ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede ABD haricindeki bir güç için ciddi görüşmeler yapıyoruz

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
TT

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede ABD haricindeki bir güç için ciddi görüşmeler yapıyoruz

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, dün Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği özel röportajda, Moskova’nın Washington’a “İdlib’e gerçekleştirilecek saldırının, Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim üssünün Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) tarafından hedef alınmasının önlenmesi gibi sınırlı bir çerçevede olacağını ilettiğini” söyledi. Jeffrey, Suriye’nin kuzey batısına yönelik askeri saldırıların artması durumunda ABD yönetiminin baskıyı artıracağını da ifade ederken, Türkiye ile güvenli bölge çalışmalarının sürdüğünü aktardı.
Jeffrey, Washington’un ‘Esed rejimini değiştirmek gibi bir siyaset gütmediğini’ dile getirerek, Şam ve müttefiklerini, ekonomik yaptırımlar ve kuzeydoğu Suriye’deki askeri birlikler yoluyla baskı altına almaya devam edeceklerini söyledi.
Jeffrey, Fırat'ın doğusunda Suriye-Türkiye sınırı boyunca bir güvenli bölge kurulmasıyla ilgili olarak Türkiye ile devam eden müzakerelerde büyük ilerlemeler kaydedildiğini belirtti. ABD’nin ‘İran güçlerinin siyasi sürecin nihayetinde ülkeden çıkmasını istediğine’ dikkat çeken Jeffrey, bu talebin realist bir talep olduğunu ve böylece ülkedeki yabancı askeri varlıkların 2011’den önceki duruma döneceğini belirtti.
ABD Deniz Kuvvetleri’nin konuşlandırmasına ilişkin yapılan açıklamaların ciddiye alınması gerektiğini dile getiren Jeffrey, İran tehditlerine dair ciddi göstergelerin bulunduğuna işaret etti. Ayrıca Washington’ın İran’ın kuzeydoğu Suriye’deki boşluğu doldurmasına izin vermeyeceğini vurguladı.
Jeffrey, Suriye'nin kuzeydoğusundaki askeri birliklerin gelecekteki varlığıyla ilgili soruyu, “Kimin kalmak istediği ve kimin kuvvetlerinin hacmini genişleteceği hakkında konuşmuyoruz. Ancak bölgede ABD haricindeki bir varlık için yüksek düzeyde ciddi görüşmeler yapıyoruz” sözleriyle cevapladı.
İşte James Jeffrey’nin Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajın metni:
Washington'un İdlib'deki mevcut tırmanış karşısındaki tutumu nedir?
- Öncelikle diğerleriyle birlikte Ruslarla, Türklerle ve muhalefetle olan temaslarımızı sürdürüyoruz. Bu saldırıyı durdurmak istediğimizi her tarafa açıkça belirttik. Başkan Trump, Eylül ayında yaptığı açıklamada, İdlib'e yönelik gerçekleştirilecek kapsamlı bir saldırının pervasız bir eylem olacağını ve buna şiddetle karşı çıkacağımızı söyledi.
Kimyasal silah kullanımı, saldırının mülteci akınına yol açması, saldırının teröristlerin İdlib'ten diğer bölgelere yayılmasına yol açması gibi tüm durumlar endişelenmemize yol açıyor. Ayrıca stratejik açıdan düşündüğümüzde bu durum, Rusların siyasi bir çözüme değil askeri bir çözüme bağlı oldukları anlamına geliyor. Bu, rejim ve destekçileri nedeniyle uygulanmayan 2254 sayılı kararın öngördüğü siyasi çözümü zorlaştırıyor. Bize göre bu gerçek bir felaket.
Sadece bölgede tırmanan gerilimi ve gerçekleştirilecek saldırıyı durdurmak amacıyla mı temaslarda bunuyorsunuz, yoksa başka durumlarda var mı?
- Her şeyi. Sadece askeri açıdan düşünmüyorum. Suriye'den gelen tehlikelerle ilgili politik, ekonomik ve askeri araçlarımız var.
Bunlar arasında “askeri birliklerimizin ülkenin kuzeydoğusundaki DEAŞ ile olan savaş için kalmaya devam etmesiyle birlikte kuzeydoğudaki boşluğun diğer taraflarca doldurulmasının önlenmesi, İsrail’in İran karşıtı yürüttüğü kampanyanın desteklenmesi, rejimin yeniden yapılandırma fonlarına erişiminin durdurulması, rejim ve Rusya'nın mültecilerin geri dönüşüne ilişkin olumsuz çabalarının durdurulması, Avrupalılarla koordineli bir şekilde rejime yönelik yaptırımlar uygulanması” gibi durumlar yer alıyor.
Peki ya ekonomik ve diplomatik araçlar?
- Bunlar kullandığımız araçlardır. Bu araçlar, bir saldırıyı önlemekte yetersiz kalabilir. Başkan Trump kimyasal silah kullanımı gibi bazı durumlara ilişkin tutumunu çok net bir şekilde ifade etti. Rejimi ve müttefiklerini baskı altına almak için kullandığımız birtakım askeri olmayan araçlar da var. Açıkça söylemek gerekirse askeri bir saldırı gerçekleştirilmesini kabul etmiyoruz.
İdlib saldırısının zamanlaması dikkate alındığında, bunun Washington’un Ankara’yla kuzeydoğu Suriye’de bir “güvenli bölge” kurma konusunda anlaşmaya varmaya yakın olmasıyla ilişkili olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Ayrıntılara dalmak istemiyorum. Rusya bize açıkça, ‘İdlib’e gerçekleştireceği saldırının Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim üssünün HTŞ tarafından hedef alınmasının önlenmesi gibi sınırlı bir çerçevede olacağını’ bildirdi. Bundan emin olamayız. Operasyonun sınırlı olduğu söyleniyor fakat 100 kişi öldürüldü ve on binlerce kişi göç etti. Saldırının durdurulması gerekiyor.
Halihazırda karışık resimde Rusya’nın ve rejimin gerçekten ne istediğini tahmin edemiyoruz. Kesin olan bir durum var ki, o da rejimin açıkça Soçi anlaşmasını reddettiğini ve ateşkes istemediğini söylemesidir. Daha önce Rusya’nın sadece bazı bombalama eylemlerine tanık olmuştuk. Şimdiki resim oldukça farklı görünüyor.
Güvenli bölge ile ilgili olarak, Türkiye ile ilkeler konusunda hemfikir olduğunuz ancak bölgenin sınırları hakkında anlaşılmadığı doğru mu?
- Diplomatik ayrıntılara girmek istemiyorum, fakat şunları söyleyebilirim: Bölge, Fırat'ın doğusundaki Türkiye-Suriye sınırı boyunca olacak. Alanın derinliği konusunda henüz bir fikir birliğine varmadık. Bizim ve Türkiye’nin bu konuya ilişkin görüşlerimiz var. Türkiye kendi tutumunu açıkladı.
Hala bölgedeki güvenliği nasıl sağlayacağımızı ve Türk ve Amerikan varlığını konuşuyoruz. Bunlar hakkında müzakerelerde bulunuyoruz. Çok ilerleme kaydettik. Daha fazlasını yapmak istiyoruz. Mümkün olan en kısa sürede nihai bir anlaşmaya varmak istiyoruz.
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Şam'la diyaloğa teşvik edilmesine ilişkin açıklamaları, ABD ve Türkiye’nin güvenli bölge müzakere sürecinin bir parçası mıydı?
- Bu sorunun, Türkiye'nin ve Öcalan'ın tutumunu benden daha iyi bilenlere sorulması gerekiyor. Öcalan’la ya da ona yakın insanlarla koordinasyon olmadığını söyleyebilirim.
