Britanya belgeleri, İran’ın Türkiye ile Kürtler arasında çelişkili tavrını ortaya koyuyor

Kuveyt’in kurtarılmasından sonra Amerikalıların endişesi, çoğunlukla Tahran’ın bölgesel hareketlerine ilişkindi.

Eski Dışişleri Bakanı olan İranlı yetkili Ali Ekber Velayeti, İran Dini Rehberi Ali Hamaney’in resmi önünde yürüyor (AFP)
Eski Dışişleri Bakanı olan İranlı yetkili Ali Ekber Velayeti, İran Dini Rehberi Ali Hamaney’in resmi önünde yürüyor (AFP)
TT

Britanya belgeleri, İran’ın Türkiye ile Kürtler arasında çelişkili tavrını ortaya koyuyor

Eski Dışişleri Bakanı olan İranlı yetkili Ali Ekber Velayeti, İran Dini Rehberi Ali Hamaney’in resmi önünde yürüyor (AFP)
Eski Dışişleri Bakanı olan İranlı yetkili Ali Ekber Velayeti, İran Dini Rehberi Ali Hamaney’in resmi önünde yürüyor (AFP)

Hamid el-Kenani
İran tarihinin farklı aşamalarında bu ülkenin siyasetçilerinin bazı tutumları dikkat çekici olmuştur. Bununla birlikte 1979 yılında din adamlarının Humeyni liderliğinde iktidara gelmesinden sonra çelişkiler hızını artırdı. Britanya Arşivi’nin 90’lı yıllarda dönemin İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti hakkındaki belgeleri söz konusu tutumlara örnek teşkil ediyor.
Britanya belgesi, 1992 yılında Türkiye’de yaşanan olayların detaylarını içeriyor. Belgedeki en ilgi çekici unsur, o dönemde Irak’taki durumu tartışmak üzere başkent Ankara’da bölge ülkelerinin dışişleri bakanları için düzenlenen konferansa katılan Velayeti ile ilgiliydi.


İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti, İran’ın, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askerî operasyonlarıyla ilgili endişelerini Türkiye’ye bildirdiğini iddia etti (Britanya Arşivi)

Yakın zamanda gün yüzüne çıkan belgeye göre dönemin İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti , Türkiye’den döndükten sonra Tahran’da bir basın toplantısı düzenleyerek tartışmaya sebep olan bir açıklamada bulundu ve Türk ve İngiliz yetkililer başta olmak üzere toplantıya katılan ülkeleri şaşkına çevirdi. Zira bu açıklamasında İran’ın, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri operasyonlarına ilişkin endişelerini Türkiye’ye resmi olarak bildirdiğini ve bu operasyonları Irak’ın ulusal egemenliğine yönelik bir ihlal olarak tanımladığını iddia etti. Bu iddialar, İranlı yetkilinin bu konuya hiçbir şekilde değinmediğini belirten Türk yetkililer tarafından yalanlandı.

