Husi baskısı ve açlığın pençesi arasında sıkışan Yemenli çocuklar

Uluslararası alandan ve yerel makamlardan Yemen’deki yaklaşık 12 milyon çocuğa yardım sağlanması çağrısı yapıldı.

Ülkeleri kıtlığın eşiğinde olan Yemenli çocuklarla ilgili yetersiz beslenme endişesi artıyor. (Reuters)
Ülkeleri kıtlığın eşiğinde olan Yemenli çocuklarla ilgili yetersiz beslenme endişesi artıyor. (Reuters)
TT

Husi baskısı ve açlığın pençesi arasında sıkışan Yemenli çocuklar

Ülkeleri kıtlığın eşiğinde olan Yemenli çocuklarla ilgili yetersiz beslenme endişesi artıyor. (Reuters)
Ülkeleri kıtlığın eşiğinde olan Yemenli çocuklarla ilgili yetersiz beslenme endişesi artıyor. (Reuters)

Her gün binlerce Yemenli çocuk, köy ve şehirlerdeki okullarındaki sıralarından alınarak Husi milisleri saflarına dahil edilme riski ile karşı karşıya. Uluslararası ve yerel kuruluşlardan yapılan açıklamalarda ayrıca gıda güvensizliği ve gelecek yıl binlerce kişinin açlık tehdidiyle karşı karşıya kalma olasılığı sebebiyle uyarılarda bulunuldu.
Milis kontrolü altındaki Amran ilindeki çocuklar da dahil olmak üzere ülkenin yarısının kıtlıkla karşı karşıya olduğu bir aşamaya gelindiği tahmininde bulunan bazı kuruluşlar, önümüzdeki yılın ilk yarısının sonlarında Hacca ilindeki en az 15 bin Yemenlinin daha aynı kaderi paylaşacağını bildirdiler.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), birkaç gün önce, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki 39 milyon çocuğa hayat kurtarıcı mahiyette yardım sağlamak için 2,5 milyar dolar değerinde acil fon çağrısında bulunmuştu. Yaklaşık “12 milyon Yemenli çocuğun ise halen açlık ve kıtlık tehdidi ile karşı karşıya olduğunu” bildirmişti.
UNICEF tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Fonların büyük kısmı çocukların eğitimine gidecek. Ardından da su ve sanitasyon hizmetlerine, sağlık, beslenme ve psikososyal destek sağlanmasına tahsis edilecek.”
BM Genel Sekreteri Sözcüsü Stephane Dujarric, New York'ta düzenlediği basın toplantısında şu açıklamayı yaptı:
“Söz konusu çağrı, çocuklara temel insani yardım sağlamayı, aynı zamanda koronavirüs salgınından kaynaklanan büyük çaplı ihtiyaçlara yanıt vermeyi sürdürmeyi amaçlıyor. Yemen, Suriye ve Sudan'da yaşanan krizlere yönelik yanıtlar ise bu çağrıdan en büyük payı alıyor. Nitekim Suriye'de yardıma muhtaç ve birçok zorlukla karşı karşıya 4,8 milyon, Yemen'de 12 milyon, Sudan'da ise 5,3 milyon çocuk mevcut.”
Uluslararası Çocukları Kurtarın Vakfı (Save the Children International) da Husi milislerin başlattığı savaş sürerken önümüzdeki yıl en az 20 bin Yemenli çocuğun açlık ve kıtlık ile karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu. Vakıf tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Çocukları Kurtarın Vakfı, BM’nin Yemen'deki gıda güvensizliğine dair rapor hakkında derin endişe duyuyor. Nitekim rapor, 7,35 milyonu çocuk olmak üzere ülkedeki 16,2 milyon kişinin gelecek yıl başlarında yüksek düzeyde ciddi gıda kıtlığıyla karşı karşıya olduğunu, şu an da tahminen 21 bin 338 çocuğun açlık riski ile karşı karşıya bulunduğunu ortaya koyuyor.”
