Belarus’taki taktik nükleer silahlar, Putin’in Batı’ya karşı yeni baskı kartı mı?

Rus savaş uçakları
Rus savaş uçakları
TT

Belarus’taki taktik nükleer silahlar, Putin’in Batı’ya karşı yeni baskı kartı mı?

Rus savaş uçakları
Rus savaş uçakları

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Kremlin’in tek müttefiki olan, eski Sovyet bölgesi Belarus’ta taktik nükleer silah konuşlandırma niyetini açıklamasından bu yana, uluslararası sahnede Rusya’nın niyetinin ciddiyeti konusundaki tartışmalar dinmedi.
Moskova’nın gerçekten Avrupa kıtasındaki stratejik güvenlik haritasının tüm hesaplarını karıştıran bir adıma doğru gidip gitmediği hala belirsiz.
Rusya ve Belarus liderlerini hedef alacak yeni yaptırım tehdidinin eşlik ettiği Batı eleştirileri de devam ediyor.
Ancak konuyla ilgili en öne çıkan soru, Putin’in bir sonraki tercihlerine ve sahadaki durumun gerektirdiği takdirde taktik nükleer yeteneklerin kullanımına yönelik ciddi bir hazırlık olup olmadığına odaklandı.
Rus uzmanlar, son zamanlarda Putin’in çevresindeki seçkinleri bile şaşırtan adımları hakkında yorum yapmaktan kaçındı.
Uzmanlara göre, pek çok kişiyi şaşırtan savaş başlatma kararı gibi, Putin’in son zamanlarda aldığı bir dizi karar, Rus lidere yakın çok sınırlı bir kesim tarafından biliniyordu.
Önemli kararlar hakkında önceden bilgilendirilen çok küçük bir kesim var. Bu, nükleer yetenekleri Belarus’a devretme kararı için geçerli.
Önemli bir uzman grubu, Putin’in açıklamasının bir tür gösteriş taşıyıp taşımadığını veya sadece ‘yanıltıcı ve gözdağı’ olup olmadığını doğrulamaya odaklandı.
Moskova, komşu ülkede taktik nükleer yetenekler konuşlandırma konusunda oldukça ciddi. Bu da cephaneliğinin Polonya ve genel olarak NATO sınırlarına yakın olduğu anlamına geliyor.
Böylece Moskova, Avrupa’daki stratejik güvenlik haritasını gerçekten değiştirmenin eşiğinde olacak.
Çünkü bu adım, NATO’nun Polonya ve Romanya’da ve belki de diğer ülkelerde de karşılık gelen bir nükleer cephaneliği güçlendirmeye yönelik adımları ile dengelenecek.
Bu gelişme, Avrupa kıtasında nükleer tehdit riskini artırıyor.
Moskova uzmanları, bunun Putin’in bu cephaneliği Ukrayna savaşında kullanmaya istekli olduğunun bir göstergesi olduğunu söylüyor.
Rusya’nın resmi açıklamalarına göre, Kremlin’in bu adımı, Washington’un müttefik ülkelerin topraklarına nükleer silah yaymak için attığı adımlara bir yanıt anlamı taşıyor.
Bu bağlamda, Polonya’nın kendi topraklarında kalıcı olarak ilk ABD askeri üssünü kurduğunu açıklamasından günler sonra gelen Rusya kararının zamanlaması göz ardı edilemez.
Aynı şekilde, İngiltere de kısa bir süre önce Ukrayna’ya seyreltilmiş uranyum kullanılan mühimmat tedarik etmeye hazırlandığı bilgisini verdi.
Böylece Kremlin, Ukrayna ve çevresinde çatışmaların şiddetlenmesinden bu yana ima ettiği mütekabiliyet kuralıyla hareket ediyor.
Peki Rusya’nın bu hamlesi, Avrupa kıtasındaki mevcut çatışmayı ve genel olarak stratejik dengeyi nasıl etkileyecek?
Rusya, 2 bini taktik ve 5 bin 977’i nükleer savaş başlığı olmak üzere dünyadaki en büyük nükleer kapasiteye sahip. Yani bu, Washington’un cephaneliğinden on kat daha büyük bir oran.
Yaklaşık 6 bin Rus nükleer savaş başlığından (stratejik ve taktik), bin 500’ü eski olarak listelendi. Bin 588 nükleer ünite alarm durumunda ve bunların 812’si kara uçaklarında konuşlandırıldı.
