Papa Francis: BAE, geleceği ve dünya barışını inşa ediyor

Papa Francis, Al-İttihad’a konuştu: “BAE liderliği, geleceği ve dünya barışını inşa etmekle ilgileniyor”

Papa Francis: BAE, geleceği ve dünya barışını inşa ediyor
TT

Papa Francis: BAE, geleceği ve dünya barışını inşa ediyor

Papa Francis: BAE, geleceği ve dünya barışını inşa ediyor

Hammad el-Kaabi

Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis, Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ve onun bölgede ve dünyada barış, hoşgörü ve bir arada yaşama kültürünü yaymadaki rolüne duyduğu derin takdiri dile getirdi. Papa, dünyadaki herhangi bir ülkenin büyüklüğünün sadece zenginlik ile ölçülmediğini, barış, kardeşlik ve bir arada yaşama değerlerinin yayılması ve savunulmasındaki somut rolü ile de ölçüldüğünü belirtti.

Şarku’l Avsat’ın BAE merkezli el-İttihad gazetesinden aktardığı röportaja göre Papa Francis, Devlet Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan’ın uluslararası barış ve hoşgörü çabalarını desteklemeye bağlılığına olan büyük takdirini ifade ederken, “Kültüre yatırım yapmak, nefretin azalmasını sağlar ve uygarlığın ve refahın büyümesine katkıda bulunur” dedi.

Papa, “Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan’ın tüm dünyadaki hastalıklarla mücadele etme ve ‘İnsan Kardeşliği Belgesi’ ilkelerini hastaların yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlayan somut girişimler yoluyla yayma taahhüdünü oldukça takdir ediyorum. Ekselanslarına ve BAE’nin belgenin öğretilerini somut eylemlere dönüştürme bağlılığına minnettarım. İyilik doğası gereği evrensel olmalıdır, çünkü kardeşlik evrenseldir” dedi. Merhum Şeyh Zayed bin Sultan Al Nahyan’ı da ülkesini hoşgörü, bir arada yaşama, eğitim ve gençlik üzerine inşa eden ileri görüşlü bir liderin harika bir örneği olarak nitelendirirken, çocuklarının da aynı yolu takip ettiğine dikkati çekti. Papa, Papalık vasiyetini devralmasından bu yana Ortadoğu basınına ilk kez konuştu. Röportaj ayrıca, Papa’nın başarılı ameliyatının ardından hastaneden taburcu olduktan sonra verdiği ilk röportaj oldu.

Geçirdiği başarılı ameliyatın ardından Papa Francis, El-İttihad aracılığıyla dünya genelinde milyonlarca insanı sağlığı konusunda rahatlattı. Öyle ki “Zordu, ancak şu an Tanrı’ya şükür daha iyiyim. Tüm hastaları düşünüyorum ve bir an önce iyileşmeleri ve hastalığın karanlığında hayatın anlamını, inancın ışığını ve umudun sevincini keşfetme gücünü bulmaları için dua ediyorum” dedi.

el-İttihad
el-İttihad

Katolik Kilisesi lideri ayrıca yol haritası olarak İnsan Kardeşliği Belgesi’nin önemine değinirken, ‘İbrahimi Aile Evi (Abrahamic Family House)’ projesini ve BAE’nin bu önemli projeyi uygulamadaki cesaretini övdü ve bir arada yaşamanın ve diyalog ve kardeşlik kültürünün önemli olduğunu vurguladı. Papa, Abu Dabi’ye yaptığı tarihi ziyareti hatırlatarak, “2019’da BAE’ye yaptığım geziyi ve karşılaştığım sıcak karşılamayı büyük bir sevinç ve şükranla hatırlıyorum. Sevgili ülkenizin bana bahşettiği cömertlik ve dostluktan derinden etkilendim” dedi. Papa ayrıca, “Abu Dabi’de yaptığım konuşmada söylediğim gibi, ülkenizde yatırımın sadece yer kaynaklarının çıkarılmasına değil, gönül kaynaklarına yani gençliğin eğitimine de yapıldığını görüyorum” dedi.

Aynı şekilde Papa Francis, “BAE ve Ekselansları Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan’ın geleceği inşa etme, kendi içine kapanma ve katılaşma cazibesinin üstesinden gelebilecek açık bir kimlik oluşturma taahhüdünü son derece takdir ediyorum. Barış ve hoşgörü için uluslararası çabalar destekleniyor. Çünkü kültüre yatırım, nefretin azalmasını teşvik eder ve uygarlığın ve refahın büyümesine katkıda bulunur” dedi. Papa, Vatikan’da kabul ettiğim tüm heyetlere belgeyi sunuyorum, çünkü bunun sadece dinler arası diyalog için değil, tüm insanların barış içinde bir arada yaşaması için önemli bir metin olduğuna inanıyorum” ifadelerini kullandı. “Küresel topluluğun belgenin mesajını ve hedeflerini gelecek nesiller için bir rehber olarak kabul etmesi, anlaması ve hepimizin tek bir insan ailesinin üyeleri olduğumuzu kabul etmesinden oldukça memnunum” diyen Papa, “Şunu söylemek istiyorum; Belge, herkese yol gösteren bir ışıktır ve savaş, şiddet, nefret ve terörizmden parçalanmış dünyamızda cesurca barışçıl olmayı seçen herkes için bir yol haritasıdır. Dünyanın bu yaraların zehrinden iyileşmesi gerekiyor” şeklinde konuştu. Ayrıca İsveç’te geçtiğimiz günlerde tanık olduğumuz Kur'an-ı Kerim’in yakılması olayıyla ilgili yaptığı ilk açıklamada “Buna izin verilmemeli ve kınanmalıdır” diyen Papa, ifade özgürlüğünün başkalarını hor görmenin bir aracı olarak kullanılmaması gerektiğini vurgulayarak, bu tür davranışlara duyduğu derin öfkeyi dile getirdi.

Katolik Kilisesi Lideri, “Görevimiz, dini duyguyu iş birliğine, kardeşliğe ve somut hayır işlerine dönüştürmektir. Bugün barışı sağlayanlara ihtiyacımız var, silah yapanlara değil. Barışı inşa edenlere ihtiyacımız var, çatışmaya teşvik edenlere değil. İtfaiyecilere ihtiyacımız var, kundakçılara değil. Yıkımla tehdit edilenlere değil, uzlaşma savunucularına ihtiyacımız var. Ya kardeşlik medeniyeti ya gerici düşmanlık... Ya geleceği birlikte kurarız, ya da gelecek olmaz” dedi.

Papa, dinler arası iş birliğinin geleceğinin karşılıklılık ilkesine, başkalarına saygıya ve gerçeğe dayandığını ifade etti.

el-İttihad
el-İttihad

‘İbrahimi Aile Evi’ konusunda ise “Onu, Tanrı’nın dilediği çeşitliliğe saygı yeri ve inancın şiddet, çatışma veya savaş duygularını değil, iyilik, diyalog, saygı ve barış duygularını beslemesi gerektiğine tanıklık eden bir mesaj olarak görüyorum” dedi.

Bu projenin hayata geçmesi için emeği geçen herkese teşekkürlerini ileten Papa, buranın dinsel diyalog ve dinler arası birlikte yaşama için bir model ve merkez haline geleceğine olan inancını dile getirdi.

Katolik Kilisesi Lideri, verdiği röportajda gençlere de geniş bir yer ayırdı. Öyle ki çirkin çatışmalara, olumsuz mesajlara, asılsız ve uydurma haberlere, materyalizm, nefret ve önyargıların içine düşme tehlikesinden korunmaları için kendilerine gerekli araçların sağlanması ve yeni nesillerin bu savaşta yalnız bırakılmaması çağrısında bulundu.