Çocukları Koruyun Yemen Direktörü Xavier Joubert, söz konusu verilerin Yemen'deki çocukların açlıktan öldüğüne ve durumun önümüzdeki yıl daha kötüye gideceğine dair hiçbir şüphe bırakmadığını belirtti. Beş yaş altı en az 2 milyon çocuğun yeterli gıdaya ulaşamadığını, en az 2 bin 200 çocuğun da açlıktan ölme sınırında olduğunu ifade eden Joubert sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu, tüm dünyada alarm zillerinin çalmasını gerektiren bir felakettir. Bir neslin yeterli yiyeceği olmadığı için ölmesine izin veremeyiz. Yemen'deki çocuklar, en az beş yıldır çatışmalar, hastalıklar ve şiddetli açlık sebebiyle ölüyorlar. Yetersiz beslenen bebekler, hayatlarına mümkün olan en kötü şekilde başlıyor. Oldukça az sayıda aile temel gıda ihtiyacını karşılayabiliyor.”
Husilerin kontrolü altındaki binlerce çocuğun zorla silah altına alınma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu dile getiren Yemen Enformasyon Bakanı Muhammed el-İryani de Husi milislerin okul sıralarından uzaklaştırdığı çocukların beyinlerini ölüm sloganları, nefret kültürü, radikal ve terörist fikirler ile yıkadığı, ailelerin çektiği acıyı hiçe sayarak çocukları birer ölüm makinesine dönüştürdüğü uyarısında bulunmuştu. 
Bakan İryani, konuyla ilgili resmi açıklamasında şunları söyledi:
“Grup, insan kaynaklarında yaşadığı açığı kapatmak ve teröristlerden oluşan bir ordu kurmak amacıyla bu çocukları zorla silah altına alma uygulamalarını iki katına çıkardı. Kültürel ve askeri kurslar olarak isimlendirdiği bir eğitim programına tabi tuttu. Bu uygulamalar; çocukları koruma, savaşlarda ve çatışmalarda onlardan yararlanılmasını önleme konusundaki uluslararası insan hakları hukukunun ve çocukları koruma kanunlarını açık bir biçimde ihlalidir.”
Bakan İryani, uluslararası toplumu Husi milislerin on binlerce çocuğu askere alma ve ölüm makinelerine dönüştürme, ülkenin bugün ve geleceğini tehdit eden adeta saatli bomba derecesinde tehlikeli faaliyetlerine karşı bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğin tesisi için sağlam bir tavır almaya çağırmıştı. Aynı zamanda Husi darbecilerin terör listelerine dahil edilmesinin Yemenli çocukların hak ettiği güvenli ve müreffeh geleceği garanti edeceğini vurgulamıştı.
Yemenli çocuklar, milislerin meşruiyete yönelik darbesinin ardından ülke tarihinde kaydedilen en kötü ihlallere maruz kalıyor. Nitekim Husi grubu, tüm enerjisini çeşitli suçlar ve çok sayıda ihlaller aracılığıyla, özellikle de küçük çocukları hedef almak için kullanıyor.
Cenevre merkezli İnsan Hakları ve Özgürlükleri Örgütü (SAM), geçtiğimiz kasım ayında yaptığı açıklamada Yemen'de meşruiyete yönelik gerçekleştirilen darbenin ardından 30 binden fazla çocuğun sahip olduğu hakların ihlal edildiğini bildirdi.
SAM’ın yayınladığı rapora göre ülkede Mart 2015 tarihinden itibaren artan çatışmalar nedeniyle Yemen'in çoğu bölgesinde çocuklar birçok hizmete ulaşamıyor. Temel gıda, giyecek ve ilaç ihtiyaçlarını karşılamak için birçok ihlal ve zorluğa maruz kalıyor.
2014 ila 2020 yılı ortası arasındaki dönemi kapsayan söz konusu istatistiklere göre çocuklara yönelik en az 30 bin farklı ihlal kayıtlara geçti. Husiler ise yüzde 70'in üzerinde bir oranla bu ihlalleri gerçekleştiren tarafların başında yer aldı.
Raporda aynı zamanda söz konusu dönemde en az 5 bin 700 çocuğun öldürüldüğü, bunlardan yaklaşık bin çocuğun Taiz, 404 çocuğun Amran, 368’inin Hacca, 262’sinin Saada, 260’ının ise Sana’dan olduğu belirtildi.
Bin 300 çocuğun Husilerin ölümcül şarapnellerine maruz kalarak, 190’ının doğrudan kurşun ile, 175’inin keskin nişancılar aracılığıyla, 250 çocuğun mayın şarapnelinin isabeti sonucu, 3 bin çocuğun ise cephede yaşamını kaybettiği kaydedildi. Yaralı çocuk sayısının ise 8 bin 170’e ulaştığı, bunlardan 4 bininin Taiz’de gerçekleştiği bilgisi paylaşıldı.