Karşılaştırıldığında, ABD’nin bin 644, Çin’de 350, Fransa’da 290 ve İngiltere’de 225 savaş başlığı var.
Bu nedenle, Belarus’ta taktik nükleer silahların konuşlandırılması iki kampın güç denklemlerini pek değiştirmeyecek, ancak Ukrayna’da taktik silah kullanmak zorunda kalması durumunda Moskova’ya avantaj sağlayacak.
Bu ihtimale şu an uzak bakılsa da, uzmanlar iki faktöre dikkat çekiyor.
Bunlardan ilki, Ukrayna’ya Batı teknolojileri sağlamaya devam edilmesi ve bu teknolojilerin seviyesi ve etkinliğinin artırılması.
İkinci faktör ise, Rus topraklarının (veya topraklarına dahil olanların), Rus kuvvetlerinin geniş çapta geri çekilmesiyle sonuçlanabilecek kapsamlı bir saldırı gibi ciddi bir tehlikeye maruz kalması.
Moskova, gerektiğinde doğrudan askeri çatışmaya dahil olması için Belarus’taki durumu uzun süredir hazırlıyor.
Moskova ve Minsk, Belarus altyapısını nükleer silah almaya hazırlamak için adımlar attı.
Bu bağlamda, Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko, geçtiğimiz yılın ortalarında ülkesinin S-400 uçaksavar füze sistemleri ve İskender füze sistemlerini satın aldığını duyurdu.
Ancak, İskender füzelerinin taktik nükleer silah taşıyabilen modern versiyon olup olmadığını belirtmedi.
Lukaşenko ayrıca, geçen yıl sonbaharda, Rusya’dan satın aldığı Sukhoi 24 uçağına nükleer silah taşıyabilmeleri için teknik modifikasyonların getirildiğini duyurdu.
Tam burada, Putin’in geçtiğimiz günlerde bu silahları taşıyabilecek 10 uçağın Belarus’a transfer edildiğini duyurduğunu belirtmek gerekir.
Ancak bu veriler ve birçok spekülasyon ışığında, Rusya’nın Belarus-Ukrayna sınırında konuşlu İskender füze grubunu Belarus ordusunun komutası altına yerleştirmediğine dikkat çekiliyor.
Bu gerçek, taktik nükleer silah konuşlandırma kararının Belarus Devlet Başkanı’nın değil, bu sistemlere komuta etmek için çalışan Rus mürettebatının kontrolü altında olabileceği anlamına gelebilir.
Yine de bu, Moskova Belarus topraklarından bir saldırı başlatırsa, altyapısı misilleme darbelerine maruz kalacak olan Minsk’in doğrudan müdahalesi olmadığı anlamına gelmez.
Kanada’daki Queen’s Üniversitesi bünyesindeki Uluslararası ve Savunma Politikası Merkezi’nde araştırmacı olan Rus nükleer politikası uzmanı Maxim Starchak ‘Medusa’ ağına verdiği bir röportajda şunları söyledi;
“Putin, pratik olarak Rusya ile Batı arasındaki ilişkilerdeki gerilimi artırmaya karar verdi. Kremlin, ABD’yi müzakere masasına oturtmak için baskı yapmak istiyor.”
Putin, Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması’nı (New START) askıya aldığını açıkladığında da aynı şeyi yapmaya çalıştı.
Rusya, bu anlaşmayla ilgili müzakerelere geri dönmek için, ABD’den Ukrayna’ya yönelik politikasını yeniden gözden geçirmesini talep etti.
Maxim Starchak, ABD’nin Karayipler’de olduğu gibi (1962 Küba füze krizi) ‘Putin’in oyununa yanıt vermeyeceğini’ beklediğini dile getirdi.
Washington, Moskova’nın hamlesi doğrultusunda, nükleer kuvvetlerinin hazır olma durumunu değiştirmeyeceğini bildirdi.
Bu anlamda nükleer faktör, genel olarak mevcut riskleri katlamasına rağmen, henüz doğrudan şiddetli çatışmanın yönetimine girmiyor.
Rus nükleer politikası uzmanı Starchak, “Karayip krizini tekrarlayacak koşullar henüz oluşmadı. Ukrayna ve Belarus, bu krizin güncellenmiş versiyonu olarak görülmüyor” diye ekledi.



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.