Etiyopya bölgeye uzlaşı modeli sunuyor: Tigray ve Oromo barışı

Hükümet ve Oromo isyancıları arasındaki müzakereler, Tigray’a benziyor

Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, İtalyan mevkidaşı Giorgia Meloni ile görüştü (DPA)
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, İtalyan mevkidaşı Giorgia Meloni ile görüştü (DPA)
TT

Etiyopya bölgeye uzlaşı modeli sunuyor: Tigray ve Oromo barışı

Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, İtalyan mevkidaşı Giorgia Meloni ile görüştü (DPA)
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, İtalyan mevkidaşı Giorgia Meloni ile görüştü (DPA)

Etiyopya hükümeti, Etiyopya’nın kuzeyindeki ‘Tigray’ bölgesinde bulunan isyancılarla bir ‘barış anlaşması’ imzaladıktan sonra elde ettiği ‘göreceli başarıyı’ geliştirme peşinde. Hükümet, geçen Kasım ayı sonunda imzalanan bu anlaşmayı Etiyopya’nın Addis Ababa'daki merkezi hükümete boyun eğmeyi reddeden etnik cephelerle dolu tüm bölgelerinde yaymayı umuyor.
Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) ile Etiyopya ordusu arasında iki yıldır devam eden kanlı çatışmaları sona erdiren Tigray anlaşmasının imzalanmasından yaklaşık 5 ay sonra, Tanzanya’da 25 Nisan 2023 tarihinde Addis Ababa yetkilileri ile (Oromo halkının yoğunlaştığı) ‘Oromia’ bölgesindeki isyancılar arasında, benzeri görülmemiş barış görüşmeleri başladı. Söz konusu isyancılar, onlarca yıldır aralıklı olarak yetkililerle savaş halinde. Ancak 2019’da Nobel Barış Ödülü kazanan Başbakan Abiy Ahmed liderliğindeki hükümet, şu anda toprakları ülkenin orta bölgelerinin çoğunu işgal eden ve Oromo halkına bağlı silahlı grupları içeren Oromo isyancılarıyla kalıcı bir barış anlaşması imzalamayı umuyor. Çünkü hükümet, ülkenin yeni bir iç savaşa sürüklenmesinden korkuyor. Ancak Oromo görüşmelerini çevreleyen büyük zorluklar mevcut. Aynı şekilde Şarku’l Avsat’a konuşan gözlemciler, Oromo cephesinin gücü ve zenginliği kontrol etme konusundaki büyük arzularının yanı sıra Oromo ve birbirini izleyen Etiyopya hükümetleri arasındaki büyük düşmanlık ve güvensizlik mirasının var olduğunu dile getirdi. Cephe, Etiyopya’daki en büyük etnik grup olarak, uzun süredir marjinalleştirilmekten şikâyet ediyor.
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, Oromo ile barış müzakerelerinin başladığını duyurdu. Bir hafta önce düzenlediği törenle bazı devletlerin oluşturduğu güçleri tasfiye etme sözü vererek, barış sürecine katılanları ve garantörleri Tigray bölgesinde bir araya getirdi. Ahmed, törende “Tanzanya’da barış müzakereleri başlayacak. Herkesi üzerine düşeni yapmaya davet ettiğim bu müzakerelere Etiyopya hükümeti ve halkının çok ihtiyacı var” dedi.
Başbakan, Oromo Kurtuluş Ordusu’yla (OLA) müzakerelerin süresi hakkında herhangi bir ayrıntıdan bahsetmezken, Etiyopya medya kaynakları ise komşu Kenta ve IGAD örgütü de dahil olmak üzere uluslararası arabulucuların varlığına işaret etti. Etiyopyalı uluslararası ilişkiler uzmanı ve Etiyopya Popüler Diplomasi Enstitüsü üyesi Dr. Abdurrahman Ahmed Muhammed, Başbakan Abiy Ahmed ile görüşmesi sırasında “Cephe, bölgedeki isyancıların hükümetin taahhütlerini yerine getireceğine güvenmemesi dolayısıyla Güney Afrika’da imzalanan Tigray Barış Anlaşması’nda olduğu gibi daha önce müzakereler için üçüncü bir tarafın (arabulucu) sponsorluğunu şart koşmuştu” dedi.
Tigray müzakereleri, BM ve ABD temsilcilerinin gözlemci olarak katılımına ek olarak aralarında eski Nijerya Cumhurbaşkanı Olusegun Obasanjo, Kenya eski Cumhurbaşkanı Uhuru Kenyatta, Güney Afrika eski Devlet Başkanı Yardımcısı Phumzile Mlambo-Ngcuka’nın bulunduğu Afrika Birliği Komisyonu’ndan bir arabulucu ekibi tarafından yönetildi. Abdurrahman Muhammed, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Tigray’da yaşananların ardından Etiyopya’da etnik çatışmaları çözmek için bir coşku var. Özellikle ülkeyi daha fazla istikrara doğru itmek için Afrika Boynuzu üzerinde olumlu etkileri olan çok sayıda uluslararası baskının varlığı ışığında önümüzdeki dönem bu müzakerelerin aşamaları, özellikleri ve bunları destekleyen taraflar netleşecektir” dedi. OLA Sözcüsü Oda Tarabi ise Tanzanya görüşmelerinin çok yakın gelecekte daha kapsamlı müzakerelerin temellerini atmayı amaçladığını söyledi.
Addis Ababa yetkilileri ile Oromo isyancıları arasında 1973 yılında Oromo Kurtuluş Cephesi (OLF) ve onun silahlı kanadı OLA’nın kurulması sonrasında silahlı çatışmalar çıktı. Oromo’nun Etiyopya’daki en büyük halk olduğu biliniyor. 2007 nüfus sayımına göre Oromo, tek başına ülkenin toplam nüfusunun yüzde 34 ila 40’ını oluşturuyor. OLA, hükümete karşı savaşında Tigray Halk Kurtuluş Cephesi güçleriyle ittifak kurdu. Ancak Addis Ababa’nın geçen Kasım ayında Tigray ile vardığı uzlaşma, Oromo’larla müzakerelere olanak tanımış görünüyor.

‘Krizi sıfırlama’
Öte yandan Afrika meseleleri konusunda Çadlı bir uzman olan Dr. Muhammed Şifa, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada Abiy Ahmed hükümetinin Oromo halkını memnun etmek için ortaya attığı ‘krizleri sıfırlama’ sloganının yeterli olmadığına dikkati çekti. Dr. Şifa, “Oromolar, Başbakan Abiy Ahmed’in kendilerine mensup olmasına rağmen hala büyük bir dışlanmışlık hissediyorlar. Yaklaşık 5 yıldır iktidarda olmasının sorunları çözmediğini düşünüyorlar. Aksine bölgeleri hala zayıf bir gelişmeden mustarip ve ülkenin zenginliğini paylaşmaktan çok uzaklar” diyerek, planlanan diyalog karşısında da birçok zorluk bulunduğunu söyledi. Uzmana göre bu zorlukların başında ‘Oromo’nun ülkenin sahibi olduklarına inanmaları’ ve ‘diğer etnik grupların baskısından mustarip oldukları için Tigrayanlardan daha büyük özlemlerinin olması’ geliyor. Çadlı uzman, “Federasyon veya konfederasyon peşinde değiller. Etiyopya’ya sahip çıkmaktan ve Amharca yerine kendi dillerini ülkenin resmi dili olarak görmekten bahsediyorlar. Tigray ile müzakerelerin öncekilerden daha zor olduğu yer burasıdır. Ancak uluslararası toplumun mesafeleri kapatma baskına dair bir umut vardır” dedi.
Bu çerçevede gözlemciler, Oromo’nun Etiyopya ordusunun yaşadığı yorgunluğu, ‘Tigray ile imzalanan anlaşmaya benzer bir anlaşmaya vararak kazanım elde etmek için’ istismar etmeye çalıştığına dikkati çekti. Uzman bir araştırma merkezi tarafından hazırlanan bir araştırmaya göre bu durum, ‘Addis Ababa hükümetinin Tigray ile mücadeledeki deneyiminden faydalanması gerektiğini’ ima eden bazı Oromo aktivistlerinin yaptığı açıklamalarla destekleniyor. Öyle ki askeri çözüm, Etiyopya’daki çatışmaların çözümünde etkisiz kalıyor. Ve Addis Ababa, nüfusu yaklaşık 5 milyon olduğu tahmin edilen Tigrayanlar ve 40 milyonu aşan Oromolar ile iki çatışma arasındaki temel farkı hesaba katmak zorunda.

