Brigitte Macron: Cumhurbaşkanının kulağına fısıldayan kadın

Brigitte Macron
Brigitte Macron
TT

Brigitte Macron: Cumhurbaşkanının kulağına fısıldayan kadın

Brigitte Macron
Brigitte Macron

Tutkulu bir genç ile neredeyse annesi yaşında olan nazik ve güzel bir öğretmen arasındaki aşk hikayesini yazmak için mükemmel bir zaman olmayabilir.
Genç adam lise sıralarındayken ona âşık oldu. Öğretmeni, Paris'in kuzeyinde bulunan Amiens şehrinde tiyatro dersleri veriyordu. Orta sınıf bir aileden gelen kadın eski diller, edebiyat ve tiyatro öğretmeniydi. Evli ve üç çocuk annesiydi. Orta boyu ve zayıf olan genç ise başarılı ve okumaya tutkulu biriydi. Bunun yanı sıra oldukça meraklıydı. Babası tanınmış bir doktor ve annesi ise hemşireydi. Fransa ve Avrupa'nın en güzel katedrallerinden birine ev sahipliği yapan kentin lisesindeki Tiyatro Kulübü'ndeydi. Oldukça hassas ve duyarlı biriydi. İki mavi göz, orta boy ve zayıf bir beden. Tiyatroya ve oyunculuğa olan sevgisi öğretmeni ile olan ilişkisini güçlendirdi. Öğretmeni onu diğer öğrencilerden ayırıyor, o ise öğretmenini çok özel bir yerde konumlandırıyordu. Genç adam öğretmenini her cuma akşamı evinde birlikte bir oyun yazmaya ikna etti. Aralarındaki bu benzersiz ilişki gün geçtikte daha da büyüdü, hisleri alevlendi ve onu en nihayetinde öğretmenine olan aşkını itiraf etmeye sevk etti.
Aralarında 24 yıllık bir yaş farkı vardı. Genç adam ondan eşini terk etmesini ve kendisiyle evlenmesini istedi. Bu, muhafazakâr bir burjuva ortamında hoş karşılanacak bir durum değildi. Genç adam isteğinden vazgeçmedi ve eşinden ayrılması konusunda ısrar etti. En nihayetinde istediği şey oldu.
Emmanuel Macron, 20 Ekim 2007'de -üç çocuk babası olan André Louis Auzière’den boşanan- Brigitte Macron Trogneux ile evlendi. Macron evlendiği sırada 30 yaşında bir delikanlı, eşi ise 54 yaşında olgun bir kadındı. Manş Denizi’ne bakan burjuva yaz tatil beldesi Le Touquet’de evlendiler. Brigitte'nin burada babasından miras aldığı bir evi vardı. Le Touquet şehri bugün, ziyaretçilerin uğrak bir yeri oldu. İngilizler de her hafta sonu veya tatil günlerinde kenti kalabalıklaştırırlar.
Emmanuel ve Brigitte Macron hakkında, özellikle de Emmanuel’in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra birlikte Elysee Sarayı'na girmelerinin ardından çok şey yazılıp çizildi. 17 Mayıs 2017’de cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron, henüz 40 yaşını doldurmamıştı. Böylece, 4 Ekim 1958'den bu yana devam etmekte olan Beşinci Fransız Cumhuriyeti’nin en genç Cumhurbaşkanı oldu.
Le Parisien gazetesinde yazar olan Ava Djamshidi ve Nathalie Schuck’un kaleme aldığı ‘Bayan Başkan’ (Madame la president) adlı kitap, bu olağanüstü ilişkinin kalbine temas etmesinden ötürü diğerlerinden farklıdır. Kitabın her bir sayfasında yazarlar, ‘öğretmen, eş ve anne olan bu kadının’ kişiliğine olan hayranlıklarını dile getiriyorlar. Sadece lise sıralarında değil sonrasında da yeteneğini ortaya koyan eşi ve aynı zamanda bir zamanlar öğrencisi olan Emmanuel, Paris'teki Siyasal Bilgiler Enstitüsü 'ne ve sonra ülkenin en iyi kadrolarının ve seçkinlerinin mezun olduğu Ulusal İdare Enstitüsü’ne (ENA) girdi.
