Babil'den cep telefonlarına uzanan 'parmak izleri'

Önceden fotoğraf, dövme, kişisel vasıflar, vücut ölçüleri gibi kimlik belirleme yöntemleri vardı. Ancak bunlar en etkili yöntem olan "parmak izleri" bulunmadan önce hatalara yol açıyordu

Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur
Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur
TT

Babil'den cep telefonlarına uzanan 'parmak izleri'

Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur
Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur

Dalya Muhammed 
Bu yazıyı akıllı telefonunuzun ekranında okuyor olmanız ve ayrıca telefonun sahibinin siz olduğunuzu ve başka birinin gizliliğinizi ihlal etmeye çalışmadığını doğrulamak için parmağınızı parmak izi okuyucunun üzerine koyarak cihazın kilidini açtığınız ihtimali oldukça yüksek. 
Parmak izi kullanımı, birçok şifreyi hatırlamaktan daha güvenli ve kolay olduğu için milyonlarca insanın cihazlarındaki birçok uygulamayı kullanırken güvendiği bir koruma aracı haline geldi.
Ayrıca, cep telefonunu elimize alma sayımız günlük ortalama 344 olduğundan, şifre yazma can sıkıcı ve zaman alıcı bir süreç haline geldiğinde daha hızlı bir yöntem.
Ancak parmak izi hikayesinin nasıl başladığını ve bunu bireyleri tanımlama aracı olarak ilk benimseyen kişinin kim olduğunu hiç merak ettiniz mi?
Önceden fotoğraf, dövme, kişisel vasıflar ve vücut ölçüleri gibi kimlik belirleme aracı olarak kullanılan birçok yöntem vardı.
Ancak bu yöntemler zaman zaman meydana gelen değişiklikler nedeniyle tanımlamada bazı hatalara yol açıyordu.
Kilo alıp verme, saç dökülmesi ya da renginde ve modelinde değişiklik olabileceğinden, bireyin fiziksel özellikleri değişebilir.
Bu nedenle, yaşam boyunca sabit kalan parmak izleri varken fiziksel özelliklere göre yapılan tanımlamalar kesinlikle mantıklı bir seçenek olarak gözükmüyor.

