​Batı algısında Hüsnü Mübarek: Doğrular ve yalanlar

 Batı medyası, Mübarek hakkında abartılı haberlere yer verdi. (AFP)
Batı medyası, Mübarek hakkında abartılı haberlere yer verdi. (AFP)
TT

​Batı algısında Hüsnü Mübarek: Doğrular ve yalanlar

 Batı medyası, Mübarek hakkında abartılı haberlere yer verdi. (AFP)
Batı medyası, Mübarek hakkında abartılı haberlere yer verdi. (AFP)

İnci Atvan
Eski Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Hüsnü Mübarek, salı sabahı öldü. Ardından gazetelerde, dergilerde ve sosyal medyada Mübarek’in 30 yıllık siyasal mirasına yönelik tartışmalar başladı.
Yönetimi bırakmasını isteyen Halk İntifadasının üzerinden dokuz yıl geçti ancak kendisi ve ailesi hakkındaki tartışmalar son bulmadı. Hüsnü Mübarek’in 11 Şubat 2011’de yönetimden azledilme şeklinin doğru olup olmadığı halen tartışılıyor.
Hüsnü Mübarek, Arap Baharı’nın düşen ilk ‘domino taşı’ Tunuslu mevkidaşı Zeynelabidin Bin Ali’nin aksine ülkesini terk etmemeyi tercih etti. Başkanlıktan istifa ettiğini duyurduğu 2 Şubat 2011'de ulusa seslendiği duygusal konuşmasında şunları söylemişti:
“Bu vatanda yaşadım ve onun için savaştım. Topraklarını, çıkarlarını ve egemenliğini korumak için mücadele verdim ve bu topraklarda öleceğim.”
ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'a göre Mübarek’in verdiği bu söz, yargılanıp hapsedilmesine ve ardından da zorunlu ev hapsine maruz kalarak sağlığının kötüleşmesine neden oldu.
Son yıllarda Hüsnü Mübarek dönemine dair birçok gerçek gün yüzüne çıktı. İç tartışmaların ötesinde yurt dışından tanıklıklar, yakın Mısır tarihindeki önemli bir evreye ait olayların iç yüzünü gösterir nitelikte. Batı’nın 25 Ocak ‘halk hareketleri’ döneminde Hüsnü Mübarek’e dair tutumu tartışmalı olarak görülüyor. Batılı yetkililerin o dönemki açıklamaları, Batı basınında aleyhine yer alan haberler, makale ve yorumlar bugün dahi tartışmaya açıktır.
Batılı ülkeler, özellikle ABD ve İngiltere, 25 Ocak 2011’de halk hareketi başladığında ilk başlarda belirsiz bir tutum takındı. Daha sonra bu ülkeler protestoları desteklemekle birlikte, rejimin devrilmemesi gerektiği yönünde bir pozisyon benimsediler. Protestocuları ikna edecek reformların gerçekleştirilmesini savunsalar da daha sonra Mübarek’in istifasını ve iktidarın barışçıl bir şekilde geçişinin sağlanmasını desteklediler. 


ABD yönetimi, 25 Ocak olayları sırasında Mübarek hakkında kararsızdı. (Getty Images)