Mesleki kariyerinde hızla ilerleyen Macron, önceleri Mali Denetim İdaresi’nde kıdemli çalışan olarak görev yaptı. En eski bankalardan biri olan Paris'te Rothschild Bankası’nda çalıştı. Sonrasında, seçilmesi halinde kendisinin Elysee Sarayı'ndaki ‘üçüncü isim’ olacağını vadeden Sosyalist cumhurbaşkanı adayı François Hollande'a katıldı. Nitekim öyle de oldu. Cumhurbaşkanının ekonomi danışmanlığı görevini yürüten Macron 2014 yazında Ekonomi Bakanı oldu. 2016 yazına kadar bu görevi sürdürdü ve ardından Cumhuriyete Yürüyüş Partisi'ni (La République En Marche!) kurdu. Bunun üzerinden bir yıl geçmeden daha önce benzeri görülmemiş şekilde seçimleri kazandı ve cumhurbaşkanı oldu. Böylece 64 yaşındaki bu sarışın ve zarif kadın, cumhurbaşkanı eşi oldu. Eşiyle birlikte dünya başkentlerini gezen ve büyükler tarafından karşılanan Brigitte’nin fotoğrafları dergilerin parlak sayfalarını dolduruyor. Gazeteciler onun bir cümlesini yazmak veya onunla röportaj yapmak için birbirleriyle yarışıyorlar.
Büyük moda evleri, kendilerinin en güzel tasarımlarını ve kıyafetlerini giymesi için kadını ikna etmekte birbirleriyle yarışıyorlar. Fransa'nın yurtdışındaki imajı olan Brigitte Macron, Elysee Sarayı'nı değiştirdi ve yeniledi. Fransız mutfağına uygun olacak şekilde saray yemeklerinin değiştirilmesini talep etmekten çekinmedi. Ancak yarım milyon euro kadar olan bu harcamalar, masrafların kabardığı bir döneme denk geldi ve Macron'un ‘zenginlerin başkanı’ olduğunu söyleyenlerin elini güçlendirdi. Bazıları onu XVI. Louis'in eşi Marie Antoinette'ye benzettiler. Kendisine ekmeklerinden olduklarını ve yiyecek bir şey bulamadıklarını söyleyen Fransızlara ‘Ekmek yoksa pasta yesinler’ deyişiyle tarihe geçen Fransa kraliçesinin hayatı, Elysee Sarayı’na bir taş atımı mesafesinde yer alan Concorde Meydanı’nda kurulan giyotinde son buldu.
Fakat bu Brigitte de için geçerli mi? Kitabın etrafında döndüğü temel mesele şu soruda özetlenebilir: Kim kimi şekillendirdi? Aralarındaki öğretmen-öğrenci ilişkisi devam mı etti? Yoksa öğrenci, öğretmen vesayetinden kurtuldu mu? Emmanuel, onun imajından yararlanıyor mu? Yoksa sadece Brigitte mi onun konumundan istifade ediyor?
Müelliflerin ikiliye yakın olan bir kaynaktan aktardığına göre, “Emmanuel her şeyi Brigitte'e borçlu. Onun sayesinde cumhurbaşkanı oldu. Onun sayesinde Fransızların evlerine ve kalplerine girebildi.” Bir başka kaynak ise durumu şu sözleriyle anlatıyor: “Brigitte, kocasına yardım eden ve seçiminde katkıda bulunan tek kadındı. O, yeni dünyayı ve modernliği temsil ediyor. Emmanuel ise henüz 20’li yaşlarında olgun biriydi. Brigitte, Emmanuel’in duygusal ve rasyonel güvencesidir.”