Parmak izinin tarihi
Parmak izleri, sadece insan eliyle bırakılan izlerden, adli soruşturmaların ve adli delillerin dayandığı delillere dönüşene kadar çok uzun bir yolculuktan geçti. 
Dünyanın birçok yerinde, insan parmaklarının onlara dokunmasından kaynaklanan çizgiler taşıyan antik eserler keşfedildi.
Antik Babil, ticari işlemlerde kil tabletlere basıldığı için parmak izlerinin kullanıldığı ilk yer olabilir.
Dünyanın diğer ucunda parmak izleri milattan önce 3300 civarında, kil tabletler veya mühürler üzerinde yazılı olarak bulunduklarından İndus Vadisi Uygarlığı tarafından tanımlama amacıyla yaygın olarak kullanılıyordu.
Çin'de, MÖ 221-206 yılları arasında hüküm süren Çin Hanedanlığı'nın kayıtları, hırsızlık soruşturmalarında delil olarak eksiksiz el izlerinin kullanıldığıyla ilgili detaylar barındırıyor.
Parmak izi taşıyan kil mühürler, Çin Hanedanlığı tarafından kullanılmış ve Han Hanedanlığı'nda MS 220'ye kadar devam etti.
Çinli bir yazarın, 12. yüzyılın başlarına dayanan ve yazarın Çin ceza soruşturma prosedürlerinde parmak izi kullanımına atıfta bulunduğu 'Nehir Kıyısının Hikayesi' adlı bir polisiye romanı bulundu.
Avrupa'da, Dr. Nyamaya Gro, 1684 yılında 'Londra Kraliyet Cemiyeti'nin Felsefi İşlemleri' başlıklı bir monografide parmak izleriyle ilgili notlar yayımlayan ilk Avrupalı oldu.
Ayrıca İngilizler, 1858 yılında Hindistan'ın Jangipur kentindeki bir bölgenin Başyargıcı Sir William James Herschel, yerel bir iş adamından ilk kez bir sözleşmeye elinin tamamını basmasını istediğinde parmak izlerini ilk kullananlar oldular.
Bu, parmak izlerinin kişisel tanımlama için kullanılmış olmasının ilk örneği olabilir. Ancak Başyargıç bu açıdan düşünmemişti.
O sadece iş adamını parmak izlerini kullanarak hakkında defalarca şantaj yaparak korkutmaya çalıştı.
19'uncu yüzyılda parmak izi dünyanın birçok yerinde büyük ilgi gördü. Fransa'da Profesör Paul Jean Collier, iyotu buharlaştırarak kâğıt üzerinde parmak izi geliştirme olasılığına ilişkin gözlemlerini yayımladı.
Ayrıca, parmak izlerinin nasıl korunacağını da açıkladı ve şüphelilerin parmak izlerini büyüteç kullanarak belirleme olasılığından bahsetti. 
ABD'de mikroskop bilimci Thomas Tyler, herhangi bir şey üzerinde bırakılan parmak izlerinin ve avuç içi izlerinin suçluları tespit ederek suçları çözmek için kullanılabileceğini öne sürdü.
1882 yılında Paris polis teşkilatının bir çalışanı olan Alphonse Bertillon, vücudun 11 ölçüsünü alarak 'antropometri' olarak bilinen bir sınıflandırma sistemi geliştirdi.
Ayrıca, 'mugshots' (sabıka fotoğrafı) olarak bilinen ve bugün hâlâ kullanımda olan, yüzleri fotoğraflamak için bir sistem üretti. 
1897 yılında Hindistan Genel Vali Konseyi, sabıka kayıtlarını sınıflandırmak için parmak izlerinin kullanılması gerektiğini belirten bir komite raporunu kabul etti.
O yıl daha sonra, Kalküta'daki antropometri ofisi dünyadaki ilk parmak izi ofisi oldu. Parmak izi alanında öncü olarak kabul edilen iki memur, Azizu'l Hak ve Hem Chandra Bose, parmak izi sınıflandırma sisteminin ilk geliştirmesiyle tanınan iki Hintli parmak izi uzmanı orada çalışıyordu.
Bugün, Hindistan Benzersiz Kimlik Kurumu (UIDAI), parmak izi, yüz ve gözün biyometrik kayıtlarını kullanan dünyanın en büyük parmak izi sistemi.
1901 yılında Scotland Yard ilk parmak izi ofisini kurdu ve 1908 yılında Fransa parmak izi sistemini kullanan ilk ülke oldu.
1903 yılında ABD'nin Kansas eyaletindeki Leavenworth Hapishanesi'nde Will ve William West adlı iki kişinin antropometrik ölçümlerinin çok benzer olduğunun anlaşılması üzerine parmak izleri karşılaştırıldı.
İki farklı adam olduklarını kesin olarak doğrulayan parmak izleri eşleştirildi.

