Sudanlıların Mısır sevgisi azalıyor mu?

Mısır-Sudan ilişkilerinin gerilmesinde dış etkenlerin rolü yadsınamaz. Geçmişte İngiltere’nin ‘ihtilafları kazıma’ yönteminin bugün Etiyopya tarafından kullanıldığına şahit oluyoruz.

Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)
Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)
TT

Sudanlıların Mısır sevgisi azalıyor mu?

Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)
Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)

Emani Tavil
Sudan gündemiyle yakından ilgili olmayan Mısırlılar, sosyal medya sitelerinde Mısır karşıtı düşmanca ifadeler kullanılmasından dolayı şaşkın. Nahda Barajı hususundaki politik çekişmenin şiddetlenmesine neden olan bu nefret dili, Sudanlıların Mısırlılara olan sevgisinin azaldığını düşündürüyor. Mısır bilindiği üzere milyonlarca Sudanlıyı kendi topraklarında barındırıyor. Nil Nehri’nin çocukları, tarihin farklı dönemlerde karşılıklı göç yapmıştı. Yani iki halk birbirine, kopması mümkün olmayan insani ilişkiler ağıyla bağlıdır.
Öyleyse Mısırlılar ve Sudanlılar arasındaki bu atışmaların sebebi nedir? İki ülke insanları arasındaki ‘yanlış anlamalar’ yeni midir yoksa tarihsel bir geçmişi var mıdır? Karşılıklı saldırganlığın politik ve kültürel arka planı nedir? İki ülke ilişkilerinin bu olumsuz seyrinde ‘dış güçlerin’ bir rolü var mıdır? İki kardeş ülkenin ‘uçuruma’ düşmesini engellemek için ne yapmak gerekir? En azından ekonomik anlamda iş birliği yapabilmeleri için nasıl adımlar atılmalıdır? Ki şu an Afrika’daki tüm ülkeler komşularıyla iş birliği yapmanın önemini kavramış durumda. Üstelik çoğu ülkenin koşulları Nil Vadisi’ndeki bu kardeş ülkelerin koşullardan daha zorludur.

Tarihe dönüş
Mısır, Sudan'ı 1899'dan 1956'ya kadar Büyük Britanya ile ortaklaşa olarak yönetti. Bu süreçte iki ülke ilişkileri oldukça karışıktı. Zira İngiltere, Sudan’la birlikte Mısır’ı da sömürüyordu. Mısır, Sudan’ı yönetirken aslında kendisi de başkaları tarafından yönetiliyordu. İngiltere, Mısır’ın birçok kaynağını Sudan’daki bazı yatırımlarında kullanıyordu. Bu yaklaşım Sudan’dan çok Mısır’a zarar veriyordu. Mısır en büyük zararı da 1950’lerde Afrika’nın ‘sömürgecilerden özgürleşmesi’ sürecine öncülük yaptığında gördü. İngiltere, Sudan’ın bağımsızlığının sınırlı olmasını istiyordu. Kuzey Sudan’a bağımsızlık önerilirken Güney Sudan’ın İngiliz Valisi’nin yönetiminde kalması planlanıyordu. Mısır’ın girişimleriyle bu plan çöktü ve Sudan’ın tümünün bağımsızlığına kavuşması sağlandı. Ancak İngilizler girişimlerini sürdürdüler ve Kuzey Sudan’daki siyasi erkin Londra yanlı bir ekipten oluşması için çaba gösterdiler. Sudan Özgürlük Hareketi, 1936 yılında ‘Mısırla ilişkilerimizin doğası ne olmalıdır?’ sorusu etrafında görüş ayrılığı yaşıyordu. Bir kısmı, yani Hatmiler, Mısır’ın tarafını tuttu. Diğer kısmı ise, yani ‘Ensar’, İngiltere’ye yakın bir tutum benimsedi. Her iki tarafı da temsil eden büyük birer parti bulunuyordu. Bu partiler Sudan siyasetinde halen aktif olarak yer alıyor.
İngiltere’nin Mısır karşıtı ‘kartları’ Nil Nehri suları ve milliyetçilikti. İngiltere bu iki kartı dâhice kullanmayı bildi. İngiltere arşivlerindeki açıklanan belgeler, 1954-1957 yılları arasında İngilizlerin su kanalları sistemiyle Nil Nehri sularını 800 bin pamuk fidanının sulanmasında kullandığını gösteriyor. İngiltere’deki tekstil fabrikaları söz konusu yıllarda pamuk hammaddesinin yüzde 49,2’sini Sudan’dan elde ediyordu. Ayrıca İngiltere’nin bu süreçte Mısır karşıtı ırkçı söylemlerin yayılmasını sağladığı anlaşılıyor. Mısırlı bir yetkiliye ait olduğu iddia edilen bir ses kaydının yaygınlık kazanması da bu bağlamda zikrediliyor. Ses kaydına göre Mısırlı yetkili Sudanlı bir yetkiliye “Daha çok su elde etseniz bile teninizin rengi beyazlamayacak” diyor. Ayrıca Güney Sudanlıları “Mısırlılar gelip topraklarınızı elinizden alacak ve mısır yerine pirinç ekecekler diye” korkuttukları da biliniyor. İngiltere’nin bu yalanları yıllar geçmesine rağmen halen bazı Sudanlıların hafızasında yankılanıyor. Doğrusu bu yalanları farklı bir şekilde yeniden duruma göre uyarlandığına şahit oluyoruz.