Türkiye'yi, İsrail'i ve Cenevre'yi kapsayan bir tur gerçekleştirdiniz. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'in Astana Grubu’nun ve Küçük Grubun bir araya gelmesi gibi bir önerisi var. Washington'un bu konudaki tutumu nedir?
- Bu konuda Sayın Pedersen'dan özel bir teklif işitmedim. Pedersen’in söylediği şey, faaliyetler ve istişareler arasında daha iyi bir yol bulmaya ihtiyaç duyulduğuydu. Bazı fikirleri var, fakat henüz başlangıç aşamasında. Fikirleri, uluslararası elçiye sunmak için bir platform olarak değerlendirilen “Suriye'yi Destekleyen Uluslararası Grubu” içeren 2254 sayılı karardan kaynaklanıyor. Bu kötü bir fikir değil. Ama detayları görmek ve bunun ardından nihai kararı vermek istiyoruz.
İran’a yönelik uyarılar içeren ABD açıklamaları okuduk ve Abraham Lincoln uçak gemisinin bölgede konuşlandırıldığını gördük. Bu ciddi bir askeri tırmanış mı?
- Beyaz Saray, Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun İran'la ilgili durum ve ABD deniz kuvvetlerinin konuşlandırılması hakkında yaptıkları açıklamalar oldukça açık. İran tehditlerinin bulunduğuna dair ciddi göstergeler var. Bundan dolayı ABD’nin bu konudaki pozisyonunun ciddiye alınması gerekiyor.
Söz konusu konuşlandırmanın, ‘DEAŞ, İran ve diğer birtakım askeri görevler’ gibi farklı görevleri ve hedefleri var. İran’ın bölgede aktif olduğunu görüyoruz. Suriye, Irak, Lübnan, Hizbullah ve Yemen’de İran’a yanıt olacak bir politikamız var. Bu bir sır değil. Bütün bu alanlara tek bir İran operasyonlarının gerçekleştirildiği tek bir sahne olarak bakıyoruz. Örneğin, kuzeydoğu Suriye’de asıl amacımız ‘DEAŞ örgütünün mağlubiyetinden emin olmak, ondan kalan boşluğun diğer taraflarca doldurulmamasını sağlamak ve Türkiye'nin barışa ilişkin endişelerini giderecek bir güvenli bölge kurmaktır. Büyük resme bakıldığı takdirde, bu genel olarak İran’ın bölgedeki faaliyetleriyle ilgilidir. Ekonomik ve askeri yaptırım araçlarımız var.
Suriye'nin kuzeydoğusunu ele alırsak, askeri birliklerin gelecekteki varlığıyla ilgili olarak Avrupalı müttefiklerinizle aynı fikirde misiniz?
- DEAŞ örgütünün mağlubiyetinden emin olmak için kuzeydoğu Suriye'de istikrarın sağlanmasına ilişkin yerel ortaklarımızla yürüttüğümüz bir planımız var. Başkan Trump, adım adım geri çekileceğini açıkladı. Bu bizim politikamız. Hâlihazırda bazı birliklerin belirli bir süreliğine kalmasını istiyor. Güçlerin büyüklüğü ve kararın bir kısmı ise koalisyondaki müttefiklerimizin bölgede askeri bakımdan kalma arzusuyla ilgilidir. Kimin kalmak istediği ve kimin kuvvetlerinin hacmini genişleteceği hakkında konuşmuyoruz. Ancak bölgede ABD haricindeki bir varlık için yüksek düzeyde ciddi görüşmeler yapıyoruz.
Deyr-i Zor kırsalında SDG’ye karşı gösteriler yapıldı. ABD veya koalisyon, göstericilerin taleplerini karşılamak için neler yapıyor?
- Koalisyonun, kuzeydoğu Suriye halkının DEAŞ örgütüyle savaşması talebi üzerine burada bulunduğunu hatırlamak gerekiyor. Bölgeyi yargılamıyoruz, bilakis yardımlarda bulunuyoruz. Elbette, DEAŞ örgütüyle olan savaştaki bazı müttefiklerin iyi iş çıkarmadığına dair bazı endişelerimiz var. Görüşmelerde bulunuyoruz ve bütün tarafları birlikte çalışmaya teşvik ediyoruz. Ancak bu bizim sorumluluğumuz değil. Biz sadece kendi birliklerimiz için talimatlar veriyoruz.
İsrail’in Suriye’deki saldırıları hakkında ABD’nin tutumu nedir? ABD İran’ın Suriye’den bütünüyle çıkmasını istiyor mu? Bu gerçekçi mi?
- İstediğimiz şey, 2254 sayılı karar uyarınca ülkedeki yabancı güçlerin varlığının 2011’den önceki duruma dönmesidir. İran kuvvetleri, elbette ülkeden çıkması gereken güçler arasında alıyor. Ayrıca İran kuvvetleri, İsrail gibi komşu ülkeleri tehdit ediyor ve Suriye'deki istikrarsızlığı körüklüyor. İran’ın bütün birliklerinin ülkeden çekilmesini istiyoruz. Bu gerçekçi olmayan bir istek değil. Yabancı birliklerin diğer ülkelerden çekilmesine yol açan birçok diplomatik anlaşmada söz edebilirim. Mesela İsrail, imzaladığı bir barış anlaşmasıyla Sina'dan çekilmişti.
ABD’nin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed hakkındaki tutumu nedir?
- Esed rejimini değiştirmek gibi bir politikamız yok. Elimizde olan şey, uluslararası bir karar ve Rusya’nın onayı ile gelen 2254 sayılı karardır. Kararda, anayasa ve yönetimde birtakım değişikliklerin yapılması ile birlikte seçimlerin BM gözetiminde gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Yönetim kelimesini birkaç kez kullandım. Çünkü hâlihazırdaki vahşi ve suçlu yönetim kabul edilemez. Bu hususta bir değişim istiyoruz ve kararlıyız. Suriye rejimin, gerek halkına gerekse de komşularına karşı farklı şekilde davranana kadar baskı politikamız değişmeyecek.
Anayasa komitesinin yakın zamanda kurulacağını düşünüyor musunuz? Bu komitenin rolü hakkında ne söyleyebilirsiniz?
- Bu hususta güçlü bir inancımız var. BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'i ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i bütünüyle destekliyoruz. Sayın Pedersen, saygın, cesur ve yetenekli biridir. BM Genel Sekreteri Guterres’in desteğiyle 2254 sayılı kararın uygulanmasını sağlayabilir. Guterres,  Astana süreci başlamadan önce Pedersen ya da Staffan de Mistura’nın yönetiminde bunu gerçekleştiremedi. Çünkü rejim, gerek uluslararası toplumla gerekse de güvenlik konseyi ve diğerleriyle kalıcı işbirliği yapmayı reddediyordu. Bu kesinlikle kabul edilemez. Bu nedenle, rejimi ve müttefiklerini işbirliği yapmaya karar verene kadar baskı altına almak için çeşitli yollar aramaya devam edeceğiz.
Çözüm siyasi olmak zorunda, askeri değil. Siyasi çözüm, rejimin kendi halkına ve komşularına karşı davranışını değiştirmesini gerektiriyor. Bunu yapana kadar baskı yapmaya devam edeceğiz.
Peki ya yeniden yapılanma?
- Bu konudaki tutumumuz, rejim davranışlarını değiştirmediği müddetçe yeniden yapılanma için fon sağlamamak yönünde. Avrupalılar, Arap ülkeleri ve BM bu hususta bizimle aynı fikirdeler. Suriye'de yeniden yapılanma için çok para tahsis edildiğini gördünüz mü?
Politik normalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz?
- İdlib’de askeri saldırı devam ederse baskıyı artıracağız. Bunu nasıl mı yapacağız? Bu, Başkan Trump ve siyasi liderliğin vereceği bir karar.



