Arap bölgesini sarsan iki tehlike

Arap bölgesini sarsan iki tehlike
TT

Arap bölgesini sarsan iki tehlike

Arap bölgesini sarsan iki tehlike

Hasna el-Kunay’ir
İki şey, son birkaç yılda Arap bölgesini mahvetti ve mahvetmeye de devam ediyor.
Bunlardan ilki ve en tehlikesi, bölgenin Irak’ın işgalinden itibaren Amerikan eliyle yıkılmasıdır. Amerikalı dilbilimci Noam Chomsky, “Dünyayı Kim Yönetiyor” adlı kitabında bu konuyu şöyle değerlendiriyor: “Irak’ın işgali, 21’inci yüzyılda işlenen en büyük suçtur.” Irak, yıpratıcı bir kuşatmaya maruz kaldıktan sonra Amerikan askerî mekanizması katletmek, bozgunculuk çıkarmak ve Iraklının insanlık onurunu çiğnemek üzere geldi ve buradaki mezhepçilik fitnesini körükledi. Irak’ın işgali, Arap bölgesi ile diğer ülkelerde terörün yayılmasının doğrudan bir sebebiydi ve Amerika, Arap bölgesinde DEAŞ gibi yeni bir aşırılık ve terör ortamı oluşturmaya çalıştı. Ve bölgeye yönelik kötü niyetli planlarını hayata geçirmek üzere daha kaotik, acımasız, kasvetli ve kaynak tüketen yeni bir durum ortaya çıkarmak için planlar yaptı. Afganistan’dan dehşet verici bir şekilde çekilmesi de bu planların sonuncusu değil.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2005 yılında Washington Post gazetesine yaptığı açıklamada ABD’nin demokrasiyi yaygınlaştırmak için Ortadoğu’da yapıcı kargaşayı yayma seçeneğine başvuracağını söylemişti. Bu teoriye göre toplum kargaşanın, şiddetin, dehşetin ve kanın en uç noktalarına ulaştıktan sonra o toplumu yeni bir kimlikle yeniden inşa etme imkânı doğar. Bu da -ABD’nin iddiasına göre- Arap ve İslam ülkelerini diktatörlükten demokrasiye taşımanın bir yoludur.
“Irak’ın işgali, Arap bölgesi ile diğer ülkelerde terörün yayılmasının doğrudan bir sebebiydi”
Daha sonra Amerika’da yönetimi Obama devraldı. “Hiç şüphesiz o, Arap bölgemize karşı en büyük komplocuydu. Çatışmanın devam etmesi, bölgedeki tüm tarafları tüketir; verimli ve faydalı bir çatışma” diyen teorisini gerçekleştirerek Arap bölgesini bölmek için çaba gösteren Obama, şerli yıkıcı projesine hizmet etmek için çalıştı. Nitekim İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ile ittifak kurduğu projesinin yıkıcı etkileri bugün artık herkesin malumu. Arapların genel sessizliği, Arap ulusuna karşı komplocuların içinden geçtiği bir gedikti. Ülkemiz ve beraberinde BAE, bu komplo karşısında kararlı bir duruş sergilemeseydi Obama’nın şerli planları, tüm Arap ülkelerinde gerçekleşecekti.
Bölgeyi sarsan ikinci şey ise siyasi “mezhepçilik”. Bu tehlikenin temelleri, İslami veya ahlaki bir bağlılığı olmayan fırsatçı partiler ve siyasetçiler tarafından atıldı. Amaç, İbn Haldun’un tabiriyle “asabiyet”, günümüzün deyimiyle “halkçılık” üzerinden siyaset yapmaktı. Böylece siyasi fırsatçı, iktidara gelebilirdi. Irak, Lübnan ve Suriye gibi Arap toplumlarının yaşadığı krizi somutlaştıran “mezhepçilik” kavramı üretildi. Söz konusu ülkelerde mezhepçilik, bir öğreti, ideoloji ve diğer kimliklerin ve üst aidiyetlerin yerini alan, hatta onları aşmaya başlayan bir kimlik haline geldi.
“Obama, şerli yıkıcı projesine hizmet etmek için çalıştı. Nitekim Müslüman Kardeşler ile ittifak kurduğu projesinin yıkıcı etkileri bugün artık herkesin malumu.”
Bu düşmanlığın kıvılcımı, İran kanallarıyla Irak, Lübnan ve Londra’da onun hesabına çalışan ve çoğalan çeşitli cemaatlerin kanallarından sıçramaktadır. Bu kanallar her gün Ehl-i Beyt’in mağduriyetini dillendirmek, Sünniler ile Resulullah’ın ashabının sembol isimlerini karalamak, tarihî düşmanlığı kendi çıkarına kullanarak program yapmak için her fırsatı değerlendirmek suretiyle zehrini saçmaya devam ediyor.