Hüsnü Mübarek’in görev süresi Eylül 2011'de sona eriyordu. Batılı ülkeler arasında görev süresini tamamlayıp ayrılması ve derhal ayrılması konusunda görüş ayrılıklarının olduğu dikkat çekiyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Hard Choices ‘Zor Seçimler’ adlı kitabında söz konusu dönemde Beyaz Saray içinde Mısır’a dair yaşanan tartışmaları aktardı. Beyaz Saray ikilem içindeydi: Bir yandan özgürlükçü ABD ilkeleri protestocuların desteklenmesini gerekli kılıyordu diğer yandan ABD’nin bölgedeki önemli bir müttefiki olan Mısır’da yönetim değişikliğinin kargaşaya neden olma ihtimali söz konusuydu.
Clinton hatırlarında, protesto gösterilerinin devam ettiği 18 güne dair Mısır yönetimi ile Beyaz Saray arasındaki telefon trafiğine geniş bir şekilde yer veriyor. Aynı zamanda aile dostu olan Hüsnü Mübarek’le ilgili hayal kırıklığını ise şöyle ifade ediyordu:
“Yıllarca süren iktidardan sonra Mübarek’in Mısır halkının özgürlüğünü ve temel insan haklarını yok sayması gerçekten de hayal kırıcıydı. Üstelik ekonomi de kötü yönetiliyordu.’’
Ancak Hillary Clinton, Mübarek sonrasında yaşanabilecekler konusunda endişeli olduğunu itiraf ediyor ve Başkan Barack Obama'yı da bu konuda uyardığını söylüyor. Clinton sözlerine şöyle devam ediyor:
“ABD’nin ulusal çıkarlarıyla ilgili kaygılar tüm ABD yönetimlerini Mübarek’le iyi ilişkiler kurmasını sağladı. İran halen nükleer silah edinmeye çalışıyordu, El-Kaide de yeni saldırı tehditlerinde bulunuyordu. Süveyş Kanalı halen önemli bir ticaret rotasıydı ve İsrail’in güvenliği için Mısır’ın rolü hayati bir önem taşıyordu. Mübarek tüm bu konularda güvenilir bir ortaktı. Mübarek başkanlığındaki Mısır, bölgesel barış için kritik bir rol üstlenmişti. 30 yıllık iş birliğin ardından bu ilişkiden uzaklaşmaya hazır mıydık?”
Kitabının diğer bölümlerinde Mübarek'i "ABD’nin stratejik bir müttefiki" olarak tanımlayarak Mısır'daki olayların İran Devrimi’ne benzer sonuçlar vermesinden endişe duyduğunu belirten Clinton şöyle devam ediyor:
“İran Devrimi’nin bir benzerinin Mısır’da yaşanmasından korkuyorum. Eğer böyle olursa bu durum Mısır halkı için bir felaket anlamına gelir. Tarih diktatörlükten demokrasiye geçişte birçok zorluk olduğunu ispat etmiştir. Olaylar bir anda tehlikeli bir şekilde gelişip yanlış yollara sapabilir.”
Clinton’un endişelerini Obama’nın yardımcısı Joe Biden, ABD Savunma Bakanı Robert Gates ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon da paylaşıyordu. Ancak Obama kararını danışmanlarının etkisi altında verdi.
Mübarek’in azli konusunda çekinceleri olanlar yukarıda saydığımız isimlerden ibaret değildi. Daha sonra 25 Ocak olaylarını ele alan ABD basını, Hüsnü Mübarek’i Ortadoğu’da güvenilir bir ‘barış aracısı’ olarak niteliyordu. New York Times gazetesi, 25 Ocak-11 Şubat tarihleri arasında Mübarek’in düşüşünün Ortadoğu’daki barış görüşmelerini sekteye uğratabileceği yönünde çok sayıda makale yayınlamıştı. Buna Thomas Friedman ve o zamanlar ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olan John Kerry’nin makaleleri örnek olarak gösterilebilir.

Yolsuzluk ve ekonomik başarısızlık tartışması
İktidar kurumlarından kaynaklanan idari, mali ve politik yolsuzluk, Mübarek’in başkanlığı terk etmesini isteyen kamu öfkesinin başlıca nedenlerinden biriydi. Daha sonraki yargılama sürecinde de kendisi ve iki oğlu, cumhurbaşkanlığı sarayları için tahsis edilen 125 milyon cüneyhi zimmetlerine geçirmekle suçlandılar. Cumhurbaşkanı Mübarek’e yakın olan işadamlarının yaptığı yolsuzluklar da vardı. Bunların başında Mübarek’in dostu olan Hüseyin Salim geliyordu ki kendisi daha sonra Maliye Bakanlığı’ndan uzlaşma talebinde bulunmuştu. Ancak buna rağmen batı basınının bir kısmı yolsuzluk meselesini abartmıştı, İngiltere merkezli The Guardian gazetesi 4 Şubat 2011’de manşetten verdiği haberinde Mübarek’in servetini yaklaşık 70 milyar dolar olarak gösterdi. Bu haber Mısır’da yankılanarak halkın öfkesinin artmasına neden oldu. Yıllar sonra gazete yönetimi özür dileyerek söz konusu verilerin Princeton Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Emani Cemal’in tahminlerine dayandığını itiraf etti.


Mübarek’in Filistin yanlısı tutumu ABD ile ilişkilerinde gerilime neden oluyordu. (Getty İmages)