İki kaynak: Suriye güvenlik güçleri, DEAŞ'ın Şera'ya yönelik iki ayrı suikast girişimini engelledi

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera (Reuters)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera (Reuters)
TT

İki kaynak: Suriye güvenlik güçleri, DEAŞ'ın Şera'ya yönelik iki ayrı suikast girişimini engelledi

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera (Reuters)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera (Reuters)

Reuters’a konuşan iki üst düzey yetkiliye göre Suriye güvenlik güçleri, DEAŞ’ın Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’ya yönelik iki ayrı suikast girişimini engelledi.

Bu gelişme, Suriye'nin terör örgütüyle mücadele etmek için ABD öncülüğündeki koalisyona katılmaya hazırlandığı bir dönemde gerçekleşti.

İki kaynak, Şera'ya yönelik iki ayrı suikast girişiminin son aylarda engellendiğini bildirdi. Bu durum, 14 yıldır iç savaşın parçaladığı bir ülkede gücünü pekiştirmeye çalışan Suriye liderinin karşı karşıya olduğu doğrudan tehdidi ortaya koyuyor.

Kaynakların aktardığına göre, DEAŞ’ın iki suikast planından biri, önceden duyurulmuş bir resmi etkinliğe Şera'nın katılımı sırasında gerçekleştirilecekti. Kaynaklar, konunun hassasiyeti nedeniyle daha fazla ayrıntı vermekten kaçındılar.

Trump ile görüşme

Söz konusu iki suikast girişimi planının ortaya çıkması, Suriye'nin uluslararası izolasyonunu sona erdirmek için çaba gösteren Şera için önemli bir yılın sonunda, bugün Beyaz Saray'da Şera ile ABD Başkanı Donald Trump arasında planlanan görüşmeden önce gerçekleşti.

sdfrgt
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, 14 Mayıs'ta Riyad'da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın huzurunda ABD Başkanı Donald Trump ile bir araya geldi. (AP)

Bu yıl, Şera için önemli bir dönüşüm yılı oldu. Yakın zamana kadar Şera, silahlı muhaliflerin lideriydi, ancak geçen yılın sonunda, uzun süredir ülkeyi yöneten Beşşar Esed'in devrilmesine öncülük etti.