Kapsamlı bir ulusal diyalog
Ulusal Diyalog Komitesi Başkanı Profesör Mesfin Araya’ya göre Oromo ve öncesinde Tigray anlaşmasıyla gerçekleşen çözüm hakkındaki konuşmalar, gelecek Mayıs ayında yapılacak olan Etiyopya ulusal diyaloğu hazırlıklarının ortasında geliyor. Temsilciler Meclisi Sözcüsü Tajse Chafu’ya göre ise ulusal diyalog, temel konularda ulusal bir fikir birliği oluşturarak Etiyopya’nın karşı karşıya olduğu zorlukları çözmenin tek yolu olarak hükümetin önceliğidir.
Belki de meseleleri iyimserlik için daha cesaret verici kılan şey, geçtiğimiz aylarda Etiyopya hükümeti ve Tigray isyancılarının barış anlaşmasını uygulamada ciddiyet göstermiş olmaları olabilir. Öyle ki isyancılar, (bölgenin silahsızlandırılması ve savaşçılarının ulusal orduya entegre edilmesi faaliyeti çerçevesinde) ‘isyancılara daha fazla silah teslim edilmesi karşılığında iki yıldır dış dünyayla bağlantısı kesilen Tigray bölgesine insani yardım ve temel hizmetlerin ulaştırılması’ başta olmak üzere anlaşmanın bir dizi şartını uygulamıştı.
Geçtiğimiz aylarda uzun süredir ciddi gıda, yakıt, likidite ve ilaç kıtlığı çeken bölgeye yardım sevkiyatı yeniden başladı. İsyancıların silahsızlandırılması süreci ve federal yetkililerin görevlerine dönüş süreci başladı ve cephenin adı, hükümetin ‘terör listesinden’ çıkarıldı. ‘Ulusal Rehabilitasyon’ Komiser Yardımcısı Tuğgeneral Diribe Mikuria’ya göre Nisan ortasında TPLF, daha önce bölgedeki Dingolat bölgesi çevresinde toplanan ve çeşitli hafif ve orta boy silahlardan oluşan ilk kısmı teslim etti. Barış anlaşması, TPLF’nin silahsızlandırılmasına, federal yetkililerin isyancı kuzey bölgesine geri dönmesine ve bölgenin dışarıyla bağlantısının sağlanmasına olanak tanıyor.
Geçen Ocak ayında TPLF, Afrika Birliği liderliğindeki barış sürecinin bir parçası olarak ağır silahlarını Etiyopya güçlerine teslim etti. Agulai kentinde gerçekleşen silah teslimi faaliyeti, her iki taraftan bir grup gözlemci ve İGAD heyetleri tarafından denetlendi. Etiyopya’nın Ulusal Rehabilitasyon Komiseri Teshome Toga’ya göre TPLF’ye bağlı eski savaşçıların kayıtlarının gelecek Haziran ayında başlaması planlanıyor.
Öte yandan Tigray bölgesi Geçici İdaresi Başkanı Getachew Reda, iki tarafın ‘silahsızlanma, terhis ve savaşçıların entegrasyonu sürecinde şimdiye kadar ilerleme kaydettiğini’ söyledi. Reda, “Tam yeniden entegrasyon için ağır silahların toplanması görevini tamamlamak ve daha iyi geliştirme faaliyetleri üzerinde çalışmak için çalışmalar devam etmektedir” dedi. Addis Ababa hükümeti de isyancıların ‘tamamen silahsızlandırılması’ ve ‘Tigray’daki eski savaşçıları ulusal orduya entegre etme’ sürecine bel bağlamış durumda.
Getachew Reda’ya göre Addis Ababa yetkilileri ile TPLF arasındaki güven, önemli ölçüde arttı. Her iki taraf da barıştan başka bir alternatif olmayacağını kabul ederek yakın bir ortaklık içinde çalışmayı seçti. “Tigray halkı, keyifle sürdürdüğü barış sürecinin sekteye uğramasına izin vermiyor” diyen Reda, gelişimi hızlandırmak amacıyla devam eden barış inşası çabalarının sürdürülmesi gerektiğini vurgulayarak, “Çünkü bu bizim tek ortak kaderimiz” dedi. Getachew Reda, “Tüm siyasileri, iş birliği içinde çalışmaya davet ediyoruz” şeklinde konuştu.

Uluslararası destek ve izleme
Daha geniş bir düzeyde Tigray barış anlaşmasının uygulanması ve temel hizmetlerin sağlanması için atılan ardışık adımlar, uluslararası toplumun Addis Ababa hükümetine olan güveninin dikkate değer bir şekilde yeniden sağlanmasına katkıda bulundu. Etiyopyalı yetkililere göre bu durum, ABD’li ve Avrupalı ​​yetkililerin iki yıllık bir aradan sonra yaptığı son ziyaretlerde açıkça görüldü. Öte yandan gözlemciler, uluslararası güçler tarafından Abiy Ahmed hükümeti için hala ‘sınanmakta olan’ temel taleplere dikkati çekti. Bu taleplerin başında ise ‘geçiş dönemi adaleti ve savaş suçlarından sorumlu olanların hesap vermesi’ geliyor.
Aslında Etiyopya hükümeti, ‘altyapıya yönelik yatırımlar ve ekonomik yardım yoluyla yeniden yapılanmaya geniş uluslararası katılım umuduyla’ uluslararası toplumun siyasi ve güvenlik istikrarını sağlama çabalarına olan güvenini yeniden tesis etmeye çalışıyor.
Şarku’l Avsat’ın Etiyopya Haber Ajansı’dan aktardığı habere göre Nisan ayı başlarında Addis Ababa yetkilileri, ‘Etiyopya’da Çatışmalardan Etkilenen Bölgelerde Gıda Güvenliği ve Tarımsal Rehabilitasyon Tedbirleri Projesi’ üzerinde çalışmayı amaçlayan bir finansman anlaşması yoluyla Avrupa Birliği (AB) ve Fransız Kalkınma Ajansı’ndan (AFD) 32 milyon euro tutarında mali destek aldı. Proje, AFD tarafından 18 milyon euro ve AB’den 14 milyon Euro ile finanse edildi.
Anlaşmaya göre en acil ihtiyaçlar, bu bölgelerde tarımsal üretimin canlandırılması ve Etiyopya’da gıdanın kendi kendine yeterliliğinin artırılmasıyla karşılanacak.
Bu noktada İsveç’in başkenti Stockholm’deki ‘Etiyopya Popüler Diplomasi Enstitüsü’ Başkanı Yasin Ahmed, “Etiyopya hükümetinin Afrikalı ortaklarıyla birlikte gösterdiği somut çabalar, büyük güçlerle ilişkilerin kademeli olarak güçlenmesine ve Abiy Ahmed hükümeti üzerindeki baskının hafiflemesine katkıda bulundu” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan Ahmed, Washington ve özellikle AB’nin ‘bir bütün olarak Afrika Boynuzu’nun güvenliğini etkileyen bir gerileme korkusuyla’ Tigray’deki barış anlaşmasının güçlendirilmesi için baskı yaptığını vurguladı.
Etiyopyalı uzman, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in geçen Mart ayında ve kendisinden önce Almanya ve Fransa dışişleri bakanlarının Ocak ayında Addis Ababa’ya yaptığı ziyareti, ‘bu eğilimin vücut bulmuş hali’ olarak nitelendirdi. Blinken’in ziyareti, ABD’li bir yetkilinin iki yıldır Etiyopya’ya yönelik ilk ziyareti sayılıyor.
Birkaç gün önce AB, ‘Etiyopya’da çatışmaya barışçıl bir çözüm, uzlaşma ve makroekonomik istikrarı teşvik etmede daha fazla ilerlemeye ayak uydurmak için’ çok yıllı gösterge programını yeniden başlatmaya istekli olduğunu ifade etti. Federasyon Konseyi’nden yapılan açıklamada, federasyonun, uluslararası finans kuruluşlarını ‘Etiyopya Hükümeti’ne ülkedeki kritik ekonomik durumu ele almada yardımcı olmaya’ güçlü bir şekilde teşvik ettiği belirtildi. Bu teşvikin ise ‘ekonomik reform gündemi’ ve ‘kreditör ülkeler aracılığıyla ortak çerçevede borçları yeniden yapılandırma sürecinin hızla tamamlanması yönünde çalışmak’ yoluyla olduğunu dile getirdi. AB Konseyi, silahsızlanma, terhis ve yeniden bütünleşmeyi ele almak amacıyla özellikle silahların susturulması, insani yardım erişiminin kolaylaştırılması ve Ulusal Rehabilitasyon Komitesi'nin kurulmasıyla ilgili olarak düşmanlıkların sona erdirilmesi anlaşmasının uygulanmasındaki önemli ilerlemeyi de memnuniyetle karşıladı.

Etiyopya’nın demografik yapısı
Etiyopya, 9 ana bileşenle ifade edilen çeşitli etnik ve dilsel farklılaşmalara sahip 11 bölgeden oluşmaktadır.
Dilsel açıdan, Etiyopya’da 4 ana ‘dil grubuna’ ayrılabilen yaklaşık 100 dil var. Bunlar; Sami dillerini (Amhara, Tigray/Tigrinya, Gurag ve Harari) içeren Afro-Asya grubu, Kuş kökenli (Oromo, Sidamo, Somali, Afar, Hadia ve Kambatta), Ummiyye ve Kunama dilini içeren Nil-Sahra grubu. Ancak bu grup, Sudan’daki Dinka ve Fur, Kenya’daki Luo ve Batı Afrika’daki Songhai dahil kendi sınırları dışında birkaç dil içeriyor.
Oromo halkı, Etiyopya’daki en büyük etnik-dilsel bileşendir. Ülkenin merkezindeki Oromia bölgesinde yoğunlaşmıştır ve tek başına 100 milyonu aşan nüfusun üçte birinden fazlasını oluşturmaktadır. Mensupları, Oromca- Kuşi dilini konuşmakta ve tarım ve hayvancılık yapmaktadır. Hükümet karşıtı Oromo protestoları, 2015 yılında çoğunluğu Oromolu olmak üzere vatandaşlar ile hükümet arasında bazı arazilerin mülkiyeti konusunda çıkan anlaşmazlık nedeniyle patlak verdi, ancak gösteriler siyasi ve insan hakları taleplerini de kapsayacak şekilde genişledi. Yüzlerce ölüme ve binlerce tutuklamaya yol açtı. Gösteriler, sonunda iktidar koalisyonunu dönemin Başbakanı Hailemariam Desalegn’i ‘Oromo’ etnik kökenine mensup Abiy Ahmed’le değiştirmeye zorladı. Ancak buna rağmen 3 yıl önce protestolar yinelendi ve Temmuz 2020’de ses sanatçısı Hashalu Hundessa’nın öldürülmesinin ardından onlarca gösterici sokaklara akın etti. Şu anda Abiy Ahmed’in, iktidardaki varlığına rağmen koşullar çok da iyi durumda değil.
Etiyopya’daki en büyük ikinci bileşen ise, mensupları Etiyopya Cumhuriyeti’nin resmi dili olan Semitik Amharca konuşan Amhara halkıdır. Amhara, nüfusun yaklaşık yüzde 27’sini oluşturuyor. Geleneksel inanışa göre Amhara’nın kökenleri, hikayesi Eski Ahit’te bahsedilen Nuh’un en büyük oğlu Sam’a kadar uzanıyor.
Etiyopya nüfusunun yaklaşık yüzde 6,1’ni oluşturan üçüncü önemli halk olan Tigrayanlar, ülkenin kuzeyinde ve sınırın ötesindeki Eritre’de yoğunlaşmış durumda. TPLF, birkaç yıldır Etiyopya’daki iktidar koalisyonunun en güçlü partisiydi, ancak mevcut Başbakan Abiy Ahmed 2018’de iktidara geldikten sonra partinin etkisini azalttı. İki taraf arasındaki ilişkiler, Abiy Ahmed’in çok sayıda bölgesel etnik partiden oluşan iktidar koalisyonunu dağıtmasının ardından yıllar önce kötüleşti. Ardından Başbakan, partilerin ‘Refah Partisi’ adını verdiği tek bir ulusal partide birleştirildiğini duyurdu. Ancak TPLF ona katılmayı kabul etmedi ve onunla siyasi ve askeri olarak savaşma kararı aldı. Binlerce kişinin hayatını kaybettiği kanlı savaşların ardından Kasım 2022’de bir barış anlaşması imzalandı.
Dördüncü önemli bileşen, Etiyopya nüfusunun yaklaşık yüzde 6,1’ini oluşturan ve Ogaden bölgesinde yoğunlaşan Somalililer. Bu bileşen ayrıca, ülkenin farklı bölgelerine yayılmış durumda ve son olarak Gurag, Uliata, Afar, Hadii, Ghamu gibi daha küçük bileşenlere sahip.