Papa, bu araçlardan en önemlilerinin özgürlük, ayrımcılık ve sorumluluk olduğunu söylerken, gençlere seçim yapamayan ve karar veremeyen çocuklar gibi davranılmaması konusunda da uyardı ve onları ‘şimdi’ olarak nitelendirmenin ve onlara yatırım yapmanın, sürekliliği sağlamak anlamına geldiğini vurguladı. Papa Francis, gençlere hitaben, “Ölüm ya da şiddet yapıcıları değil, barışın yapıcıları olun. Daha iyi olmak ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için kaynağı ve gücü Tanrı’ya imanda bulun. Dinin, asla bir çatışma, nefret ve şiddet faktörü değil barışın, bir arada yaşamanın ve kardeşliğin bir faktörü olmasına izin verin. Papa, 30 Kasım- 12 Aralık tarihleri ​​arasında BAE’de düzenlenmesi planlanan 28. Taraflar Konferansı’nı (COP28) da çevre krizini ele almak için acil bir çağrı olarak nitelendirdi ve devletin çabalarının ‘ortak evimiz’ olan gezegenimiz yararına sonuçlanmasını umduğunu ifade etti. Ayrıca çok geç olmadan iklim krizlerinin gerçek sorunlarına gerçekçi çözümler bulunması çağrısı yaptı.

İşte Papa Francis’in Al-İttihad’a verdiği röportajın tamamı;

-Öncelikle, ameliyatınız sonrasında sağlığınız hakkında içimizin rahatlamasını istiyoruz.

Zordu, ancak şu an Tanrı’ya şükür, doktorların ve hemşirelerin özveri ve profesyonellikleri sayesinde daha iyiyim. Onlar, aileleri ve bu günlerde bana mesaj yazıp benim için dua eden tüm insanlar için dua ediyorum

Tüm hastaları düşünüyorum ve bir an önce iyileşmeleri ve hastalığın karanlığında hayatın anlamını, inancın ışığını ve umudun sevincini keşfetme gücünü bulmaları için dua ediyorum.

-Sayın Papa, BAE’yi farklılıkların beşiği ve hoşgörü ülkesi olarak tanımladınız. Aynı şekilde 2019’da yaptığınız tarihi ziyareti de ‘dinler arası ilişkiler tarihinde yeni bir sayfa’ olarak nitelendirdiniz. Peki BAE’nin ve Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan’ın barış ve hoşgörü çabalarını desteklemede kilit bir ortak olarak rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

2019’da BAE’ye yaptığım geziyi ve karşılaştığım sıcak karşılamayı büyük bir sevinç ve şükranla hatırlıyorum. Sevgili ülkenizin bana bahşettiği cömertlik ve dostluktan derinden etkilendim.

Abu Dabi’de yaptığım konuşmada söylediğim gibi, ülkenizde yatırımın sadece yer kaynaklarının çıkarılmasına değil, gönül kaynaklarına yani gençliğin eğitimine de yapıldığını görüyorum.

BAE ve Ekselansları Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan’ın geleceği inşa etme, kendi içine kapanma ve katılaşma cazibesinin üstesinden gelebilecek açık bir kimlik oluşturma taahhüdünü son derece takdir ediyorum. Aslında dünyadaki herhangi bir ülkenin büyüklüğü, sadece zenginliği ile değil, her şeyden önce barışı, kardeşliği ve bir arada yaşama değerlerinin yayılması, savunulmasındaki ve uluslararası barış ve hoşgörü çabalarını desteklemedeki somut rolüyle ölçülür. Çünkü kültüre yatırım yapmak, nefretin azalmasını sağlar ve uygarlığın ve refahın büyümesine katkıda bulunur.

-Gençler genellikle kendilerini olumsuz mesajlar ve sahte haberlerle çevrili buluyor. Peki maddi kışkırtmalara, nefrete ve önyargılara nasıl direnebilirler? Adaletsizlikle ve acı dolu geçmiş deneyimlerle nasıl yüzleşebilirler? Başkalarının haklarını kendi haklarını savundukları güçle savunmayı nasıl öğrenebilirler?

Yeni medeniyet buluşmaları için onlara sağlam bir temel verirsek gençler, bir gün bizi iyi bir şekilde yargılayacaklardır. Ama onlara seraplardan, yalpalamalardan ve çirkin çatışmalarından başka bir şey bırakmazsak da kötü bir şekilde yargılayacaklardır.

Bana göre gençleri olumsuz mesajlara, asılsız ve uydurma haberlere, materyalizm, nefret ve önyargıların içine düşme tehlikesinden korumanın tek yolu, onları bu savaşta yalnız bırakmak değil, onlara gerekli olan araçları, yani özgürlük, pozitif ayrımcılık uygulamak ve sorumluluk vermektir.

el-İttihad
el-İttihad

Özgürlük, bir insanı farklı kılan şeydir. Tanrı, bizi O’nu reddetmekte bile özgür yaratmıştır. Bugün artık gençlerimizi düşünmemeye, soru sormamaya, şüphe duymaya zorlayamayız, çünkü sorgulamak gerçeğe giden yoldur. Çünkü vicdan özgürlüğü, inanç özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü büyümeleri ve öğrenmeleri için gereklidir.

Ellerinde her türlü bilgiye ulaşmalarını sağlayan cep telefonlarını tutan günümüz gençlerini, artık onları karanlığa, cehalete, nefrete ve tecride zorlayamayız.

Farklılık bir sanattır, öğrenilebilen ve kendine has kuralları olan bir sanattır. İyi bir şekilde farklı olmayı öğrenebilirsek, bu daha güzel ve uyumlu bir şekilde yaşamamızı sağlayacaktır. Farklılık ayrıca, uzman ve kendi kendine yeterli olduğumuzu asla varsaymadan, her zaman talep etmemiz gereken, Tanrı’nın bir armağanıdır. Bu, yanlış ile doğruyu, yalan ile gerçeği, yapmamız, anlamamız ve öğrenmemiz gerekenlerle, kaçınmamız, uzak durmamız ve direnmemiz gerekenleri ayırt edebilme yeteneğidir.

Sorumluluk, geleceği yapanlardan ve inşa edenlerden biri olduğunun bilincinde olmaktır. Gençlere seçim yapmaktan ve karar vermekten aciz çocuklar gibi davranmanın cazibesine asla düşmemeliyiz. Onlar, şimdidir ve onlara yatırım yapmak sürekliliği sağlamak demektir.

Sevgili ülkenizin kurucusu Şeyh Zayid, ülkenizi hoşgörü, bir arada yaşama, eğitim ve gençlik üzerine inşa eden ileri görüşlü bir liderin harika bir örneğidir. Çocukları da onun yolunu takip etmektedir.

Nefrete, önyargıya, yüzleşmeye ve adaletsizliğe karşı ancak sevgi, hoşgörü, adalet, diyalog, açıklık ve beşeri kardeşlik yolunu seçme cesaretini göstererek mücadele edebiliriz. Şu altın kuralı takip edebiliriz; ‘Sana yapılmasını istediğin şeyi başkalarına da yap.’

el-İttihad
el-İttihad

-İnsan Kardeşliği Belgesi’nde belgeyi küresel karar vericilere ve ilgili uluslararası ve bölgesel kuruluşlara teslim etmek için çalışacağınızı taahhüt ettiniz ve gerçekten de bunu ABD Başkanı’na sundunuz. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler (BM) bu belgeyi onayladı ve 4 Şubat gününü, insan kardeşliği günü olarak kabul etti. Peki gelecek nesiller için bir rehber ve hepimizin tek bir insan ailesinin üyeleri olduğumuzu göz önünde bulundurduğumuzda, küresel topluluğun vizyonunu ve belgenin mesajını ve hedeflerini gerçekleştirmesini nasıl tanımlarsınız? Dinler arası iş birliğinin geleceği nedir?