Trump’ın, bir Suriye devlet başkanının Beyaz Saray’a yapacağı ilk ziyarette Ahmed eş-Şera’yı ağırlaması planlanıyor. Bu ziyaret, iki liderin altı ay önce Suudi Arabistan’da gerçekleştirdiği ilk buluşmanın ardından gerçekleşiyor.

DEAŞ'a karşı hamle

Son günlerde Suriye İçişleri Bakanlığı, DEAŞ'a karşı bir güvenlik operasyonu başlattı. Bakanlık dün, örgütü hedef alan çeşitli vilayetlerdeki güvenlik operasyonlarında bir dizi şüpheliyi gözaltına aldığını ve silah ve mühimmat depolarını ele geçirdiğini duyurdu.

Suriye İçişleri Bakanlığı, X platformu aracılığıyla DEAŞ hücrelerinin faaliyetlerini yakından izlediğini ve yerlerini tespit ettiğini doğruladı.

Bakanlığın açıklamasında, güçlerinin Genel İstihbarat Servisi ile iş birliği içinde şüphelileri yakalamayı ve mühimmat ve silah ele geçirmeyi başardığı ifade edildi. Bakanlık, ‘güvenliği, istikrarı ve vatandaşların güvenliğini artırmak için tüm terörist hareketleri izlemeye devam edeceğini’ vurguladı.

cdfr
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera (AFP)

42 yaşındaki Şera, liderliğindeki muhalif grupların Suriye'nin kuzeybatısında kontrol ettikleri bir bölgeden sürpriz bir saldırı başlatması ve 8 Aralık'ta sadece birkaç gün içinde Esed'i devirmeyi başarmasıyla geçen yılın sonunda Suriye'nin kontrolünü ele geçirdi.

Güvenlik konusu, Şera ile Trump arasında bugün yapılacak görüşmede gündemin en üst sıralarında yer alacak.

ABD, Suriye ile İsrail arasında olası bir güvenlik anlaşması için arabuluculuk yapıyor. Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre ABD, Şam'daki bir hava üssünde askeri varlık kurmayı planlıyor.

DEAŞ'a karşı koalisyona katılma

Suriye, DEAŞ'la mücadele etmek için ABD öncülüğündeki koalisyona katılmaya hazırlanıyor ve bu karar bugün Beyaz Saray'da yapılacak toplantıda resmi olarak açıklanabilir.

Birkaç Suriyeli yetkiliye göre Şera hükümeti, DEAŞ'a karşı mücadelede aylardır ABD ordusuyla koordinasyon içinde. Ancak DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na (DMUK) resmi olarak üye olunmasının, bu iş birliğini önemli ölçüde güçlendireceği düşünülüyor.

Bu adım, Şera'nın ABD Kongresi üyelerini bu yıl sonuna kadar Suriye'ye uygulanan yaptırımları kaldırmaya ikna etmek için güven oluşturma yolunda attığı önemli bir adım olarak da görülüyor.

Suriye toplumu ile toplantı

Şera dün, Suriye'nin 11 ayda önemli başarılar elde ettiğini söyledi.

Washington'daki Suriye toplumuna konuşan Şera, ‘Suriye'nin güçlü bir bağlantı merkezi olduğunu, bu nedenle tarihsel bir hedef olduğunu ve onu doğal konumuna geri getirmek için çalıştıklarını’ ifade etti.

Suriye'nin en büyük gücünün halkın birliği olduğunu vurgulayan Şera, “Tamamen aynı fikirde olmak zorunda değiliz, ama birleşik olmalıyız” dedi.

Geçmişinden gurur duyduğunu ve yaşadığı hiçbir şeyden utanmadığını söyleyen Şera, “Savaş başlamadan önce bir strateji belirledik ve Suriye'yi inşa etmek için projeler planladık. Her ne kadar bu bizim elimizde olmasa da, tüm adımlarımız iyi düşünülmüş ve başarılıydı” ifadelerini kullandı.

Siyasi cephede ise Şera, İsrail'in 8 Aralık öncesi sınırlarına geri dönmesi gerektiğini bildirdi.

Ülkesinin güney cephesinde istikrar aradığını vurgulayan Şera, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) devlet kurumlarına entegre edilmesinin doğal çözüm olduğunu belirtti.

Şera, Suveyda'daki yerel tarafların uyuşturucu kaçakçıları ve ‘rejim kalıntıları’ olarak nitelendirdiği kişilerle ittifak kurduğunu söyledi.

Şera ayrıca, hükümetinin Suriye'ye ABD yatırımlarını çekmek istediğini ifade etti.


Şukri el-Kuvvetli'den Ahmed eş-Şara'ya Suriye-ABD ilişkileri

Görsel: Axel Rangel García
Görsel: Axel Rangel García
TT

Şukri el-Kuvvetli'den Ahmed eş-Şara'ya Suriye-ABD ilişkileri

Görsel: Axel Rangel García
Görsel: Axel Rangel García

Sami Mubayyed

Suriye, ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara arasında 14 Mayıs 2025 tarihinde Riyad'da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın katılımıyla gerçekleşen tarihi görüşmenin ardından bugün bir dönüm noktasında bulunuyor. Trump ve Şara, geçtiğimiz eylül ayında New York'ta düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul toplantıları sırasında ikinci kez bir araya geldi. İki lider arasındaki üçüncü görüşme ise bugün Beyaz Saray'da gerçekleştirilecek.