Kitap, genç cumhurbaşkanının ‘eşinin, yaptığı her şey hakkındaki görüşünü duymak için ne kadar istekli olduğunu’ gösteren bir dizi detaya da ışık tutuyor. Emmanuel, eski Cumhurbaşkanı François Hollande kendisinden bakan olmasını istediğinde eşine danışmak için zaman istedi. Aynı şekilde cumhurbaşkanı olmak için adaylığını koyduğu sırada da danıştığı ve kendisini buna teşvik eden kişi karısı oldu. Brigitte, seçim kampanyası sırasında da eşini yalnız bırakmadı. Konuşmalarını onunla birlikte gözden geçirdi ve uzun veya belirsiz olduğunu gördüğü zaman eleştirmekten çekinmedi. Uygun ses tonunu bulması için onu eğitti. Her zaman eşinin sözleri veya mesajını iletmek için kullandığı yöntem hakkında çekincelerini dile getirdi. Brigitte, eşinin gerek bakan olduğu dönemde gerekse de aday ve ardından cumhurbaşkanı olduğu dönemde de çalışma tarzına yönelik eleştirilerini sürdürdü.
Kitap, Macron'un danışmanlarının, yurtdışına yaptığı resmi gezilerde cumhurbaşkanına eşlik etmekten keyif aldıklarını aktarıyor. Çünkü ne kadar sürdüğü ve ne kadar uzun olduğu fark etmeksizin yolculuk süresince çalışmalarının gerekmeyeceğinden eminler. Brigitte, “Bu insanlara İşkence ettiğin yeter. Bırak biraz dinlensinler” diye Emmanuel’e çıkışırmış. Nitekim Macron'un, gece çok geç saatlerde de bakanlar ve danışmanlarla iletişim kurma takıntısından mustarip olduğu bir sır değil. Bir toplantıya katılan ve elindeki dosyaya tam olarak hazırlanmamış olan bakanın yahut danışmanın vay haline!
Brigitte, her zaman Emmanuel'e yakın olma isteğini açıkça gösteriyor. Öyle ki resmi toplantı aralarında danışmanlarından ve yardımcılarından biraz da olsa vakit geçirmek için kendilerini yalnız bırakmalarını istiyor. Brigitte, Emmanuel’in yediği yemekler konusunda da oldukça titiz. Örneğin saray mutfağındaki çalışanların her gün 10 çeşit sebze ve meyve hazırlamalarını istiyor. Brigitte, ayda en az bir kez tiyatro veya bir musiki grubunu saraya davet etmeye karar verdi. ‘Elysee Akşamları’ olarak da bilinen bu kültür ve sanat etkinlikleriyle cumhurbaşkanlığı konutu ‘sanat ve kültür dostu’ oldu.
Brigitte Macron'un oyunculuk dersleri verdiği ve özellikle tiyatro başta olmak üzere sanat camiasının birçok kesimiyle kapsamlı ilişkilerinin olduğu biliniyor. Koronavirüs salgınıyla mücadele çerçevesinde evlerinin karantinaya alınmasından birkaç gün önce cumhurbaşkanı ve eşi, başkentin merkezindeki bir tiyatroda görüldüler.
Müellifler, Brigitte'nin eşini hafta sonunu Elysee Sarayı'nın dışında geçirmeye zorladığını aktarıyorlar. Neyse ki cumhurbaşkanlığı konutu, Paris merkeze arabayla yaklaşık yarım saat mesafede olan Versay Sarayı'nın bitişiğinde yer alıyor. Yüksek duvarlarla çevrili olan, ormanın içinde yer alan, tenis kortu ve yüzme havuzuyla birlikte içerisinde bir dizi etkinlik yapılabilecek alanın bulunduğu saray, modernliğin yanı sıra zarafetiyle de göze çarpıyor. Daha önce başbakanın konutu olan saray, eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile birlikte cumhurbaşkanının uhdesine geçti.
Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand gayri meşru kızı Mazarine'yi bu sarayda gözlerden saklıyordu. Müellifler, Brigitte Macron'un bu mekânı çok sevdiğini ve fırsat bulduğunda eşiyle birlikte buraya gelmek istediğini aktarıyorlar. Aynı şekilde Brigitte, Akdeniz sularına bakan Akdeniz sularına nazır Brigonson Kalesi’ni de çok seviyor. Ancak eşlerin kalede bir yüzme havuzu yaptırma yönündeki istekleri ülkede tartışmaya sebep oldu ve makyaj için en az yirmi bin euro harcayan bir cumhurbaşkanı imajını akıllara getirdi.