Hartum Vali Vekili’nin olağanüstü hâl kararına Sudan sivil muhalefetinden tepki

Sudan ordusu tarafından kontrol edilen eski Omdurman'da bir sokak (Reuters)
Sudan ordusu tarafından kontrol edilen eski Omdurman'da bir sokak (Reuters)
TT

Hartum Vali Vekili’nin olağanüstü hâl kararına Sudan sivil muhalefetinden tepki

Sudan ordusu tarafından kontrol edilen eski Omdurman'da bir sokak (Reuters)
Sudan ordusu tarafından kontrol edilen eski Omdurman'da bir sokak (Reuters)

Sudan sivil muhalefeti, Hartum Vali Vekili Ahmed Osman Hamza’nın geniş yetkilere sahip bir ‘güvenlik hücresi’ kurma ve eyalette olağanüstü hâl ilan etme hamlesini, ‘Müslüman Kardeşler'in siyasi muhaliflerinden intikam alma’ girişimi olarak değerlendirdi. Muhaliflere göre orduyu desteklemek üzere bir güvenlik hücresinin oluşturulması, yasadışı eylemler gerçekleştiren kötü şöhretli Halk Güvenliği Aygıtı’na geri dönüş anlamına geliyor.

Hamza, perşembe günü eyalette ilan ettiği olağanüstü hâl yasalarına dayanarak, herhangi bir tehdide karşı koymak için acil istihbarat ve güvenlik bilgilerine odaklanan, silahlı kuvvetler için erken uyarı aracı olarak hareket etmek üzere bilgi toplayan ve sınıflandıran bir ‘güvenlik hücresi’ kurdu.

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddum) liderlerinden Şihab İbrahim, mevcut hükümetin savaşın bir parçası olduğunu ifade ederek, ‘tehlikeli’ kararlarının savaşı sürdürmeye ve iç savaşa dönüştürmeye davetiye çıkardığını” söyledi. İbrahim, “Bu adım, savaşın bir parçası olmayan ancak bundan etkilenen vatandaşları hedef alıyor. Söz konusu kararlar savaş bölgelerinde bulunanları hedef alıyor ve onları savaştan kendilerini bekleyen başka bir savaşa kaçarken daha zor seçimlerle karşı karşıya bırakıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Tepkiler hakkında uyarı

Tekaddum böyle bir hareketi, İslami Hareket ve Ulusal Kongre Partisi'nin 2003 yılından beri Darfur'da sürdürdüğü yaklaşımın devamı olarak değerlendirdi. Bu da devrik Devlet Başkanı Ömer el-Beşir ile İslami Hareket ve devletin 50 liderinin, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından suçlanmasına yol açan ‘savaş suçları’ ile sonuçlandı.

Başkent Hartum 15 Nisan 2023 tarihinden beri Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında çatışmalara sahne oluyor. (Reuters)Başkent Hartum 15 Nisan 2023 tarihinden beri Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında çatışmalara sahne oluyor. (Reuters)

İbrahim, söz konusu kararların tehlikesinin, diğer tarafın (Hızlı Destek Kuvvetleri) kontrol ettiği bölgelerde savaş suçlarını artırabilecek şiddetli ‘tepkiler’ vermesinde yattığını belirtti. Zira bu tür davranışlar, vatandaşları dış görünüşlerine göre hedef aldığı için ‘savaş suçu’ olarak kabul ediliyor.

İbrahim, bu tür kararların ‘İslami Hareket ve Ulusal Kongre Partisi'nin savaşın sona ermesinden sonra siyasi süreç için herhangi bir formülün dışında tutulmasının’ önemini vurguladığını; ayrıca bölgesel ve uluslararası toplumdan İslami Hareket'in ‘terörist grup’ olarak sınıflandırılması talebini de güçlendirdiğini söyledi.

Düzenli kuvvetler için erken uyarı aygıtı

Hartum Vali Vekili Hamza, perşembe günü eyalette olağanüstü hâl ilan eden bir acil durum emri yayınladı. Ardından Hartum eyaleti için bilgi toplamak, analiz etmek, sınıflandırmak ve ele almak üzere bir ‘güvenlik hücresi’ oluşturma kararı da aldı.

Kararda hücre, düzenli kuvvetler için acil ve gecikmeli istihbarat ve güvenlik bilgileri toplayan bir ‘erken uyarı aygıtı’ olarak tanımlandı.

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, Hartum'da olağanüstü hâl ilan edilmesi önerisini onayladı. (Reuters)

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, Hartum'da olağanüstü hâl ilan edilmesi önerisini onayladı. (Reuters)

Söz konusu güvenlik hücresi, ‘uyuyan hücreler’ olarak adlandırılan kişileri izlemek, şüpheli kişi, yer ve faaliyetleri takip etmek ve soruşturmakla görevlendirildi. Ayrıca hücreye arama, baskın yapma, gözaltına alma ve sorgulama yetkisi verildi.

Gözlemciler, Hamza’nın oluşturduğu güvenlik komitesine ‘toplumsal kuluçka merkezlerinin düşmanın bulunduğu bölgelerden silahlı kuvvetlerin kontrolü altındaki bölgelere hareketini’ izleme yetkisi vermesini, olağanüstü hâl emirlerinin en ciddi hükmü ve sivillerin bölge, ten rengi ve etnik kökenlerine göre hedef alınması olarak değerlendirdi.

Güvenlik komitesinin yetkileri

Bağımsız el-Ceride Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eşref Abdulaziz Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, Hartum Vali Vekili Ahmed Osman Hamza’nın İslamcı güvenlik geçmişi ve Halk Güvenliği Aygıtı’yla olan ilişkisiyle bilindiğini ifade etti. Abdulaziz, Hamza’nın bu kararla, İslami Hareket’in Halk Güvenliği Aygıtı’nın, ülkeyi yönettikleri dönemde muhalifleri bastırma konusundaki deneyimlerinden faydalanmaya çalıştığını belirtti.

Sudan ordusunun kontrolü elinde tuttuğu Omdurman'da yardım kuruluşlarından yiyecek almak için bekleyen insanlar (Reuters)

Sudan ordusunun kontrolü elinde tuttuğu Omdurman'da yardım kuruluşlarından yiyecek almak için bekleyen insanlar (Reuters)

Eski bir İslamcı olan Abdulaziz, güvenlik hücresinin ilan edilen yapısıyla olağan kontrolün dışında olduğunu ve geçmişi bilinen Vali Vekili’ne bağlı gruplardan oluşacağını açıkladı. Abdulaziz, “Böyle olduğu sürece hücre, hassasiyetle hareket eden, sivil güçleri ve Aralık 2018 devriminin tüm taraflarını hedef alan İslamcılardan oluşacaktır” ifadelerini kullandı.

Bu hücreye verilen yetkileri, zamanında Halk Güvenliği Aygıtı’nın oluşumuna kapı açan ‘tehlikeli yetkiler’ olarak nitelendiren Abdulaziz, “Bu, yeniden Halk Güvenliği Aygıtı’na dönüştür” dedi.

Halk Güvenliği Aygıtı, Sudan Ulusal Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’na paralel İslamcı bir güvenlik örgütüdür. Aygıt, Beşir döneminde yargısız gözaltına alma, işkence, işkence altında öldürme ve o zamanlar ‘hayalet evler’ olarak bilinen, muhaliflere karşı ihlallerin işlendiği devlet denetimi dışındaki göz altı merkezlerinin kurulması da dahil olmak üzere ciddi ihlaller ve zulümler yapmakla suçlanmıştır.

Etnik gruplar ve bölgeler arasında ayrımcılık

Tekaddum liderlerinden Şerif Muhammed Osman Facebook hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşımda, ‘HDK toplumsal kuluçka merkezlerinin Hartum eyaletinde HDK kontrolündeki bölgelerden hareketlerinin’ izlenmesine ilişkin hükmü ve güvenlik komitesine gözaltına alma ve soruşturma yetkisi veren diğer kararları, ‘geçtiğimiz dönemde alınan en tehlikeli kararlardan biri’ olarak nitelendirdi.

