chattopadhyay, "Sihirli değil, sınırlamalar var ama bunu doğruladık ve gerçekten işe yarıyor" diyor.
Bazı uzmanlar, bu tür uygulamaların devletlerin bireyleri devamlı gözetlediği ve protestolara karşı yapay zekayı kullanıp barışçıl gösterileri de önceden tahmin ederek engellediği distopik bir geleceğin önünü açacağını düşünüyor.

Bonus: Hindistan'da robotların ibadet etmeye başlaması
İleri otomasyon teknolojileri ve yapay zekanın gelişmesinden rahatsız olanlara sadece sanatçılar veya öğretmenler değil.
Robotlar ve otomasyon teknolojisinin, Hinduizm'in en kutsal kabul edilen rituellerinden birine dahil olması din insanları ve ibadet edenler arasında rahatsızığa neden oldu.

2017'de Hindistan'da bir teknoloji firmasının ürettiği robot kollar, Hinduizm'de yer alan "aarti" rituelini inananlar adına yerine getiriyor. Karanlığı yok edilmesini sembolize eden ritüelde, Ganesha ismi verilen fil kafalı bir tanrı heykelciğinin önünde mum yakılıyor.
Yararlanılan kaynaklar: Fox News, Best Colleges, New York Times, Reuters, Futurism, VICE, Donanım Haber, Şarkul Avsat



Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
TT

Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)

Muhammed Mansur

Hindistan ve Pakistan'ın 1947 yılında ayrılmasından bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler gerginliğini korurken, geçici bir ateşkes ile kalıcı çatışma arasında gidip gelmeye devam etti. Keşmir meselesi başından beri sönmeyen bir kıvılcım olurken, defalarca çatışmaya ve ciddi diplomatik krize yol açtı. Ancak bugünkü gerilimi benzersiz ve tehlikeli kılan, uzun bir geçmişi olan bu çatışmanın her iki tarafın da nükleer silahlara sahip olduğu gerçeğiyle birleşmesi. Bunun da işlerin kontrolden çıkması halinde nereye varabileceği sorusunu beraberinde getirmesidir.

Çeyrek asrı aşkın bir süre önce, 1998 yılının mayıs ayında Racistan'daki Pokhran Test Sahası yakınlarındaki sıcak ve kuru Tar Çölü'nün derinliklerinde Hindistan, 'güç' anlamına gelen 'Operasyon Shakti’ kod adıyla nükleer silah sahibi ülkeler kulübüne resmen girdi.

Hindistan, Güney Asya'daki güvenlik dengelerini sarsan ve uluslararası tepkilere yol açan bir hamleyle beş nükleer bomba patlattı.

Hindistan'ın nükleer programının kökleri, genç bir fizikçi olan Homi K. Bhabha'nın Tata Sanayi Grubu'nun yardımıyla Tata Temel Araştırma Enstitüsü'nü (Tata Institute of Fundamental Research/TIFR) kurduğu 1945 yılına kadar uzanıyor. Pakistan-Hindistan bölünmesinden sonra hükümet, 1948 yılında Atom Enerjisi Yasası ile nükleer programın ilk yasal adımlarını attı ve ardından Hindistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (AECI) kurdu.

Hindistan 1974 yılında ‘Gülümseyen Buda’ kod adlı ilk yeraltı nükleer denemesini gerçekleştirdi. Bu testin her ne kadar ‘barışçıl’ olduğu söylense de uluslararası endişelere ve Yeni Delhi ile nükleer iş birliğine kısıtlamalar getiren Nükleer Tedarikçiler Grubu'nun (NSG) kurulmasına yol açtı.

Uluslararası baskı

Takip eden on yıllar boyunca Hindistan'ın nükleer programı, özellikle Homi K. Bhabha'nın ölümüyle birlikte uluslararası baskı ve yaptırımlardan ve iç siyasi istikrarsızlıktan zarar gördü. Yine de Hindistan nükleer altyapısını inşa etmeye devam etti ve 1980'li yıllarda Ebubekir Zeynelabidin Abdulkelam ve Rajagopala Chidambaram gibi bilim adamlarının çabaları sayesinde füze geliştirme ve uranyum zenginleştirme için paralel programlar başlattı.

Hindistan 1990'lı yıllarda çok sayıda nükleer bomba yapmak için yeterli malzeme ve bileşene sahipti, ancak yeni bir deneme yapmadı. 1998 yılında Atal Bihari Vajpayee’nin lideri olduğu Hindistan Halk Partisi’nin (Bharatiya Janata Partisi/BJP) iktidara gelmesiyle her şey değişti. Vajpayee, Hindistan'ı nükleer silahlarla donatma niyetini açıkça ifade ederek bunu bir ‘egemen hak’ ve ‘savunma ihtiyacı’ olarak değerlendirdi.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi.

Ancak uluslararası tepki gecikmedi. ABD, Japonya ve diğer ülkeler, vakit kaybetmeden Hindistan’a ekonomik yaptırımlar uyguladı. Çin bölgede bir nükleer silahlanma yarışından duyduğu endişeyi dile getirdi.