Ceza soruşturmalarında parmak izi kullanımının başlangıcı
Adli tıp uzmanları, adli soruşturmalarda parmak izlerini yüzyıllardır bir kimlik belirleme aracı olarak kullandılar.
Parmak izi tanıma, adli soruşturmada iki nedenden dolayı en önemli araçlardan biri: Kararlılık ve benzersizlik. 
Tek yumurta ikizlerinin bile farklı parmak izleri vardır ve bir kişinin parmak izleri zamanla değişmez.
Parmak izlerini oluşturan çizgiler, insan daha anne karnında iken oluşur ve büyümesiyle orantılı olarak büyür. Kalıcı izler ve yaralanmalar parmak izini değiştirmenin tek yoludur.
1882 yılında Arjantin'in Buenos Aires yakınlarındaki bir kasabada iki çocuğunu öldüren Frances Rojas adlı bir kadının, dünya üzerinde parmak izi kullanılarak suçluluğu tespit edilen ilk suçlu olduğuna inanılıyor.
Zira onun kanlı parmak izleri yatak odasının kapı çerçevesinde bulunmuştu.
Hindistan'ın Batı Bengal eyaletinde bir bahçıvan 1897 yılında yatak odasında öldürülmüş olarak bulundu.
Odasındaki bir takvimde üzerinde parmak izleri bulunan iki kahverengi leke bulundu.
Antropometri bürosu, bu parmak izlerinin, daha önce hırsızlık suçundan parmak izi kaydı yapılan Kangali Charan adlı bir kişiye ait olduğunu tespit etti.
Charan, birinci derece cinayet ve hırsızlık suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. Kanıtların parmak izleriyle sınırlı olduğu ve sanığın suçunu kabul etmeyi reddettiği göz önüne alındığında, mahkeme sadece hırsızlık suçlamasını kabul etti.
Ancak parmak izlerini onu kasten adam öldürmekten mahkûm etmek için yeterli delil olarak kabul etmedi.
Ancak tam delil olarak parmak izlerine dayanan ilk ve en meşhur ceza davası, olay mahallinden yeni boyanmış bir trabzana tutunarak kaçan ve üzerinde kaderini değiştirecek bir şey bırakabileceğinden habersiz olan Thomas Jennings'in davasıydı. 
1910 yılında Clarence Heller, bir gece Chicago'daki evine gizlice giren Jennings'e karşı koymaya çalıştı ve birkaç dakika süren tartışmanın ardından iki adam merdivenlerden aşağı düştü.
Akabinde bir silah sesi duyuldu. Heller'in karısı ve kızı geldi ama onu evin kapısında can çekişirken yalnız başına buldular.
Söz konusu olaydan sadece altı hafta önce serbest bırakılan Afrika kökenli ABD'li bir adam olan Jennings'in, Heller'in evinin tırabzanına bıraktığı parmak izleri, davasının odak noktasıydı.
Polis, hırsızın kimliğini kanıtlayacağını iddia ederek trabzanı fotoğrafladı ve mahkemeye taşıdı. Mahkeme buna ikna oldu ve Heller cinayeti, ABD'de bir ceza davasında parmak izi delili kullanılarak mahkumiyete yol açan ilk dava oldu.
Parmak izleri yalnızca hukuk sisteminde güçlü bir kanıt olarak kullanılmaya devam etmekle kalmadı.
Aynı zamanda onaylanmalarının temel yöntemi de ABD polis departmanlarına ilk kez tanıtıldıklarından bu yana esasen aynı kaldı.
Baskılar halen aynı kemer, halka ve açıklık tanımlarına göre değerlendiriliyor ve temel kombinasyon ve karşılaştırma tekniği, Heller'in evinde keşfedilen izlere uygulananlara oldukça benzer.
Jennings'in mahkûm edilmesinden sonra avukatlar, böylesine modern ve anlaşılmaz bir teknolojinin mahkemede kabul edilebileceği fikrine itiraz ettiler.
Bir yıldan fazla süren temyiz sürecinden sonra, 1911 yılında Illinois Yüksek Mahkemesi, Jennings'in mahkumiyetini onadı, cezasının kısa süre içinde infaz edileceğini duyurdu.
İngiltere'deki önceki davalara atıfta bulunarak parmak izlerine güvenilirlik kazandırmak için konuyla ilgili yayınlar yayımladı.
Bu, ABD'deki mahkeme salonlarında parmak izlerinin büyük ölçüde sorgusuz sualsiz kullanımına yönelik bir değişimin başlangıcıydı.

Parmak izinin güvenilirliğini sorgulamak
2004 yılında Brandon Mayfield adlı bir Oregonlu avukatın, olay yerinde sisteme yüklenen kısmi bir parmak izinin yanlış eşleşmesine dayanılarak Madrid banliyö trenine düzenlenen terör saldırısından sorumlu tutularak gözaltına alınmasıyla, parmak izi teknolojisi incelemeye alındı.
ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) daha sonra Mayfield'den kamuoyuna açık bir biçimde özür diledi. Ancak böyle bir olay, diğer hataların fark edilip edilmediğine dair soruları gündeme getirdi ve bu, genellikle kesin olduğu varsayılan kanıtların güvenilirliğine itiraz eden şüpheciler ve avukatlar için bir tartışma oluşturdu.
Parmak izinin delil olarak kullanılması söz konusu olduğunda şüpheyi kesin olarak ortadan kaldırdığı söylenemez.
Ancak artık tanınması ve başvurulması daha muhtemel olan bir yöntem.
Son yıllarda artan şüpheciliğe ve kesin delil olarak kabul edilmesine karşı uyarılara rağmen, mahkemeler, göçmenlik ve gümrük muhafaza daireleri, parmak izi kullanımını sürdürüyor.