Osman, kararın, Sudanlılar arasında etnik köken ve bölge temelinde ayrımcılık yaptığını ve hedef alınanların ülke içinde ve eyalette silahlı kuvvetler tarafından kontrol edilen bölgelerde hareketlerini tehdit ettiğini belirtti.

Osman, “Savaş zaten uyarıda bulunduğumuz noktaya geldi. Ancak hükümetin bu emirleri yayınlaması bölünmeyi meşrulaştırmak, ulusal birliğe ve Sudanlı erkek ve kadınların güvenliğine yönelik bir tehdittir” ifadelerini kullandı.

Osman, savaşın durdurulması ve herkesin mümkün olan en kısa sürede savaşı durdurmak için çalışması çağrısında bulundu.

Yedi bölgeden oluşan Hartum eyalet hükümeti, sadece Omdurman şehrinin kuzeyinde yer alan ve savaşın başından beri Sudan ordusunun kontrolünde olan Kerri bölgesini ve ordunun yakın zamanda geri aldığı eski Omdurman bölgesinin bazı kısımlarını etkin bir şekilde kontrol ediyor. HDK ise eyaletin geri kalan altı bölgesini neredeyse tamamen kontrol ediyor. Bu da güvenlik hücresinin yetkilerini ordu tarafından kontrol edilen bölgelerle, HDK kontrolündeki bölgelerden gelen sivillerle ya da HDK bölgeleriyle kültürel ve coğrafi olarak bağlantılı olan ve ordu kontrolündeki bölgelerde yaşayan gruplarla sınırlı kılıyor.


Patlamanın eşiğindeki el-Faşir’de kabile savaşı korkusu hâkim

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'de daha önceki çatışmalar sonucunda bir canlı hayvan pazarında yangın çıktı. (AFP)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'de daha önceki çatışmalar sonucunda bir canlı hayvan pazarında yangın çıktı. (AFP)
TT

Patlamanın eşiğindeki el-Faşir’de kabile savaşı korkusu hâkim

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'de daha önceki çatışmalar sonucunda bir canlı hayvan pazarında yangın çıktı. (AFP)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'de daha önceki çatışmalar sonucunda bir canlı hayvan pazarında yangın çıktı. (AFP)

 

Uluslararası toplum, aylardır kenti kuşatan Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) binlerce milisi kente saldırmak üzere harekete geçirdiği ve kentin savaştan kaçan binlerce yerinden edilmiş insana ev sahipliği yapması nedeniyle insani bir felaket tehdidinde bulunduğu yönündeki haberler üzerine dikkatini patlamanın eşiğine gelen Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir’e çevirdi.

El-Faşir, savaşta tarafsız duruş sergileyen silahlı gruplardan yerinden edilenleri korumak amacıyla bir güç oluşturulduğunda, bölge genelinde patlak veren savaştan kurtulmuştu. Ancak daha sonra bu hareketlerden bazıları tarafsızlığı terk ederek Sudan ordusu saflarına katıldı ve bu, şehir çevresinde çatışmalara yol açtı.

Bir kabile savaşının patlak verebileceğinden ve bu savaşın bölgeye ve bölgedeki ortak kabilelerin varlığı nedeniyle, muhtemelen batıdaki komşu ülkelere yayılabileceğinden endişe ediliyor.

ABD bu risk karşısında, el-Faşir ve çevresinde derhal ateşkes çağrısında bulundu; hem orduyu hem de HDK'yi Cidde'deki müzakere forumuna geri dönmeye çağırdı.

Birleşmiş Milletler’den (BM) yapılan açıklamada ise “Şehre yönelik bir saldırının ciddi sonuçları olacaktır” denildi.


Sudan, Fransa'nın ülkeye danışmadan konferans düzenleme duyurusu yapmasını kınadı

 Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (solda), Fransız mevkidaşı Stephane Ségournet ve Avrupalı ​​dış politika yetkilisi Josep Borrell  ile birlikte konferansa eş başkanlık edecek. (AFP)
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (solda), Fransız mevkidaşı Stephane Ségournet ve Avrupalı ​​dış politika yetkilisi Josep Borrell ile birlikte konferansa eş başkanlık edecek. (AFP)
TT

Sudan, Fransa'nın ülkeye danışmadan konferans düzenleme duyurusu yapmasını kınadı

 Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (solda), Fransız mevkidaşı Stephane Ségournet ve Avrupalı ​​dış politika yetkilisi Josep Borrell  ile birlikte konferansa eş başkanlık edecek. (AFP)
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (solda), Fransız mevkidaşı Stephane Ségournet ve Avrupalı ​​dış politika yetkilisi Josep Borrell ile birlikte konferansa eş başkanlık edecek. (AFP)

Sudan Dışişleri Bakanlığı, Fransa'nın, Sudan'daki durumla ilgili hükümetle istişarede bulunmadan bakanlar düzeyinde konferans düzenleme duyurusu yapmasını kınadığını bildirdi.

Bakanlığın açıklamasında, "Fransa Dışişleri Bakanlığının, 15 Nisan 2024'te 'Sudan'da İnsani Durum Bakanlar Konferansı' adını verdiği toplantıya ev sahipliği yapacağını duyurmasına istinaden Bakanlık, hükümetle istişare veya koordinasyon yapılmaması ve katılımı olmaması karşında derin şaşkınlığını dile getiriyor." ifadesi kullanıldı.

Sudan'ın tam bağımsız, egemen ve Birleşmiş Milletlere (BM) üye olduğuna işaret edilen açıklamada, Sudan hükümetinin ülkeyi uluslararası düzeyde ve çeşitli bölgesel ve uluslararası organ, kuruluş ile forumlarda "münhasıran" temsil ettiği vurgulandı.

Açıklamada, Fransa Dışişleri Bakanlığının açıklamasının "uluslararası hukuka, BM kanununa ve çağdaş uluslararası düzenin temeli olan devlet egemenliği ilkesine ağır bir saygısızlık teşkil ettiği" belirtildi.

Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

"Organizatörlerin 'çatışmanın iki tarafı' olarak adlandırdığı taraflar arasındaki tarafsızlık bahanesinin arkasına saklanmak, bu toplantıyı düzenlerken Sudan'ı görmezden gelmeyi haklı çıkarmak için değersiz bir argüman, kabul edilemez bir mesele ve uluslararası ilişkilerde tehlikeli bir emsaldir. Bir tarafta meşru hükümet ve ulusal orduyu, bizzat devlet kurumunu hedef alan, soykırım uygulayan ve en kötü insan hakları ihlallerini uygulayan çok uluslu terörist milislerle (Hızlı Destek Kuvvetleri) bir tutmak, bölgesel kalkınmanın temellerini baltalayacaktır. Çünkü bu, Afrika ve Orta Doğu'daki benzer terörist hareketleri, suç faaliyetlerini artırmaya teşvik ediyor."

- Fransa, Almanya ve AB işbirliğiyle Sudan'daki duruma ilişkin konferans düzenliyor

Fransa, 11 Nisan'da, pazartesi günü Paris'te, Almanya ve Avrupa Birliği (AB) işbirliğiyle Sudan'daki durumun ele alınacağı konferans düzenleneceğini duyurmuştu.

Konferansın üç ana hedefi bulunduğunu bildiren Fransa Dışişleri Bakanlığı, bunların "Sudan'ın temel insani ihtiyaçlarına yönelik uluslararası müdahalenin finanse edilmesi taahhüdü, yardımlara engelsiz erişimin sağlanmasında ilerleme kaydedilmesi ve uluslararası sistemdeki istikrarsızlığın Sudan dahil Afrikalıları etkileyen krizleri gölgelememesi" olarak belirlendiğini ifade etmişti.

- Sudan'daki savaş

Sudan, 2023 Nisan ayı ortasından bu yana Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan komutasındaki ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında şiddetli çatışmalara sahne oluyor.

Ordu ile HDK, Aralık 2018'deki halk ayaklanması sonrasında yönetimi ele geçirip, yaklaşık 30 yıl iktidarda kalan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir'in Nisan 2019'da devrilmesini sağlamıştı.

Ardından sivillerin katılımıyla oluşturulan hükümette yer alan ordu ve HDK, 2021'de ise sivil hükümete karşı birlikte darbe düzenlemişti.

Askeri ve güvenlik reformu kapsamında HDK'nin orduya entegrasyonu meselesinde anlaşmazlığa düşmesinin ardından, ordu ve HDK arasında 2023 Nisan ortasında çatışma başlamıştı.

Ülkede o tarihten bu yana taraflar arasında şiddetli çatışmalar sürüyor.

BM'ye göre, dünyanın en büyük yerinden edilme krizinin yaşandığı Sudan'daki çatışmalar sonucu 13 binden fazla kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 8 milyon kişi yerinden edildi.


Rus Afrika Kolordusu Nijer'de konuşlandırıldı

Afrika Lejyonu'ndan Rus askerleri Nijer'de (devlet televizyonu)
Afrika Lejyonu'ndan Rus askerleri Nijer'de (devlet televizyonu)
TT

Rus Afrika Kolordusu Nijer'de konuşlandırıldı

Afrika Lejyonu'ndan Rus askerleri Nijer'de (devlet televizyonu)
Afrika Lejyonu'ndan Rus askerleri Nijer'de (devlet televizyonu)

Nijer'deki askeri darbenin üzerinden sekiz ay geçti ve bu, Amerikalıların olmasından korktuğu şey için yeterliydi. Niamey'deki yöneticiler Rusya ile askeri iş birliği anlaşması imzaladı ve çarşamba günü "Afrika Kolordusu" olarak anılacak olan "Wagner" grubunun birlikleri, 1.100 Amerikan askerinin bulunduğu Nijer topraklarında konuşlanmaya başladı.