Türkiye ve İran’ın çelişen anlatıları
Belge metninde şu ifadeler yer alıyor: “16 Kasım 1992’de Ankara’dan döndükten sonra gerçekleştirdiği bir basın toplantısında İran Dışişleri Bakanı Velayeti, bölge ülkelerinin dışişleri bakanlarının Irak konulu toplantısının sonuçlarından büyük bir memnuniyet duyduğunu dile getirdi ve Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasının önemi ve Irak sınırları içinde bağımsız herhangi bir devlet kurulmasının önlenmesi konusunda fikir birliğine varıldığını vurguladı. Bununla birlikte Türkiye’nin açıklamasının aksine Velayeti, ülkesine döndüğünde İran’ın, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri operasyonlarına ilişkin endişesini resmi olarak bildirdiğini ve bu operasyonları ulusal egemenliğin ihlali olarak nitelendirdiğini iddia etti.”
Londra’ya bir telgraf gönderen Britanya Büyükelçisi, Velayeti’nin konuşmasını Türk mevkidaşına sunduğunu belirtiyor. Bunun üzerine Türk mevkidaşı da Türklerin ‘İran Dışişleri Bakanı’nın açıklamasından ötürü şaşırdıklarını, zira ne İran ne de Suriye’nin Ankara’da bu konuyu gündeme getirdiğini, Türkiye’nin onları (açıklama hakkında) tam olarak bilgilendirdiğini ve iki tarafın da saygıyla dinlediğini, Velayeti’nin açıklamalarının muhtemelen sadece yerel tüketim için olduğu’ ifade edildi.
Körfez Savaşı ve Ağustos 1990’da Kuveyt krizinin patlak vermesinden sonraki dönemde Türkiye, genel olarak Batı ile işbirliği, özel olarak ise Irak’a karşı ABD ile sıkı ilişki içindeydi. Türkiye’nin Temmuz 1991’de topraklarında çok uluslu bir Batılı gücün konuşlanmasına izin verme kararı, o dönemdeki gözlemciler tarafından Başkan George H. W. Bush’un tutumuna destek olarak değerlendirildi. Kara kuvvetlerinin Silopi Üssü’nde, hava kuvvetlerinin İncirlik Üssü’nde konuşlanmasına onay verilmesi ve Ankara’nın çok uluslu bu güce katılmayı kabul etmesi, Türkiye’nin bölgedeki Amerikan projesine dahil olma isteğinin göstergeleriydi. Tahran’ı endişelendiren şey ise muhtemelen bu olabilir.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, Britanya belgesi ayrıca, İran eski Dışişleri Bakanı’nın, Irak’ın güvenliği ve toprak bütünlüğü konusunda oldukça endişeli olduğunu da açıklıyor. Yine belgeye göre o dönemdeki bazı İranlı kaynaklar Türk siyasetinin, ABD’nin Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurmaya ilişkin gizli planıyla uyumlu olabileceğinden bahsediyordu.
Kuveyt’i kurtarma operasyonlarından sonraki döneme ait Britanya belgeleri daha sonra, Irak muhalefetinin faaliyetlerini Avrupa ve ABD sahalarında yoğunlaştırdığına işaret ediyor. Buna göre Irak muhalefeti, uluslararası toplumun tutumundan ve Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgalinden kaynaklanan bölgesel öfkeden faydalanarak faaliyetlerini Britanya başta olmak üzere Batı sahasına kaydırdı.


İran, silahlı Irak muhalefetini destekledi (Britanya Arşivi)

Irak muhalefetinin faaliyetleri büyük oranda askeri nitelikli olup, İran destekli Iraklı milislerin kamplarının bulunduğu İran-Irak sınırı yakınlarında gerçekleşiyordu. O aşamadan sonra bu durum değişerek Batı dünyasının başkentlerinde muhalif siyasi ve diplomatik faaliyet başladı.

Ali Ekber Velayeti kimdir?
Ali Ekber Velayeti, 1945 yılında Tahran’ın Şemiran bölgesinde yer alan Rüstemabad köyünde dünyaya geldi. Tıp eğitimi gördükten sonra Tahran Üniversitesi’nde doktora eğitimi alarak çocuk sağlığı alanında uzmanlaştı. Daha sonra bir Amerikan üniversitesinde enfeksiyon hastalıkları alanında eğitim aldı. 1979 yılındaki meclis seçimlerinde milletvekili seçildi.
Muhammed Ali Recai hükümetinde Sağlık Bakanı Yardımcısı olarak görev yaptı. Ali Hamaney, 1981’de İran Dini Lideri olmasının ardından Velayeti’yi Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdi, ancak başarılı olamadı.
16 yıl boyunca Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Velayeti bugün Hamaney’e oldukça yakın ve halen uluslararası ilişkiler danışmanlığını yapıyor.
 