İnsan Kardeşliği Belgesi’ni Vatikan’da kabul ettiğim tüm heyetlere sunuyorum. Çünkü bunun sadece dinler arası diyalog için değil, tüm insanların barış içinde bir arada yaşaması için önemli bir metin olduğuna inanıyorum.

Ya kardeşlik medeniyeti ya gerici düşmanlık... Ya geleceği birlikte kurarız, ya da gelecek olmaz.

Belgenin giderek daha kültürlü hale gelmesi için, küresel topluluğun belgenin mesajını ve hedeflerini gelecek nesiller için bir rehber olarak kabul etmesi, anlaması ve hepimizin tek bir insan ailesinin üyeleri olduğumuzu kabul etmesinden oldukça memnunum.

Şunu söylemek istiyorum; Belge, bütün iyi niyetli erkek ve kadınlara bir arada yaşama ve bir araya gelme yolunda rehberlik eden bir ışıktır. Savaş, şiddet, nefret ve terörizmden parçalanmış dünyamızda cesurca barışçıl olmayı seçen herkes için bir yol haritasıdır. İnsan kardeşliği, dünyanın bu yaraların zehrinden kendini iyileştirmesi için ihtiyaç duyduğu panzehirdir.

Dinler arası iş birliğinin geleceği, karşılıklılık ilkesine, diğerine saygıya ve gerçeğe dayanmaktadır. Tüm dinlerin mesajı, elbette sadece kötülüğü ortaya çıkarmak için bir çağrı değildir; Aksine, barışı teşvik etme çağrısını ve uzlaşmacı uyuma boyun eğmeden görevimizi içerir. Bu mesaj, yardımlaşma ve dostluk ruhu içinde, Tanrı’dan barışın bereketini dilemek, bir araya gelmek, diyalog kurmak ve uyumu pekiştirmek için birbirimize dua etmektir. Bizim görevimiz, dini duyguyu işbirliğine, kardeşliğe, somut hayır işlerine dönüştürmektir.

Bugün barışı sağlayanlara ihtiyacımız var, silah yapanlara değil. Barışı inşa edenlere ihtiyacımız var, çatışmaya teşvik edenlere değil. İtfaiyecilere ihtiyacımız var, kundakçılara değil. Yıkımla tehdit edilenlere değil, uzlaşma savunucularına ihtiyacımız var.

-El-Ezher Şeyhi Dr. Ahmed et-Tayyib ile imzaladığınız belgede, diyalog ve anlayışın, hoşgörü ve birlikte yaşama kültürünün yaygınlaştırılmasının, insanlığın büyük bir bölümünü kuşatan birçok sosyal, siyasi, ekonomik ve çevresel sorunun kontrol altına alınmasına katkıda bulunacağı belirtildi. Peki bu konuda bugüne kadar yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz ve bunun için ne gibi adımlar atılabilir?

Belge, tüm belgenin temelini oluşturan bu temel cümle ile başlıyor: “İman, inananın karşısındakini kardeşi gibi görmesine, ona sahip çıkmasına, onu sevmesine vesile olur. Tüm insanları yaratan, kâinatı ve mahlukatı yaratan ve onları rahmetiyle bir arada tutan Allah’a olan imana dayanarak inanan, yaratılanları ve tüm evreni gözetip, başta zayıflar ve en muhtaçlar olmak üzere her insana yardım edip bu insan kardeşliğini ifade etmeye çağrılmıştır.”

el-İttihad
el-İttihad

Ancak bu şekilde Tanrı’yı onurlandırabiliriz, yani kendimizi sözle değil, amel ve hayır işleriyle, özellikle de muhtaç durumdaki kardeşlerimize ve yoksullara karşı kardeş olarak görerek.

Kardeşlikten bahsetmek kolaydır. Ancak kardeşliğin gerçek ölçüsü, kardeşlerimize yardım etmek, onları desteklemek, beslemek ve hoş karşılamak için somut bir şekilde gerçekten ortaya koyduklarımızdır.

Doğası gereği her iyi, ayrım gözetmeksizin herkese yönelik olmalıdır. Sadece benim gibi düşünen veya inananlara iyilik yaparsam, o zaman benim iyiliğim ikiyüzlüdür. Çünkü iyilik ayrım ve dışlamayı bilmez.

Bu noktada belgeden doğan ve ayrım gözetmeksizin herkese hizmet veren hayır kurum ve kuruluşlarını teşvik etmekten memnuniyet duyuyorum.

-İyilik ve kalkınma ile eşanlamlı olacak, nefreti, ırkçılığı ve hoşgörüsüzlüğü reddedecek şekilde bir hoşgörü kültürü, nasıl insanların yaşamlarına ve günlük ilişkilerine yerleştirilebilir? Mevzuat ve kanunlar, hoşgörü değerlerinin güçlendirilmesine ve nefret ve hoşgörüsüzlüğün reddedilmesine nasıl katkıda bulunur?

Eğitim ve sosyal ve dini bağlılık yoluyla günlük hayatımıza bir ‘hoşgörü kültürü’ aşılanabilir.

Farklılıklara saygı duymayı öğrendiğimizde ve onları bir tehdit yerine bir değer olarak gördüğümüzde hoşgörü gerçeğe dönüşecektir. İnsan Kardeşliği Belgesi’nin de belirttiği gibi Tanrı, insanları ölsünler, savaşsınlar, işkence etsinler, hayatları ve geçimleri üzerinde baskı oluştursunlar diye yaratmadı.

-BM, yeni teknolojinin yardımıyla dünyanın farklı bölgelerinde terör tehdidinin arttığı ve yaygınlaştığı konusunda uyarıda bulundu. Tüm inançlardan insanlara, özellikle de dünya genelinde barışı teşvik etmek, terörle mücadele etmek ve nefreti reddetmek için çalışan gençlere mesajınız nedir?

‘Barışın kurucuları’ olmak ve asla ölüm ya da şiddet yaratmamak. Daha iyi olmak ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için Tanrı’ya olan inancı, kaynağı ve gücü bulmak. Dinin barışın, bir arada yaşamanın ve kardeşliğin unsuru olmasına izin vermeleri, asla çatışmanın, nefretin ve şiddetin unsuru olmamaları. Belgenin dediği gibi, “Dinlerin ilk ve en önemli amacı, Tanrı’ya inanmak, O’na ibadet etmek ve tüm insanları bu evrenin, onu yöneten, bizi ilahi hikmetle yaratan Yaratıcısı olan bir Tanrı’ya bağlı olduğuna inanmaya teşvik etmektir. O, bize onu korumamız için yaşam armağanı verdi, Kimsenin onu istediği gibi geri almaya, tehdit etmeye veya elden çıkarmaya hakkı olmayan bir armağan. Aksine, herkes onu başlangıcından doğal sonuna kadar korumalıdır. Bu nedenle soykırım, terör faaliyetleri, zorla yerinden etme, insan organı kaçakçılığı, kürtaj, merhametsiz ölüm ve bunu teşvik eden politikalar gibi yaşamı tehdit eden tüm uygulamalar kınanmalıdır.”

-İnsan Kardeşliği Belgesi’nin rahminden doğan ‘İbrahimi Aile Evi’ projesinin temel taşını, El-Ezher Büyük İmamı ve liderlerimizle birlikte imzaladınız. Bu sadece bir fikirdi ve şimdi gerçek oldu. Bu proje hakkındaki görüşünüz nedir? Aynı şekilde BAE’nin bunu bu kadar kısa sürede hayata geçirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Dinler arasında bir arada yaşama mümkün müdür?

‘İbrahimi Aile Evi’ açılış töreninde gönderdiğim video mesajımda şunları söyledim; “Assisili Fransis’e adanmış bir kilise, bir cami ve bir sinagog’ olmak üzere üç ibadet yerinden oluşan İbrahimi Evi, insan kardeşliği ilkesini yerine getirmek için doğdu.”