Dış etkenlerin rolü
Mısır-Sudan ilişkilerinin gerilmesindeki dış etkenlerin rolü yadsınamaz. Geçmişte İngiltere’nin ‘ihtilafları kazıma’ metodunun bugün Etiyopya tarafından kullanıldığına şahit oluyoruz. Etiyopya menşeli hesaplar, sosyal medya mecralarında Arapça yayın yapıyor. Başlıklarına baktığınızda Etiyopya’yı tanıtım amacı taşıyor gibiler. Ancak içeriklerini incelediğinizde Mısır-Sudan ilişkisini bozmayı hedeflediklerini görüyorsunuz. Şöyle ki; sürekli olarak Halayib, Şelatin gibi Mısır-Sudan arasındaki sorunlu meseleleri ele alıyorlar. Etiyopya-Sudan arasındaki sınır gerginliklerine ise hiç işaret etmiyorlar. Ayrıca Mısır’ın Afrika ve Nil Havzası’nda yayılımcı bir politika izlediğini ve bu politikanın kanıtının da Eritre ile olan ilişkilerinde açığa çıktığını vurguluyorlar. Sudanlılar ve Etiyopyalılar arasındaki etnik yakınlıkları ele alırken Sudanlılar ve Mısırlılar arasındaki kültürel-dini yakınlığı görmezden geliyorlar. Takdir ederseniz; bu yazılanların Etiyopya’yı Araplara tanıtmakla bir ilgisi olmadığı açıktır.