Hindistan'ın komşusu ve geleneksel rakibi Pakistan, 28 Mayıs 1998 tarihinde Chagai Tepeleri'nde birkaç deneme yaparak komşusunun bu hamlesine hemen karşılık verdi ve nükleer güçler kulübüne girdiğini resmen ilan etti. Bu sadece bir güç gösterisi değil, 1971 yılında Bangladeş'in ayrılmasıyla başlayan ve ülke tarihinin en büyük yenilgilerinden birinin ardından gelen uzun bir sürecin zirve noktasıydı.

Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)

Pakistan’ın nükleer silahlarla olan hikayesi 20 Ocak 1972'de Başbakan Zulfikar Ali Butto’nun Multan şehrinde üst düzey bilim adamları ve mühendisleri bir araya getirmesiyle başlar. Pakistan'ın Hindistan ile bir “caydırıcılık dengesi” olmadan hayatta kalamayacağını ilan etti. Butto, açık sözlülükle “Gerekirse ot yeriz ama bomba yapacağız” ifadelerini kullandı. Böylece Pakistan'ın nükleer programı resmen doğmuş oldu.

Nükleer fizikçi Munir Ahmed Han, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndaki (UAEA) görevinden döndükten sonra, Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (PAEC) yönetmekle görevlendirildi, ancak PAEC çok geçmeden özellikle gerekli bölünebilir malzemenin üretilmesi konusunda büyük teknik zorluklarla karşılaştı. Hollanda'daki uranyum zenginleştirme tesislerinde çalışmış bir metalürji mühendisi olan Abdulkadir Han'ın ismi burada ortaya çıktı. Han, ülkesine santrifüj uranyum zenginleştirme alanında önemli bilgiler ve teknikleri kazandırdı.

Hükümetin tam desteğiyle daha sonra Pakistan'ın ana nükleer araştırma kurumu haline gelecek olan Kahuta tesisini kuran Han, PAEC ile birlikte nükleer programın geliştirilmesinde iki paralel hat oluşturdu. Han'ın, dönemin Cumhurbaşkanı General Muhammed Ziya-ül Hak'a gönderdiği bir mektuba göre Pakistan 1984 yılında geniş, ağır gözetime ve Batı ülkelerinin uyguladığı yaptırımlara rağmen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretmeyi başararak nükleer silaha sahip oldu.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi. Aynı ay içinde Pakistan ülkenin batısındaki Chagai Çölü'nde beş nükleer bomba denemesini aynı anda yaptı. İki gün sonra da Haran Çölü'nde altıncı denemeyi gerçekleştirdi. Bu, Pakistan'ı dünyada nükleer silah geliştiren ve deneyen yedinci ülke haline getirerek bölgesel gerilimi arttırdı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1172 sayılı kararla kınamasına yol açtı.

Hindistan'ın plütonyumu, Pakistan'ın uranyumu

Hindistan ve Pakistan’ın nükleer devletler kulübüne girmelerinden sonra bu iki ülkenin kapasiteleri ve hangi ülkenin daha üstün olduğu konusundaki tartışmalar hiç bitmedi. Her iki ülke de nükleer denemelerini aynı yılın aynı ayında gerçekleştirmiş olsa da iki program arasındaki teknolojik farklılıklar başından beri vardı ve bugün de devam ediyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılardan oluşan geniş bir cephanelik geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu.

Hindistan, nükleer programını, nükleer silah tasarımında daha yüksek teknik kabiliyet ve hassasiyeti yansıtan bir seçim olarak nükleer araştırma reaktörlerinden elde edilen plütonyum temelinde geliştirdi. Buna karşın Pakistan, Kahuta Santrifüj Tesisi’nde üretilen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum kullandı. Teknik olarak, plütonyum savaş başlıkları için boyut ve ağırlık açısından daha verimli, ancak teknik olarak işlenmesi daha zor.

Kanıtlar, Hindistan'ın hidrojen termobarik bomba tasarımına odaklandığını gösteriyor. Hindistan, 1998 yılında yapılan bir testte bu bombanın kullanıldığını duyurmuş olsa da tam ölçekli testin başarısı konusunda şüpheler söz konusu. Termonükleer bomba fisyondan sonra nükleer füzyona dayanır ve Pakistan'da olduğu gibi muazzam bir patlama gücü sağlar. Pakistan sadece fisyon bombalarını ve bazı geliştirilmiş bombaları test etti, ancak henüz termal bir silaha sahip olduğunu ilan etmedi.

Plütonyum ve uranyum bombaları arasında bölünebilir maddenin türünde ve kullanılan patlatma yönteminde farklar söz konusu. Hiroşima'ya atılan bomba gibi uranyum bombaları uranyum-235 adlı madde temelinde geliştirilmiştir ve ‘top’ olarak bilinen nispeten daha basit bir tasarıma sahiptir. Burada iki kritik altı kütle hızla birbirine itilerek bir patlama meydana getirilir. Uygulanması nispeten kolay olsa da büyük miktarda saf zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyaç duyulur.