Bu yer, her inananın elini göğe kaldırdığı, inananlar arasında çeşitlilik ve karşılıklı saygı içinde bir arada yaşamanın hüküm sürdüğü bir ibadet yeridir. Burası, Tanrı’ya olan inancın sadece iyilik, diyalog, saygı ve barış duygularını beslemesi gerektiğine ve asla şiddet, çatışma veya savaş duygularını beslememesi gerektiğine tanıklık eden bir mesajdır.

İbrahimi Aile Evi, Tanrı’nın dilediği çeşitliliğe saygı gösterilen ve farklılıkları hor görmeme veya çatışma sebebi haline getirmeme yeridir.

Burası, bir arada yaşama, hoşgörü ve inanç yeridir. Her birimiz, diğerinin inancına ve insan özgürlüğüne saygı duyarak inancını yaşayabiliriz. Ancak inançlarından emin olmayanlar, bir başkasıyla bir araya gelme korkusu yaşar ve mücadeleye koşar. Gerçek inanan, inancını başkaları tarafından tehdit edilmeden ve başkalarını tehdit etme ihtiyacı duymadan yaşar.

İbrahimi Evi, çeşitlilik içinde bir arada yaşama modeli olacak şekilde tasarlanmış ve inşa edilmiştir. Her inananın, inancına, örf ve adetlerine tam saygı duyarak, barış, hoşgörü ve kardeşlik değerlerini bulduğu ve yaşadığı bir yerdir.

Bu projeyi gerçeğe dönüştürmek için özveri ve bağlılıkla çalışan herkese buradan içtenlikle teşekkür ediyorum. Eminim ki burası, dinler arası dini diyalog ve birlikte yaşama için bir model ve bir merkez haline gelecektir.

-Geçtiğimiz günlerde İsveç’te Kur’an-ı Kerim’in yakılması olayı hakkındaki değerlendirmeniz nedir? Bu tür utanç verici davranışlar hakkında ne düşünüyorsun?

Bu tür davranışlar, beni öfkelendiriyor ve tiksindiriyor. Kutsal sayılan her kitaba ve bu kitaba inananlara saygı gösterilmelidir. İfade özgürlüğü, başkalarını hor görmenin bir aracı olarak kullanılmamalı, buna izin verilmemeli ve bu kınanmalıdır.

-Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan ile tropikal hastalıklara karşı mücadeleyi vurgulayan Küresel Sağlık Ortak Bildirgesi’nin imzalanması vesilesiyle dünyadaki hastalıklarla mücadele için işbirliği dile getirdiniz. Bu çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca toplumların refahını artırmak ve küresel kalkınma hedeflerine ulaşmak için neyi amaçlıyorlar?

Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan’ın dünyadaki hastalıklarla mücadele etme ve Abu Dabi Belgesi’nin ilkelerini, yoksul ve hasta kardeşlerimizin hayatlarını iyileştirmeyi amaçlayan somut girişimler yoluyla yayma taahhüdünü oldukça takdir ediyorum.

Ekselanslarına ve BAE’nin belgenin öğretilerini somut eylemlere dönüştürme bağlılığına minnettarım. Bu eylemler herkesi içeren ve herkese hizmet eden eylemlerdir. Çünkü az önce söylediğim gibi iyilik doğası gereği evrensel olmalıdır, çünkü kardeşlik evrenseldir.

-İklim değişikliğinin yarattığı büyük zorluklara küresel çözümler bulunması için birden fazla kez çağrıda bulundunuz. Ayrıca ortak evimizi koruma ve yaşam biçimlerinde derin değişiklikler yaratarak yaşadığımız gezegeni iyileştirme çağrısı yaptınız. Bu yıl BAE, 28. Taraflar Konferansı’na (COP28) ev sahipliği yapacak. Sayın Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan, 2023’ü ülkede sürdürülebilirlik yılı ilan etti. BAE’nin bu konudaki çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz ve gezegeni korumak için dünyaya mesajınız nedir?

Ortak evimizin bakımı hakkındaki Papalık mesajım ‘Laudato si’’de, bizden sonra gelenlere, büyüyen çocuklara nasıl bir dünya bırakmak istediğimizi sorgulamaya çalıştım.

Mısır’daki COP27 ve BAE’deki COP28, acil çağrının duyulması ve çevre krizine, yeryüzünün çığlığına ve artık bekleyecek güçleri kalmayan yoksulların çığlığına yanıt verilmesi için temel vesilelerdir.

Yüce Tanrımız’ın armağanı olan yaratılışa sahip çıkalım. BAE’nin çabalarını teşvik ediyor, ‘ortak evimiz’ olan gezegenimizin yararına büyük başarılar diliyorum. Bu krizle yüzleşmenin tek etkili yolu, ekolojik krizin gerçek sorunlarına gerçekçi çözümler bulmaktır. Çok geç olmadan açıklamaları eyleme dönüştürmeliyiz.



Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
TT

Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)

2015 yılının eylül ayında Beyaz Saray'da İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz ile eski ABD Başkanı Barack Obama arasında düzenlenen Suudi Arabistan-ABD zirvesinde, Veliaht Prens Muhammed bin Selman, 21. yüzyılda iki ülke arasındaki stratejik ilişkiye dair Suudi Arabistan'ın vizyonunu içeren bir brifing sundu.

O dönemde genç prens, 80 yılı aşkın bir süredir birçok aşama ve gelişmeden geçen Suudi Arabistan-ABD ilişkileri için yeni bir vizyona sahip gibi görünüyordu ve bu ilişkilerin gelecekteki seyrini yeniden şekillendirme konusunda kararlıydı.

Görsel kaldırıldı.
İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz, Eylül 2015’te Beyaz Saray’da Başkan Barack Obama ile görüşürken (SPA)

Amerikan başkanlığı sonraki on yıl boyunca Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında değişti. En önemli dönüm noktası, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Mart 2017’de Beyaz Saray’da Başkan Donald Trump ile yaptığı ilk görüşme oldu. Bu görüşme, Trump’ın görevdeki ilk dönemi sırasında Riyad’ı ilk yurt dışı durağı olarak seçmesine yol açtı.

Trump, Mayıs 2017’deki tarihi Riyad ziyaretinde Arap ve İslam dünyasının liderlerine hitap eden bir konuşma yaptı; konuşmasında Ortadoğu’daki terör ve çatışmalar gibi meseleleri vurguladı. Bu ziyaret sırasında Kral Selman bin Abdulaziz, Trump ile iki ülkenin ortak stratejik vizyon bildirisini imzaladı.

Ocak 2020’de Joe Biden başkan olarak göreve başladı ve en yakın ortağıyla ilişkiyi sınırlayacağına dair söz verdi.

Ancak bu söz tutulmadı. Zira Rusya-Ukrayna krizi ve küresel sahnedeki diğer gelişmeler ışığında Suudi Arabistan-ABD ortaklığının önemi fark edildi. Biden, Temmuz 2022’de Cidde’ye gelerek Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüştü.

Görsel kaldırıldı.
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Temmuz 2022'de Riyad'da dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile görüştü. (Reuters)

Suudi yetkililer, ABD ile ilişkilerin istikrarlı olduğunu ve Beyaz Saray'daki yönetim değişikliklerinden etkilenmediğini her zaman vurguladı.

Aynı on yıl boyunca Suudiler, kapasitelerini geliştirmeye, potansiyellerini artırmaya, vizyon hedeflerine ulaşmaya ve küresel konumlarını güçlendirmeye devam ettiler.

Suudi Arabistan-ABD ilişkilerindeki değişimler, Çin'in Washington'un stratejik rakibi olarak yükselişi ve ekonomik ağırlık merkezinin Asya'ya kayması gibi dünyanın tanık olduğu köklü değişikliklerden bağımsız değil. Ukrayna'daki savaş, enerji güvenliğinin ve pazarlarını istikrara kavuşturabilen ülkelerin önemini daha da artırdı.

ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesi de diğer öncelikler lehine azaldı; bu da Riyad'ın siyasi yumuşamadan ekonomik ortaklıklara ve bölgesel güvenliğe yönelik yeni yaklaşımların formülasyonuna kadar etkili bölgesel girişimlere öncülük etmesinin önünü açtı.

Aynı zamanda, teknoloji ve yapay zekâ küresel ekonominin temel itici güçleri olarak ortaya çıktı ve yatırım ve teknoloji ortaklıklarını Washington'un hesaplamalarında daha merkezi bir konuma getirdi.

Bu değişiklikler, Riyad ile Washington arasındaki ilişkiyi, durumsal ihtiyaçlara dayalı bir ilişkiden, eşitlik, ortak çıkarlar ve geleceği şekillendirme üzerine kurulu bir ilişkiye dönüştürdü.

Amerikan başkanlığını ikinci kez devraldıktan sonra, Başkan Donald Trump Mayıs 2025’te tekrar Riyad’ı ziyaret etti ve uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmada terör ve savaşlardan söz etmedi; aksine bölgenin parlak geleceği ve Kral Selman ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın liderliğinde gerçekleşen büyük ve olağanüstü dönüşüm üzerinde durdu. Riyad’da Suriye yetkilileri de hazır bulundu, Suudi Arabistan’ın talebiyle yaptırımlar konusu kapatıldı ve Başkan Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yla görüştü.

Konuşması sırasında Başkan Trump, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a “Geceleri uyuyabiliyor musun?” diye sordu ve ardından Muhammed bin Selman’ın ‘işleri nasıl daha iyi hale getirebileceğini düşünerek bütün gece uykusuz kaldığını’ söyledi. “Suudi Arabistan’ın başarıları dışarıdan gelmedi, aksine liderleri ve halkının devletlerini geliştirme, vizyonlarını ilerletme ve kendi yollarıyla geleceklerini inşa etme kararlılığı sayesinde elde edildi” diyen Trump, bunu ‘Arap tarzında modern bir mucize’ olarak tanımladı.

Görsel kaldırıldı.
2025 yılının mayıs ayında Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan – ABD – Suriye üçlü toplantısından (SPA)

Bu konuşma bizi, Amerikan Life dergisinin 1943 yılının mart ayında Kral Abdulaziz ile yaptığı röportaja geri götürüyor. Röportajda Kral, ‘asla uyumayan gözlerle krallığının dizginlerini elinde tutan’ bir adam olarak tanımlanıyor. Dünün birleştirici büyükbaba hakkındaki konuşmaları, bugünün başarılı torun hakkındaki konuşmalarına benziyor.

Tüm bu bağlamlar ve bölgenin tanık olduğu dönüşümler ışığında, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Washington ziyareti, Başkan Trump ile görüşmesi ve bu görüşmeden çıkması beklenen anlaşmalar devreye giriyor. Ziyaretle ilgili manşetleri siyasi ve güvenlik konuları domine etse de, ekonomi ve yatırım konuları da gündemde olacak. Belki de en anlamlı tanım, Başkan Trump'ın bunun sadece bir toplantı değil, Suudi Arabistan ve genç prense bir övgü olduğunu belirten yorumudur.

Medya raporları ile bazı Amerikan siyasetçilere atfedilen sızıntılar ve açıklamalar hâlâ ABD himayesinde bir Suudi normalleşmesine bahis açıyor; ancak tüm baskılara ve girişimlere rağmen Suudi duruşu Filistin konusunda kararlı kalacaktır. Suudi Arabistan’ın en önemli ortağı olan ABD ile çıkarları -ki ABD’nin İsrail’i desteklemesi siyasi bir ilke olarak kabul edilir- hiçbir zaman Suudi Arabistan’ın Filistin’i destekleme konusundaki köklü siyasi ilkesi önüne geçmemiştir. Suudi dış politikası, 1967 sınırları üzerinde bağımsız bir devlet kurulmasını içeren kapsamlı bir çözüm sağlanmadan normalleşmeye gitmemek yönünde devam etmektedir.

İsrail’in katliam makineleri Gazze’de ne yaptıysa yaptı ve Filistin meselesini tasfiye etmeye çalıştı; ancak Kral Selman ve Veliaht Prens liderliğindeki Suudi çabaları, yalnızca ateşkes sağlamakla sınırlı kalmadı. İki devletli çözüm çabasında tarihi bir atılım gerçekleştirildi; ‘zorunlu çözüm’ ilan edildi ve Filistin, Balfour Vaadi’ni (Balfour Deklarasyonu) veren devlet başta olmak üzere birçok etkili ülkeden ve Birleşmiş Milletler’in (BM) bölünme kararının alındığı kürsüden tanınma hakkı kazandı. Aynı zamanda Suudi diplomatik mücadelesi, uzun yıllar boyunca Filistin hakkını savunmak yönünde devam etti.

ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Filistin devletinin kurulmasını dayatma çabaları ve nükleer cephaneliğe sahip Pakistan ile ortak savunma anlaşması imzalaması gibi girişimlerine rağmen, Başkan Trump, Suudi Arabistan’a, liderliğine ve özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a birçok kez takdirini ifade etti. Çünkü güçlü ve net ilkelere sahip bir dost, bazı konularda görüşler farklı olsa bile saygıyı zorunlu kılar. Amerikan deneyimi yalnızca güçlüleri kutlar; miras veya sloganlarla değil, elde edilen başarılarla güçlü olanları…

İki ülke arasındaki olağanüstü görüşme sırasında hangi tür anlaşmalar yapılır veya hangi sonuçlar elde edilirse edilsin, kesin olan şudur ki bu sonuçlar stratejik ortaklığı pekiştirecektir. Gözlemciler, Washington’daki toplantıların bölge için güvenlik ve refah ile stratejik ilişkilerin geleceğine dair bir vizyon oluşturacağını ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın zekâsıyla, ‘brifingden başarıya’ dönüşen süreçle bu stratejik ilişkileri şekillendireceğini öngörüyor.


Suudi Arabistan ve ABD, Muhammed bin Selman'ın Washington ziyaretinden beklentileri neler?

ABD Başkanı Trump ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman Riyad'da anlaşmaların imzalandığı görüşmelerinden bir kare (AFP)
ABD Başkanı Trump ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman Riyad'da anlaşmaların imzalandığı görüşmelerinden bir kare (AFP)
TT

Suudi Arabistan ve ABD, Muhammed bin Selman'ın Washington ziyaretinden beklentileri neler?

ABD Başkanı Trump ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman Riyad'da anlaşmaların imzalandığı görüşmelerinden bir kare (AFP)
ABD Başkanı Trump ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman Riyad'da anlaşmaların imzalandığı görüşmelerinden bir kare (AFP)

Tarık eş-Şami

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın yedi yıl sonra ABD'ye yaptığı ilk ziyaret, Beyaz Saray tarafından özel kutlamalarla karşılanırken medyanın bu ziyarete yoğun ilgi gösteriyor. Öte yandan Washington’ın bu ziyaretin sonuçlarından beklentileri büyük. İki ülke arasındaki savunma, güvenlik ve ekonomi alanlarında olumlu ve gelişen ilişkileri pekiştirmenin yanı sıra, Başkan Donald Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'a yaptığı başarılı ziyaretin ardından, iki taraf Ortadoğu'da yaşanan jeopolitik yeniden yapılanma çerçevesinde jeopolitik alanda neler yapılabileceğini ele alacak.

