Yemen Islah Partisi: Suudi Arabistan ile ilişkilerimiz düşmanları öfkelendirdi

Adnan el-Adini
Adnan el-Adini
TT

Yemen Islah Partisi: Suudi Arabistan ile ilişkilerimiz düşmanları öfkelendirdi

Adnan el-Adini
Adnan el-Adini

Şarku’l Avsat, Yemen el-Islah partisi Sözcüsü Adnan el-Adini’ye “Parti, bölgedeki Müslüman Kardeşler ve Katar- Türkiye cephesinden taraf olduğu eleştirilerine ve suçlamalarına ne yanıtı veriyor?” sorusunu yöneltti. Adini, “Islah Partisi içerisinde, daha önce kuruluşunun yirmi altıncı yıldönümü vesilesiyle yayınlanan bildiride, bizi Müslüman Kardeşler örgütüne bağlayan herhangi bir örgütsel veya siyasi varlığın olmadığını belirttim. Özellikle siyasi bir parti olarak el-Islah’ın önceliği, ulusal önceliktir. Tüm çabaları, Yemen siyasi güçleri içerisindeki ortaklarıyla, Yemen’i şu an tanık olduğu acısından uzaklaştırmaktır” şeklinde yanıt verdi.
Adini, “Yemen’in siyasi sorunlarını anladığınıza inanıyorsanız, yanılıyorsunuzdur. Eğer anlamıyorsanız, doğru yoldasınızdır. Bu yüzden her zaman anlamak için çalışın” dedi.
Şarku’l Avsat, el-Islah Sözcüsüne, partinin, 27 milyonun Eylül ayında Yemen’i vuran darbe kabusundan kaynaklı acılardan mustarip olduğu (ve Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin talebi üzerine Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonun müdahalede bulunduğu) ülkede yaşananlara ilişkin görüşü hakkında da sorular yöneltti. Adnan el-Adini, partinin Katar’la ilişkisinin yanı sıra ekonomik ve siyasi zorluklara yönelik yaklaşımı, Suudi Arabistan’la ilişkisi, son günlerde el-Islah hakkında ‘atışma bölgelerine savaşçı gönderdiği’ yönündeki söylentilere değindi.

“Katar, Husileri destekliyor”
Katar ile ilişkiler hakkında konuşan Adini, “Ulusal çıkar tarafından yönetiliyordu. Bugün, Katar, Yemen’de meşruiyeti destekleyen koalisyon sisteminden doğan Körfez krizi sonrasında Husi milisleri desteklemeye yönelmeden önce koalisyon kapsamına dahil oldu. Bu, dış pozisyonlarımızın Yemen halkının en yüksek çıkarlarıyla bağlantılı olmasını sağlar” dedi. Adini, açıklamasında “Islah’ın, Cumhurbaşkanının çağrısına yanıt olarak dostlarının müdahale ve yardımlarını memnuniyetle karşılayan bir açıklama yapmayı başarmış tek Yemen partisi olmamız sonrasında, Islah’ın hedef alındığı ve mensuplarımızın karşı karşıya kaldığı geniş bir kampanyayı hatırlayabilirsiniz” ifadelerini kullandı.
Adini, “Islah hakkın kötü hitaplarda bulunan sesler, Kararlılık Fırtınası operasyonunun başlangıcından bu yana Islah’ın sabit, kararlı ve net konumuna karşı öfkeleri dolayısıyla ayrılıyor. Bu nedenle devleti onarma yolunda meşruiyetin şemsiyesi altında Islah ve onurlu yandaşlarının yaptığı büyük fedakarlıkların karşısında uzun süreli olmayan yalanlar ve suçlamalar ortaya çıkıyor. Tavrımız, samimi ve sadık her Yemen partisi gibi inanç ve stratejik ilkelere dayanıyor. Bu tavır, partinin kuruluşundan bu yana devamlı bir tavırdır ve dış ilişkilerimiz de bu ilkelere tabidir. Bu tavrı saklamamız veya bundan utanmamız için bir gerekçe yok” dedi.