İngiltere’nin istihbarat paylaşımını dondurması, Washington ile krizi derinleştiriyor

ABD Başkanı Donald Trump ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer, 2025 NATO Zirvesi sırasında (AP)
ABD Başkanı Donald Trump ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer, 2025 NATO Zirvesi sırasında (AP)
TT

İngiltere’nin istihbarat paylaşımını dondurması, Washington ile krizi derinleştiriyor

ABD Başkanı Donald Trump ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer, 2025 NATO Zirvesi sırasında (AP)
ABD Başkanı Donald Trump ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer, 2025 NATO Zirvesi sırasında (AP)

İnci Mecdi

Birleşik Krallık, artan gerilimler ve özellikle 6 Ocak 2021'de ABD Başkanı Donald Trump'ın takipçilerini şiddete kışkırttığını ima eden bir belgesel ile ilgili BBC skandalının ardından daha da kötüleşmesi beklenen bir krizin ortasında, tarihi transatlantik müttefiki Amerika Birleşik Devletleri ile daha geniş çaplı bir diplomatik çatışmaya doğru gidiyor gibi görünüyor.

 

İstihbarat iş birliğinin askıya alınması

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli CNN’den aktardığı analize göre Birleşik Krallık’ın Karayipler'de uyuşturucu kaçakçılığı yaptığından şüphelenilen gemilerle ilgili olarak Washington ile istihbarat paylaşımını askıya aldığını açıkladı. Nedeni de Birleşik Krallık’ın, ABD askeri saldırılarına ortak olmak istememesi ve bu saldırıların yasadışı olduğunu düşünmesi. Bu, Birleşik Krallık ile en yakın müttefiki arasında önemli bir kopuşu temsil etmesinin yanı sıra, uluslararası toplumun dikkatini Latin Amerika'daki ABD askeri harekâtının yasallığına çekebilir.

ABD’li haber ajansına konuşan kaynaklara göre, kendisine bağlı istihbarat birimlerinin konuşlandığı Karayipler'deki birçok bölgeyi kontrol eden İngiltere, yıllardır ABD Sahil Güvenlik Güçleri’nin uyuşturucu taşıdığından şüphelenilen gemileri engellemesi için, Washington’a bu gemilerin tespit edilmesinde yardım ediyor. Sahil Güvenlik Güçleri bu kapsamda gemileri durduruyor, gemilere çıkıyor, mürettebatlarını gözaltına alıyor ve uyuşturuculara el koyuyordu.

İstihbarat bilgileri genellikle, uyuşturucu ticareti ile mücadele etmek için çalışan, birkaç ortak ülkenin temsilcilerinden oluşan Florida merkezli bir görev gücü olan Ortak Kurumlar Arası Güney Görev Gücü'ne gönderiliyordu.

Ancak ABD'nin eylül ayında teknelere karşı ölümcül saldırılar düzenlemeye başlamasından kısa bir süre sonra Birleşik Krallık, Washington'un hedefleri belirlemek için kendisi tarafından sağlanan istihbaratı kullanıyor olabileceğinden duyduğu endişeyi dile getirmeye başladı. Kaynaklar, İngiliz yetkililerin 76 kişinin ölümüne yol açan ABD askeri saldırılarının uluslararası hukuku ihlal ettiğine inandığını ve istihbarat paylaşımının bir aydan uzun bir süre önce askıya alındığını belirtti.

Trump yönetimi, saldırılarının, Trump'ın “yabancı terör örgütleri” olarak nitelendirdiği Latin Amerika'daki uyuşturucu kartelleriyle mücadele etmek için gerekli olduğunu savunuyor. Bununla birlikte yönetim, Kongre'ye verdiği brifingde, hedef alınan kişilerin kimliklerini kesin olarak bilmediğini de itiraf etti.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, geçen ay bu saldırıların uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve “yargısız infaz” teşkil ettiğini belirtirken, CNN'e konuşan kaynaklar, Birleşik Krallık'ın bu değerlendirmeye katıldığını doğruladı.

Yeni bir gerilim dönemi

Birleşik Krallık’ın istihbarat alanında iş birliğini askıya almasının, Başbakan Keir Starmer'ın genellikle İngiliz yumuşak gücünün bir ayağı olan kamu yayın kuruluşunu savunur gibi göründüğü BBC kriziyle birleşmesi, Washington ve Londra arasındaki ilişkide yeni bir gergin dönemin başladığını gösteriyor. Bu arada The New York Times gazetesi, FBI Direktörü Kash Patel'in, İngiliz iç istihbarat teşkilatı MI5’deki mevkidaşlarını kızdırdığını bildirdi. Nedeni de kilit bir FBI ajanının MI5 ile gözetim teknolojileri konusunda çalışması görevi için fon bulma sözü vermesinin ardından, Beyaz Saray’ın bütçede kısıtlamaya gitmesi nedeniyle bu görevi sonlandırmasıydı.