Şara’nın ABD ziyareti, Suriye tarihinde bir cumhurbaşkanının Beyaz Saray'ı ilk ziyareti olacak. Muhammed Ali el-Abid, 1932 yılında cumhurbaşkanı olmadan önce, yani 1908'de Osmanlı İmparatorluğu büyükelçisi olarak güven mektubunu sunmak üzere ABD’yi ziyaret etmişti. Nazım el-Kudsi de 1961 yılında cumhurbaşkanı seçilmeden yıllar önce, yani 1944'te büyükelçi olarak bir ziyaret gerçekleştirmişti. Suriye’nin eski cumhurbaşkanlarından Şukri el-Kuvvetli 1958 yılında görevinden ayrıldıktan sonra 1960'lı yılların başlarında ABD’yi ziyaret etti. Ancak bu ziyaretin amacı tıbbi tedaviydi. Houston'da kalan Kuvvetli, Washington'ı ziyaret etmedi. Liderler düzeyindeki zirvelere gelince, Hafız Esed’in iktidarı döneminde birkaç zirve düzenlendi. Bunlar 1974 yılında Şam'da Richard Nixon, 1977 yılında Cenevre'de Jimmy Carter, 1990 yılında yine Cenevre'de George H. W. Bush ile ve 1994'te Şam'da ve 2000'de Cenevre'de Bill Clinton ile gerçekleşen zirvelerdi. Her zirvede, müzakere masasına birkaç önemli konu getirildi ve Suriye'nin dış politikasında radikal bir değişiklik yaşandı. Bugün de Şam'ın DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyon’a (DMUK) katılacağına dair söylentiler artarken, benzer bir durum yaşanıyor.

xcd
Eski Suriye Cumhurbaşkanı Şukri el-Kuvvetli'nin 1948 tarihli bir fotoğrafı (AFP)

Şarku'l Avsat'ın al Majalla’dan aktardığı habere göre 1944 yılında Washington'da Suriye Büyükelçiliği'nin açılmasından bu yana gerçekleşen Suriye-ABD zirvelerinin tarihi kronolojisi:

Gerçekleşmeyen zirve: Kuvvetli-Roosevelt Zirvesi (1945)

Tıpkı günümüzde Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Trump ve Şara’yı Riyad'da bir araya getirmede oynadığı önemli rol gibi, dedesi Kral Abdulaziz de 1945 yılında Mısır'da dönemin Suriye Cumhurbaşkanı Şukri el-Kuvvetli ile ABD Başkanı Franklin Roosevelt'i bir araya getirmeye çalışmıştı. Bu görüşme, Roosevelt'in Yalta Konferansı'ndan dönüşü ve 14 Şubat 1945'te Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz ile yaptığı ünlü görüşmenin ardından, iki ülkenin büyükelçiliklerini karşılıklı olarak açmasından bir yıl sonraydı. Suriye cumhurbaşkanı seçilmeden 24 yıl önce, 1908 yılında Osmanlı'nın Washington büyükelçisi iken Başkan Theodore Roosevelt ile görüşen Muhammed Ali el-Abid dışında hiçbir Suriye lideri daha önce bir ABD başkanıyla görüşmemişti. Theodore Roosevelt, 1910 yılının nisan ayında Beyaz Saray'dan ayrıldıktan sonra Şam'a geldi, ancak yerel liderlerle görüşmedi.

Kuvvetli ile Roosevelt arasındaki görüşme, ABD Başkanı’nın sağlık durumunun kötüleşmesi nedeniyle gerçekleşmedi, ancak bu görüşmenin amacı Suriye'yi Birinci Dünya Savaşı'nda müttefiklerin safına çekmekti. Bu amaç, Suriye Cumhurbaşkanı Kuvvetli’nin 17 Şubat'ta İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in ayarladığı görüşmede bir araya geldiğinde gerçekleşti. O gün Suriye, Nazi Almanyası'na savaş ilan etti ve karşılığında aynı ayın sonunda San Francisco'da düzenlenen BM kurucu konferansına katılması için davet edildi.

Suriye-ABD ilişkileri, Roosevelt'in ölümünden sonra ve 1948 Filistin Savaşı sırasında, Şam'ın Soğuk Savaş'ta Sovyetler Birliği ile ittifak kurmaya karar vermesiyle bozuldu. İki ülke arasındaki ikili ilişkiler, 1957'de Kuvvetli'nin son başkanlığı sırasında kesildi ve 1961'de Mısır ile birliğin dağılmasından sonra yeniden başlatıldı. Arap ülkeleri ile İsrail arasında 1967 yılında patlak veren Altı Gün Savaşı sırasında tekrar kesilen ilişkiler, Hafız Esed'in iktidara gelmesinden dört yıl sonra, 1974 haziranında yeniden kuruldu.

Gerçekleşen ilk zirve: Esed-Nixon Zirvesi (1974)

15 Haziran 1974 tarihinde dönemin ABD Başkanı Richard Nixon, bir yandan barış sürecini ilerletmek, diğer yandan Washington'da çalkalanan ‘Watergate’ skandalını örtbas etmek amacıyla, bir ABD başkanının Suriye'ye yaptığı ilk resmi ziyaret kapsamında Şam'ı ziyaret etti. O dönemde ABD, dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile Arap-İsrail savaşını sona erdirmek için çalışmaya başlamıştı. Nixon, Suriye'nin barış sürecinde ülkesinin ortağı olmasını istiyordu, ancak dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Esed'e İsrail'in 1967'den beri işgal ettiği Golan Tepeleri'nden çekileceğine dair yazılı bir taahhüt vermeyi reddetti. Ziyaret, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmayı ve diplomatik ilişkileri tam olarak yeniden kurmayı başardı, ancak barış süreci açısından pek bir sonuç elde edemedi. Nixon, Şam ziyaretinden iki aydan kısa bir süre sonra, 8 Ağustos 1974'te görevinden istifa etti.

ABD, Suriye ordusunun Filistinli silahlı örgütleri Lübnan'dan çıkarmak için Lübnan'a girmesine karşı çıkmadı, ancak Esed barış yolunda ilerlemedi ve Mısır Cumhurbaşkanı Sedat'ın Kudüs ziyaretinin önde gelen ve en yüksek sesi çıkaran muhalifi oldu.