Parmak izi ve akıllı telefonlar
Dünyanın parmak izi okuyuculu ilk telefonu, 2004 yılında piyasaya sürülen Pantech GI100 idi.
Bu cihazdaki parmak izini okuma işlevi, kilidi açmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda belirli işlemleri doğrulamak ve belirli numaralara hızlı arama yapmak için de kullanılıyordu.
Ancak telefonlarda bulunan parmak izi okuyucuyu günümüzün hâkim kullanım alanlarına çeviren Toshiba firması oldu.
2007 yılında Toshiba, G500 ve G900 telefonlarını piyasaya sürdü. Ardından HTC, P6500 modelini çıkardı.
Modern çağda parmak izi okuyucudaki gerçek devrim, Apple'ın iPhone 5'leri piyasaya sürmesiyle başladı ve Touch ID, tüketicileri cezbeden bir teknoloji oldu.
Başlangıçta sadece cihazların kilidini açmak için kullanılan parmak izi, zamanla güvenli işlemler gerçekleştirebilir hale geldi.
Samsung cihazları 2014 yılında bu akıma katıldı. Samsung bu yıldan sonra cihazlarını bir parmak izi okuyucu ile donattı.
O zamandan beri birçok üreticinin bu özelliğe sahip telefonları piyasaya sürdüğünü görüyoruz.
Parmak izleri, insanları ayırt etmenin benzersiz bir yolu olarak kabul edilmesinden 100 yıldan fazla bir süre sonra, bu heyecanlı yarışın ardından hâlâ çok önemli bir bilgi kaynağı ve parmak ucunu geçmeyen küçük bir alanda yoğunlaşan milyarlarca insan arasındaki büyük farkın şaşırtıcı bir biçimi. 

Independent Türkçe



Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
TT

Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)

Türkiye, Suriye Demokratik Güçleri’nden (SDG) ‘ayrılıkçı’ ve yerinden yönetim yanlısı söylemlerden vazgeçmesini, bünyesindeki ‘terör unsurlarını’ tasfiye etmesini, Suriye ordusuna tam olarak entegre olmasını ve tek bir merkezi otoriteye bağlılık göstermesini talep etti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, SDG’nin ‘terör unsurlarından’ ayrılması gerektiğini belirterek, bununla örgütün ana omurgasını oluşturan ve Ankara tarafından Suriye’de PKK’nın uzantısı olarak görülen YPG’ye işaret etti. Güler, sahadaki paralel güvenlik yapılarının da tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Güler, SDG’nin, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında 10 Mart’ta Şam’da imzalanan ve Suriye ordusuna entegrasyonu öngören anlaşmayı, net bir vizyon ve belirlenmiş bir yol haritası çerçevesinde hayata geçirmesi gerektiğini söyledi.

Entegrasyon yol haritası

Güler, 2025 yılı boyunca yaşanan gelişme ve olayları değerlendirmek amacıyla medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda, ‘tek devlet, tek ordu’ ilkesi çerçevesinde hazırlanan anlaşmanın henüz somut bir gerçekliğe dönüşmediğini ve pratik adımlarla desteklenmediğini söyledi.

 Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, “Entegrasyon süreci, belirsiz ve ucu açık ifadelerle değil, net tarihli, bağlayıcı ve uygulanabilir bir yol haritasıyla yürütülmek zorundadır. Bu bağlamda SDG'nin terör unsurlarından ayrıştırılarak Suriye ordusuna entegrasyonu hayati önem taşıyor” dedi.

Suriye’de yeni bir hükümetin kurulduğunu ve yeni bir cumhurbaşkanının göreve başladığını hatırlatan Güler, “Ülkede düzenin sağlanabilmesi için kendilerine bir miktar zaman tanınmasının gerekli olduğuna inanıyoruz. Suriye Cumhurbaşkanı, ülkesindeki tüm grupları kucaklayacağını açıkladı ve bu taahhüdüne bağlı kaldı, hâlen de bağlı. Suriyeli yetkililerle yaptığımız görüşmelerde, SDG’nin entegrasyonuna ilişkin tutumlarını görüyor ve anlıyoruz” ifadelerini kullandı.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)

SDG’nin entegrasyonuna ilişkin ABD’nin tutumu ve bu konuda Ankara ile Washington arasında görüş ayrılığı olup olmadığına dair soruya yanıt veren Güler, iki ülke arasındaki temasların sürdüğünü ve ABD’nin yaklaşımında önemli bir değişim yaşandığını söyledi.