Parti yöneticileri
El-Islah Partisi’ni, “birliğin kuruluşundan ve anayasal olarak çok partili bir kararın alınmasından sonra inşa edilen açık bir siyasi kuruluş” olarak nitelendiren Adnan el-Adini, “Dünyadaki tüm partiler gibi kitlesel siyasi eylemler uyguluyoruz. Eylem ve nüfuz açısından en önemli araçlardan biri olarak siyasi açıdan iktidara ve kamu çalışmalarına katılımla ilgileniyoruz. 30 yıldır Yemen Cumhuriyeti anayasasında belirtilenler uyarınca politik, sosyal, ekonomik ve diğer alanlarda faaliyet gösteriyoruz. Islah’ın siyasi programında yer alan hedef ve programlara ulaşmak için iyi bir yol kat ettik” değerlendirmesinde bulundu.
Adini, “El-Islah Partisi’nin Arap bölgesinde iktidara katılan az sayıdaki partiden biri olduğunu belirtmek önemli. Arap Cumhuriyetlerinde seçimlerin yerine maalesef yönetime darbelerle gelen alışılagelmişlerin aksine oy sandıklarından barışçıl şekilde çıktık. Tarihimizin mevcut döneminde parti, devleti onarma, darbeyi yenme ve Yemen’i, Husi milislerin Arap ve İslami atmosferinden uzaklaştırma emellerini yok etme çabalarına odaklandı” dedi.
Adini ayrıca, “Herkes, Husilerin devletin kontrolünü ele geçirmesi sonrasında Yemen toplumunun ve bölgenin karşı karşıya kaldığı tehlikenin boyunun farkında. Bunun ardında, grubun ırkçı algılarını genelleştirerek insanlara dayatmaya çalıştığı sülaleci ve mezhepçi bir boyutla garip kavramlar ve başlıklar oluşturma girişimleri yatıyor” ifadelerini kullandı.
El-Islah Partisi Sözcüsü, “Özellikle milislerin mezhep sanrıları, onun yozlaşmış hükümet teorisi ve Humeyni devriminin söylemiyle özdeşleşmesi uyarınca okullar, üniversiteler, televizyon ve medya gibi eğitim ve entelektüel kanalların ve kurumların kullanımı ve genel zihniyetin yeniden yapılandırılması ışığında Yemen toplumunun zihniyetini, kışkırtıcı şekillerle şekillendirmeye çalışma tehlikesi mevcut. Bu durum, her türlü şiddet, baskı ve terörle dayatıldı. Bunun, yıkıcı mezhepsel darbenin ardındaki gizli yön olduğuna inanıyoruz ve bu, orta ve uzun vadede tehlikeli bir etkidir. Grup, kontrolünü ne kadar uzun süre devam ettirirse, bu faktör o kadar hızlı harekete geçmemizi, darbeyi sonlandırmamızı ve etkilerini tüm politik, ekonomik ve toplumsal düzeylerde ele almamızı gerektiren tehlikeli bir aşamayı gündeme getirecektir” değerlendirmesinde bulundu.

Zorluklar
El-Islah Partisi’nin, Yemen siyasi ve toplumsal sahnesinin bir bileşeni olduğunu belirten Adnan el-Adini, “Yemen milletinin bir bütün olarak karşı karşıya kaldığı ve ülkede genel olarak siyasi koşulları aşındıran sorunlar, bir parti olarak karşı karşıya olduğumuz sorunlardır. Ülkenin tüm bölgelerinde varlığı mevcuttur. Partinin kendi özeli ve sorunları olabilir. Bununla birlikte en büyük ikilem, içerideki siyasi yaşamın tamamen bozulmasıyla temsil ediliyor. Bu durum, 21 Eylül 2014 tarihinde Husi milislerin devlete darbesiyle  genişlemiş bir sorundur. Siyasi yaşamın bozulması, İranlı milisler tarafından kamusal alanların kapatılması ve kurumların milislerin tekeline alınması, bunlar bizim en büyük felaketimizdir” dedi.
Adini, “Islah, belki de darbenin yankılarından zarar görenlerden ve bu salgınla mücadelenin bedelini ödeyen en önemli siyasi güçlerden etkilendi. Bu ek yük, açık ulusal konumumuzdan ve halkımızın bize olan güveninden doğan toplumsal varlığımızdan kaynaklanıyor. Islah, kendisini bu tanımlayıcı aşamada halkı ile tamamen uyumlu hale getiren bir konumda buldu. Ve bunun karşılığını ağır şekilde ödemeye karar verdik. Bu durum, Husilerin Islah’a karşı hedeflerini ve nefretini artırmış olabilir. Islah’ı, mezhepçi ve etnik projelerinin önündeki en önemli engel olarak görüyor. Başından beri karşılaştığımız zorluklardan biri de siyasi eylem ortaklarıyla nasıl bir araya gelineceği, devleti yeniden kurma çabalarına nasıl hizmet edileceğiydi. Çünkü Islah’ta, siyasi eylem ortaklarının çabalarını ülkenin kaderini belirleyen her şeye entegre etme gereğinin farkındayız” açıklamasında bulundu.

Suudi Arabistan ile ilişkiler
Riyad ile ilişkilere dair bir soruyu yanıtlayan Adnan el-Adini, “Islah, kuruluşundan bu yana Yemen ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin önemini, iki ülke arasında entegrasyonun gerekliliğini vurgulayan bağımsız bir maddeyle, siyasi sistemdeki tek parti olmuştur. Islah’ın inandığı ve üzerinde çalıştığı bu istisnai durum, Yemen ve Suudi Arabistan’ın istisnai doğasından, Yemen halkı ile Suudi Arabistan halkı arasındaki etkileşimlerin, çıkarların ve bağların boyutundan kaynaklanıyor. Partimiz ve halkımızın Suudi Arabistan ile olan ilişkileri köklü, diğer tüm ülke ve halklardan daha sağlam tarihsel bir ilişkidir. Ulusal ve İslami kimlik, jeopolitik ve ortak bir kader bağlantıları tarafından kontrol edilir. İki ülke çerçevesinde yakın ilişkilere sahibiz. Suudi Arabistan, Yemen çevresinde uzun bir varlık, Yemen sahnesinde de sürekli destekleyici ve aktif katılım gösterdi. Bir parti olarak, Suudi Arabistan ile ilişkimizi güçlendiren tüm yönleri destekliyoruz. İki ülke ve iki devlet arasındaki ilişkinin biçimsel boyutunu daha geniş bir düzeye taşımak için çalışıyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