Bu yılın başlarında, Washington'da görev yapmış eski Birleşik Krallık büyükelçileri, iki ülkenin bir dizi uluslararası konu ve dosyada görüşlerinin ayrışmasının gölgesinde, aralarındaki istihbarat iş birliğinin gerileyeceği tahmininde bulunmuşlardı. 2003-2007 yılları arasında büyükelçi olarak görev yapan Sir David Manning, mayıs ayında Lordlar Kamarası'nda yaptığı konuşmada, iki ülke arasındaki özel ilişkide köklü bir değişim yaşandığını ve bu değişimin geçici bir süreç olmadığını söyledi.

Washington'da görev yapmış diğer üç eski Birleşik Krallık büyükelçisiyle birlikte konuşma yapan Manning, politikalardaki görüş ayrılıkları kadar değerlerdeki ayrışmanın da iki ülkeyi birbirinden uzaklaştırdığını ekledi. Büyükelçilerin hepsi, Trump yönetimi ile bir zamanlar ilişkinin temel taşı olan istihbarat paylaşımının gelecekte daha da zorlaşacağı konusunda uyardı.

Washington Post gazetesi, bunun görünüşte bitmeyen bir ticaret anlaşmazlığının gölgesinde yaşandığını söylüyor. Birleşik Krallık, Trump yönetimi ile sığır eti, etanol ve otomobiller konusunda anlaşmaya varan ilk ülkeydi ve bu, Trump'ın yakın müttefiklerine ayrıcalıklı davranacağının bir işareti olarak görüldü. Ancak o tarihten bu yana ABD Başkanı, belirli ürünlere bir dizi gümrük vergisi getirdi ve İngiliz yetkililer bununla etkili bir şekilde başa çıkamadı.

BBC krizi

Bu arada, BBC krizi, özellikle The Guardian ve The Independent gibi sol eğilimli medya kuruluşlarının bunu sağ ve sol arasında ideolojik bir mücadele olarak ele aldıkları göz önüne alındığında, ABD yönetimi ile İngiltere’deki İşçi Partisi hükümeti arasındaki mevcut gerilimi derinleştiriyor. Bu kuruluşlara göre Trump’ın videosu ile oynandığına dair ifşaatların ve BBC'nin taraflılığına işaret eden diğer haberlerin arkasında muhafazakâr kişiler bulunuyor. 

İngiliz The Guardian gazetesine göre, BBC krizi ile ilgili medyada görülen cinnet hali, suçun kendisiyle orantısız olsa da, uzun süredir devam eden bir düşmanlıkla örtüşüyor. Yine gazeteye göre BBC, her zaman benzersiz konumunu ve ayrıcalıklı finansmanını kıskanan rakip haber kuruluşlarının hedef tahtasında oldu. Lisans ücreti modelinin ortaklaşa finanse edilen bir kamu yararı örneği olarak görülmesi nedeniyle aşırı sağ için ideolojik bir tehdit oluşturuyor. The Guardian’daki makalenin yazarı Raphael Behr, “BBC'nin düşmanlarını kışkırtmak için liberal-sol eğilimde olduğunu göstermesine gerek yok. Onlar kendisini zaten kültürel kolektivizmi teşvik eden bir fabrika olarak görüyorlar ve ulusun duyguları üzerindeki etkisinden dolayı onu kıskanıyorlar” dedi.