Mısır kaynaklı faktörler
Kahire ile Hartum arasındaki ilişkilerin gerilmesine Mısır kaynaklı bazı faktörlerin de katkı sağladığı söylenebilir. Şöyle ki Mısır devleti, Sudan ve Güney Sudan’la ilgili verileri direk olarak bu ülkelerin kurumlarından alıyor ve bu ülke yöneticileri ile muhatap oluyor. Bu ülkelerdeki muhalefet ya da siyasi partiler yerine devlet kurumlarını desteklemekle yetiniyor. Oysa çoğu zaman sivil toplum ile devlet aynı kanaati paylaşmıyor. Dolayısıyla haz etmedikleri devletle muhatap olan yönetimlerden de hoşlanmıyorlar. Bunun sebeplerinden biri de Sudanlı sivil toplum kuruluşlarının baskılar nedeniyle Mısır’da etkin olamamasıdır. Mısır’ın bu tutumu ilk cumhuriyetten Cemal Abdunnasır dönemine ve sonrasına kadar hiç değişmemiştir. Kahire yönetimi, Aralık 2019’da patlak veren Sudan Devrimi’ne ilk başlarda temkinli yaklaşmıştı. Bir süre gözlemci olmakla yetindi. 11 Nisan 2019’da Ömer el-Beşir’in azledilmesinden sonra ise Sudan ordusunu destekledi. Sonraki süreçte ise belirsiz bir tutum takındı. Sudan Devrimi’nde yer alan gençlerin Mısır yönetimine öfke duymasının nedenlerinden biri de Sudan sivil hareketlerinin kazanımlarını baltalamasından endişe duymaları olabilir. Oysa başka bölgesel güçler şu anda bu endişelerini haklı çıkaracak bir rol üstlenmiş durumda. Üstelik Sudan sivil toplum kuruluşları da devrime uygun bir şekilde üzerine düşen vazifeleri yerine getirmekte yetersiz kalıyor.
Meselenin kültürel boyutlarını ele alacak olursak…
Mısır’da eğitim seviyesinin, özellikle son yıllardaki çalkantılı süreçte düştüğü bir gerçektir. Okuma yazma bilmeyenlerin oranının yüksek olması da Mısır halkının bazı dışlanmış kesimlerinin Sudanlılar aleyhinde ırkçılığa varacak söylemleri benimsemesine olanak sağlamıştır. Sudanlılar gündelik yaşamda da ayrımcılığa maruz kalıyor. Her ne kadar Mısır yönetimi bu eylemleri tasvip etmese de önüne geçemiyor. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi geçenlerde yaptığı bir konuşmaya, arkadaşları tarafından şiddete maruz kalmış Sudanlı bir çocuğu da davet etmiş ve yanına oturtmuştu. Sisi Sudanlılardan çok Mısırlılara bir mesaj vermeyi amaçlıyordu. Meselenin medya boyutuna işaret etmemiz gerekirse; şüphesiz Mısır medyasında kavramların kullanımı ile ilgili ciddi sorunlar var. Sadece Sudanlılarla ilgili olmasa da öteki halklara dair yer yer ırkçı, kışkırtıcı ve alaycı ifadelerin kullanıldığı görülüyor. Mısır-Sudan ilişkisi de bu sorundan nasibini alıyor. Yanlış yayın politikalarının Sudan kamuoyunda olumsuz yansımaları oluyor.

Sudan kaynaklı faktörler
Sudan’daki yönetici kadrolar yakın tarih boyunca maalesef Mısır karşıtlığının artmasında aktif rol oynadılar. Bu tutumlarının nedeni milliyetçilik ya da ‘iç sorunların’ dışa yönlendirilmesiydi. Ümmet Partisi’nin 1958 yılında Mısır düşmanlığıyla tanınan Abdullah Halil’e yönetimi teslim etmesi ya da eski Başbakan Sadık el-Mehdi’nin 1985’te ‘Mısırla Bütünleşme Anlaşması’nı ortadan kaldırması da bu tezimize örnek gösterilebilir. Tabii en dikkat çekici gerginlikler, 1989-2019 tarihleri arasında, İslami Milli Cephe iktidarı döneminde yaşandı. Turabi, 1. Körfez Savaşı sonrasında Mısır karşıtı gösterilere öncülük etti ve Nil Nehri’ni kesmekle tehdit etti. Sudan yönetimi ayrıca Mısır’a bağlı özel okulların ve üniversitelerin kamulaştırılması kararı aldı. Ayrıca Sudan yönetimi, siyasal İslam karşıtlığıyla suçladıkları Hüsnü Mübarek’e karşı da daima mesafeliydi. Bu süreçte, 1995 yılında Mübarek’e Etiyopya’da bir başarısız suikast girişimi oldu. Körfez Savaşı sonrasında Mısır-Sudan ilişkileri asla eskisine dönmedi. Ömer el-Beşir’in yönetimden ayrılmasıyla sonuçlanan iç kriz ortamında bazı Sudanlılar yeniden Mısır-Sudan sınırları meselesini gündeme getirdi. Sınırlar meselesi hem Sudan hem de Mısır tarafında şöhrete ulaşmak isteyen gazetecilerin sık sık dile getirdiği konu oldu. Buna karşılık gerek devrimci kadrolar içinde gerekse siyasal İslamcı çevrelerde Mısır’la ilişkilerin geliştirilmesini savunan ciddi kesimler de bulunuyor. Bu kesimler, Mısır ile kurulacak ilişkilerin, özellikle ekonomik iş birliğin ‘devrimi’ güçlendireceğini ve eski rejimin yeniden canlanmasının önüne geçeceğini savunuyor.