‘Batı Basınında Arap Liderlerin Ele Alınışı’ başlıklı bir medya araştırmasına göre New York Times gazetesi, Mübarek dönemindeki yolsuzluklara dair çok sayıda haber yapmasına rağmen Mübarek’in kişisel olarak yolsuzluğa bulaştığına dair herhangi bir haber yapmadı. Aksine Mübarek’in “Ortadoğu’daki mevkidaşlarına nazaran zenginliğe düşkün olmadığını” yazdılar. Mübarek’in mütevazi bir yaşam sürdüğü, Şarm eş-Şeyh’teki villasının komşusu Suudi işadamı Bekir bin Ladin’in villasından daha küçük olduğunu ifade ettiler. New York Times, babasının yönetiminin son 10 yılındaki yolsuzlukların arkasındaki ismin Cemal Mübarek olduğunu ileri sürdü.  
Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in danışmanı ve Londra’daki King's College profesörü Sir Lawrense Freedman ve meslektaşı Tony Michael ile meslektaşı Jeffrey Michaels tarafından Aralık 2012’de “Ortadoğu Liderlerini Tanımlamak” başlıklı bir kitap yayınlandı. Bu kitapta batılı diplomatların Ortadoğu’daki liderlere dair izlenimlerine yer veriliyordu. Birçok diplomat Mısır ekonomisinin Ocak 2011 olayları öncesinde ciddi ilerlemeler kaydettiğini aktarıyordu.
Kitap, Kasım 1997'den Haziran 2001'e kadar ABD’nin Kahire Büyükelçisi görevinde bulunan Daniel Charles Kurtzer’in “Mısır ekonomisi son 10 yılda eşi görülmemiş bir ilerleme kaydetti” ifadesini aktarıyor. Ayrıca ABD’li ve İngiliz diplomatların 2004’ten bu yana Mısır ekonomisinin yeni bir evreye girdiğini, Hüsnü Mübarek’in atadığı bakanların mali reformlara öncelik vererek bunu başardığını ancak bu reformların henüz toplumun geniş kesimlerine yansımadığını bildiriyor.

Irak savaşı
Arapların büyük çoğunluğu, Hüsnü Mübarek’i ABD’nin Irak işgalinin arkasında olmakla suçluyor. Ancak Friedman kitabında şu ifadeler yer alıyor:
“Mübarek ile ABD ilişkilerinin bozulması, Mübarek’in ABD’nin Irak işgaline destek vermemesiyle başladı. Mübarek, ABD yönetimini aleni bir şekilde işgalin ‘Pandora’nın kutusunu’ açacağı yönünde uyardı. Bir başka yerde de, Irak’ın Anglo-Amerikan istilasının, bölgede düşmanlıklar yaratıp yüzlerce Bin Ladin çıkmasına neden olabileceğini’ söyledi.” 
Mübarek ve Washington arasındaki ilişkilerin gerilmesinin birkaç nedeni daha vardı. Nisan 2003 tarihli bir ABD diplomatı mesajında, Mısır yönetiminin 31 Ekim 1999’da New York-Kahire seferini yaparken, kalkışından 40 dakika sonra Atlas Okyanusu'na çakılan Mısır Havayolları uçağının soruşturmasına dahil olmak istediği ancak bu talebin reddedilmesinin öfkeye neden olduğunu yazmıştı. Mısır’ın Filistinlileri İsrail’in koşullarına razı edememiş olması ve İkinci intifada sürecinde İsrail’in uygulamalarına tepki olarak büyükelçisini çekmesi de iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olmuştu. Şarku’l Avsat gazetesinde 2005 yazında yayınlanan bir makalede, Mısır’ın bu tutumuyla İsrail’i ‘barış sürecinin’ dışına ittiğine yer verildi. Buna ek olarak ABD-Mısır ilişkilerinin, Mısır’ın Irak ambargosunu delmesi ve ABD tarafının uyarılarına rağmen Libya ve Sudan’la ilişkiler geliştirmesinin iki ülke ilişkilerini zedelediği ifade edilmişti. 



Witkoff'un önerisi: Hamas arabuluculara cevabını ‘notlarla’ iletti

Dün Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından feryat eden Filistinli bir kadın (Reuters)
Dün Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından feryat eden Filistinli bir kadın (Reuters)
TT

Witkoff'un önerisi: Hamas arabuluculara cevabını ‘notlarla’ iletti

Dün Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından feryat eden Filistinli bir kadın (Reuters)
Dün Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından feryat eden Filistinli bir kadın (Reuters)

Hamas kaynakları bugün, hareketin ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un 60 günlük ateşkes önerisiyle ilgili cevabını arabuluculara ilettiğini doğruladı.

Şarku’l Avsat'a konuşan kaynaklar, Hamas'ın ortak bir Filistin pozisyonu oluşturmak amacıyla Katar'da ve Beyrut dahil diğer başkentlerde Filistinli grupların liderleriyle yoğun temaslarda bulunduğunu ve toplantılar düzenlediğini bildirdi.

Kaynaklar, Hamas liderliği ve gruplar açısından cevabın olumlu olarak nitelendirilebileceğini, ancak İsrail işgaline karşı açık bir önyargı taşıyan teklifin taşıdığı tüm olumsuzluklara rağmen, uygulanmasının başarılı olması için bazı notların da eklenmesi gerektiğini belirtti.

Kaynaklar, teklifle ilgili yapılan tüm düzenlemelerin oybirliğiyle kabul edildiğine dikkat çekerek, İsrail'e baskı yapma konusunda samimi bir Amerikan iradesi olması halinde teklifin kabul edileceğini ifade ettiler.