Bu yüzden belki de Ortadoğu ülkeleri ve dünyanın geri kalanı, özellikle iki taraf arasındaki güvenlik ve savunma garantilerinin güçlendirilmesi bakımından ziyaretin Suudi Arabistan'ın Suriye, Gazze ve Batı Şeria'daki artan rolü ve Abraham (İbrahim) Anlaşmalarının kapsamının genişletilmesi konusu tartışılmadan önce Trump yönetiminin Gazze Şeridi’nin geleceği konusunda daha iyi bir vizyon belirlemesi meselesinde doğuracağı sonucu yakından takip ediyor.

Yeni bir ortaklık düzeyi

Bunun bir çalışma ziyareti olmasına rağmen, Trump yönetimi Suudi Arabistan Veliaht Prensi için müttefik liderlerin resmi ziyaretlerine benzer şekilde eşsiz bir karşılama hazırlıyor. Ziyarette Beyaz Saray'ın Güney Bahçesi'ndeki resepsiyonda askeri bando performansı, Oval Ofis'te toplantı, İdari Ofis Binası'nda öğle yemeği ve savunma ve ekonomi anlaşmalarının imzalanması yer alacak. Ardından, Doğu Salonu'nda ABD yönetiminin üst düzey yetkilileri, Kongre liderleri ve eyalet valileriyle bir çalışma yemeği verilecek.

cd
Trump yönetimi, Suudi Arabistan'ın bölgedeki artan rolünü kabul ediyor (AFP)

Ancak bu görkemli karşılama sırasında dikkatler, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın 2018 yılından bu yana Washington'a yaptığı ilk ziyaretin ne gibi sonuçlar doğuracağına, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin nasıl yeni bir ortaklık düzeyine yükseltilebileceğine, Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'a yaptığı başarılı ziyaretin temelleri üzerine nasıl inşa edilebileceğine ve Başkan Trump ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman arasındaki güçlü şahsi ilişkinin, hızlı bölgesel ve küresel jeopolitik değişiklikler ortamında aralarındaki yakın siyasi, güvenlik, ticaret ve ekonomik bağları güçlendirmek için nasıl kullanılabileceğine yöneliyor. Washington ve Riyad, birbirlerine ihtiyaçları olduğunun farkındalar ve bu önemli ziyaret, her iki tarafın da iddialı taahhütlerini somut sonuçlara dönüştürme becerisini test edecek.

Bu toplantılarda, iki lider çok fazla konuyu ele alacak. Özellikle yapay zeka (AI) ve büyüyen bölgesel veri merkezleri alanlarında yeni ekonomik ve yatırım bağları büyük ilgi çekiyor. Ancak, Suudi Arabistan'ın F-35 uçakları satın alması, nükleer enerjinin geliştirilmesi, Gazze'de nasıl ilerleme sağlanacağı ve İsrail ile ilişkiler gibi her iki taraf için de en önemli konuların yönetimi, daha geniş ve iç içe geçmiş bölgesel sorunları gündeme getirdiği için her iki taraf için de daha zor olacak.

Gazze barış planının uygulanması

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Trump yönetimi, Suudi Arabistan'ın bölgedeki artan rolünü kabul ediyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, ABD'nin Suriye'ye uyguladığı yaptırımların kaldırılmasında önemli bir rol oynadı. Bu yüzden Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile yaptığı önceki görüşme hakkında ilk elden bilgi almak isteyebilir.

Ayrıca Suriye’nin komşusu Lübnan'da Hizbullah'ın yeniden silahlanmasına dair beliren işaretler, Suriye, ABD ve Suudi Arabistan gibi bölgedeki etkili ülkeler için bu konuyu daha da acil hale getiriyor. Bunun yanında Gazze Şeridi ve Batı Şeria'nın geleceği de zirve sırasında ele alınacak gündem maddeleri arasında yer alıyor.

Başkan Trump'ın Gazze’de barış için önerdiği 20 maddelik plan prensipte Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından kamuoyu önünde kabul görecek olsa da Suudi Arabistan’ın Gazze Şeridi’nin yeniden inşasına veya Uluslararası İstikrarı Destekleme Gücü’ne katılımı Hamas'ın silahsızlandırılması, İsrail’in Gazze Şeridi’nden çekilmesi ve Filistin devletine giden güvenilir bir yolun ortaya çıkmasına bağlı olacak ve bu süreç henüz başlamadı.

Chicago Küresel İlişkiler Konseyi’nden Kıdemli Danışman Rachel Bronson'a göre Suudi Arabistan, Gazze Şeridi'nin yeniden inşasında herhangi bir lider rol üstlenmeden önce, Başkan Trump'ın planını Gazze'de uygulamak istiyor, çünkü bu planın maliyetinin önemli bir kısmını üstlenmesi bekleniyor. ABD de Gazze'nin geleceğinde Hamas'ın daha güçlü bir rol oynamasını isteyen diğer ülkelerin gelecekteki rolünü anlamak isteyen Riyad'a durumu açıklamak zorunda kaldığı bir ikilemle karşı karşıya.

scdf
Gazze Şeridi ve Batı Şeria'nın geleceği, Suudi Arabistan ile ABD arasındaki zirvenin gündeminde yer alacak gibi görünüyor (AFP)

Trump, Gazze'de ateşkesin sağlanması için Suudi Arabistan'ın daha aktif bir rol oynamasını, özellikle de yeniden inşanın finansmanı ve Hamas'ın hükümette rol almamasının sağlanması konusunda, ateşkesin ardından yapılacak planlamalarda Suudi Arabistan'ın daha aktif bir rol oynamasını isteyecek gibi görünüyor. Analizler, ABD Başkanı’nın planının 19’uncu maddesine atıfta bulunacağını öngörüyor. Bu madde, Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme ve devlet kurma yolunda atılacak her adımın, Washington'un son derece önemli gördüğü Filistin Yönetimi içindeki reformların uygulanmasına bağlı olacağını belirtiyor. Temel reformlar yapılmazsa, ilerleme, siyasi ufuk ve devlet olmayabilir. Bu yüzden Trump'ın Filistin Yönetimi'nin reformu için yardım isteyeceği, Washington'un ise İsrail ile ilgili kısmı üstleneceği tahmin ediliyor.

Abraham Anlaşmaları

Trump'ın yakın gelecekte ABD'nin arabuluculuğuyla Abraham Anlaşmalarının kapsamının genişletilebileceğine dair iyimserliği, Suudi Arabistan'ın anlaşmaları yakın zamanda imzalaması olasılığının düşük olması nedeniyle, ABD'nin daha gerçekçi iç değerlendirmeleriyle dengelenmiş görünüyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde Ortadoğu danışmanı olarak görev yapan Dennis Ross’un da dediği gibi, Trump, Suudilerin mevcut koşullar altında İsrail ile siyasi normalleşmeye doğru adım atmayacağının farkında. Dolayısıyla bu adım Gazze'de bir değişiklik olana kadar beklemek zorunda kalacak. Bunun yanında ABD basınının Trump yönetiminden üç yetkiliye dayandırdığı haberlere göre yönetim Trump'ın ikinci döneminin sonuna kadar bir anlaşmaya varılabileceği konusunda ihtiyatlı bir iyimserliğe sahip.

Trump'ın bu konudaki güvenine ve defalarca kez bununla ilgili yaptığı açıklamalara rağmen İsrail ile Hamas arasındaki savaşın korkunç görüntüleri insanların zihninde halen taze olduğu ve yıkıma uğrayan Gazze Şeridi'nin yeniden inşasının yıllar alacağı için Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ı en azından yakın vadede Abraham Anlaşmalarına katılmaya ikna etmekte zorluklar yaşıyor. Ayrıca, Batı Şeria'daki İsrailli yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik şiddet eylemlerinin devam etmesi, bölgede Binyamin Netanyahu hükümetine olan güvensizliği artırdı.

Washington’da bulunan İsrail yanlısı bir düşünce kuruluşu olan Demokrasileri Savunma Vakfı'nın yönetici direktörü Jonathan Schanzer'in de belirttiği gibi, Gazze'deki yıkım ve sefalet manzaraları devam ettiği sürece Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin bu yönde herhangi bir adım atması zor.