Güler, “Amerikalı dostlarımız artık sahadaki gerçeklerin daha fazla farkında. Bu konudaki görüş ayrılıklarımız giderek azalıyor. Ne istediğimizi net bir şekilde ortaya koyduk, bu konuda geri dönüş yok. SDG mutlaka Suriye ordusuna entegre edilecek” dedi.

SDG’nin de entegrasyondan söz ettiğini belirten Güler, “Ancak onların kastettiği, birlik halinde entegrasyon. Birlik olarak değil, ferdi olarak entegre olmaları lazım. Aksi halde bunun adı entegrasyon olmaz” şeklinde konuştu.

Askeri seçenek

Güler, SDG’nin entegrasyon sürecine uymaması halinde Türkiye’nin tutumuna ilişkin olarak, “Türkiye, tüm olası gelişmelere karşı hazır planlara sahiptir. Ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz ve bugüne kadar yaptıklarımızı yapabilecek güç ve imkâna sahibiz” dedi.

Güler, “Biz 2016'dan itibaren Suriye'deki harekatlarımızı yaparken, ABD de oradaydı, Rusya da oradaydı. Biz yapılması gerekeni hiç kimseye sormadan yaptık ve bitirdik. Önümüzdeki dönemde de ihtiyaç olursa gerekeni kimseye sormadan yaparız” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)

Diğer yandan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, perşembe günü, Ankara’daki Dışişleri Bakanlığı’nda ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile yaptığı görüşmeden iki gün sonra, SDG’nin entegrasyon anlaşmasını uygulamamasının ilgili taraflarda sabırsızlığa yol açtığı uyarısında bulundu.

Fidan, “SDG’nin anlaşmaya gecikmeden uyması gerekiyor. Askeri gücün yeniden kullanılmasını desteklemiyoruz; ancak ilgili tarafların sabrı tükenmiş durumda. Şam yönetimi ile SDG arasında entegrasyona ilişkin bir çözümün diyalog yoluyla bulunmasını umuyoruz” dedi.

Milli Savunma Bakanı Güler de Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri yakından takip ettiğini vurgulayarak, “Başından beri tutumumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. Bundan geri dönüş yok. Suriye’de istikrar ve güvenliğin sağlanması ile terörle mücadele, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati öneme sahiptir” değerlendirmesinde bulundu.

Şam ile iş birliği

Güler, Suriye hükümetiyle yakın temas halinde olduklarını belirterek, uzun yıllar süren sıkıntıların ardından barış içinde yaşama ve yeniden uluslararası topluma entegre olma yolunda önemli mesafe kat eden Şam yönetimiyle güçlü bir koordinasyon ve yapıcı bir iş birliği yürüttüklerini söyledi.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, iki ülke arasında geçtiğimiz ağustos ayında imzalanan eğitim ve danışmanlık mutabakat zaptı çerçevesinde, Suriye ordusunun savunma kapasitesinin güçlendirilmesi, kurumsal yapısının geliştirilmesi ve modernize edilmesi ile personel eğitimi başta olmak üzere, özellikle terörle mücadele alanında katkıların sürdürüldüğünü ifade etti.

2018 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Afrin’i SDG’nin kontrolünden aldığı döneme değinen Güler, bölgede cami, kilise ve okulların ‘terör unsurlarının mevzileri’ haline getirildiğini öne sürerek, operasyonla birlikte Afrin’in terörden arındırıldığını ve tespit edilen tüm tünellerin imha edildiğini söyledi.

Güler sözlerini şöyle sürdürdü: “Bölgenin en büyük barajı Afrin'in kuzeyinde olmasına rağmen halk susuz bırakılmıştı. Orayı güvenli ve yaşanabilir hale getirdik. Terör örgütünün Rakka ve Deyrizor'daki devam eden tünel kazma faaliyetlerini de yakından takip ediyoruz.”

Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)

TSK’nın bugüne kadar toplam 732 kilometre uzunluğunda tüneli imha ettiğini kaydeden Güler, bunların 302 kilometresinin Tel Rıfat’ta, 430 kilometresinin ise Münbiç’te bulunduğunu ve bu çalışmalar sayesinde söz konusu bölgelerin yeniden yaşanabilir hale geldiğini söyledi.