Bu, dünyanın en fakir ülkelerinden birinde yeni bir nüfuz mücadelesini ortaya koyuyor. Zengin maden kaynaklarına sahip ülkenin bu stratejik ülkenin atmosferi, Rus tarafı ile gizli müzakereler yürütülürken, Nijer'deki özel kaynaklara göre Amerikalılar ve Ruslar arasında bir nüfuz çatışmasına sahne oldu. Rus tarafı ile anlaşma için gizli müzakereler birkaç hafta sürdü ve bir askeri iş birliği anlaşması taslağı hazırlandı. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Fransızların geçen yıl çekilmesinin ve Amerikalıların da çekilmesinin istenmesinin ardından ortaya çıkan boşluğu doldurmak için Rus ordusunun hazır ve hızlı bir alternatif olacağı bir askeri iş birliği anlaşmasının formüle edilmesiyle sonuçlandı.

Kaynaklar, yeni anlaşmanın ilk örneğinin çarşamba günü, Fransız askerlerinin bagajlarını toplayıp ülkeyi terk etmeden önce konuşlandığı Niamey Askeri Havaalanında inen Rus IL-76 kargo uçağıyla temsil edildiğini belirtiyor.


Ruanda'da soykırımın üzerinden 30 yıl geçse de mağdurlar travmalarını atlatamıyor

Ruanda'da soykırımın üzerinden 30 yıl geçse de mağdurlar travmalarını atlatamıyor
TT

Ruanda'da soykırımın üzerinden 30 yıl geçse de mağdurlar travmalarını atlatamıyor

Ruanda'da soykırımın üzerinden 30 yıl geçse de mağdurlar travmalarını atlatamıyor

Soykırımda binlerce kişi can verirken birçok masum insan da yaralandı. Katliamda kimi aile yakınlarını kimi de komşularını kaybetti.

Soykırıma maruz kalarak ailesini kaybeden ve kendisi de yaralanan Judence Kayitesi, yaşadığı travmayı atlayamayan binlerce Ruandalı arasında yer alıyor.

Ruanda'nın başkenti Kigali şehrinde bir ilçe olan Gasabo'da doğan ve beş çocuklu bir ailenin kızı olan Judence Kayitesi, şu anda 3 çocuk annesi olarak Almanya'nın Karlsruhe kentinde yaşıyor.

Soykırım başladığında 11 yaşında olan Kayitesi, o gece bir milis tarafından başına aldığı bir darbesiyle konuşma yetisini kaybetti ve yıllarca tedavi gördü. Kayitesi, soykırımda yedi kişilik ailesinden sadece iki küçük kardeşiyle hayatta kalmayı başardı.

Judence Kayitesi, Ruanda'da Tutsilere yönelik soykırım sırasında ve sonrasında yaşadıklarını AA muhabirine anlattı.

Soykırımda yaşadıkları nedeniyle binlerce Ruandalı gibi travmayı atlatamadığını dile getiren Kayitesi, "Tutsi olduğumu çok sonra öğrendim. Bu nedenle ilkokulda bazı öğretmenler tarafından tacize uğradım ve dayak yedim." dedi.

Aynı zamanda Ruanda'da Tutsilere yönelik soykırımın unutulmaması için "Kırık bir hayat: Kayıp bir ailenin ve mutluluğunu peşinde" (A broken life: In search of lost parents and lost happiness) adlı kitabı yazan Kayitesi, soykırım öncesinde Ruanda'da Tutsilere yönelik bir nefret söyleminin olduğunu çocuk yaşta öğrendiğini ifade etti.

Kendisine yönelik ayrımcı yaklaşımları paylaşan Kayitesi, "İlkokulda, öğretmenim bir keresinde tuvalete gitmeme izin vermediği için altıma yapmak zorunda kalmıştım ve diğer çocuklar bana çok gülmüştü. Hiç unutmuyorum. Babamdan beni düzenli olarak döven öğretmenlerimden biriyle konuşmasını istedim. Babam bana onunla konuşacağını söyledi ama gözlerinde çaresiz olduğunu ve hiçbir şey yapmayacağını gördüm." ifadelerini kullandı.

Katliamlar radyo anonsuyla başladı

6 Nisan 1994'te tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birinin radyoda yapılan anonslarla başladığını belirten Kayitesi, o gün Hutu olan devlet başkanının uçağının düşürülmesiyle başlayan kaostan faydalanmaya çalışan Hutu (Interahamwe) üyelerinin ülkede kıyıma başladığını hatırlattı.

Soykırım başladığında tatil nedeniyle teyzesinin evine gittiğini söyleyen Kayitesi, o gece 18 kişilik aileden 8 kişinin kurtulduğunu, yaralı birinin ise daha sonra hayatını kaybettiğini anlattı.

8 Nisan'da yüzlerce kişiyle Nyamirambo'daki bir camiye sığındıklarını dile getiren Kayitesi, şöyle devam etti:

"En yakınımızdaki camiye sığındık. Teyzemin evinde çalışan Hutu bir kadın eve gidip bize yemek yapıp getiriyordu. Bazen saatlerce bize yiyecek bir şeyler getirmesini beklerdik. 13 Nisan günü Hutu milisler ve askerler ciplerle camiye geldi ve bizi dışarı çıkardılar. Aramızda askerden korkan muhalif partilerden Hutular da vardı. Camiye giren milisler ve askerler Hutuları ve Tutsileri ayırdı. Bizi ayırdıktan sonra Hutuların gitmesini söylediler. Camiden çıkarıldıktan sonra başka bir eve götürüldük ve aralarında yakın akrabalarımın da olduğu yüzlerce kişi öldürüldü."

Kayitesi, çocuk olmasına rağmen kafasına pala ile vurulduğunu ve bilincini kaybederek yıllarca konuşamadığını kaydetti.

Bir evde kuzeniyle saklanırken kendilerini Kızılhaç yetkililerinin Kiyovu'daki ofise götürdüklerini belirten Kayitesi, "Kızılhaç doktorları öleceğimi düşündükleri için tedavi etmeyi ret ediyordu. Üç gün geçmişti ve hala hayattaydım. Bunu görünce tedavi etmeye başladılar." diye konuştu.

Kayitesi, "Kurtlar boynumda geziniyordu, ellerimle onları alıp atıyordum. sağlık ekipleri anestezi yapmadan yaramı diktiler. Bunu asla unutmuyorum, canım çok acımıştı. Tüm vücudumda öyle bir acı hissettim ki bir daha asla böyle bir acı yaşamadım." ifadelerini kullandı.

Sürgündeki Tutsilerin 1987'de kurduğu Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF) üyelerinin Kigali'ye girmesiyle kurtulduklarına dikkati çeken Kayitesi, anne ve babası öldürüldüğü için teyzesinin yanında yaşamaya başladığını bildirdi.

Kafasına palayla vuran adamı okulda gördü

Kayitesi, soykırımdan sonra 1995 yılında Ruandalı mültecilerin geri dönmeye başladığını, gelenlerin okula yakın bir yere yerleştirilmeye başlandığını anlattı.

Okul yakınlarında bir adam gördükten sonra yere düştüğüne dikkati çeken Kayitesi, "Bana ne olduğunu sorduklarında o adamı gösterdim ve kafama vuran bu adamdı dedim. Kafama pala ile vurulduğundan beri ilk defa ağzımdan bir kelime çıkmıştı, ilk defa konuşmuştum. Herkes çok şaşırmıştı. O milis tutuklandı ve cezaevine götürüldü." dedi.

"Yıllarca annemi aradım"

Kayitesi, soykırımdan sonra uzun bir süre annesini aramaya devam ettiğini ve onu beklemenin yükünü yıllarca üzerinde taşıdığını vurguladı.

Yıllar sonra annesinin öldüğüne ikna olduğunu söyleyen Kayitesi, "Yıllarca annemi aradım. Onu otobüs duraklarında bekliyordum. Arkadan ona benzeyen kadınların yanına gidiyordum o olmadığını büyük bir acıyla fark ediyordum. İlk doğumuma gelmedi. İkinci doğumuma mutlaka gelir diye bir sürü yemekler pişirdim. Onu bekledim. Ama annem gelmedi. O gün annemin gerçekten öldüğünü ve onu beklemem gerektiğini onsuz yaşamak zorunda olduğumu anladım." şeklinde konuştu.

Bir rehabilitasyon merkezinde uzun süre terapi gördüğünü dile getiren Kayitesi, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Terapistler bana çok yardımcı oldu bu süreçte. Çok şey konuşmak istiyordum sessiz kaldığım yıllardan sonra. Soykırım sırasında yaşadıklarım, kaybettiğim ailem. Bu terapi başıma gelenleri kabullenmeme yardımcı oldu. Çünkü yeni bir hayata başlamak ve çocuklarımı büyütmem gerekiyordu. Bu terapi o gücü bana verdi."

Tutsilere yönelik soykırımın üzerinden 30 yıl geçtiğini, hayatta olduğunu ve her şeye rağmen umutlu olduğunu belirten Kayitesi, sözlerini şöyle tamamladı:

"Zorlu bir yolculuk olsa da toparlanmayı başardık. Ebeveynlerimiz bugün artık hayatta olmasa da çocuklarım onların torunları hayatta. Bu bana, bize güç veriyor. Tutsi oldukları gerekçesiyle öldürülen insanlar için bir şeyler yapmak bana yaşama gücü veriyor. Onlar benim yaşama sebebim gibi hissediyorum."

Soykırımda her iki tarafın da sorumluluğu bulunuyor

Soykırım başladığında küçük bir çocuk olduğunu kaydeden Urujeni Genty de soykırımda her iki tarafın da sorumluluğu olduğunu ifade etti.