Muhafazakâr bir günlük gazete olan İngiliz The Daily Telegraph, son ABD başkanlık seçimlerinden bir hafta önce yayınlanan “Trump: İkinci Bir Şans mı?” başlıklı bir belgeselin, Başkan Donald Trump'ın 6 Ocak 2021'de Kongre binasına yönelik saldırıyı açıkça kışkırttığını ima edecek şekilde çekildiğine işaret eden sızdırılmış bir iç yazışmanın ayrıntılarını açıkladı. Yazışmaya göre, ABD Başkanı’nın yaklaşık 50 dakikalık aralıklarla yaptığı açıklamaların kareleri, şiddete teşvik ettiğini ima eden bir dizi halinde bir araya getirilmişti.

Sızdırılan yazışma, geçen haziran ayına kadar BBC'nin Yayın Standartları Komitesi’nde bağımsız danışman olarak görev yapan eski bir gazeteci olan Michael Prescott tarafından hazırlanmıştı. Skandal, BBC Genel Müdürü Tim Davie ve Haber Müdürü Deborah Turnes'in istifasına neden oldu, Davie hatayı kabul ederek sorumluluğu üstlendi.

Trump ise BBC'ye karşı yasal işlem başlatmakla tehdit etti. ABD Başkanı’nın avukatları, BBC'nin belgeselini önümüzdeki cuma gününe kadar yayından kaldırması gerektiğini, aksi takdirde “en az 1 milyar dolarlık” bir tazminat davası ile karşı karşıya kalacağını söyledi. BBC, bununla ilgili mektubu aldığını ve en kısa sürede yanıt vereceğini vurguladı.


Israel Hayom: Kushner ve İsrail, Trump'ın planının başarısız olması durumunda Gazze için ‘acil durum planları’ üzerinde çalışıyor

Beyaz Saray Danışmanı Jared Kushner (Reuters)
Beyaz Saray Danışmanı Jared Kushner (Reuters)
TT

Israel Hayom: Kushner ve İsrail, Trump'ın planının başarısız olması durumunda Gazze için ‘acil durum planları’ üzerinde çalışıyor

Beyaz Saray Danışmanı Jared Kushner (Reuters)
Beyaz Saray Danışmanı Jared Kushner (Reuters)

Israel Hayom gazetesi, Beyaz Saray Danışmanı Jared Kushner ve İsrail ordusunun, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi için hazırladığı planın başarısız olması durumunda uygulanacak acil durum planları geliştirmek için birlikte çalıştıklarını bildirdi.

Haberde, Kushner'ın bu hafta İsrailli bir kaynağa Gazze için alternatif bir plan üzerinde çalıştığını söylediği, Hamas'ın silahsızlandırılmasıyla ilgili karmaşıklıklara ve Gazze Şeridi'ne asker göndermeye istekli ülke bulmanın zorluğuna işaret ettiği belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın Times of Israel'den aktardığına göre İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir geçen hafta yapılan güvenlik kabinesi toplantısında ordunun Trump'ın planına alternatif bir plan hazırladığını ve ‘yakında bakanlara sunacağını’ söyledi.

Trump'ın Gazze Şeridi'nde ateşkes ve savaşın sona erdirilmesi planının ikinci aşamasına geçiş konusunda halen belirsizlik var ve bu da çatışmaların yeniden başlamasına dair endişeleri artırıyor.

İsrail, kalan dört rehine cesedinin teslim edilmesi, Gazze Şeridi'nin yönetimi konusunda net adımlar atılması, Filistinli grupların silahlarının teslim edilmesi ve kontrolü altındaki bölgelerde yeniden inşa sürecinin başlatılması konusunda ısrarcı. Bu konular, İsrail'in sarı hattın gerisine çekilmesinin tamamlanmasıyla temel olarak bağlantılı.

İsrail'in bu tutumuna karşılık, Hamas ve İslami Cihad hareketlerinden kaynaklar, mevcut durumun devam etmesinin İsrail’in savaşı sürdürme hedeflerine hizmet ettiğini değerlendiriyor. Özellikle, İsrail güçlerinin Gazze’nin yüzde 53’ünden fazlasını (sarı hat olarak adlandırılan ilk çekilme hattının gerisindeki bölgeleri) kontrol etmesi, Refah Sınır Kapısı’nı kapatması ve insani yardımların girişini sınırlaması, bu kanaati güçlendiriyor.