İkinci zirve: Esed-Carter Zirvesi (1977)

Hafız Esed, 9 Mayıs 1977'de Gerald Ford'un ardından Beyaz Saray'da başkanlık koltuğuna oturan Jimmy Carter ile Cenevre'deki Intercontinental Otel'de bir araya geldi. Carter, Suriye'yi barış sürecine yeniden dahil etmek istiyordu, ancak Esed'in bu görüşmeye katılmadaki amacı, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile giderek şiddetlenen gerilimi ve 1976 yılından beri Suriye'nin Lübnan savaşına müdahalesinin yarattığı yansımalar çerçevesinde, iç ve dış politikadaki konumunu güçlendirmekti. ABD, Suriye ordusunun Filistinli silahlı örgütleri Lübnan'dan çıkarmak için Lübnan'a girmesine karşı çıkmadı, ancak Esed barış yolunda ilerlemedi. Bununla birlikte Suriye, Mısır Cumhurbaşkanı Sedat'ın 1977 kasımındaki Kudüs ziyaretinin ve 1978 tarihli Camp David Anlaşmaları’nın önde gelen ve en yüksek sesi çıkaran muhalifi oldu. Carter, 1981 yılında görevinden ayrıldıktan sonra Suriye'ye birkaç ziyaret gerçekleştirdi. 1983 martında Şam'da Esed ile görüşen Carter, ardından 1987 ve 1990 yıllarında Esed ile yeniden bir araya geldi.

Suriye-ABD ilişkileri, Lübnan iç savaşı sırasında iniş çıkışlara tanık oldu. ABD’li yetkililerin Şam'ı defalarca kez ziyaret etmelerine rağmen Esed, Başkan Reagan ile yüz yüze görüşmedi, ancak telefonla görüştü.

Üçüncü zirve: Esed-Bush Zirvesi (1990)

Suriye-ABD ilişkileri, Lübnan iç savaşı sırasında iniş çıkışlara tanık oldu. Donald Rumsfeld ve George Shultz gibi ABD’li yetkililerin Şam'ı defalarca kez ziyaret etmesine rağmen Esed, Başkan Ronald Reagan ile yüz yüze görüşmedi, ancak telefonla görüştü. 1983 yılının ekim ayında Deniz Piyadeleri kışlasına düzenlenen saldırının ardından aynı yılın sonlarında, Suriye'nin Lübnan'daki güçleri ABD ordusu tarafından hedef alındı. 1984 yılının başlarında Suriye, Lübnan'da gözaltına alınan ABD subayı Robert Goodman'ın serbest bırakılması için iş birliği yaptı.

dfrgt
ABD Başkan Donald Trump, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad’da Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile tokalaşırken, 14 Mayıs 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Divanı/AP)

Daha sonra 1990 ağustosunda dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgali ve Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmak için ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun kurulması gibi gelişmeler yaşandı. Riyad'ın talebi üzerine Suriye, Kuveyt ve Suudi Arabistan'ı korumak için bu koalisyona katılmayı kabul etti ve 23 Kasım 1990' tarihinde Esed, Cenevre'de dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ile bir araya geldi. Bu zirve, içeriği ve sonuçları açısından öncekilerden daha önemliydi ve Suriye'nin Kuveyt'i kurtarmak için Çöl Fırtınası Operasyonu'na ve ardından Madrid Barış Konferansı'na resmi olarak katılmasının önünü açtı. Aynı yılın ekim ayında Baabda Sarayı'nda General Mişel Avn'ın yenilgisinden sonra Suriye’ye Lübnan'daki savaşı sona erdirmesi için yeşil ışık yakıldı. Şam, Avn'ın Fransa'ya güvenli bir şekilde gitmesini kabul etti ve ABD, Suriye güçlerinin Lübnan'da kalmasına zımni onay verdi. Birçok kişi bunu, Kuveyt'in kurtarılmasındaki rolünün bir ödülü olarak gördü.

Başkan Clinton, 27 Ekim 1994 tarihinde Suriye'nin başkenti Şam'a ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Bu ziyaret, yirmi yıl önce Richard Nixon'ın ziyaretinden sonra bir ABD başkanının Şam'a yaptığı ikinci ziyaret oldu.

Dördüncü Zirve: Esed-Clinton Zirvesi (1994)

Bu zirve, Bill Clinton'ın Cumhuriyetçilerin adayı olarak göreve gelmesinden bir yıl sonra ve 1993 eylülünde Beyaz Saray'da dönemin Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile İsrail Başbakanı İzak Rabin arasında arabuluculuk yaptığı Oslo Anlaşmaları'ndan birkaç ay sonra, 16 Ocak 1994 tarihinde gerçekleşti. Zirve, dönemin ABD Başkanı Clinton’a İzak Rabin tarafından, İsrail'in Golan Tepeleri'nden çekileceğine dair açık ve net bir taahhüt verilmesinden sonra barış sürecini ilerletmek amacıyla Cenevre'de düzenlendi. Clinton, zirvede İsrail ile güven inşa etme konusunda ayrıntıları ele aldı, ancak Esed, kendi tarafında herhangi bir girişimden önce çekilmenin gerçekleşmesini istedi. Esed, Suriye'deki Yahudilere uygulanan yasağı kaldırarak, onların İsrail hariç istedikleri herhangi bir yere göç etmelerine izin vermesi yönündeki ABD’nin talebini kabul etti.