F-35 savaş uçakları

Veliaht Prens’in Washington ziyareti, geçtiğimiz mayıs ayında Başkan Trump'ın Riyad’a yaptığı ziyaret sırasında açıklanan Suudi Arabistan ile ABD arasındaki 142 milyar dolarlık silah anlaşmasının ilerlemesine yardımcı olacak. Ancak, nihai pakete dünyanın en gelişmiş ve en güçlü savaş uçakları arasında yer alan F-35'ler de dahil edilirse, bu uçaklar ilk kez bir Arap ordusuna satılmış olacak. Bu da ABD savunma sanayisi için önemli bir adım. Bu gelişme, Arap ülkelerinden diğer ortakların da benzer formülasyonları daha kolay elde etmelerinin önünü açabilir.

Fakat F-35 uçaklarının Suudi Arabistan'a teslimatı, özelliklerine bakılmaksızın yıllar sürecek ve satış kısa vadede bölgesel güvenliği etkilemeyecek olsa da ABD'li yetkililer, Trump yönetiminin, özellikle Trump'ın Gazze'deki barış planının başarıya ulaşması için İsrail'in desteğine ihtiyaç duyduğu bir dönemde, İsrail'in komşuları üzerindeki niteliksel askeri üstünlüğünü bozmaktan kaçınmaya devam ettiğini düşünüyor.

sdfr
Veliaht Prens’in ziyareti, ABD'nin Suudi Arabistan ile silah anlaşmasını ilerletmeye yardımcı olacak (Reuters)

Bununla birlikte İsrail, Suudi Arabistan'a F-35 uçaklarının satışı için ABD'nin onayını, İsrail ile ilişkilerin tam normalleşmesi şartına bağlayarak baskı uyguladı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından hazırlanan bir istihbarat raporu, daha önce Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) benzer bir satışın önünü tıkayan başka bir endişeyi, F-35 teknolojisinin çalınabileceği veya BAE ve Suudi Arabistan ile yakın ilişkileri olan Çin'e bir şekilde aktarılabileceği iddiasını gündeme getirdi.

ABD’li yetkililer daha önce, F-35 teknolojisine koruma önlemleri getirme olasılığını tartıştılar. Ancak satış anlaşmasında nelerin korunacağı ve Pentagon'un istihbarat raporunda hangi önerilerin sunulduğu belirsiz kalmaya devam etti.

Savunma ortaklığı

F-35 anlaşmasının sonucu ne olursa olsun, Suudi Arabistan-ABD savunma ortaklığının Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Washington ziyareti sırasında önemli gelişmeler kaydetmesinin yanında ABD'nin Suudi Arabistan'a yönelik uzun süredir devam eden güvenlik taahhütlerine dayanarak, Trump yönetiminin mevcut siyasi ortamda ve İsrail'i tam olarak tanımadan Senato tarafından onaylanan ortak bir savunma anlaşmasına varamaması nedeniyle, ortaklığı derinleştiren bir yürütme anlaşmasının açıklanması bekleniyor. Ayıca Pentagon’un eski Körfez ve Arap Yarımadası İşleri Direktörü Elizabeth Dent'e göre İsrail'in hava saldırısına uğrayan Katar'ın güvenliğini garanti altına alan Trump'ın son yürütme emrinden daha güçlü bir anlaşmanın imzalanması da bekleniyor.

ABD-Katar ilişkileri, NATO üyesi olmayan müttefik statüsünden (Eski ABD Başkanı Jo Biden yönetimi tarafından silah ihracatını kolaylaştırmak için verilen bir statü) ABD’nin Katar topraklarına, egemenliğine veya kritik altyapısına yönelik herhangi bir silahlı saldırıyı kendi barışına ve güvenliğine yönelik bir tehdit olarak değerlendirdiği bir statüye yükseltilmişse, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin derinliği ve gücü göz önüne alındığında, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın böyle bir başkanlık kararnamesinden daha önemlisini aradığına şüphe yok.

Daha güçlü ABD güvenlik garantileri, Suudi Arabistan'ın gelecekteki olası tehditlere karşı konumunu güçlendirecek. Bu tehditler arasında, sınır ötesi saldırıların yeniden başlaması ve Yemen’deki çatışmalar da yer alıyor. Suudiler bu avantajı, yeni saldırıları önlemek ve çatışmayı sona erdirmek için daha dengeli ve sürdürülebilir bir anlaşma oluşturmak için de kullanabilirler.

Sivil nükleer program

Veliaht Prens Muhammed bin Selman ve yardımcıları, ABD’yi Suudi Arabistan’ın sivil nükleer programını onaylamak için görüşmeleri ilerletmeye çağırdı. Bu girişim, Riyad’ın nükleer silah üretmeye çalışmadığını garanti etmesine rağmen, ABD yetkililerini Suudi Arabistan’ın bu nükleer teknolojiyi nükleer silah geliştirmeye çalışmak için kullanıp kullanamayacağını tartışmaya itti.

Trump'ın birkaç ay önce Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyareti sırasında Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman Al Suud ve ABD Enerji Bakanı Chris Wright güvenlik, emniyet ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi programları, mesleki eğitim ve işgücü geliştirme, büyük reaktörler ve küçük modüler reaktörler için ileri nesil teknolojiler, uranyum arama ve madenciliği ve nükleer atıkların güvenli bertarafı gibi konuları görüştü. Ancak, önümüzdeki iki gün içinde Trump yönetiminin, Biden yönetiminin yaptığı gibi, Suudi Arabistan'ın nükleer program isteğini İsrail ile normalleşme ve nükleer silahların kontrol sistemi ile ilişkilendirmeye devam edip etmeyeceği henüz bilinmiyor.

afdrg
Suudi Arabistan’ın nükleer projesi, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Washington'da Trump ile görüşmesindeki gündem maddelerinin başında yer alıyor (Reuters)

Ancak, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi çabalarında Suudi Arabistan ile ABD arasında güçlü bir iş birliği kurulmasıyla, Suudiler bir tür yerli zenginleştirme elde edebilir ve bu da diğer birçok ülkenin de nükleer enerjiyi kullanarak enerji sistemlerini çeşitlendirmeyi umduğu bir bölge için güvenli bir emsal teşkil edebilir.

Yapay zeka desteği

Washington, ABD’nin yapay zeka alanındaki hakimiyetini sürdürmeyi Trump yönetiminin en önemli önceliği olarak görüyor. Bu yarış, sadece esnek bir enerji kaynakları karışımı ve güvenli tedarik zincirleri değil, aynı zamanda küresel ortaklıklar da gerektiriyor. Suudi Arabistan da yapay zeka inovasyonunda küresel bir merkez olma konusunda benzer bir hedefe sahip olduğundan, ülkenin bol ve düşük maliyetli enerjisinin veri merkezlerine güç sağlamak ve yatırım çekmek için önemli bir kaynak olacağına kesin gözüyle bakılabilir.

Trump'ın Suudi Arabistan'a yaptığı son ziyaret sırasında her iki ülkenin de yetkilileri, ülkelerinin hedeflerine katkıda bulunmak amacıyla yapay zeka ile ilgili anlaşmalar imzaladı. Bu imzaların ardından her iki taraf da Suudi Arabistan pazarının Amerikan teknolojisi için önemli bir arena olmaya devam etmesini sağlamak için çabalarını iki katına çıkarma taahhüdünde bulundu.

Bu hedefleri gerçekleştirmek için Suudi Arabistan’ın enerji altyapısını genişletmesi ve sadece petrole değil, farklı kaynaklardan da yararlanması gerekecek. Ülke, doğal gaz ve güneş enerjisine büyük yatırımlar yapmıştır ve nükleer enerji de gündemde.