Ne yapılmalıdır?
Kişisel kanaatim, Sudan’daki Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’nin iyi bir okuma yaparak Mısır’la ilişkilerine dair stratejik bir tutum benimsemesi yönündedir. Mısır’ı boykot etmek asla çözüm değildir. Ömer el-Beşir’in azledilmesinin üstünden bir yıl geçmesine rağmen henüz Kahire büyükelçisi atanmamıştır. Mısır’ın Sudan ordusunun rolünü güçlendirici bir etken olarak değerlendirilmesi de gerçekçi değildir. Bunu iki gerekçeyle açıklayabilirim. Birincisi; Sudan ordusu kendi içinde bölünmeler yaşıyor. Ordunun bir kısmı gayrı meşru işlere bulaşmış durumda. Resmi yönetimi ise birçok farklı siyasi tarafın baskısı altında. Sudanlılar ordunun ideolojik ve yapısal olarak dönüşümünü savunuyor. İkincisi; Batı dünyası ordunun yönetimde öne çıkmasını şiddetle reddediyor. Sudan’da devrimci güçler içinde yer alan ve Mısır karşıtlığıyla öne çıkan gençler iki konuya dikkat etmelidir. İlki, eski rejimin Mısır’la gerginliğin artmasından istifade ettiğidir. İkincisi de Mısır’la ilişkilerin düzeltilmesinin ülke ekonomisine ciddi katkılarının olacağıdır. Mısır tarafının yapması gereken şey ise ‘ırkçı ve ayrımcı’ söylemleri cezalandıran yasaları bir an önce medya alanında uygulamalıdır. Ayrıca Mısır’ın dış politikalarını sekteye uğratan medya dilinin iyileştirilmesi için de harekete geçilmelidir. Sorumsuz yayın anlayışı, Sudan-Mısır ilişkilerini sekteye uğratarak ‘bulanık suda balık avlamayı’ hedefleyenlere istedikleri örnekleri vermektedir.



Şara: Washington, Şam'a İsrail ile anlaşmaya varması için baskı yapmıyor

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (DPA)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (DPA)
TT

Şara: Washington, Şam'a İsrail ile anlaşmaya varması için baskı yapmıyor

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (DPA)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (DPA)

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, dün yaptığı açıklamada, İsrail ile güvenlik anlaşmasına varmak için devam eden müzakerelerin "önümüzdeki günlerde" sonuç verebileceğini söyledi.

Şam'da gazetecilere konuşan Şara, güvenlik anlaşmasını "zorunluluk" olarak nitelendirerek, anlaşmanın Suriye'nin hava sahasına ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini ve BM gözetimine tabi olmasını gerektireceğini ifade etti.