Bu yüzden “Sünni taife” tabiri, İran ve onun Arap bölgesindeki ajanları tarafından ortaya atıldı. Maksat, Resulullah’ın ashabına, müminlerin annesi Hz. Aişe’ye ve devletler, hükümetler ve halklar düzeyinde tüm Sünnilere saldırmaktı.  Bununla birlikte Sünnilerin ülkelerinde Şiiliği yaymaya çalıştılar. Onlarla aynı fikirde olmayan herkes, Ehl-i Beyt’e düşman olmakla itham edildi. Bu Ehl-i Beyt’i de tekellerine aldılar; o kadar ki nesep olarak Hindistan’dan gelen Humeyni’yi bile Ehl-i Beyt’ten saydılar. Onların inancında Ehl-i Beyt düşmanlığı, Yahudilerdeki antisemitizm gibi bir silaha dönüştü.
Mezhepçiler kin, mağduriyet yalanları ve sözde zulüm kompleksi etrafında bir araya geliyor. Sünniler, kendilerini Müslüman ve sadece Müslüman olarak kabul ettikten sonra İslam’ın Sünni olmadığını ve Sünniliğin yalnızca bir mezhep olduğunu, yani Müslümanların yüzde 93’ünü temsil eden Sünnilerin, yüzde 93’lük bir mezhebi temsil ettiğini söyleyenler geldi. Mezhepçi İran rejiminin ve onun kayığına binenlerin mantığı budur. Müslüman çoğunluğuna mensup El-Kaide örgütü üzerinden terörün Sünnilerin, yani Müslüman çoğunluğunun ürünü olduğunu tüm dünyaya göstermek için dünyadaki Sünni imajının karalanmasındaki sebep de onlardır. Halbuki bu örgütün üyeleri, eğitimin, silahlanmanın ve terör operasyonlarına hazırlığın gerçekleştiği İran ve Suriye tarafından gözetiliyor.  
“’Sünni taife’ tabiri, İran ve onun Arap bölgesindeki ajanları tarafından ortaya atıldı. Maksat, Resulullah’ın ashabına, müminlerin annesi Hz. Aişe’ye ve devletler, hükümetler ve halklar düzeyinde tüm Sünnilere saldırmaktı.”
Bu algıya dayanarak ABD, Suriyeli devrimcileri desteklemekte tereddüt etti ve aralarında El-Kaide örgütünün varlığını gerekçe göstererek silahlanmalarını engelledi. Beşşar Esed’in ortaya attığı bu yalana Amerika, inanmak istediği için inandı. Azınlıklar için bir endişe üretti ve onları korumayı talep etti. Sonra siyasi bir çözüm ve demokratik bir iktidar devri için çağrıda bulundu. Ama Sünni vatandaşların maruz kaldığı kıyımları, insanlık suçlarını, soykırım ve etnik temizlik savaşını hiç dikkate almadı. Bu, Bush’un Irak’taki Şiileri, Saddam tarafından maruz bırakıldıkları durumdan kurtarmak için alelacele yaptığı şeylerle örtüşmüyor. Yani ki Amerika, Sünnilere yardım için acele etmeyip, aksine kurban sayısını artıracak çözümler bekleyerek işi yavaştan alıyor.
Bundan dolayı Irak, Lübnan ve Suriye’de Sünniler, saf dışı bırakılıyor, takip ediliyor ve bölgelerinden sürülüyor. İran tarafından işgal edilen Ahvaz’daki Sünniler de yapılan zulüm, uzaklaştırma ve hak gaspları nedeniyle yoğun sıkıntılar yaşıyor. İran, Husileri Yemen’deki Sünni hükümeti devirmeye teşvik etti ve onlara, en büyük Sünni devlet olan ülkemize karşı onun adına savaşmaları için para ve silah desteği sağladı. Bahreyn’de Arap Sünni çoğunluğuna ait meşru hükümete karşı isyancıları destekleyen de odur!
Sünnilere karşı uluslararası dayanışmayı teyit eden şeylerden biri, kendisine karşı devrimin başladığı zamanda Beşşar’a Rusya’dan gelen sonsuz destektir. Rusya Dışişleri Bakanı, Esed’e sundukları desteği, Suriye’de bir Sünni rejimin kurulmasını önlemek şeklinde gerekçelendirdi. Suriye’de Sünni mezhebi, bu komplocuların nazarında bir suçlama sebebi ve azınlıkları yok etmek için fırsat kollayan bir canavar haline geldi.
Sonuç olarak, ılımlı Sünnilerle ılımlı oldukları için mücadele ediliyor ve bu kesim, ihanet söylemiyle karşı karşıya kalıyor. Aşırılık yanlısı olanlarla da aşırı oldukları için mücadele ediliyor ve bu aşırılık, Sünnileri karalamak isteyen tüm komplocuların hedeflerini gerçekleştiriyor.
*Bu makale Şarku'l Avsat tarfından Majalla'dan  çevrilmiştir.