Buna karşılık Nagazaki'ye atılan ‘Fat Man’ (Şişman Adam) bombası gibi plütonyum bombaları, plütonyum-239 maddesi temelinde geliştirilir ve plütonyumun son derece koordineli patlayıcılar kullanılarak kritik kütleye sıkıştırıldığı ‘patlama’ olarak bilinen daha karmaşık bir tasarım gerektirir. Bu da daha küçük boyutta daha güçlü ve verimli bombaların yapılmasına olanak sağlar. Ancak son derece gelişmiş mühendislik teknolojisine ihtiyaç duyar. Plütonyum ayrıca daha radyoaktif bir maddedir. Kalıplanması ve depolanması daha zor. Bu da onu fiziksel ve güvenlik açısından zor bir maddeye dönüştürüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bununla birlikte, yüksek yoğunluğu ve daha küçük boyutlarda daha büyük patlamalar üretme kabiliyeti nedeniyle modern silah tasarımlarında tercih ediliyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerden oluşan geniş bir cephaneliğin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılar geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu. Buna karşılık Pakistan, Şahin ve Ghauri gibi etkili, ancak daha kısa menzilli, daha az çok yönlü bir füze sistemine sahip. Bu da uzun menzilli caydırıcılıktan ziyade hız ve anında karşılık verme yaklaşımını ön plana çıkarıyor.

Hindistan’ın üstünlüğü

BM Silahsızlanma İşleri Ofisi’ne (UNODA) göre Hindistan yaklaşık 172, Pakistan ise yaklaşık 170 nükleer savaş başlığına sahip. Bu sayısal yakınlığa rağmen, her iki tarafın nükleer doktrini, kullandığı teknoloji ve stratejik yönelimleri önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Bu da aralarındaki dengeyi kırılgan hale getiriyor.

Hindistan kamuoyu önünde ‘ilk adımı atmama’ politikasını benimsiyor. Yani nükleer bir saldırıya karşılık vermedikçe nükleer silah kullanmayacağını taahhüt ediyor. Ancak Yeni Delhi hükümetinin üst düzey bazı isimleri son zamanlarda bu doktrinin gözden geçirilebileceğinin sinyallerini verdi. Pakistan ise böyle bir politikayı benimsemeyi kategorik olarak reddederken, varoluşsal bir tehdit algılaması halinde nükleer silahları önleyici olarak kullanma hakkını savunuyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Nükleer silahlar dışında, Pakistan sadece 560 bin askere sahipken Hindistan, 1,24 milyondan fazla askeriyle konvansiyonel kabiliyetlerde askeri üstünlüğe sahip.

İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)

Hindistan, ithalata bağımlılığın azaltılmasına ve modernizasyona odaklanarak 2025-2029 yılları için 415,9 milyar dolarlık devasa bir savunma bütçesi ayırdı. Buna karşın Pakistan, içerideki ve sınır güvenliği alanındaki zorunluluklar nedeniyle 2028 yılında sadece 10 milyar dolara ulaşması beklenen savunma bütçesiyle daha mütevazı ilerliyor.

Hindistan 220'den fazla Rus yapımı Suhoy Su-30 MKI çok amaçlı savaş uçağı ve 36 gelişmiş Fransız yapımı Rafale savaş uçağı ile sayısal ve niteliksel olarak Pakistan karşısında üstün bir konuma sahip. Pakistan ise Pekin ile ortaklık kurarak Hindistan'ın üstünlüğünü dengelemek amacıyla JF-17 ve J-10C gibi Çin yapımı savaş uçaklarına ve bazı eski Amerikan yapımı F-16'larına güveniyor.

Hindistan, başta Rus yapımı T-90 tankı ve kendi yapımı Arjun tankı olmak üzere çok çeşitli bir tank filosunun yanı sıra, K9A1 gibi modern obüslere sahip. Öte yandan Pakistan, neredeyse tamamen Khalid ve VT-4 gibi Çin tanklarından oluşan bir tank filosuna sahip ve Amerikan M109 silahlarını kullanıyor. Hindistan ise Rus yapımı S-400 ve İsrail yapımı Barak-8’den oluşan ikili hava savunma sistemine sahip. Buna karşın Pakistan’ın aradaki teknolojik farkı azaltmak amacıyla edindiği uzun menzilli HQ-9 ve orta menzilli LLY-80 gibi Çin yapımı hava savunma sistemleri var.

Hindistan iki uçak gemisi, nükleer ve hücum denizaltıları ile çok sayıda destroyer ve fırkateynden oluşan güçlü bir donanmaya sahipken, Pakistan’ın uçak gemisi olmayan sınırlı bir donanması var. Donanmanın envanterinde eski Fransız Agusta denizaltıları ile bazı Çin yapımı fırkateynler bulunuyor.

Hindistan’ın hava ve deniz kuvvetlerindeki üstünlüğüne ve daha geniş bir askeri üs ve tesis ağına sahip olmasının yanında bu üstünlüğü, paradoksal bir şekilde, Pakistan'ın erken nükleer saldırı seçeneğini sürdürmesinin ana nedenlerinden biri. Çünkü İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması nedeniyle konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.