Kaynaklar, yanıtta yer alan notlardan birinin, İsrailli esirlerin Witkoff belgesinde belirtildiği gibi ilk hafta sadece iki gün içinde teslim edilmesini önlemeyi, bunun yerine son anlaşmada olduğu gibi aşamalı olarak iki ay boyunca anlaşmanın tam olarak etkili olmasını sağlamayı amaçladığını açıkladı.

Hareket kaynakları dün Şarku’l Avsat'a yaptıkları açıklamada, teklife ilişkin yorumlarla birlikte olumlu bir yanıt verileceğini belirttiler.

Filistinli bir kadın, Cuma günü Gazze Şehri'ne düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından çığlık atıyor (Reuters)Filistinli bir kadın, Cuma günü Gazze Şehri'ne düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından çığlık atıyor (Reuters)

Kaynaklar o dönemde teklifin birçok ‘tuzak’ taşıdığını ve birçok koşulunun Filistinliler için durumu daha da karmaşık hale getirdiğini ifade etmişti. Kaynaklar, 60 günlük sürenin ateşkes anlaşmasını açıkça bağlayıcı hale getirmemesi ve İsrail'i buna bağlamadan, hatta başarılı olması halinde süreyi uzatmadan gevşek bir şekilde ortaya koyması da dahil olmak üzere, sunulan metinde birçok ikilemin belirgin olduğuna dikkat çekti. Bu durum, İsrail'in kalan esirlerin teslimi için belirlenen yedinci günden sonra istediği zaman Gazze'de Lübnan tarzı saldırılar gerçekleştirmesine ve altmış günün ardından savaşı tamamen yeniden başlatmasına açıkça izin verecektir.

Teklif ayrıca esir takası için üzerinde anlaşmaya varılmış herhangi bir kriter olmaksızın belirli bir sayı belirliyor ve sadece 125 müebbet ve yüksek cezalı mahkûmun serbest bırakılmasını öngörüyor ki bu sayı hayatta kalan ve ölen İsraillilerin sayısıyla orantılı olmadığı gibi bir önceki ateşkes aşamasında kullanılan kriterlere bile ulaşmıyor.

Kaynaklar o dönemde Hamas liderliğinin teklifin metnini inceledikten sonra, canlı ve ölü esirlerin serbest bırakılmasının bedeli konusunda bile İsrail'in ateşkes vizyonunu benimsediğini gördüklerini söyledi.

Kaynaklar, teklifte savaşı sona erdirecek net bir garantiden bahsedilmediğini, konunun müzakerelerin kaderine bırakıldığını, bunun da esasen savaşı sona erdirmek istemeyen ve herhangi bir anlaşmaya uymayı reddeden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun elinde kalacağı anlamına geldiğini açıkladı.

Anlaşma metninin İsrail'in çekilmesi ve hatta yardım girişinin devam etmesi konusunda da herhangi bir garanti vermediğini belirten kaynaklar, insani yardım maddesinin de bir önceki anlaşmada kabul edilen insani yardım protokolünün uygulanmasına atıfta bulunmadığına, bunun yerine müzakereler ve anlaşmanın uygulanması sırasındaki gelişmelere göre devreye sokulmasını öngördüğüne dikkat çekti. Başka bir deyişle anlaşma metni, tüm ihtiyaçları karşılamadan ve enkazı kaldırmak için ağır ekipman ve diğerlerini getirmeden, İsrail'in bu insani dosyada üstünlüğünü korumasına izin veriyor.

İsrailli siyasi kaynaklar anlaşma metninin ne savaşın sona ermesini ne İsrail'in Gazze Şeridi'nden çekilmesini ne de insani yardımın serbestçe girişine izin verdiğini doğruladı.

Hamas kaynakları, teklifin herhangi bir anlaşma için İsrail'in ve Netanyahu hükümetinin koşullarını öne sürdüğünü, Filistinlilere ise hiçbir şey garanti etmediğini ve sadece hareketten net bir ödül olmaksızın esirleri teslim etmesini istediğini söylüyor.

Yeni anlaşma ateşkesin 60 gün sürmesini, ABD Başkanı Donald Trump'ın taraflara bu süre zarfında taahhütte bulunma garantisi vermesini ve ilk gün 5 İsrailli esir ile 9 cesedin, yedinci gün de aynı sayıda kişinin serbest bırakılmasını öngörüyor.

Anlaşma, insani yardımın iki tarafın üzerinde mutabık kalacağı bir anlaşma yoluyla yapılmasını ve sadece Birleşmiş Milletler (BM) ve Kızılay gibi mutabık kalınan kanallar aracılığıyla dağıtılmasını, yani özel sektöre hiçbir malın verilmemesini öngörüyor.