Ryugu asteroidinde RNA bileşeni bulundu: Yaşamın uzaydan geldiğine dair en güçlü kanıt olabilir

Hayabusa 2 uzay aracı, 2014'te fırlatılmış ve Ryugu'ya ulaşması yıllar almıştı (Japonya Uzay Ajansı)
Hayabusa 2 uzay aracı, 2014'te fırlatılmış ve Ryugu'ya ulaşması yıllar almıştı (Japonya Uzay Ajansı)
TT

Ryugu asteroidinde RNA bileşeni bulundu: Yaşamın uzaydan geldiğine dair en güçlü kanıt olabilir

Hayabusa 2 uzay aracı, 2014'te fırlatılmış ve Ryugu'ya ulaşması yıllar almıştı (Japonya Uzay Ajansı)
Hayabusa 2 uzay aracı, 2014'te fırlatılmış ve Ryugu'ya ulaşması yıllar almıştı (Japonya Uzay Ajansı)

Japonya Uzay Ajansı'nın Hayabusa 2 uzay aracının asteroit Ryugu'dan topladığı örneklerde bir RNA bileşeni ve B3 vitamini keşfedildi.
Ribonükleik asit (RNA), canlıların vücudunda DNA tarafından kodlanan genetik bilgilerin proteinlere dönüştürülmesini sağlayan önemli bir biyolojik yapı. Zira DNA, yaşamın gelişimi ve korunması için gerekli olan genetik talimatları içeriyor.
RNA'nın yapısında 4 nükleobaz mevcut: Adenin, sitozin, guanin ve urasil. Yeni araştırmada ise Ryugu asteroidinde urasile rastlandı.
B3 vitamininin de canlı organizmalarda metabolizma için önemli bir faktör olduğu biliniyor.
Asteroit örneklerindeki urasil, Dünya'da yaşamın başlamasını sağlayan organik yapı taşlarının uzaydan geldiğine dair şimdiye kadarki en güçlü kanıt olabilir.
Bilim insanları zaten uzun süredir bu yapı taşlarının gezegenin ilk zamanlarında yeryüzüne çarpan göktaşlarından geldiğinden şüpheleniyordu. Ancak eldeki kanıtlar bu denli güçlü değildi.
Aslında daha önce Dünya'ya düşmüş bazı göktaşlarında nükleobazlar ve vitaminler bulunmuştu. Ama bu maddelerin, meteoritler Dünya atmosferinnden geçerken bulaşmış olabileceği söyleniyordu.

Güneş Sistemi'nden bile yaşlı
Asteroitten alınan örneklerin analiz eden bilim insanları, bunların laboratuvar ortamında incelenen en ilkel malzeme olduğu sonucuna vardı.
Hakemli bilimsel dergi Nature'da yayımlanan analize göre, örneklerin tarihi Güneş Sistemi'nin oluşmaya başladığı 4,5 milyar yıl öncesine kadar uzanıyor.
Örneklerde açığa çıkan gazların bileşimi de bugün Dünya'ya daha yakın olan Ryugu'nun aslında Güneş'ten çok daha uzakta, Neptün'ün yörüngesine yakın bir noktada oluştuğunu gösteriyor. Ryugu şu anda Dünya'dan yaklaşık 347 milyon kilometre uzaklıkta.
Söz konusu bulgular, RNA ve DNA moleküllerinin göktaşlarıyla Dünya'ya gelmeden önce uzayda ortaya çıkmış olma ihtimalini gündeme getiriyor.
Araştırmacılar asteroitler üzerinde RNA ve DNA'nın oluşması için hangi koşulların gerekli olduğunu tam olarak anlamış değil.
Ancak yeni araştırmanın ışığında, urasil ve diğer nükleobazların Güneş Sistemi'nin oluşumundan bile önce ortaya çıkmış olabileceği düşünülüyor.
Araştırma ekibinde liderlik eden, Hokkaido Üniversitesi'nden Yasuhiro Oba, RNA ve DNA'nın yapı taşlarının Dünya'ya uzaydan gelip gelmediği sorusuna şu yanıtı veriyor:
"Kesinlikle evet. Dünya dışı materyallerin Dünya'nın genç dönemlerinde gezegene düştüğüne dair hiçbir şüphe yok."
Hayabusa 2, Ryugu'ya ait bu örnekleri Şubat 2019'da toplamıştı.
Numuneler Aralık 2020'de Dünya'ya getirilmiş, 2021'de ise Japonya'da incelenebilir hale getirilmişti.
Independent Türkçe, Space, SciTechDaily



Sadece 300 ışık yılı uzakta devasa gaz bulutu keşfedildi

Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)
Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)
TT

Sadece 300 ışık yılı uzakta devasa gaz bulutu keşfedildi

Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)
Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)

Dünya'ya beklenmedik kadar yakın bir mesafede devasa bir gaz bulutu keşfedildi. Moleküler gaz bulutu, bilim insanlarına yıldız oluşum sürecini incelemeleri için eşsiz bir fırsat sunuyor.