Urujeni Genty, yaşadıklarını şu ifadelerle paylaştı:

"Soykırım, bir tarafta hayal edilemeyecek insan vahşetine, diğer tarafta ise yardımseverliğe sahne oldu. Bununla birlikte Ruanda soykırımının çoğunlukla Batılı çokuluslu şirketlerin bölgedeki, özellikle Kongo'daki kaynaklara erişmesine izin veren daha büyük bir küresel vekalet savaşının parçası olduğunu artık anlıyorum. Açgözlü yerel lider ise sivillere karşı soykırım da dahil olmak üzere acımasız savaşlara ve vahşete girişti. Bu tür liderler, kaynaklara erişim sağlamak için insanları şiddetle yerinden eden bir kukla görevi görüyor. Bu durum, Ruanda ve Uganda'nın Kongo'da devam eden saldırganlık savaşının da gösterdiği gibi halen devam etmektedir."

Soykırım nedeniyle travmayla yaşayan bir neslin büyüdüğünü vurgulayan Genty, işledikleri suçlardan dolayı cezasız kalan liderlere gerekli cezaların verilmesi çağrısı yaptı.


Afrika'da vekalet savaşının sonucu: Ruanda Soykırımı

Claude Gatebuke
Claude Gatebuke
TT

Afrika'da vekalet savaşının sonucu: Ruanda Soykırımı

Claude Gatebuke
Claude Gatebuke

Ruanda'da 1994'te yaşanan soykırımda yüzbinlerce masum hayatını kaybetti, milyonlarca kişi ise evini bırakarak göç etmek zorunda kaldı. Ruanda soykırımının mağdurları ise yaşanan soykırımın uluslararası güçlerin vekalet savaşından kaynaklandığını, soykırımda farklı kesimlerin de parmağı olduğunu ve bu süreçte uluslararası toplumun sessiz kaldığı eleştirisi yapıyor.

Sağ kurtulanlar arasında yer alan Claude Gatebuke, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ruanda soykırımı sırasında yaşananların, insanların birbirlerine karşı uyguladığı vahşetin en karanlık dönemlerinden biri olduğunu söyledi.

Soykırımdan sonra hayatta kalanların anılarını kitaplaştıran Gatebuke, bu soykırımın önlenebilir bir insanlık felaketi olduğuna inandığını belirtti. Gatebuke, "Soykırım, kabilelerin nefreti yüzünden birbirlerini öldürdüğü Afrika kabileciliği değildi. İşin içinde hem iç hem de dış güçler vardı. Oyundaki dış güçler, Afrika'nın Büyük Göller Bölgesi'nde ABD ile İngiltere arasında Fransa'ya karşı yürütülen vekalet savaşıydı." dedi.

Gatebuke, Uganda Devlet Başkanı Başkanı Yoweri Museveni ve sürgündeki Tutsilerin 1987'de kurduğu RPF'nin lideri ve aynı zamanda Ruanda'nın mevcut Devlet Başkanı Paul Kagame'nin ABD ve İngiltere tarafını, soykırım öncesinde görevdeki hükümetin ise Fransa'nın çıkarlarını temsil ettiğini savundu.

Soykırım öncesi Ruanda'nın güvenlik ve ekonomik sorunlarla mücadele ettiğini anlatan Gatebuke, siyasi suikastlar ve terör olaylarının da gerilimi artırdığını, son olarak devlet başkanının uçağının düşürülmesinin ise bardağı taşıran son damla olduğunu kaydetti.

Gatebuke, "6 Nisan 1994'te savaş yeniden başladı. RPF tüm ülkeyi bombalayarak ilerlemeye devam etti. RPF'nin işgal etmediği Ruanda'nın bazı kısımları, çoğunlukla Hutu etnik grubunun aşırılık yanlısı üyelerinin Tutsileri öldürmesiyle tam bir kaotik şiddete dönüştü. Birçok yerde sokaklar cesetlerle doldu. Bazı durumlarda aileler tamamen yok edildi. Bu arada RPF, onların öldürülmesi konusunda daha organizeydi ve insanları medyanın gözünden uzaklaştırıyor, öldürüyor ve toplu mezarlara atıyordu. Yine de soykırım ilerledikçe savaş tüm şiddetiyle devam ediyordu. Temmuz ortasında RPF iktidarı ele geçirdi." diye konuştu.

Yaptığı araştırmalara göre soykırımdan Kagame'nin de sorumlu olduğunu öne süren Gatebuke, 1994'te Habyarimana suikastının ardından geçici Ruanda hükümeti ve aşırılık yanlısı Hutuların soykırımdan sorumlu olduğuna ve yüzbinlerce insanın öldüğünü belirtti.

"Soykırımın nedeni toprak ve kaynakların kontrol altına alınması isteğiydi"

Gatebuke, Ruanda'daki soykırımın asıl nedeninin toprak ve kaynakların kontrol altına alınması hedefi olduğunun altını çizdi.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde (KDC) bugün yaşanan vahşetin nedeninin de bundan kaynaklandığını dile getiren Gatebuke, şöyle devam etti:

"Ruanda'da savaşın bitmesi ve soykırımın sona ermesinin ardından RPF'nin Uganda'da başlattığı savaş, Ruanda ve Uganda birliklerinin Kongo'yu işgal etmesiyle Kongo'ya ihraç edildi. Ruanda ve Uganda, Kongo'yu sömüren batılı çokuluslu şirketlere yerel paralı askerler olarak hizmet etti."

"Ruanda soykırımının hikayesi tüm Ruandalılara aittir"

Ruanda soykırımı başladığında 13 yaşında olan Eric Ngoga ise 6 Nisan 1994'te Ruanda başkanının uçağının vurulmasının hemen ardından soykırımın başladığını anlattı.

Savaşın ülkede toplumsal şiddete dönüştüğünü ve siyasi partiler ve milislerin bundan faydalanarak sokaklarda cirit attığını belirten çeken Ngoga, şunları söyledi:

"Ülkede iktidarı ele geçirmeye hazırlanan sürgündeki Tutsilerin 1987'de kurduğu Ruanda Yurtsever Cephesi, Tutsileri tehlikeye atmıştı. Ruanda hükümeti ile barış anlaşmaları imzalamasına rağmen bu isyancı grup, Ruanda başkanının öldürülmesini başkent Kigali'ye yürümek için bir fırsat olarak gördü. Bu şiddet patlaması, hukuk üstünlüğünün yok sayıldığı ülkede kaotik durumu daha da arttırdı. Tutsiler hem hükümet tarafından kontrol edilen bölgelerdeki milislerin hem de Hutu aşırılık yanlılarının hedefi haline geldi."

Ngoga, Tutsi katliamlarını çoğunluğunu o dönemin siyasi partilerinin gençlik hareketleri mensubu sivillerce gerçekleştirildiğine dikkat çekti.

Soykırım sırasında kardeşinin Hutu milislerce öldürüldüğü bilgisini paylaşan Ngoga, "Kardeşimi kaçarken öldürdüler. Daha 17 yaşındaydı ve yalnızdı. Kaçış karmaşası sırasında annemden ayrılmıştı. Ailem onu bulamadı, ona veda etme şansımız bile olmadı. Bu ayrılıktan sonra annem 1,5 ay benden ve kardeşimden haber almadan yaşadı. Bizim öldüğümüzü düşünüyordu. Daha sonra zaten ailemin diğer fertleri Kigali ve ülkenin diğer bölgelerinde tek tek öldürüldü." ifadelerini kullandı.

Yatılı okuldaki arkadaşlarıyla RPF'nin kurtarıcı olduğuna inandıkları için kaçmadıklarını vurgulayan Ngoga, "Ancak birkaç gün sonra bu askerler geldi ve bizi etnik gruplarımıza göre ayırdı. RPF askerleri Hutu etnik grubundan olan tüm okul arkadaşlarımı öldürdü, ben ise hayatta kaldım. Hikayemi anlatmak için hayatta kaldım. Hutu milisleri tarafından öldürülen ailemin ve RPF askerleri tarafından öldürülen okul arkadaşlarımın hikayesi bilinmeli. Bugün Ruanda'da hükümet sadece Tutsilerin öldürüldüğünü kabul etmek istiyor. Ancak Hutular da öldürüldü." dedi.

Ruanda soykırım tarihinin tüm gerçekliğiyle bilinmesi gerektiğine işaret eden Ngoga, Ruanda hükümetinin, cezalandırma, inkar ve manipülasyonlarına inanılmaması gerektiğini kaydetti.

"Ruanda soykırımının hikayesi tüm Ruandalılara aittir." diyen Ngoga, dünyanın bu soykırımı ve insanlık suçunu işleyen faillerle yüzleşmesi gerektiğini vurguladı.

"Ruanda soykırımı, uluslararası toplum seyrederken gerçekleşti"

Ngoga, ülkede kaos ve sivil katliamların soykırıma dönüşeceği açıkça ortadayken önlem almak için hiçbir adım atılmadığını hatta siyasi birtakım sebeplerle olaya sessiz kalındığını ifade etti.

Ekim 1990'da başlayan etnik silahlı çatışmaların 1994'teki soykırıma kadar devam ettiğini dile getiren Ngoga, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Ruanda soykırımı uluslararası toplum seyrederken gerçekleşti. Tüm ana aktörler hiçbir şey yapmamaya karar verdi ve RPF'nin iktidarı zorla ele geçirmesine izin verdi. Uluslararası toplumun eylemsizliği Ruandalılara büyük bir bedel ödetti. Üzücü olan ise bu savaşın halen Ruanda'da sona ermemiş olmasıdır. Ruanda hükümeti 1994'ten sonra savaşı Kongo'ya ihraç etti."