Öte yandan Güler, İsrail’in ‘yanlış bir güvenlik anlayışına’ dayanan yaklaşımını da eleştirerek, bu tutumun Suriye hükümetine karşı devlet dışı aktörleri kışkırttığını, aşırı güç kullanımına yol açtığını ve zaten kırılgan olan bölgesel dengelere daha fazla zarar verdiğini dile getirdi. Bu durumun istikrarsızlığı derinleştirdiğini ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından tehdit oluşturduğunu vurguladı.

Güler, İsrail’in güvenlik kaygılarını Suriye’ye saldırarak ve ülkeyi istikrarsızlaştırarak gideremeyeceğini belirterek, bu sorunların ancak yeni Suriye hükümetiyle iyi komşuluk temelinde iş birliği yapılarak ve karşılıklılık ilkesi doğrultusunda ilişkiler kurularak çözülebileceğini ifade etti.


Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
TT

Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor

Michael Harari

Lübnan ve GKRY arasında 26 Kasım'da imzalanan münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması, her iki ülke için de hayati önem taşımasına rağmen, siyasi sahnede büyük ölçüde gözden kaçtı. Bu anlaşmanın önemi, ikili çerçeveyi aşarak, Doğu Akdeniz'de bölgesel iş birliğini güçlendirmek için temel bir sütun oluşturuyor.

İki ülkenin 2007 yılında benzer bir anlaşmaya vardığını, ancak Lübnan meclisinin o zaman bu anlaşmayı onaylamadığını açıklamalıyız. Bugüne kadar mevcut anlaşmanın resmi metni yayınlanmadı ve herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığı belirsizliğini koruyor, ancak muhtemelen önemli bir değişiklik olmadı. Şu anda, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın, karmaşık iç siyasi koşullar göz önüne alındığında, anlaşmayı siyasi bir tartışma konusu haline getirmemek için mutlaka meclisin onayına sunmayı düşünmediği görülüyor. Bu yaklaşım yasal ve siyasi soruları gündeme getirebilir, ancak daha önce de belirtildiği gibi, Lübnan'daki ve genel olarak bölgedeki mevcut gelişmeler ışığında, bu sorular anlaşmanın resmi olarak kabul edilmesini engellemeyecektir.

Anlaşmanın başlıca etkileri

Bu anlaşmadan kaynaklanan birkaç önemli noktayı vurgulamakta fayda var. Başlıca noktalar şunlardır:

- Lübnan, münhasır ekonomik bölgesi içindeki enerji potansiyeline yatırım yapma planlarını daha ciddi bir şekilde uygulamaya koyabilecektir. Bu tür bir anlaşma, Lübnan Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde gaz aramak isteyen uluslararası şirketler için gerekli yasal çerçeveyi ve istikrarı da sunmaktadır.

- Anlaşma, özellikle ada üzerindeki devam eden anlaşmazlıkla ilgili olarak, GKRY’nin siyasi ve bölgesel konumunu güçlendirecektir. Nicosia’nın (Lefkoşa), 2026 yılının ilk yarısında AB dönem başkanlığını kullanarak Lübnan'ın ve genel olarak Doğu Akdeniz'in, Avrupa ile bağlantılı stratejik bir alan olarak çıkarlarını desteklemesi bekleniyor.

Washington'un, Doğu Akdeniz'in enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor

-İki ülke, Yunanistan ve GKRY arasında planlanan ve nispeten ileri aşamalara ulaşan projelere ve GKRY ile İsrail arasında yıllardır öneri ve duyuru aşamasında kalan projelere benzer şekilde, aralarında denizaltı enerji kablosu döşeme projesini inceleme konusunda anlaştı. Bazı ülkelerin birçok açıdan “enerji alanında izole adalar” olması nedeniyle, özellikle enerji sektöründe bağlantı meselesi günümüzde son derece önemli. Ukrayna'daki savaş, Avrupa'nın Rus gazına bağımlılığını azaltma çabalarıyla birlikte, bu artan öneme ışık tutmuştur.

GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)

- Bu anlaşma, Suriye'nin Lübnan ile münhasır ekonomik bölgesini belirlemeye başlamasının önünü açıyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın üzerindeki ağır yükümlülüklere rağmen, rejimini sağlamlaştırmadaki başarısı, ülkenin yeniden inşa çabaları için Suriye sularındaki enerji kaynaklarının hayati önemi göz önüne alındığında, bu yönde ilerlemesini sağlayabilir. Bu bağlamda, Ankara açısından Kıbrıs sorunu ve karmaşık Türk-Yunan ilişkileri üzerindeki doğrudan etkileri göz önüne alındığında, burada Türkiye boyutu çok önemli, hatta belki de belirleyici bir faktör olarak öne çıkıyor.