Brigitte Macron gün yüzüne çıktığı zaman Fransızlar tarafından şaşkınlıkla karşılandı. Nitekim her ne kadar kalbinin sesine kulak verip Emmanuel Macron ile yaşamak için eşini terk ederek büyük bir adım atmış olsa da muhafazakâr bir burjuva kadını olarak değerlendirildi.
Fransa, tüm Avrupa ülkeleri arasında en güçlü merkezi sisteme sahip olan ülkedir. Bu merkezin kalbi, Beşinci Cumhuriyet Anayasası ile kuşanmış olan Elysee Sarayı’dır. Birçok kimse cumhurbaşkanlarının yetkilerinin, monarşi dönemindeki herhangi bir kralın yetkilerinden daha fazla olduğunu düşünüyor. Bu durumun neticesi ise cumhurbaşkanının eşinin kocası aracılığıyla bir çeşit gizli güç kullanabilmesidir. Brigitte Macron her zaman bu tür yanlışlıklardan uzak dursa da gerçeklik başka bir şeydir.
Kitapta Brigitte Macron’un hükümetin en önde gelen isimlerinden biri olan Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer’i keşfettiği aktarılıyor. Zaman zaman bakanları karşılayan Brigitte’nin hükümet saflarında da hayranları var. Kitapta, isminin açıklanmasını istemeyen bir bakanın şu ifadelerine yer veriliyor: “Bir bakan yasa tasarısının metninde bir değişiklik yapmak istiyorsa, Brigitte ile konuşması çok faydalı olur. Çünkü Brigitte, danışmanları atlayarak cumhurbaşkanını etkileyebiliyor.”
Brigitte, bir emlak skandalı nedeniyle Sosyalist Parti'den ayrılarak Macron'a ilk katılan kişiler arasında yer alan Richard Ferrand’ı destekledi ve bir gün onu rahatlatmaya çalışırken, “Richard, sen büyük bir meclis başkanı olabilirsin” demişti. Richard bugün meclis başkanı.
Müellifler, siyasi sezgisinin çok güçlü ve son derece hassas olduğunu söyledikleri Brigitte’yi, ‘başkanın beynin sağ lobu’ olarak nitelendiriyor ve Elysee Sarayı'nın kapıları kapandıktan sonra Cumhurbaşkanı Macron’un her şeyi ona danıştığını söylüyorlar. Kitapta, Elysee Sarayı'na davet edilen kimselerle akşam yemeğine oturulduğunda Brigitte’nin her daim hazır bulunduğu belirtiliyor. Bu durum cumhurbaşkanlık resmi not defterinde bulunmasa da bakanlar ve bakanlık hayali kuranlar bunu biliyorlar. Bundan dolayı da ona yakınlaşmaya çalışıyorlar.
Sarı Yelekler Hareketi'nin patlak verdiği dönemde bazı protestocular, Brigitte’yi XVI. Louis'in eşi Marie Antoinette'yi hatırlatırcasına ‘Brigitte Antoinette’ olarak nitelendirmekten çekinmediler. Ayrıca kitapta, Brigitte’nin cumhurbaşkanının pusulası olduğu ve sağcı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’in yanı sıra Fransa Hareket Partisi (MPF) lideri Philippe de Villiers de dahil olmak üzere birçok kişi ile iyi ilişkiler kurmasını sağladığı kaydediliyor.
Kitapta, Brigitte’nin siyasi sezgisine veya daha doğrusu siyasi dehasına rağmen eşinin siyasetine karşı bazı hatalara düştüğü de aktarılıyor.
Brigitte Macron: “Karmaşık ve gizemli kişiliğe sahip bir kadın. Fakat aynı zamanda gerek siyasi gerekse de kişisel yaşamında bir istisnayı temsil ediyor. Onun hayatının ayrıntılarından habersiz olan, şu anda bulunduğu yere gelmek için hangi engelleri aştığını bilemez. Ancak en nihayetinde etkilendiği kadar da etkiledi.”