Süveyda için yol haritası: Suriye'nin güneyinde uzlaşıya giden zorlu yol

Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
TT

Süveyda için yol haritası: Suriye'nin güneyinde uzlaşıya giden zorlu yol

Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)

Baha el-Avam

Suriye’nin güneyindeki Süveyda ilinde yaşanan krizi sona erdirmek amacıyla Suriye, Ürdün ve ABD’nin üzerinde uzlaştığı yol haritası hem içeriden hem de dışarıdan birçok tarafça memnuniyetle karşılandı. Ancak yol haritasının Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani tarafından açıklanan versiyonu ile Ürdün Dışişleri Bakanlığı'nın sosyal medya platformlarında yayınladığı versiyonu arasındaki tutarsızlıklar, yol haritasının açıklanmasından hemen sonra soru işaretlerine neden oldu.

Süveyda Yüksek Hukuk Komitesi, yol haritasının bazı maddelerine karşı çıkarak bunu reddetti. Ancak Amman, Şam ile Süveyda arasındaki uzlaşı için ‘yol haritası’ olarak adlandırılan süreci tamamlamak amacıyla, Süveydalıların temsilcileri ile hükümet arasında müzakereleri desteklemek üzere Washington ile iş birliği yapmasını ve diyalogun iki taraf arasındaki anlaşmazlık noktalarını çözmesini umduğunu belirtti.

Yol haritasının Bakan Şeybani tarafından açıklanan resmi versiyonu, yedi maddeden oluşuyor. Yol haritasında; Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile koordineli olarak sivillere ve mülklerine saldıranların hesap vermesi, Süveyda’ya insani ve tıbbi yardımın ulaştırılmasının sağlanması, mağdurlara tazminat ödenmesi, köylerin ve kasabaların yeniden inşası, yerinden edilen kişilerin geri dönüşünün kolaylaştırılması, temel hizmetlerin yeniden sağlanması, günlük hayata dönüş için gerekli koşulların oluşturulması, İçişleri Bakanlığı'na bağlı yerel güçlerin yolları korumak ve insanların ve ticari ürünlerin akışını güvence altına almak için konuşlandırılması, kayıpların akıbetinin ortaya çıkarılması ve tüm taraflardan tüm tutukluların ve kaçırılanların iade edilmesi ve Süveyda halkının tüm taraflarının dahil olduğu bir iç uzlaşı sürecinin başlatılması öngörülüyor.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan açıklama ise Şeybani'nin duyurduğu bilgileri netleştirerek anlaşmada yer alan bazı başka noktalara da değiniyor. Bunların başında, Şam'ın BM Suriye Gerçekleri Araştırma Heyeti'ni Süveyda'yı ziyaret etmeye ve geçtiğimiz temmuz ayında Süveyda’da yaşanan olayları soruşturmaya davet etmesi geliyor. Bu soruşturma sonucunda hazırlanan rapor temelinde Suriye hükümeti, suç işleyenlerden, geçmişleri veya siyasi ve sosyal bağlantıları ne olursa olsun hesap soracak.

Yol haritası üzerine varılan uzlaşıdaki bir nokta ise Ürdün ve ABD’nin Süveyda'ya insani yardım ulaştırılmasını sağlamaya katılması oldu. Bu durum, Süveyda’daki krizin başlangıcından beri Ürdün topraklarından Suriye'nin bu iline insani yardım geçişi için koridor açılmasının mümkün olup olmadığına dair sorulan temel bir soruyu gündeme getirdi. Stratejik ilişkiler araştırmacısı Amer es-Sabaileh'e göre yol haritası Ürdün'e bu koridoru açmak için yasal gerekçe sağlıyor. Ancak bunun pratikte uygulanması için bu insani yardım koridorunu kimin koruyacağı ve Amman bu adımı atarsa Suriye tarafında kiminle muhatap olacağı gibi birkaç noktanın açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