Moleküler bulutlar içindeki toz ve gaz kümeleri çökerek yıldızları meydana getiriyor. Hidrojen ve karbonmonoksit molekülleri içeren bu bulutları, yıldız oluşturmalarından önce görmek zorlu bir iş.

Bilim insanları moleküler hidrojen gazı neredeyse görünmez olduğu için bu bulutları ararken karbonmonoksite odaklanıyor. Ancak karbonmonoksit miktarı azsa bulut kolayca gözden kaçabiliyor.

Araştırmacılar yeni keşfedilen moleküler gaz bulutunun bugüne kadar saptanmamasını da buna bağlıyor.

Bulguları hakemli dergi Nature Astronomy'de dün (28 Nisan) yayımlanan çalışmayı yürüten ekip, bulutu daha önce hiç kullanılmamış bir yöntemle tespit etti. Araştırmacılar, buluttaki hidrojenin yaydığı ultraviyole ışık sayesinde keşfi yaptı.

Güney Kore'nin STSAT-1 uydusunun verilerini inceleyen araştırmacılar, hidrojenin doğal olarak yaydığı uzak ultraviyole ışığı fark etti. Normalde bu spektrumdaki ışığı yakalamak epey zor ancak uydunun spektrografı, bunu analiz edilebilecek dalga boylarına ayırmayı başardı. 

Rutgers Üniversitesi'nden çalışmaya liderlik eden Blakesley Burkhart, "Bu, moleküler hidrojenin uzak ultraviyole emisyonunu doğrudan bularak keşfedilen ilk moleküler bulut. Bu bulut, kelimenin tam anlamıyla karanlıkta parıldıyor" diyor.

Yunan mitolojisindeki şafak tanrıçası Eos'un adı verilen gaz bulutu Dünya'dan sadece 300 ışık yılı uzakta. Yaklaşık 3 katrilyon kilometrelik bu mesafe insan ölçeğinde muazzam bir büyüklüğe denk düşse de galaktik ölçekte çok yakın kabul ediliyor. Dünya'ya en yakın yıldız oluşum bölgesi olan Orion Bulutsusu yaklaşık 1300 ışık yılı uzakta. 

Hilale benzeyen bulutun kütlesi Güneş'in kütlesinin yaklaşık 3 bin 400 katı ve yaklaşık 40 Ay çapına (140 bin kilometre) sahip. 

Makalenin yazarlarından Thomas Haworth "Bu şey adeta kozmik arka bahçemizde ve biz onu kaçırdık" diyor.

Güneş Sistemi'nin yakın çevresini ifade eden Yerel Kabarcık'ta yer alan Eos, bugüne kadar bulunan en yakın moleküler bulut. 

Bilim insanları bu sayede yıldız ve yıldız sistemlerinin nasıl oluştuğunu çok daha iyi anlayabilecekleri bir imkana sahip. 

Burkhart, "Teleskoplarımızla baktığımızda, oluşum aşamasındaki tüm yıldız sistemlerini görebiliyoruz ancak bunun nasıl gerçekleştiğini ayrıntılı olarak bilmiyoruz" diyerek ekliyor: 

Eos'u keşfetmemiz heyecan verici çünkü artık moleküler bulutların nasıl oluştuğunu ve ayrıştığını, bir galaksinin yıldızlararası gaz ve tozu yıldızlara ve gezegenlere nasıl dönüştürdüğünü doğrudan ölçebiliyoruz.

Araştırmacılar ayrıca yeni yöntemi kullanarak yakınlarda gizlenen başka moleküler bulutları da keşfetmeyi umuyor.

Çalışmanın bir diğer yazarı Thavisha Dharmawardena "Bu teknik yıldızlararası ortam hakkında bildiklerimizi baştan yazabilir, galaksideki gizli bulutları ortaya çıkarabilir ve hatta kozmik şafağın algılanabilen en uzak sınırlarına kadar ulaşabilir" ifadelerini kullanıyor.

Independent Türkçe, Space.com, CNN, Nature Astronomy