-ABD bu anlaşmayla ilgili müzakerelere doğrudan katılmadı, ancak şüphesiz ki bu durum hem iki ülke hem de genel olarak bölge açısından ABD'nin çıkarlarına hizmet ediyor. Washington'un Doğu Akdeniz'deki enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor.

İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor

-Lübnan-GKRY anlaşması, Lübnan'ın karasularında potansiyel gaz keşiflerine kapı açması nedeniyle Lübnan'ın çıkarlarına çeşitli şekillerde hizmet ediyor. Bu, ülkenin kötü ekonomik durumunu iyileştirmeye ve hatta Lübnan'ın bölgesel entegrasyonunu artırmaya katkıda bulunabilir. Bu bağlamda, Ocak 2019'da kurulan ve Filistin de dahil olmak üzere yedi üyeden oluşan Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na Lübnan'ın katılımına yönelik davetin yeniden canlandırılmasının önemi açıkça ortaya çıkıyor. Bu davet, forumun kurulmasının ardından, İsrail ile aynı masada oturmasının zorluğu göz önüne alınarak, Lübnan'a ilk aşamada gözlemci statüsü verilmesi önerisiyle birlikte yapılmıştı. Lübnan o dönemde bu çağrıya yanıt vermemiş olsa da büyük olasılıkla İsrail de dahil olmak üzere bölgedeki ülkelerle, siyasi diyaloğa giderek daha açık hale geldiği göz önüne alındığında, bu seçenek bugün daha uygulanabilir görünüyor.

-Türkiye, katılmadığı ve çıkarlarının dikkate alınmadığı bu gelişmelerden endişe duyuyor. Ankara, daha önce 2007 yılında Beyrut ve Lefkoşa (Nicosia) arasında imzalanan anlaşmayı kınamıştı ve mevcut anlaşmayla ilgili olarak da aynı tutumunu tekrarlıyor; ancak tepkilerinin siyasi kınamayla sınırlı kalması bekleniyor. Bu arada, Türkiye'nin öncelikli odağı, Şara rejiminin istikrarını pekiştirmeyi ve Şam ile ilişkilerindeki çıkarlarını güvence altına almayı amaçladığı Suriye arenasıdır. Bu bağlamda, büyük olasılıkla Ankara iki ülke arasında bir deniz anlaşması imzalamayı hedefleyen Suriye-Lübnan hamlelerini yakından izlemektedir.

Bu gelişmelerin en yenisi, dün açıklanan ve önümüzdeki 15 yıl boyunca büyük miktarlarda doğalgaz ihracatını öngören İsrail ve Mısır arasındaki doğalgaz anlaşmasının onaylanmasıdır. Bu son derece önemli bir gelişme, zira iki ülke arasındaki ikili ilişkileri güçlendirmenin yanı sıra, bu anlaşma, Mısır'ın kilit rol oynadığı Doğu Akdeniz'in bölgesel yapısının sağlamlaştırılmasına da önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre ancak, İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor. Netanyahu, anlaşmayı onaylamak için Amerikan baskısına boyun eğiyormuş gibi görünmeyi tercih etmiş görünüyor; bu hamlenin temel nedeni ise İsrail iç politikasıyla ilgili çağrışımlardır.

Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli, çünkü bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu

Daha geniş anlamda, Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli. Bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu ve kurulan bölgesel yapı, özellikle son iki yılda, ilgili tarafların karşılaştığı zorluklara ve meydan okumalara rağmen, olağanüstü bir direnç kapasitesi sergiledi. Suriye'de Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte, özellikle Ankara ve Kudüs'ün pozisyonlarına odaklanarak gelişmeleri izlemek zorunlu hale geldi, çünkü Suriye arenası aralarında açık bir rekabet alanına dönüştü. Türkiye, İsrail'in bölgesel hegemonya hırsı olarak tanımladığı adımları endişeyle takip ediyor ve bu nedenle İsrail ve Türkiye'nin bakış açılarının net bir şekilde anlaşılması hayati önem taşıyor. Bu bağlamda, Suriye konusunda devam eden görüşmelere benzer şekilde, doğrudan ve belki de başlangıçta gizli bir Türk-İsrail diyaloğu, karşılıklı anlayışı sağlamak ve yanlış değerlendirmeleri önlemek için gerekli bir adım olabilir.