Ülkede, cezasızlığın norm haline gelmesinden dolayı sivillere yönelik katliamlardan kimsenin sorumlu tutulmadığını belirten Ngoga,"1990'dan itibaren binlerce insan yerinden edildi. Ülke içinde milyonlarca insan mülteci durumuna düştü. 1994'ten sonra ise soykırım nedeniyle bir milyondan fazla insan hayatını kaybetti ve insanların büyük bir kısmı ülkeyi terk etti. İnsanlar sevdiklerini kaybettiler. Çok sayıda çocuk ebeveynsiz kaldı." şeklinde konuştu.


ABD, BM Güvenlik Konseyi'ne Sudan'a yardım ulaştırılması için bir öneri sundu

 Sudanlı mülteciler Çad'ın doğusundaki yardım kuruluşlarından yiyecek alıyor. (AP)
Sudanlı mülteciler Çad'ın doğusundaki yardım kuruluşlarından yiyecek alıyor. (AP)
TT

ABD, BM Güvenlik Konseyi'ne Sudan'a yardım ulaştırılması için bir öneri sundu

 Sudanlı mülteciler Çad'ın doğusundaki yardım kuruluşlarından yiyecek alıyor. (AP)
Sudanlı mülteciler Çad'ın doğusundaki yardım kuruluşlarından yiyecek alıyor. (AP)

ABD, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne Sudan'a yardım ulaştırılması için bir öneri sundu. ABD, Sudan ordusunun yardımların tüm sınır kapılarından ulaştırılmasına izin vermemesi halinde, bu amaçla bir ‘sınır ötesi mekanizma’ oluşturulması da dahil olmak üzere, kıtlık riski altındaki milyonlarca Sudanlıya insani yardım ulaştırılması için ‘hızlı bir şekilde harekete geçilmesini’ önerdi.

Biden yönetimi, Suriye'ye sınır ötesi yardım ulaştırılması için BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen kararlara benzer bu çabayı, Orgeneral Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki Sudan Ordusu ile Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) liderliğindeki Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki savaşın birinci yıldönümünün arifesinde 15 Nisan'da Paris'te yapılacak bağış konferansı ve Ramazan’dan sonra Cidde'de yapılması beklenen barış görüşmeleri ile bağlantılı olarak gösteriyor.

ABD'nin BM Daimî Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield ve ABD'nin Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello öneriyi perşembe akşamı BM Güvenlik Konseyi'ne sundu. Thomas-Greenfield ‘yaklaşık 18 milyon Sudanlı’nın akut gıda yetersizliği ile karşı karşıya olduğunu’ belirtti.

Sudan ordusuna ‘Çad ile olan tüm sınır kapılarını insani amaçlarla derhal ve tamamen yeniden açması’ çağrısında bulunan Greenfield, bunu yapmadıkları takdirde, BM Güvenlik Konseyi'nin, gerekirse sınır ötesi bir mekanizma yoluyla da olmak üzere, hayat kurtaran yardımların ulaştırılmasını ve dağıtılmasını sağlamak üzere hızla harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.


Nijerya'da bir haftada 106 Boko Haram ve silahlı çete üyesi öldürüldü

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Nijerya'da bir haftada 106 Boko Haram ve silahlı çete üyesi öldürüldü

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Nijerya'da terör örgütleri Boko Haram, DEAŞ'ın Batı Afrika kolu ISWAP ve silahlı çete üyelerine yönelik düzenlenen operasyonlarda, bir haftada 106 kişi etkisiz hale getirildi.

Nijerya Savunma Bakanlığı Medya Operasyonları Direktörü Edward Buba, yaptığı yazılı açıklamada, askerlerin son bir haftada ülkenin çeşitli eyaletlerinde operasyonlar düzenlediğini belirtti.

Buba, operasyonlarda 106 terörist ve silahlı çete üyesinin öldürüldüğünü, 103 teröristin yakalandığını kaydetti.

Operasyon sırasında teröristin kaçırdığı 94 kişinin kurtarıldığını aktaran Buba, terörist ve silahlı çete üyelerine ait 171 silah ve önemli mühimmatın ele geçirildiği bilgisini paylaştı.

Nijerya, son zamanlarda ülkenin farklı bölgelerinde silahlı çetelerin yanı sıra Boko Haram ve ISWAP'ın saldırılarıyla da karşı karşıya kalıyor.


ABD diplomatik olarak Sahel’deki askeri rejimlere yakınlaşıyor

ABD heyetinin Mali Dışişleri Bakanı ile toplu fotoğrafı (Mali Dışişleri Bakanlığı)
ABD heyetinin Mali Dışişleri Bakanı ile toplu fotoğrafı (Mali Dışişleri Bakanlığı)
TT

ABD diplomatik olarak Sahel’deki askeri rejimlere yakınlaşıyor

ABD heyetinin Mali Dışişleri Bakanı ile toplu fotoğrafı (Mali Dışişleri Bakanlığı)
ABD heyetinin Mali Dışişleri Bakanı ile toplu fotoğrafı (Mali Dışişleri Bakanlığı)

Mali Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı, dün ABD’nin Bamako Büyükelçiliği’nden bir heyetle Mali’deki terörizm ve güvenlik meselelerinin yanı sıra bazı siyasi ve bölgesel gelişmeleri görüşmek üzere bir toplantı gerçekleştirdiklerini duyurdu.

fdb
Genelkurmay Başkanı, ABD Büyükelçisi’ne plaket verirken (Mali Ordusu)

Mali Dışişleri Bakanlığı tarafından koordine edilip organize edilen toplantının Mali, Nijer ve Burkina Faso’daki askeri rejimlerle ilişkileri düzeltmek üzere ABD’nin diplomatik bir hareketliliği çerçevesinde düzenlendiğine inanılıyor. Olağanüstü askeri konseylerle yönetilen bu ülkeler, son yıllarda Batı Afrika’da Rus nüfuzunun üssü haline geldi.

Mali ordusu, Rusya ile askeri ve güvenlik alanında güçlü bir ortaklığı olduğunu, bunun sayesinde büyük miktarda silah elde ettiğini ve Wagner Grubu’nun özel kuvvetleri tarafından desteklendiğini gizlemiyor. Bununla birlikte Ordu Komutanlığı, ABD heyetini ağırlayarak, ABD’lilerle işbirliği yapma isteğini ifade etti.

fdvf
ABD heyeti Mali Dışişleri Bakanı ile Bamako’da toplantıda (Mali Dışişleri Bakanlığı)

Mali ordusu, internet sitesinde yayınladığı bir açıklamada, geçen perşembe günü Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Karargâhı’nda gerçekleştirilen toplantının, ABD’nin Bamako Büyükelçiliği’nden Büyükelçi Rachna Korhonen başkanlığındaki üst düzey bir heyeti ve Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı General Oumar Diarra başkanlığındaki Mali ordu komutanlarından oluşan bir heyeti bir araya getirdiğini duyurdu.

Mali ordusu, iki taraf arasındaki toplantının amacının ‘Mali’de meydana gelen olayların anlaşılmasının’ yanı sıra ‘Mali ile ABD arasındaki işbirliği ilişkilerini güçlendirmek’ olduğunu belirtti. Ordu, ABD tarafından anlaşılması istenen olayların ne olduğunu açıklamazken, bazı kaynaklar ABD’lileri en çok endişelendiren konunun Wagner’in Mali’deki varlığı olduğunu belirtiyor.

Mali ordusu, ABD heyeti ve Genelkurmay Başkanlığı arasındaki görüşmelerde ‘Mali’deki güvenlik durumu, Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu’ndan (ECOWAS) ayrılma meselesi, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler, siyasi sıkıntılar ve fırsatlar gibi konuların’ ele alındığını kaydetti.

dcfvdf
Mali Genelkurmay Başkanlığı perşembe günü ABD heyetiyle istişarelerde bulunurken (Mali Ordusu)

Mali Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı’nın diplomatik danışmanı Albay Bakary Bocar Maiga, ‘ABD Büyükelçiliği’nin, özellikle de Büyükelçi’nin, geleceğe dair ufku çizmek ve ABD’nin Mali’ye nasıl yardım edebileceğini göstermek amacıyla attığı adımdan memnun’ olduklarını söyledi.

ABD Büyükelçisi, Büyükelçilik ile Mali Genelkurmay Başkanlığı arasındaki bu istişareleri düzenleme çabasından dolayı Mali Dışişleri Bakanlığı’nı tebrik edip, bakanlığa teşekkürlerini iletme fırsatı yakaladı.

Başka bir bağlamda The Washington Post, ABD’nin Batı Afrika’da son yıllarda askeri darbelerin gerçekleştiği ülkelerin (Mali, Nijer ve Burkina Faso) hükümetleriyle işbirliğini ve koordinasyonu geliştirmek için ‘seri diplomatik çabalar’ gösterdiğini yazdı.

Gazete, ABD’nin askeri hükümetlerle ilişkilerini düzeltmek ve normalleştirmek için ‘genel ve özel ziyaretler’ yaptığını ifade etti. Askeri hükümetlerin başta olduğu bölgede dini radikalizmden kaynaklı şiddetin yayılması, son yıllarda Rus nüfuzunun büyümesine kapı aralamıştı.

Gazete, ABD’li yetkililerin, demokratik olarak seçilmiş başkanlara yönelik askeri darbeler sonucunda iktidara gelen bu rejimlerle ABD’yi birbirine bağlayacak ortaklığın niteliğini belirlemekte bazen zorlandıklarını açıkladı. Zira ABD hükümeti, demokratik olmayan herhangi bir rejimle her türlü işbirliğini veya desteği yasaklayan kanunlar nedeniyle daha önce bu ülkelere sağlanan birtakım destekleri durdurmuştu.

Geçtiğimiz günlerde Batı Afrika’ya aralarında yetkililerin ve uzmanların da bulunduğu üst düzey bir ABD heyeti geldi. Heyete, Beyaz Saray’a bağlı ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Sahel İşlerinden Sorumlu Aditi Vira başkanlık etti.