“Biz savaş ağası değiliz”
Parti Sözcüsü, Şarku’l Avsat’ın “Bazı medya kuruluşları, Islah’ın, Libya gibi Yemen dışındaki bazı çatışma ülkelerinde askeri bir varlık bulundurduğunu açıkladı. Bu duruma tepkiniz nedir?” sorusuna da yanıt verdi. Bu çerçevede Adini, “Bu sorunun sorulması, bize garip ve şok edici geliyor. İlk başta soruyu sormak için bir neden yok. Soru, medyanın yanıltıcı kaynaklarına dayanıyor. Biz anayasa ve yasalara göre faaliyet gösteren bir siyasi partiyiz. Kimliğimiz tamamen sivildir. Biz bu ülkeye gönderilen savaşçılara ve silahlara sahip paralı asker şirketleri ya da savaş ağaları değiliz” açıklamasında bulundu. Adnan el-Adini, sözlerini şöyle sürdürdü:
“El-Islah Partisi’nin ülke dışında askeri bir mevcudiyeti olup olmadığı tartışmaları şaşırtıcıdır. Tartışma, partinin siyasi kimliğini bozan ve anayasal varoluşunun özüne meydan okuyan tehlikeli bir bölgeye kayıyor. Tarihi boyunca tamamen siyasi araçlarla çalışan siyasi partileri nasıl hesap verebilir tutabiliriz”.
Adini ayrıca, “Açık kimliğimizin doğrulanması için bir savunma mahkemesinde değiliz. Milyonuncu kez siyasi bir parti olduğumuzu ve partinin omzunda tüfek taşımadığını hatırlatıyoruz. Siyasete katıldığınızda, silahların varlığı gözden uzaklaşır. Sadece siyaset meydanında ve yumuşak araçlarıyla başarısız olanlar güce başvurur. Ancak bu, darbeye karşı askeri savaşında devleti destekleyici tutumumuzla çelişmez. Çünkü bu, vatandaşların özgürlüklerini ve haklarını güvence altına alan devleti onarma politikasının kalbidir” dedi.

Partinin güç faktörleri
‘Şu ya da bu tarafın gücü hakkındaki söylentilerin göreceli olduğunu’ belirten Sözcü, “Gücümüz, temel olarak ülkemizin istikrarı, zaferi ve devletinin gücü ile elde edilmektedir. Her şeyden önce siyasi haklarımıza göre güvenebileceğimiz ve kullanabileceğimiz garantör bir devlet arayan vatandaşlarız. Gücümüz veya ağırlığımız varsa bu da, halkımızın bize olan güveni, açık konuşmalarımız, insanların seçimlerini savunmak için sahip olduğumuz her şeyin yanında durma yeteneğimizdir. Bu halk güvenini çok önemsiyoruz ve bunu, gerekliliklerin yerine getirmesi gereken bir güven olarak görüyoruz. İnsanların seçimlerini, iradelerini ve iradeleriyle belirlendiği gibi özgür bir yaşam haklarını savunmak için ellerinden gelen her şeyi feda etme çabalarına, dürüstlüklerine, açıklıklarına ve arzularına tanık oldum” ifadelerini kullandı.
El-Islah Partisi’nde Basın Dairesi Başkanı Adnan el-Adini, “Binlerce şehit verildi. Kurumlarımız, liderliklerimiz yağmalandı. Yandaşlarımız zulme tanık oldu. Darbeci gruba karşı sert tavrımız için sahip olduğumuz her şeyi en başından feda ettik. Tüm engellere ve hedeflere rağmen, enerjimizi devletin yanında ve toplum uğruna harekete geçirmeye, yalnızca halkımızın iradesi, halkımızın ve sadık komşularımızın yardımıyla, her türlü darbeye karşı direnmeye devam ettik. Yüce Allah’tan sonraki en büyük varlığımız ve en önemli güç faktörümüz, yanlış kazançlar değil, yaptığımız sınırsız fedakarlıklardır” dedi.
Adini, “Halkın iradesini kurtarma yolunda fedakarlıktan daha büyük bir fayda yoktur. Ulusların kaderini savunmak için çaba, zaman ve yetenek yatırımı yapmaktan daha büyük bir güç faktörü yoktur. Partimizin yaptığı ve hala devam ettirdiği şey, ulusal dengesini büyük seviyelere yükseltmektir” ifadelerini kullandı.



Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.