Barrack: Suriye, DEAŞ, Hizbullah ve DMO'nun ortadan kaldırılmasına katkıda bulunacak

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (DPA)
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (DPA)
TT

Barrack: Suriye, DEAŞ, Hizbullah ve DMO'nun ortadan kaldırılmasına katkıda bulunacak

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (DPA)
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (DPA)

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack bugün yaptığı açıklamada, Şam’ın DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na (DMUK) katılmasının ardından DEAŞ’ın kalıntıları ile İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), Hamas ve Hizbullah gibi yapıların ‘terör ağlarını çökertme’ çabalarına katkı sağlayacağını duyurdu.

Barrack’ın açıklamaları, Washington liderliğindeki DMUK’un dün gece, Suriye’nin koalisyonun 90. üyesi olarak resmen aralarına katıldığını açıklamasının hemen ardından geldi. Bu adım, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’nın pazartesi günü Beyaz Saray’a gerçekleştirdiği tarihi ziyaret sırasında kararlaştırıldı. Söz konusu adım, Suriye’nin cihatçı geçmişinden kopuşu simgeliyor.

Barrack, X platformunda yaptığı paylaşımda, “Şam artık aktif olarak DEAŞ’ın kalıntıları, DMO, Hamas, Hizbullah ve diğer terör ağlarına karşı mücadelede bize yardımcı olacak. Uluslararası barış çabalarında kararlı bir ortak olarak yer alacak” ifadelerini kullandı.

Ziyaret öncesinde ABD cuma günü Şera’yı terör listelerinden çıkardı. Bu adım, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin de kendisine uyguladığı yaptırımları kaldırmasının hemen ardından geldi.

Barrack, Şera’nın ziyaret sırasında ‘DMUK’a katılma taahhüdü verdiğini’ ve bunun Suriye’nin bir zamanlar terör kaynağı olmasından, terörle mücadelede bir ortak hâline geçişini simgelediğini belirtti.

İran, 2011’deki barışçıl protestoların şiddetle bastırılmasının ardından DMO aracılığıyla Beşşar Esed rejimine kritik destek sağladı. Lübnan merkezli Hizbullah gibi müttefik gruplarla birlikte askeri müdahalesi ve ardından Rusya’nın hava desteği, sahadaki güç dengelerini Esed lehine değiştirdi. İran, Esed rejimi 2024’te devrilene kadar Suriye’de güçlü bir askeri varlık sürdürdü.

ABD ise 2014’te kurduğu DMUK kapsamında Suriye ve Irak’ta asker konuşlandırıyor. DMUK, örgütün iki ülkede geniş alanları ele geçirmesinin ardından 2017’de Irak’tan, 2019’da ise Suriye’den tamamen temizlenmesini sağladı. Bu mücadelede, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) öncü rol oynadı ve DMUK tarafından desteklendi.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi de olan Barrack, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani arasında ‘önemli bir toplantı’ yapıldığını duyurdu.

Barrack, “Bir sonraki aşama için yol haritası belirlendi. Bu aşama, SDG’nin Suriye’nin yeni ekonomik, savunma ve sivil yapısına entegrasyonunu içeriyor” dedi.

SDG lideri Mazlum Abdi, ekim ayında AFP’ye verdiği röportajda, geçiş yönetimi ile güçlerinin Savunma ve İçişleri bakanlıklarına entegrasyonu konusunda ‘ön anlaşma’ sağlandığını açıklamıştı.

Abdi, salı günü X platformunda yaptığı paylaşımda, Suriye’nin DMUK’a katılmasını memnuniyetle karşıladı ve bunu ‘örgütün kalıcı şekilde yenilgiye uğratılmasına ve bölgeye yönelik tehdidinin ortadan kaldırılmasına yönelik ortak çabaları güçlendiren kritik bir adım’ olarak nitelendirdi.

Abdi ayrıca, Barrack ile yaptığı görüşmede, Şera’nın Washington ziyareti kapsamında SDG’nin Suriye devletine entegrasyon sürecini hızlandırma taahhüdünü teyit ettiğini belirtti.