Beşinci Zirve: Esed-Clinton Zirvesi (1994)

ABD Başkanı Clinton, 27 Ekim 1994 tarihinde Suriye'nin başkenti Şam'a ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Bu ziyaret, yirmi yıl önce Richard Nixon'ın ziyaretinden sonra bir ABD başkanının Şam'a yaptığı ikinci ziyaret oldu. Clinton'ın Şam’ı İsrail ile Ürdün arasındaki savaşı sona erdiren Vadi Araba Anlaşması'nın imzalanmasından iki gün sonra ziyaret etti. Clinton, Suriye ile müzakereleri daha ileri bir aşamaya taşımak için Filistinli silahlı grupların Şam'dan çıkarılması ve Suriye'nin Hizbullah'a verdiği desteğin kesilmesini şart koştu. Her ne kadar önemli bir ilerleme kaydedilmemiş olsa da bu zirve, Hafız Esed'e bölgesel politikada büyük fayda sağladı ve ardından 1999 şubatında Kral Hüseyin'in cenazesi sırasında Clinton ile kısa bir görüşme daha yaptı.

1990'lı yıllarda Suriye-İsrail görüşmeleri, ABD'nin arabuluculuğunda ve Başkan Clinton'ın doğrudan himayesinde gerçekleştirildi.

Altıncı ve son zirve: Esed-Clinton Zirvesi (2000)

1990'lı yıllarda Suriye-İsrail görüşmeleri, ABD'nin arabuluculuğunda ve Başkan Clinton'ın doğrudan himayesinde gerçekleştirildi. Esed, dönemin Suriye Genelkurmay Başkanı Hikmet eş-Şihabi’yi Washington'a göndererek dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı General Amon Lipik Şahak ile görüşmesini kabul etti. Ocak 2000'de, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara, Başkan Clinton'ın katılımıyla Shepherdstown'da doğrudan görüşmeler gerçekleştirdi. Bu müzakereler, Binyamin Netanyahu'nun ilk başbakanlık döneminde (1996-1999) yaşanan bir çıkmaz ve ilerlemenin durma noktasına gelmesinin ardından, Rabin'in Kasım 1995'te İsrailli bir radikal tarafından suikasta kurban gitmesinin ardından ‘Rabin'in mirasına’ saygı göstereceğine söz veren Ehud Barak'ın göreve gelmesiyle başladı. Suriye-İsrail müzakerelerinin son aşamasında, Clinton'ın Faruk eş-Şara'dan Esed'in Taberiye Gölü üzerinde ortak egemenlik ilkesini kabul etmeye tamamen hazır olduğunu anladığını söylemesi üzerine tartışmalar yaşandı. Bunun üzerine Clinton, 26 Mart 2000 tarihinde Cenevre'de Suriye cumhurbaşkanı ile bir görüşme talep etti.

Bu arada Hafız Esed hastaydı ve tek endişesi, oğlu Beşşar'ın halefi olması için uygun bir zemin hazırlamaktı. Ancak ABD’nin teklifini kabul etmedi. Başta bu teklifi kabul ettiği iddialarını da reddetti. Toplantı sadece birkaç dakika sürdü, tutanak tutulmadı ve eli boş olarak Şam'a dönen Hafız Esed 10 Haziran 2000'de öldü.


Filistin eğitim müfredatı revize ediliyor: İsrail'in değiştirmek istediği şey bu

Filistin Yönetimi, Avrupa'nın baskısı altında eğitim müfredatını revize ediyor. (AFP)
Filistin Yönetimi, Avrupa'nın baskısı altında eğitim müfredatını revize ediyor. (AFP)
TT

Filistin eğitim müfredatı revize ediliyor: İsrail'in değiştirmek istediği şey bu

Filistin Yönetimi, Avrupa'nın baskısı altında eğitim müfredatını revize ediyor. (AFP)
Filistin Yönetimi, Avrupa'nın baskısı altında eğitim müfredatını revize ediyor. (AFP)

Halil Musa

Filistin Yönetimi, yıllarca Filistin anlatısını kışkırtma olmadan koruduğuna inandığı belirli eğitim müfredatlarını uyguladıktan sonra, ABD ve Avrupa ülkelerinin baskısı sonucunda bu müfredatları Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ilkelerine uygun olarak revize etme kampanyası başlattı.

Filistin Eğitim Bakanlığı, bazı ders kitaplarını toplayarak, mahkûmlara atıfta bulunmayan geçici ders kitaplarıyla değiştirdi. Bu adım, ‘revizyonun başlangıcı’ olarak görünüyor.

Mevcut eğitim-öğretim yılı başlamadan önce, Devlet Başkanı Mahmud Abbas geçtiğimiz eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, Filistin hükümetine UNESCO standartlarına uymak için eğitim müfredatını geliştirmeye ve güncellemeye devam etmesi talimatını verdiğini duyurdu.

Şiddeti ve kışkırtmayı reddetmek

Abbas, Filistin hükümetine, uluslararası taahhütlere uygun olarak bu süreci tamamlamak için iki yıl süre verdi.

Abbas, ‘Filistin ulusal kimliğine ve sabitelerine’ bağlılığı vurgulasa da ‘medya, eğitim müfredatı ve kültür alanı dahil olmak üzere çeşitli alanlarda şiddeti ve kışkırtmayı reddettiğini’ bildirdi.

dfg
Alman Georg Eckert Enstitüsü (GEI) birkaç yıl önce yaptığı araştırmada, “Filistin eğitim müfredatı İsrail'e karşı nefreti körüklüyor” sonucuna vardı. (AFP)

Filistin Eğitim Bakanlığı birkaç hafta önce bazı ders kitaplarını topladı ve bunların yerine mini eğitim paketleri koydu.

İsmini vermek istemeyen bir Filistinli yetkili, hükümetin ‘aylardır okul müfredatını gözden geçirmek için ciddi bir şekilde çalıştığını ve bu konuda önemli ilerleme kaydettiğini’ söyledi.

Bu çalışmanın ‘yeni bir mekanizma uyarınca’ yürütüldüğünü belirten yetkili, bunun ‘Avrupa'nın baskısı altında yapıldığını ve önceki Filistin hükümetinin müfredatı değiştirmek için Avrupa'nın baskısına yanıt vermeyi reddettiğini’ bildirdi.