Din ve siyaset: Yeni bir okuma

Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)
Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)
TT

Din ve siyaset: Yeni bir okuma

Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)
Şam'ın eteklerindeki Adra bölgesinde bulunan Beşşar Esed'in duvar resmi kurşun delikleri ile bozulmuş (AFP)

Mustafa Feki

Ortadoğu bölgesi dinlerin buluştuğu bir bölgedir ve buna rağmen milletlerarası çatışmalar bu bölge etrafında yaşanmıştır. Din, su gibidir; insanları bir ve tek olan Allah'a ibadet etmek için bir araya getiren, onları erdeme teşvik eden, kötülüklerden uzaklaştıran saf bir sıvıdır. Bunlar ilahi dinler ve hatta eski felsefeler arasındaki ortak noktalardır. Semavi ve dünyevi yasalar hep birlikte insanı yüceltmeye, çatışmaları yatıştırmaya ve anlaşmazlıkları sona erdirmeye çalışırlar. Dini sloganlar merhamet ile adalet, hakikat ile barış arasında değişirken, insan ile hemcinsleri arasında adaleti sağlamaya çabalarlar. Fakat insan cahil doğduğu için kardeşini öldürdü, akrabalarıyla kavga etti, açgözlülüğe kapıldı ve içgüdüleri ona galip geldi.  Böylece önündeki dünya parçalara, kana, kurbanlara, şehitlere dönüştü. İnsanlar arasındaki karşılıklı güven ortadan kalktı ve geçmiş dönemlerde görmediğimiz şekilde mezhepler, inançlar ve dinlerin mensupları arasında nefret ortaya çıktı ve yayıldı. Medeniyetlerin birbirini takip etmesine ve kültürlerin yayılmasına rağmen şiddet hâlâ çağdaş söylemin dili ve büyüklük, hoşgörü artık içinde yaşamamız ve onun bizim içinde yaşaması için yeterli alana sahip değil.

 

Absürt manzaralarla karşı karşıya olduğumuzu anlamak için Ortadoğu ve Akdeniz bölgesine bakalım. Burada yaşananlar, tüm taraflar arasında ve çeşitli seviyelerdeki görüşlerde net bir bozulmanın varlığını açıkça ortaya koyuyor. Hem de geçmişleri ne kadar farklı olursa olsun, anavatanları ne kadar çeşitli olursa olsun, ne kadar çok dinleri olursa olsun, insanlar arasında bir arada yaşama kavramını neredeyse yok edecek düzeyde. Allah ise kitabında şöyle buyuruyor: (Ey insanlar! Bakın biz sizi, bir erkekten ve bir kadından yarattık. Sizi birbirinizi tanıyasınız diye, milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında şerefli ve itibarlı olanınız, yaşantısını, yolunu, yordamını Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışanlarınızdır. Çünkü Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır). Bu, Allah’ın insanlığa çağrısının genel ve kapsamlı olduğu, diğerlerini dışlayacak şekilde tek bir topluluğa veya diğerlerini bir yana bırakıp tek bir gruba yönelik olmadığı anlamına geliyor. İşte dünyanın göbeğinde yaşadığımız bölge, ılımlı ilahi din anlayışı ile uluslararası barış ve güvenliği adeta sarsacak radikalizm ve şiddet unsurları arasında gerçek bir çile ve zorluk ile karşı karşıya. Zira Suriye’de yolsuzluğu ve vahşeti oybirliğiyle kabul edilen bir rejim devrildi. Daha sonra  hiç hayal etmediğimiz, bilmediğimiz bir takım gerçekler karşımıza çıktı. Emevilerin başkenti, bölgeyi zorlu, sonu hesaplanmamış çatışmalara, kanlı savaşlara sürükleyebilecek yanılsamalar ve takıntılar gölgesinde, bazı gözlemcilerin endişelerini ve bazılarının korkularını artırabilecek yeni grupların kontrolü altına girdi.