ABD ve Ürdün'ün, ildeki hasarlı alanların ve tesislerin yeniden inşası için gerekli finansmanın sağlanmasında vereceği yardımın da netleştirilmesi gerekiyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, ülkesinin bu konuda Suriye'nin kendi kaynaklarını yatırmasına destek verdiğini söyledi. Ancak Amman, Süveyda'nın yeniden inşası için gerekli mali desteği nasıl sağlayacağı konusunda net bir açıklama yapmadı.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Suriye hükümetinin eyaleti korumadaki güvenlik rolü, eyaletin idari sınırlarını korumak ve Şam'a bağlayan yolun güvenliğini sağlamakla sınırlı. İç güvenlik ise İçişleri Bakanlığı tarafından atanan bir kişinin liderliğinde Süveyda'nın çeşitli kesimlerinden oluşan yerel polis gücü tarafından sağlanacak. Bu adım, Ürdün ve ABD'nin himayesinde Suriye hükümeti ile Süveydalıları bir araya getiren istişareler ve toplantılar sonucunda kararlaştırılacak.

Toplantılar ve görüşmeler sonucunda sadece polis gücü kurulmakla kalmayacak, aynı zamanda yerel sakinler ile devlet kurumları arasında koordinasyon sağlanarak ildeki sivil ve idari kurumlar da yeniden faaliyete geçecek. Ancak ‘Tüm bu süreçte Süveyda adına kim müzakere edecek?’ sorusu, yanıt bekleyen en önemli soru olmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Ürdün'ün başkenti Amman'dan konuşan Sabaileh, Yüksek Hukuk Komitesi üyelerinin Süveyda'da bulunmaması ve Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin temsilcilerinin toplantılara katılmamasının yol haritasının ölü doğduğunu gösterdiğini belirtiyor. Bunun nedeni, onların uzlaşı sürecinin kilit oyuncuları olmaları. Onların yokluğu krizin çözülmesini sağlamayacak, aksine krizi daha da şiddetlendirecek ve uzatacak. Suriye hükümeti onları temsil etmiyor ve Şam'da onlarla ilgilenenler Süveyda'yı temsil etmiyor ve orada hiçbir etkisi yok. Ayrıca Ürdün, sahada aktif olan bu taraf adına konuşamaz.

Süveyda Yüksek Hukuk Komitesi medya ofisi tarafından sosyal medya üzerinden yayınlanan bir açıklamada, ‘Suriye Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasının dikkatle incelendiği ve Suriye'ye ilişkin bağımsız bir uluslararası soruşturma komisyonu çağrısı ile Suriye yasaları kapsamında hesap verebilirliğin korunması ve uygulanması arasında çelişki olduğunun görüldüğü’ belirtildi. Açıklamada, yol haritasının Suriye hükümetini uzlaşı arayan tarafsız bir taraf olarak gösterdiği, fakat ‘hükümetin ve güvenlik ve askeri kurumların Suriye halkına karşı işlenen katliam ve ihlallerin doğrudan ortağı olduğu’ vurguladı.

Suriye’deki yargı organlarının siyasileştirildiğini, yürütme organına bağlı olduğunu ve adil yargılama garantisi veremediğini belirten komisyon, yerel konseyler ve ortak polis güçleri hakkında ise bunların ‘Süveyda'ya yeni bir vesayet dayatma ve toplumda meşruiyetini yitirmiş ve halkının davasına ihanet etmiş kişileri destekleyerek halk arasında ayrılık tohumları ekme girişimi’ olarak nitelendirdi.

Suriye hükümetinin Süveyda'da güvenlik komutanı olarak Selman Abdulbaki adlı bir kişiyi atama kararına atıfla Süveydalıların bu kişiyi geçtiğimiz temmuz ayında ‘kendilerine karşı suç işleyen silahlı milislerle iş birliği yapmakla’ suçladıklarını belirten Komisyon, bu kişinin Süveyda dışında yaşadığını ve resmi devlet kurumlarının bulunduğu şehir merkezine ulaşamadığını ifade etti.