Total Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyorTotal Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyor

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Doğu Akdeniz, bölgesel gelişmeleri yönlendiren önemli bir ikincil eksen haline gelirken, devam eden çatışmalar yanlış yorumlamalara veya yanlış anlamalara yol açabilir. Bu durum, gelişen bölgesel mimariye tüm aktörleri dahil etmenin yollarını bulmaya odaklanan yaratıcı bölgesel diplomasiye duyulan ihtiyacın altını çiziyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
TT

Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)

Alex Croft 

Ülke medyasına göre Rusya, göreve başlamasının üzerinden sadece iki ay geçen yeni MI6 Başkanı'nın Rus mevkidaşıyla "uzun" bir telefon görüşmesi yaptığını iddia etti.

Rusya Dış İstihbarat Servisi SVR'nin direktörü Sergey Narışkin, Gizli İstihbarat Servisi (Secret Intelligence Service, SIS ya da MI6 olarak biliniyor) başkanlığı görevine ekimde başlayan Blaise Metreweli'yle konuştuğunu söyledi.

Rus haber ajansı TASS'a göre Narışkin, "Yeni atanan MI6 Başkanı [Blaise] Metreweli'yle, birkaç gün önce oldukça uzun bir telefon görüşmesi yaptım" dedi.

Narışkin, Rus istihbarat görevlilerinin Londra'da resmi çalışma yürüttüğünü ve SIS görevlilerinin de Moskova'da aynı şeyi yaptığını ekledi.

Rus siyasetinde çeşitli üst düzey görevlerde bulunan ve 2016'dan beri SVR'yi yöneten Narışkin, yapıldığı iddia edilen görüşmeyle ilgili başka ayrıntı vermedi.

Sky News'a konuşan askeri analist Michael Clarke, Moskova'nın "Washington'da devam eden müzakereler nedeniyle... Britanyalıların bir şekilde kendilerinin ilgisini çekme çabasında olduğunu ima etmeye çalıştığını" söyledi.

Ancak bu görüşme, MI6'in ilk kadın başkanı Metreweli'nin yeni görevinde kamuoyu önünde yaptığı ilk büyük konuşmada, "agresif, yayılmacı ve revizyonist" Rusya'nın artan tehdidine karşı uyarıda bulunmasından sadece birkaç gün sonra geldi.

Metreweli, Birleşik Krallık'ın (BK) "barış ve savaş arasındaki bir alanda" hareket ettiğini ve Ukrayna çatışması sürerken Rusya'nın da kendilerini "gri bölgede test ettiğini" söylemişti.

"Putin hiç şüpheye kapılmasın; desteğimiz sürecek. Ukrayna adına uyguladığımız baskı devam edecek" diye eklemişti.

The Independent cevap hakkı için BK Dışişleri Bakanlığı'yla temasa geçti.

Clarke, bu "çok ama çok hassas bir konu" olduğu için Britanyalıların bu görüşmenin gerçekleştiğini kamuoyu önünde "asla" itiraf etmeyeceğini de sözlerine ekledi.

Britanyalı liderler... Bunu yaptıklarını asla ama asla açıklamamalı ve Narışkin'in bunu yapması, onun kendi planına sahip olduğunu gösteriyor.

Avrupalı liderler Ukrayna'nın savaş çabalarına sağlanan finansmanın geleceği üzerine Brüksel'de kritik görüşmeler yaparken Narışkin'in yorumları gündeme geldi.

AB liderleri, dondurulmuş Rus varlıklarının kullanılmasına ilişkin bir anlaşmayı onaylayamasa da Ukrayna'nın gelecek iki yıllık finansman ihtiyacının yaklaşık üçte ikisini karşılayacak 90 milyar euroluk bir anlaşmayı kabul etti.

Kredi için gereken para, dondurulmuş Rus varlıklarından fon çekmek yerine Çekya, Macaristan ve Slovakya hariç 27 AB ülkesinden 24'ünün ortak borçlanmasıyla sağlanacak.

Vladimir Putin cuma günü düzenlenen yıl sonu konferansında Avrupa'nın, "soyguncular açısından ciddi sonuçlar doğuracağı için soygunu gerçekleştiremediğini" söyledi.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news