Hafta başında Mali’de çalışmalarına başlayan ABD heyeti, geçiş hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdoulaye Diop ile bir toplantı yaptı. Toplantı hakkında yorum yapan Diop, bunun ‘Mali ile ortakları arasındaki düzenli istişareler çerçevesinde gerçekleştirildiğine’ dikkat çekti.

Diop, X platformundan yaptığı paylaşımda, “Görüşmelerde alt bölgedeki sorunların yanı sıra esas olarak Mali Cumhuriyeti ile ABD arasındaki ikili işbirliği ele alındı” ifadelerini kullandı.

Diop, ABD’lilerle görüşülen meselelerin, özellikle de Rusya’nın genel olarak bölgedeki, özel olarak da Mali’deki nüfuzuna ilişkin hassas konuların ayrıntılarına girmedi. Mali’de bir yanda Tuareg isyancılarına, diğer yanda El-Kaide ve DEAŞ’a karşı ordunun yanında savaşan yüzlerce Wagner savaşçısı bulunuyor.

Batı Afrika’da Rusya’nın nüfuzu artarken, Fransa’nın nüfuzu gerilemiş ve Mali, Nijer ve Burkina Faso’dan Fransız güçleri sınır dışı edilmişti. Halkın Fransa’ya ve genel olarak Batı’ya karşı öfkesi artarken, büyük silah anlaşmalarının bir parçası olarak ülkeye çok sayıda silah sağlayan Rusya’yla yeni bir müttefik olarak kurulan ilişkilere medyada daha çok yer veriliyor.

Nijer’de özel kuvvetleri ve Sahel bölgesinde bazı askeri üsleri bulunan ABD’liler, büyük bir uluslararası çekişmeye sahne olan çalkantılı bölgede Fransızlara ve Avrupalılara göre daha temkinli görünüyor.


Afrika kıyılarında köleliğin eli kanunlardan ağır

Kölelik mağdurlarının fark ettiği şey, eski efendilere yönelik hoşgörünün artış eğiliminde olduğu. (AFP)
Kölelik mağdurlarının fark ettiği şey, eski efendilere yönelik hoşgörünün artış eğiliminde olduğu. (AFP)
TT

Afrika kıyılarında köleliğin eli kanunlardan ağır

Kölelik mağdurlarının fark ettiği şey, eski efendilere yönelik hoşgörünün artış eğiliminde olduğu. (AFP)
Kölelik mağdurlarının fark ettiği şey, eski efendilere yönelik hoşgörünün artış eğiliminde olduğu. (AFP)

Sağir Haydari

Kanunlar tarafından onlarca yıl önce yasaklanan kölelik, tüm zenginliğine rağmen güvenlik, siyasi kaos ve aşırı yoksulluk içinde olan kıyı Afrika bölgesinde halen görülüyor.

Moritanya'nın başkenti Nuakkşot’ta yıllar sonra efendisinden özgürlüğünü kazanan ve 24 saat kendisi için oto yıkama dükkanında çalışan Muhammed Veled Sidi Embarek, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada halen adalet beklediğini belirterek şunları söyledi:

 Kölelik, Moritanya'da yıllardır süren ortak mücadeleye rağmen halen mevcut. Köleliğin kurbanları olarak fark ettiğimiz şey, eski efendilere yönelik hoşgörünün yükseliş eğilimi gösteriyor olduğudur.

Moritanya 1981 yılında, köleliği kaldıran son ülke oldu. Ondan kızsa bie süre önce de Afrika'nın diğer dört kıyı ülkesi, Mali, Burkina Faso, Nijer ve Çad da köleliği kaldırmıştı. Ancak eski efendilerin peş peşe serbest bırakılmaları ve vatandaşları ‘modern kölelik’ gibi açık bir şekilde sömürmeleri nedeniyle, köleliği tamamen ortadan kaldırma umutları neredeyse yok oluyor.

Üç pozisyon

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre pek çok kişinin halen ‘köleliğin devam etmesinden’ şikayetçi olduğu tek ülke Moritanya değil. Mali ve Burkina Faso'da da toplumsal kırılganlık ve güvenlik koşulları nedeniyle daha da kötüleşen bu durumun bitirilmesi için sesler yükseliyor.

Afrika kıyı bölgesindeki kölelik, insan hakları ve sivil toplum kuruluşlarına göre, reşit olmayan kızların zorla evlendirilmesi ve binlerce kişinin çalışmaya zorlanması gibi birçok biçimde somutlaşmış durumda.

Nijer'deki sivil toplum örgütü Timidria’nın Genel Sekreteri Ali Bozo, bir süre önce yaptığı açıklamada, 2015 yılı itibarıyla ülkesinde ‘efendiler’ tarafından köleleştirilmiş olanların sayısının 870 bini aştığını bildirdi.

frb rf
Afrika kıyı bölgesindeki kölelik çeşitli biçimlerde devam ediyor. (AFP)

Bozo, Nijer'de ‘vahaya’ olgusunun yaygın olduğunu, reşit olmayan kızların kaçırılıp satılarak beşinci eş olarak evlenmeye zorlandığını, ayrıca zorla çalıştırılıp zorla evlendirildiklerini ve cinsel istismara maruz kaldıklarını söyledi.

Çadlı siyasi araştırmacı Lebibe Gondo, şu an Afrika kıyılarında üç kölelik durumu olduğuna dikkat çekiyor. Birincisi, köleliğin Afrika kıyılarında sosyal bir olgu haline gelmesi. Çünkü kölelerin kendileri kendi durumlarını içselleştirmiş durumdalar ve bu toplumlar değişmeyi reddediyorlar. İkinci durum ise genellikle altın madenleri gibi belirli ekonomilerde zorla çalıştırma durumunda ortaya çıkan, bireylerin zorla köleye dönüştürüldüğü insan kaçakçılığı. Üçüncü durum, belirli bir iktidar konumuna sahip olan veya iktidara yakın yaşayan, insanları küçümseyen, onlara köle veya köle soyundan gelen muamelesi yapan bireyleri çevreleyen zihniyet.

21’inci yüzyılda Afrika kıyılarında köleliğin yayılması, bölgede ve hatta bölge dışında yüksek sesli tartışmalara yol açıyor. Özellikle de beş ülkenin bununla mücadele etmek için yasalar çıkarmış olmalarına rağmen şu ana kadar bu çelişkiyi kontrol altına alamamış görünmeleri tartışmaları alevlendiriyor.

Gondo konuya dair değerlendirmesinde "Kanunların tek başlarına yeterli olmamalarından dolayı sorunun çözümü belirlediğimiz üç düzeyde ele alınmalı. Ülkemizde önemli hukuki metinler var ancak bunlar uygulanmıyor" dedi.

Zor durumlar

Kölelikten bahsederken, Moritanya'daki ‘Haratin’ gibi tarihsel olarak köleliğe maruz kalan belirli azınlıklardan ve Nijer, Mali, Çad, Burkina Faso gibi ülkelerdeki savunmasız kadınlardan söz etmemek mümkün değil.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü’nün tahminlerine göre Sahra Altı Afrika'da köleliğe benzer şartlarda yaşayanların sayısı yaklaşık 3,7 milyon kişi.

Nijeryalı insan hakları aktivisti ve aynı zamanda siyasi araştırmacı Hasan Aval duruma ilişkin şu açıklamada bulundu:

Nijer, Mali ve Moritanya'da kölelik, yasalara rağmen halen mevcut. Bu inkâr edilemez. İster modern ister eski kölelik olsun, on binlerce insan köleliğe maruz kalıyor. Modern kölelik, emeklerinin karşılığını almadan çok uzun saatler boyunca çalışan insanlarda vücut buluyor. Bu tür durumların Nijer’in başkenti Niamey ve Moritanya’nın başkenti Nuakşot ve diğer bölgelerde bile oluyor. Anlaşılması gereken şu ki köleliğin durumunu oldukça zorlaştıran çok kritik bir güvenlik ve siyasi gerçeklik var. Çünkü köleler siyasi çevrelerden ve devlet kurumlarından dinleyen kulaklar bulamıyor. Dolayısıyla kölelikten kurtulmak çok zor.

Kanunların uygulanması

Yasağa rağmen bölgedeki, özellikle Moritanya gibi ülkelerdeki eski efendilerin henüz hesap vermemiş olmaları, yasaların uygulanması ve hesap verilmesi için sokak seferberliğinin devam etmesine neden oluyor. Moritanya'da, örneğin 2007 yılında köle sahiplerini cezalandıracak bir yasa çıkarıldı. Ancak insan hakları çevreleri yasanın henüz uygulamaya konmadığı görüşünde.

dfbd
Hangi formda olursa olsun halen köleliğe maruz kalan on binlerce insan var. (AFP)

Moritanya'daki kölelik karşıtı IRA hareketinin koordinatörü Hac Eid, "Başkent Nuakşot da dahil olmak üzere Moritanya'da köleliğin devam ettiğine dair aldığımız birçok tanıklıklar var" dedi.

Eid, Independent Arabia’ya şu açıklamada bulundu:

Moritanya'da köleliğin halen mevcut olduğunu ve biz IRA hareketi olarak köleliğe maruz kalan kurbanlarının sayısının Moritanya halkının yüzde 20'si olduğunu tahmin ediyoruz.

Eid, Moritanya'da köleliğin devam ettirilmesinin, köleliği suç sayan yasaların uygulanmaması anlamına geldiğini vurgulayarak ‘bunun, köleliğin ülkede kaldırılmasının önündeki temel engel’ olduğunu söyledi. Yasaların efendilere yönelik cezaları sıkılaştırdığını, köle sahibi olduğu tespit edilenlere hapis ve para cezaları verilmesinin öngörüldüğünü ancak bu yasaların büyük ölçüde uygulanmadığını’ vurguladı.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.