İran-İsrail çatışması senaryoları: Kim kazanacak?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

İran-İsrail çatışması senaryoları: Kim kazanacak?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Baha el-Avam

Savaşın üçüncü gününde, İsrail ordusu ilk uyarısını yayınlayarak, gelecekteki saldırılar için potansiyel hedef haline geldiği için İranlı sivillere silah üretim tesislerinden ve ilgili tesislerden uzak durma çağrısı yaptı. Lübnan ve Gazze'de Tel Aviv'den yapılan benzer uyarılara ve onları takip eden bombardımanlara alıştık. Bu uyarılar savaşın bilinmeyen bir süre uzayabileceğini ve daha geniş bir alana yayılabileceğini ifşa ediyor.

Bir İsrail askeri yetkilisi pazar günü ülkesinin İran'da henüz vurmadığı çok sayıda hedefin olduğunu söylerken, saldırıların ne kadar süreceğini veya bu hedeflerin türünü ve yerini belirtmekten kaçındı. Ancak iki ülke arasındaki savaşın gözlemcilerin ve analistlerin analizlerinde yapılan tahminlerden daha uzun sürebileceğini dolaylı olarak vurguladı.

Savaşın uzaması ilk andan itibaren güçlü bir şekilde gündeme getirilen senaryolardan biri, çünkü İsrail, saldırısının “İran'ın nükleer ve balistik tehditleri ortadan kalkana" kadar devam edeceğini söyledi. Tahran ise “Tel Aviv saldırganlığından geri adım atana” kadar misillemelerinin devam edeceği konusunda ısrar ediyor. Bu senaryonun karşıtıysa, hızlı bir ateşkestir.

Her iki seçenek ve diğerleri ile ilgili karar, öncelikle iki karşıt taraf ile yürütülen uluslararası temaslara ve birçok ülkenin krizi sona erdirmek için inşa etmeye çalıştığı köprülere bağlı. Çatışmayı sona erdirmek için bölge içinde ve dışında devam eden çabalar bir yana, devam etmesine yönelik tüm olası senaryolar dikkate alınmalı.

Çatışmanın devam etmesi, iki taraf arasındaki savaşın kapsamını genişletebilir ve bu bir çıkarım değil, her iki tarafın açıklamalarına ve son iki gündeki gerçekliğe dayanarak varılan bir sonuçtur. Bu genişletmenin amacına gelince, Tel Aviv ve Tahran bazı noktalarda ihtilaf ederken, bazılarında da birleşiyorlar ve çatışma ile savaşlarda ülkelerin hep yaptığı gibi “amaç, aracı meşru kılar.”

ABD, İngiltere ve Fransa'nın İsrail'e yönelik İran füzelerini ve insansız hava araçlarını engelleme konusunda verdiği destek Tahran'ı kızdırıyor. Washington bu yardımı yaptığını kabul ederken, Londra ve Paris, Tel Aviv'e yönelik bilinen sempatilerine ve daha önce Tel Aviv'i hedef alan iki İran saldırısında bunu yapmış olmalarına rağmen, gerçeği açıklamaktan kaçınıyorlar.

İran'ın bu yardıma yanıtı, üç ülkenin bölgedeki askeri üslerini hedef almak olabilir ki bu da Arap ve bölge ülkelerini içeren daha geniş bir savaş senaryosuna giriş demek. Diğer senaryo ise Tahran'ın Irak, Lübnan ve Yemen'deki vekillerinin, İsrail ve müttefiklerinin İran saldırılarını zayıflatma, hedeflerine ve amaçlarına ulaşmasını engelleme güçlerini sınırlamak için savaşa katılmalarıdır.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi bugün, savaşın kapsamını genişletmenin ülkesinin kaçınacağı stratejik bir hata olduğunu söyledi. Bu açıklama, Tahran'ın askeri liderliğinin son iki gündür paylaştığı bir tehditten geri adım atmak demek. Nedeni de ABD Başkanı Donald Trump'ın, bölgedeki ABD üsleri ve müttefikleri hedef alınırsa ülkesinin şiddetli bir karşılık vereceğini duyurması olabilir.