Komisyon, tüm bunlar çerçevesinde Süveyda'da yaşananlarla ilgili uluslararası bir soruşturma ve uluslararası bir yargılama yapılmasında ısrarcı olduğunu vurgularken, ildeki çeşitli aktörlerin Birleşmiş Milletler (BM) ve ilgili kuruluşlar aracılığıyla tesis etmeye çalıştıkları kendi kaderini tayin hakkına olan bağlılığını yineledi.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Süveyda'da uzlaşının tek bir adımla başladığını söyledi. Barrack, Şam'da Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani ve Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi ile Süveyda konusunda imzalanan yol haritasının sadece iyileşme için bir rota çizmekle kalmayıp, aynı zamanda gelecek nesil Suriyelilerin herkes için eşit hak ve görevlere sahip bir vatan inşa ederken izleyebilecekleri bir yol olduğunu yazdı.

Suriyeli gazeteci Louay Ghabra, Süveyda krizini sona erdirmek için hazırlanan yol haritasının etkinliği konusunda, İsrail'in bu konudaki tutumuna odaklanan başka bir soru daha gündeme getirerek, yol haritasının bir şekilde Suriye ile İsrail arasında henüz imzalanmamış bir güvenlik anlaşmasının önünü açtığını belirtti. Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi'nin yol haritasının açıklanması sırasında İsrail'in Suriye'nin güneyine ilişkin güvenlik kaygılarının dikkate alınmasının önemine açıkça değindiğini hatırlatan Ghabra, bunun da Şam ile Tel Aviv arasındaki diyaloğun söz konusu yol haritasına ilişkin ABD, Ürdün ve Suriye arasında varılan uzlaşıya bağlı olduğu ve birinin başarısız olması durumunda diğerinin de otomatik olarak çökeceği anlamına geldiğini söyledi.

Şam'ın İsrail ile yapılacak bir güvenlik anlaşmasıyla ilgilendiğini ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın eylül ayında New York'a yapacağı ziyaret sırasında anlaşmayı sonuçlandırması için ABD'nin önemli bir baskı uyguladığını belirten Ghabra, ancak medyada yer alan haberlere göre İsrail'in şartları sert görünüyor ve bu şartları kabul etmek, bazılarının inandığı gibi Şara yönetimine Süveyda'yı kontrol etme izni vermeyeceğini, aksine eğer bu tek seçenekse ve Süveydalılar kendi kaderini tayin hakkını elde edemezse, Şam ile gelecekteki müzakerelerde Süveyda’nın konumunu güçlendireceğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.


İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
TT

İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)

İsrail Merkez İstatistik Bürosu'nun dün yayınladığı verilere göre, önümüzdeki hafta kutlanacak Yahudi Yeni Yılı (Roş Aşana) arifesinde İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bine yükseldi. Bu veriler, geçen yıl ülkeden göç eden İsraillilerin sayısının ilk kez geri dönenlerin sayısını aştığını doğruladı.

Yahudilerin sayısı 7 milyon 758 bine ulaşarak nüfusun yüzde 78,5'ini oluştururken, Arapların sayısı işgal altındaki Kudüs'teki Filistinliler ve Golan Tepeleri'ndeki Suriyeliler dahil olmak üzere 2 milyon 130 bine ulaşarak nüfusun yüzde 21,5'ini oluşturdu. Öte yandan İsrail'de yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu vatandaş yaşıyor.

Rakamlara göre, İsrail'in nüfusu geçen Roş Aşana'dan bu yana yaklaşık 101 bin artarak yüzde 1'lik bir nüfus artışı kaydetti.

Merkez İstatistik Bürosu, 2024 yılında İsrail'den kayda değer bir göç dalgası yaşandığını, yaklaşık 82 bin İsraillinin ülkeyi terk ettiğini, İsrail'in ise sadece 31 bin yeni göçmen kabul ettiğini belirtti.

Resmi rakamlara göre, İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bin olarak tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık 7 milyon 758 bini Yahudi ve diğerleri (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 78,5'i) ve yaklaşık 2 milyon 130 bini Arap (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 21,5'i). Buna ek olarak, ülkede yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu kişi yaşıyor, bu da İsrail vatandaşı sayısının yaklaşık 9 milyon 888 bin olduğu anlamına geliyor.