Yeni yöneticiler, halklara inanan, insan haklarına saygılı, fanatizme ve aşırıcılığa yol açan her türlü uygulamayı reddeden modern unsurlara dönüşmek için ait oldukları örgüt ve onlarla birlikte savaştıkları silahlı milisler kılığından vazgeçtiklerini Şam'dan duyurdular. Dahası din muamele ve aynı zamanda ölçülü olma, ılımlılık, başkalarını sevmek, başkalarını önemsemek olmasına rağmen, semavi dinleri özünü anlamayan, daha ziyade görünüşle yetinen biçimsel bir okuma ile okumayı reddettiklerini de duyurdular.

Şam’ın birinci başkenti gibi göründüğü Büyük Levant bölgesi, her zaman olduğu gibi, milliyetçiliğin kaynağı, Arapçılığın deposu ve bir arada yaşamanın toprağı olmaya en layık ve uygun olandır. Ancak Filistin'i yasadışı yerleşim, gerekçesiz kötülüklerin ve asıl vatan sahiplerine karşı haksız saldırıların merkezi olarak seçen Siyonist hareket, Gazze'de bir yılı aşkın süredir devam eden kanlı savaş ve Lübnan topraklarının bir kısmına yönelik saldırıların ardından her şeyi tersine döndürdü. Bu da pek çok kriz, biriken çatışmalar ve kötü niyetler nedeniyle Suriye'de geleceğin yeni sorunları da beraberinde getirebileceğine dair bir güvensizlik ve şüphe duygusuna yol açtı.

Suriye'de bir rejim devrildi ve özellikle uygulamalarını gördükten ve içinin nasıl olduğunu öğrendikten sonra bu rejim gitmek zorundaydı. Bu nedenle alternatifin adil, merhametli, çağdaş olması, moderniteye inanması, bilime saygı duyması ve gelecek bayrağını yükseltmesi gerekiyor.

Bunun için gayret ediyoruz ve uzun süredir acı çeken, uzun süren kanlı çatışmalar, askeri çekişmeler, sürekli savaşlar, düşmanlıkların artmasına ve aynı milletten insanları arasında bile uçurumların açılmasına yol açan köklü kopuşların ardından artık huzura kavuşmasının zamanı gelen halklarımız da bunu arzuluyor. Çeşitli ülkeleri ile Araplar vatandaşlık, yani insanlar arasında din, ırk, soy ve renk farklılıklarına rağmen eşitlik sloganını yükseltsinler. O zaman Arap milleti yaşadığımız çağı görmenin, uyması gerekenlere bağlı kalmanın eşiğine gelecektir. Bu noktada birkaç gözlemde bulunmak istiyorum.

Birincisi; daha başlangıcında rejimleri ve otorite kaynaklarını yargılamak adaletsiz ve aceleci bir yargılama olacaktır. Değerlendirme objektif olmalı ve geçmişin kalıntılarından etkilenmemeli, koşullar ne kadar zor olursa olsun, ortam ne kadar bulutlu olursa olsun, mutlaka yalnızca geleceğe dair özlemleri, hayalleri ve umutları düşünmeli. Bu mutlak bağışlama, tamamen görmezden gelme veya tamamen unutma anlamına gelmiyor. İnsan, çevresinin çocuğu, doğasının bir ürünü ve bir ifadesidir. Bu nedenle hepimiz gerçekliği tüm yönleriyle ele almalı, net bir şekilde görüş alışverişinde bulunmalı ve başkalarını önyargılı olmadan kabul etmeliyiz. Şahsen ben, bazı sahnelerin ve Şam'ın yeni yöneticilerinin konuşmalarındaki bazı ifadelerin beni hâlâ biraz endişelendirdiğini, aynı zamanda ulusun güvenliği ve onu her yöne çeken ruhunun saflığı konusunda da korkularım olduğunu itiraf ediyorum.