Yatırımda yakalanan ivme devam ediyor

Suudi Arabistan'da düzenlenen ve ‘Çöldeki Davos’ olarak bilinen Geleceğe Yatırım Girişimi (FII) konferansından sadece üç hafta sonra, JP Morgan, Goldman Sachs ve BlackRock'un başkanları gibi ABD'nin önde gelen yöneticileri, Washington'daki John F. Kennedy Sahne Sanatları Merkezi yetkilileri tarafından hayati öneme sahip sektörlerdeki yeni yatırım fırsatlarını keşfetmek için düzenlenen bir forumda bir araya gelecek. Bu yatırım fırsatları arasında enerji, teknoloji, finansal hizmetler, altyapı ve sağlık hizmetleri yer alıyor. Forum, şirketleri bir araya getirmek için bir yatırım konferansı kapsamında bir ‘iş eşleştirme’ platformu olacak.

Bu sonuç, ekonomik bağların güçlendirilmesinin her iki ülke ve ekonomileri için faydalı olduğunu göstermeye çalışan her iki lider için de önemli. Aynı zamanda, Suudi Arabistan'ın bu yılın başlarında ABD ekonomisine 1 trilyon dolar yatırım yapma taahhüdünün yerine getirildiğinin de bir göstergesi. Bu hedef Trump'ın görev süresinin geri kalanında gerçekleştirilemese bile, yatırıma yoğun bir şekilde odaklanılması, ekonomik güvenliğin ulusal güvenliğin bir parçası olduğunu teyit ediyor.


Suudi Arabistan, dünyanın en gelişmiş savaş uçağı kulübünün 21. üyesi oldu

 Lockheed Martin tarafından Dubai Airshow'da sergilenen F-35 savaş uçağı (Şarku’l Avsat)
Lockheed Martin tarafından Dubai Airshow'da sergilenen F-35 savaş uçağı (Şarku’l Avsat)
TT

Suudi Arabistan, dünyanın en gelişmiş savaş uçağı kulübünün 21. üyesi oldu

 Lockheed Martin tarafından Dubai Airshow'da sergilenen F-35 savaş uçağı (Şarku’l Avsat)
Lockheed Martin tarafından Dubai Airshow'da sergilenen F-35 savaş uçağı (Şarku’l Avsat)

ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan'a F-35 savaş uçakları satılmasını onayladığını açıklaması, krallığı dünyanın en gelişmiş savaş uçağına sahip 21. ülke haline getirdi.

Lockheed Martin, F-35 hayalet savaş uçağını ‘dünyanın en gelişmiş savaş uçağı’ olarak pazarlıyor ve uçağın artan kullanımını ve 21. yüzyılda modern hava savunma sistemlerinin bel kemiğini oluşturma yeteneğini gösteren rakamlar ve operasyonel veriler sunuyor.

Bin 255 uçak

Kasım 2025 itibarıyla en son istatistiklere göre, F-35 programı 20 katılımcı ülkeye genişlemiş ve bugüne kadar bin 255'ten fazla savaş uçağı teslim edilmiş.

zxcvf
F-35 savaş uçağının kokpiti (Şarku’l Avsat)

Rakamlar, Şarku’l Avsat'ın Dubai Airshow'da incelediği savaş uçağının yaygın olarak hizmete girdiğini, 50 hava ve deniz üssünün bu uçağı kabul etmek ve işletmek için faaliyete geçtiğini, 11 ülkenin ise kendi topraklarında bu uçağı fiilen kullandığını gösteriyor.

Lockheed Martin, 2035 yılına kadar Avrupa'da 700'den fazla F-35 savaş uçağının faaliyete geçeceğini tahmin ediyor. Aynı dönemde Hint ve Pasifik okyanuslarında ise 300'den fazla uçak faaliyete geçecek. Bu rakamlar, uçağın ABD müttefiklerinin askeri modernizasyon planlarında oynadığı önemli rolü yansıtıyor.

Çok rollü

Şirket, uçağını çok düşük radar izine sahip çok rollü bir savaş uçağı olarak tanıtıyor. Sunulan verilere göre, F-35'in gizlilik yetenekleri, simetrik kenarlara sahip aerodinamik tasarım, motorunun termal izinin azaltılması ve silah ve yakıtın gövde içinde ‘gizli’ bir konumda taşınmasıyla geleneksel sistemler tarafından tespit edilebilirliğini sınırlamasına dayanıyor.

gfg
F-35 savaş uçağı hakkında bilgi paneli (Şarku’l Avsat)

Teknik açıdan, savaş uçağı aktif elektronik taramalı dizi (AESA) radarı, dağıtılmış açıklık sistemi (DAS), elektro-optik hedef belirleme sistemi (EOTS) ve gelişmiş elektronik savaş yetenekleri dahil olmak üzere gelişmiş bir sensör setine sahip. ‘Veri füzyonu’ veya ‘sensör füzyonu’ özelliği, pilotun uçaktaki çeşitli sensörlerden gelen bilgileri tek bir entegre savaş alanı görüntüsünde toplamasına olanak tanıyarak karar verme hızını ve angajman etkinliğini artırıyor.

Kapsamlı savaş ağı

Lockheed Martin, F-35'in geniş bir savaş ağı içinde çalışmak üzere tasarlandığını ve diğer hava, kara ve deniz platformlarıyla eşzamanlı olarak görüntü ve veri alışverişi yapan güvenli bir iletişim ve bilgi platformu olarak işlev gördüğünü, böylece modern savaş alanlarında ‘ağ bağlantılı operasyonlar’ kavramını oluşturduğunu vurguluyor.

Uçağın güç kaynağı olan Pratt & Whitney F135 motoru, şirket tarafından ‘dünyanın en güçlü savaş uçağı motoru’ olarak tanımlanıyor ve 40 bin poundu aşan bir itiş gücü sağlıyor. Bu da uçağın ses hızını aşan bir süratte uçmasına imkân tanıyor; F-35, iç bölmelerinde tam silah ve yakıt yüküyle dahi Mach 1,6’ya yakın bir hıza ve uzun bir operasyonel menzile ulaşabiliyor.

Çeşitlendirilmiş cephanelik

Silahlandırma konusunda, F-35 hem gizlilik konfigürasyonunu korumak için iki iç bölmede hem de uygun operasyonel koşulların bulunduğu ortamlarda harici askı noktalarında çeşitli mühimmatları taşıyabiliyor. Toplamda 18 bin poundu aşan bir mühimmat kapasitesine sahip.

Veriler, uçağın artık dünya genelinde 16 hava kuvveti ve askeri hizmetin filolarının sabit bir parçası haline geldiğini gösteriyor. Hizmete girişinden bu yana 691 binden fazla sorti gerçekleştirdi ve birçok büyük uluslararası tatbikata katıldı. Bu veriler ışığında Lockheed Martin, F-35 programını ‘21. yüzyıl güvenliğinin en önemli dayanaklarından biri’ olarak sunuyor; programın kullanıcı tabanı Avrupa ile Hint-Pasifik bölgesinde genişlemeye devam ediyor.

Üç model

F-35, silahlı kuvvetlerin farklı ihtiyaçlarını karşılayan üç ana modelde üretiliyor: F-35A, geleneksel kalkış ve iniş kabiliyetine sahip olup esas olarak hava kuvvetleri için tasarlanmıştır. F-35B, kısa kalkış ve dikey iniş kabiliyetine sahiptir; kısa ileri üslerden, çıkarma gemilerinden ve helikopter taşıyan gemilerden operasyon için uygundur. F-35C, deniz kuvvetleri için uçak gemilerinden operasyon yapacak şekilde tasarlanmıştır ve daha büyük bir kanada, daha uzun menzile ve mancınıkla kalkış ile iniş halatlarına uygun iniş kabiliyetine sahiptir.