Bu paketlerin bazılarını inceleyip orijinal ders kitaplarıyla karşılaştırdığımızda, Arapça ders kitabında mahkûmlara değinen bazı bölümlerin ve matematik ders kitabında Kudüs ile ilgili sözlü soruların silindiğini gördük.

xcdf
İsrail, Filistin Yönetimi'ni ‘eğitim müfredatında şiddeti teşvik etmekle’ suçluyor. (Independent Arabia)

Ancak Filistin Eğitim Bakanlığı, ders kitaplarının okullardan toplandığını yalanladı.

Filistin Eğitim Bakanı Emced Berhem, Independent Arabia'ya eğitim müfredatının gözden geçirilmesi konusunda talimatlar alındığını doğrulasa da ‘konunun hassasiyeti nedeniyle’ bu konuyu müzakere etmeyi reddetti ve bu konuda konuşma yetkisi olmadığını söyledi.

Filistin'in çatışma anlatısı

İsrail, Filistin Yönetimi'ni sık sık ‘eğitim müfredatında şiddeti teşvik etmekle’ suçlarken, Filistinliler bu suçlamayı reddederek müfredatın Arap-İsrail çatışması, Filistin tarihi ve halkının mücadelesine ilişkin Filistin'in anlatısını ele aldığını savunuyor.

Filistin Eğitim Bakanlığı Müfredat Merkezi eski Başkanı Servet el-Kilani, Filistin öğretim materyallerinin ‘UNESCO ilkeleri, uluslararası hukuk ve insan hakları ile uyumlu’ olduğunu değerlendiriyor.

Kilani, “Anlaşmazlık bu ilkeler üzerinde değil, bunların yorumlanması üzerinde. Çünkü Tel Aviv ve Washington, Filistinlilerin hoşgörü yoluyla teslim olmasını istiyor” dedi.

Kilani'ye göre İsrail, Siyonizmden, Filistinlilerin çatışmaya ilişkin anlatımından ve Filistin halkının ve tarihi liderlerinin mücadelesinden herhangi bir şekilde bahsedilmesini şiddet ve nefreti kışkırtma olarak görüyor.

ghy
Filistin Eğitim Bakanlığı bazı ders kitaplarını toplayarak, mahkûmlardan hiç bahsetmeyen geçici ders kitaplarıyla değiştirdi. (Independent Arabia)

Kilani, ABD ve Avrupa Birliği'nin (AB) desteğini alan İsrail'in ‘eğitimi siyasallaştırmak’ ve Filistin eğitim müfredatına İsrail'in kavramlarını, isimlerini ve anlatımlarını sokmak istediğini belirtti.

Alman Georg Eckert Enstitüsü (GEI) birkaç yıl önce AB tarafından finanse edilen bir çalışma yürüttü. Bu çalışmanın sonucunda ‘Filistin eğitim müfredatının İsrail'e karşı kışkırtma amacıyla kullanıldığı’ sonucuna varıldı.

İsrail haritası

Ancak Kilani, GEI’nın ön raporlarının ‘Filistin eğitim müfredatının hoşgörüsünü ve uluslararası hukuka bağlılığını övdüğünü’ belirterek, ‘nihai raporun İsrail'in kışkırtmasıyla hazırlandığını’ ifade etti.

Kilani, eğitim müfredatlarında Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak belirtilmesinin bir tür kışkırtma olarak değerlendirildiğini ifade etti. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre İsrail, Yafa ve Akka gibi şehirlerin İsrail’in kuruluşundan önce Filistin toprağı olduğuna dair tarihi atıfların yapılmasını da istemedi.

Tel Aviv'in, İsrailliler henüz sınırlarını çizmemiş olmasına rağmen ders kitaplarına İsrail haritasının eklenmesini istediğini belirtti.

Kilani, Filistin müfredatının ‘işgal altındaki toplumun ruhunun bir yansıması olduğunu ve hafızayı silmeye çalışan Siyonist anlatının karşısında ulusal anlatıyı yeniden ürettiğini’ söyledi.

7ı8
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, hükümete UNESCO standartlarına uygun olarak eğitim müfredatını geliştirmeye ve güncellemeye devam etme talimatı verdi. (Independent Arabia)

Filistin Devlet Başkanı’nın müfredatla ilgili kararına değinen Kilani, “Bu karar, müfredatın gözden geçirilmesini öngörüyor, ancak mutlaka değiştirilmesi gerektiği anlamına gelmiyor” dedi. Ayrıca, ‘yenileme ve geliştirme çabalarını desteklediğini, ancak bunun Filistin iradesi ve yönetimiyle yapılması gerektiğini’ vurguladı.

Kilani’ye göre kışkırtıcılık, İsrail veya Amerikan iradesiyle uyuşmayan şeylerde değil, uluslararası hukukun ve insan haklarının çiğnenmesinde yatıyor.

Kilani, “Sorun, kavramların farklılığında yatıyor; ulusal kurtuluş kavramlarının, işgalci güçlerin anlayışından farklı olması son derece doğal” değerlendirmesinde bulundu.

Siyaset araştırmacısı Cihad Harb, Filistin eğitim müfredatının öldürmeye teşvik etmediğini, ancak İsrail’in kuruluşundan önceki Filistin yurduna ve Nekbe’nin tanımına yer veren Filistin anlatısını içerdiğini belirtti.

Harb’a göre İsrail, Filistinlilerin tarih ve geleceklerine bakışını değiştirmek, zihinlerini dönüştürmek ve onları siyaseten yönlendirmek amacıyla Filistin müfredatının değiştirilmesini istiyor.

Harb ayrıca, Filistin Yönetimi’nin son dönemde eğitimden güvenliğe, hatta mahkûm maaşlarına kadar her alanda Amerikan baskılarına maruz kaldığını ifade etti.