Doğumlar açısından, İsraillilerin yıllık nüfus artış oranı 2023'teki yüzde 1,6'ya kıyasla yüzde 1,2’ye indi. 20 yaşın üzerindeki Yahudi nüfusun dini dağılımına bakıldığında, yüzde 42,7'si kendilerini dindar olmayan ve seküler, yüzde 21,5'i çok dindar olmayan muhafazakâr, yüzde 12'si dindar muhafazakâr, yüzde 12'si dindar ve yüzde 11,4'ü Haredi (ultra-Ortodoks) olarak tanımladı.

İsrail'e göç konusunda ülke, 2024 yılında 31 bin 100 göçmen kabul ederken, 2023 yılında bu sayı 46 bindi. Yurt dışına göç eden İsrailliler 2023 yılında 55 bin 300 kişi iken, 2024'te 82 bin 800 kişi İsrail'i terk etti; 2023'te 27 bin 800 kişi iken, 2024'te sadece 24 bin 200 kişi ülkeye geri döndü.

İsrail medyası bu istatistikleri olumsuz olarak nitelendirdi. İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, göç eden ve geri dönen sayılarının endişe verici olduğunu bildirdi. Kanal 12 televizyonu istatistikleri endişe verici olarak nitelendirirken Maariv gazetesi, “Haberler kötü. İsrailliler İsrail'i terk ediyor” başlığını attı.

İstatistiklerde erkeklerin ortalama yaşam süresi 81,4 yıl, kadınların ise 85,5 yıl olarak belirtilirken, ölüm oranı binde 5,3'e ulaştı.

Ölüm nedenlerinin yüzde 23,5'i kötü huylu hastalıklar (kanser vb.), yüzde 12,2'si ise kalp hastalıklarıydı. 7 Ekim 2023'ten yıl sonuna kadar, savaş nedeniyle bin 267 asker ve sivil hayatını kaybetti; bu, ölümlerin yaklaşık yüzde 2,5'ini oluşturuyor.

Yaşamdan memnuniyet, ekonomik durum ve geleceğe ilişkin değerlendirme konusunda, vatandaşların yüzde 91,1'i yaşamlarından memnun, yüzde 66,1'i ekonomik durumlarından memnun, yüzde 33,5'i mali durumlarından memnun değil ve yüzde 8,8'i mali durumlarından tam anlamıyla memnun değil.

İstatistikler, savaş sırasındaki göç durumunu ve İsrail'deki İsraillilerin durumunu ortaya koydu.

Şarku’l Avsat’ın İsrail medyasından aktardığına göre göçün nedenleri, savaş sırasında güvenlik eksikliği, zorlu ekonomik koşullar ve sosyal bölünmeler.

Rakamlar, dünyadaki Yahudi sayısını içermiyor.

İsrail Yahudi Ajansı’na göre dünyada 15,8 milyon Yahudi bulunuyor ve en büyük Yahudi nüfusu yaklaşık 6,3 milyon ile ABD'de.

Kalan 2,2 milyon Yahudi diğer ülkelerde yaşıyor; en büyük nüfus sırasıyla 438 bin ve 400 bin ile Fransa ve Kanada'da.

Ajans, geçen yılın istatistiklerine göre, İsrail, ABD, Fransa ve Kanada'dan sonra en büyük Yahudi nüfusuna sahip on ülkenin Birleşik Krallık (313 bin), Arjantin (170 bin), Almanya (125 bin), Rusya (123 bin), Avustralya (117 bin), Brezilya (90 bin), Güney Afrika (49 bin), Macaristan (45 bin), Meksika (41 bin) ve Hollanda (35 bin) olduğunu belirtti.

Ajans, istatistiklerin Yahudi olarak kendini tanımlayan veya en az bir ebeveyni Yahudi olan ve başka bir dine mensup olmayan kişilere dayandığını ifade etti.