ABD'nin savaşa dahil olmasını İngiltere’nin katılımı takip edebilir. Bu, Londra'nın bölgeye uçak ve çeşitli askeri varlıklar konuşlandırarak hazırlandığı bir olasılık. Başbakan Keir Starmer, Kanada'nın Alberta eyaletindeki Kananaskis'te düzenlenen G7 zirvesine giderken, bu açıklamayı yaptı.

Lübnan, Yemen ve Gazze'deki milis grupların sponsorları İran’ın yanında savaşa dahil olma olasılığı Tahran'a faydadan çok zarar verebilir. Zira bu milislerin gücü, liderlerinden halk tabanına kadar askeri, siyasi, ekonomik ve insan kaynaklarının çoğunu kaybettikleri İsrail ile yaklaşık iki yıllık çatışmanın ardından önemli ölçüde azaldı. Bu nedenle, katılımları bir fark yaratmayacak, aksine Tel Aviv'in müttefiklerinin savaşa dahil olmasını haklı çıkaracaktır.

Irak'taki İran yanlısı milislerin sağlam kaldığı doğru, ancak onların katılımları da olayların gidişatını değiştirmeyecek. Bunun birinci nedeni ABD’nin Irak’taki büyükelçiliğinde ve kamplarında önlemler alması. İkincisi, Bağdat'taki siyasi sınıfın bu konuda bölünmüş olması. Tahran'ın menfaatinden daha ağır basacak sonuçlardan duyulan korku nedeniyle müdahale etmeme kararı, bu sınıf arasında daha güçlü basıyor gibi.

Tek başına ABD, bombardıman uçaklarına ve İran'ın nükleer tesislerine, özellikle de Fordow tesisine nüfuz edebilecek sığınak delici silahlara sahip. Savaşa, ister tek başına ister Batı koalisyonunun bir parçası olarak katılmasının iki amacı olacaktır; Tahran'ın silahlarına ve nükleer gücüne kalıcı olarak son vermek veya yakın ve uzak birçok ülkede yaşananlara benzer şekilde siyasi rejimini tamamen değiştirmek.

Tahran’da rejim değişikliği, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tercih ettiği senaryo.  İran'a yönelik saldırıları genişleterek ve silahlarını, ekonomisini ve nükleer programını hedef alarak, savaşı daha kısa sürede ve daha az hasarla bitirmek için müttefiklerini doğrudan veya dolaylı olarak ülkesinin yanında savaşa katılmaya teşvik ederek bunun için çabalıyor.

Bu senaryoda Netanyahu'nun sorunu, savaşın kamuoyunun kendi aleyhine dönmesine neden olacak kadar sürmesi ve ülkesinin uğradığı insani ve ekonomik kayıpların kendisinin ve hükümetinin kaldırabileceğinden fazla olması. Bu olasılık, İsrail'de hedefine ulaşan her İran füzesiyle, Tel Aviv ve müttefiklerinin engelleyemediği Tahran tarafından fırlatılan bir füze sonucu kaybedilen her can ile büyüyor.

Şimdiye kadar, Washington ve birçok Batı ve Arap başkenti, Tahran'ı nükleer müzakere masasına geri döndürmeyi, krizi sona erdirmenin bir yolu olarak tercih ediyor. Amerikalı yazar ve gazeteci Thomas Friedman'a göreyse, müzakere seçeneği uzun sürmeyecek. Ancak mevcut savaşın sonucu ne olursa olsun, 1956, 1967, 1973, 1982, 2023 ve şimdi (2025)  gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Ortadoğu haritasını yeniden şekillendiren çatışmalar tarihine eklenecek.

Friedman'a göre, İran rejimini devirme seçeneği mevcut fakat 21. yüzyılın başından bu yana bu savaştan önceki sayısız değişimden sonra bölgede öğrenilen iki ders şudur;
 birincisi, İran gibi rejimler gerçek güçleri ortaya çıkana kadar güçlü görünürler ve sonra hızla devrilirler. İkincisi, rejimlerinin çöküşünden sonra ülkelerdeki diktatörlüğün alternatifi mutlaka demokratik değildir.