İkincisi; yeni Suriye siyasi söyleminde söylenmeyenler ve dillendirilmeyenler de bazı meşru kaygılar uyandırıyor. Bu kaygı Filistinlilerin haklarının bu söylemde yer almamasına, dahası Suriye ülkesinin tüm Arapların desteklediği milliyetçi yaklaşıma bağlılığını destekleyen milliyetçi ifadelerin yokluğuna dayanıyor. Oysa uluslararası komploların, çocukları öldüren, şehirleri yok eden, evleri yıkan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun açık bir radikallik ile yürüttüğü bölgesel kötülüğün kokusunun belirgin olduğu mevcut dönemde tüm Araplar bu yaklaşıma bağlılıklarını gösterdiler. Bölgesel olarak milliyetçi yaklaşımı gerektiren bir diğer faktör, Osmanlı mirasını Batı- Amerikan sadakatiyle birleştiren dik kafalı ve anlaşılması güç bir politikacıdır. Tabii bununla, yayılmacı emellerini birkaç yıl önce eşiyle birlikte Somali Devleti'ne yaptığı, ne olması gerektiğini değerlendirdiği ve neyin egemen olması gerektiğini düşündüğü resmi bir ziyarette bizzat keşfettiğim Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı kastediyorum. Sudan'ın Sevakin Limanı’nda bir askeri üs kurma çabalarını da unutmamak lazım. Türk lider, Osmanlı saltanatını yeniden kurmaya çalışıyor, ancak herkes için yüzyıllar ve yıllar geçtiği için koşulların buna izin vermeyebileceği İslami sarığa alternatif olarak Amerikan-Batı şapkasını kullanıyor.

Üçüncüsü; iyi niyetli olarak kendilerine fırsat tanıdığımız Şam'ın yeni yöneticileri, büyük güçler ile bölgesel yönetimler arasında mutabakata varılanlar ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkarılmasında birinci sorumludur. Çünkü Arap varlığının bütünlüğünü, Filistinlilerin haklarının kesinliğini, herkesi ortak bir noktada buluşmaya davet eden Muhammedi çağrıdan önce gelen İsa Mesih'in doğuşuyla ilişkilendirilen bu günlerde, barış topraklarında hakların kabulü ve barışın tesisi için mücadele ve müzakere yoluna birlikte devam etmenin altını çizmek gerekiyor

Dördüncüsü; Arap dünyasını her yönden kuşatmaya çalışmak hiçbir koşulda doğru olmayacaktır. Aksine bambaşka bir sonuca yol açabilir. Uluslararası meşruiyete saygı duymayan, insan haklarına saygı duymayan, dahası tüm tarafların bir arada yaşayacağı bir gelecek düşünmeyen yeni Amerikan yönetimi ve İsrail hükümetiyle karşı karşıya olduğumuzu hatırlamak yeterlidir. Bu nedenle hepimiz gerçeği dikkatli bir şekilde gözlemlemeliyiz. Gazze'de savaşı başlatan ve saldırgan yürüyüşü Lübnan'a uzanan şeytani devlet, Irak'ı taciz eden, en ağır ve katlanılamayacak kadar zor bir zamanda Suriye meselesini gündeme getiren aynı devlettir.

Geriye Arap kitlelere aktarmamız gereken son bir şey kaldı; aralarındaki anlaşmazlıklar ve farklılıklar ne olursa olsun rejimler ve hükümetler arasındaki dayanışma, Gazze ve Lübnan'a yönelik saldırılar ve Suriye'deki rejim değişikliği sonrasında ortaya çıkan durumla yüzleşmenin en doğru yoludur. Zira sevinç gerçeği gölgede bıraktı ve Suriye'deki devrik rejime karşı kazanılan zafer bizi neredeyse sarhoş etti. Öyle ki artık Şam'da tamamen farklı ideolojiye sahip yeni bir rejimin yaşadığını, işleri yönettiğini, politikalar yürüttüğünü neredeyse unutacaktık. Sudan'daki bölünmüşlüğü, Libya'daki siyasi çatışmayı ve Filistin liderliği saflarındaki gizli anlaşmazlıkları dikkate alarak bu rejimin, adil ve modern olmasını umuyoruz.

Allah’tan Arap geleceğinin adil ve akıllı olması, insana inanması, hiçbir ayrım, ayrımcılık, fanatizm, radikalizm ve terörizm olmadan kapılarını tüm insanlığa açmasını diliyoruz.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.