Gazze: Trump'ın planı, ikinci aşamaya geçişin aksaması nedeniyle tehlikede

Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
TT

Gazze: Trump'ın planı, ikinci aşamaya geçişin aksaması nedeniyle tehlikede

Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)

Gün geçtikçe, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’ye ilişkin planının, Hamas ve İsrail’in tutumları nedeniyle karşılaştığı zorluklar karşısında ayakta kalıp kalamayacağına dair şüpheler artıyor.

Yirmi maddeden oluşan planın birinci aşaması, Gazze’deki silahlı grupların, İsrailli rehine cesetlerinin sonuncusunu teslim etmemesi nedeniyle henüz tamamlanamadı. İsrail, bunu ileri sürerek planın birinci aşamasındaki bazı yükümlülüklerinden kaçınıyor ve söz konusu cesedi teslim alana kadar ikinci aşamaya geçmeyi reddediyor.

Trump planına göre, birinci aşamanın yükümlülüklerinin imzadan sonraki 72 saat içinde tamamlanması öngörülüyordu. Ancak Filistinli gruplar, zayıf arama imkânları ve bölgede mevcut durumun zorluğu nedeniyle cesetlerin bulunmasında güçlük yaşadıklarını belirtti. Öte yandan, ellerindeki tüm canlı rehineleri ve ulaşabildikleri cesetleri teslim etmiş durumdalar.

Buna karşılık İsrail, Gazze’de neredeyse her gün hava ve kara operasyonları düzenlemeye, Hamas kadrolarına yönelik suikastlar gerçekleştirmeye devam ediyor. İki taraf da birbirini 10 Ekim’de uluslararası arabuluculuk ve ABD himayesinde varılan ateşkes anlaşmasını ihlal etmekle suçluyor.

Hamas silahsızlanma taahhüdünden geri adım atmayı düşünüyor

Birinci aşamadan ikinci aşamaya geçişe dair herhangi bir işaretin olmamasıyla birlikte, Hamas’ın bazı liderleri son dönemde bu aşamanın merkezinde yer alan ve örgütün silahsızlanmasını öngören taahhütten geri adım atabileceklerini ima eden açıklamalar yapmaya başladı. Bu durum, özellikle İsrailli rehine tesliminin ardından, Hamas’ın pozisyonu ve elindeki kozlar açısından birçok soru işareti doğuruyor ve anlaşmanın bütünü üzerinde ciddi bir risk oluşturuyor.

Diğer yandan Tel Aviv bu açıklamaları hemen değerlendirmeye alarak, anlaşmanın kalan aşamalarının uygulanmasında ilerleme kaydedilememesinin sorumluluğunu tamamen Hamas’a yüklemeye çalışıyor ve zaman zaman savaşı yeniden başlatma tehdidinde bulunuyor.

İsrail’in tutumu, Avrupa’nın Hamas’a yönelik eleştirileriyle de uyumlu. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Hamas’ın silah bırakmayı reddetmesinin ‘Gazze’de gerçek anlamda istikrar sağlanmasının önündeki en büyük engel’ olduğunu belirtti.

Kallas, Gazze’de herhangi bir ciddi barış sürecinin, silah konusunu ele almadan başarılı olamayacağını ve bunun uzun vadeli istikrar için temel bir şart olduğunu vurguladı.

ABD'nin anlaşmayı koruma yönündeki baskısı

İsrail’in i24NEWS televizyonu, planın uygulanmasında yer alan bir Batılı yetkilinin Hamas’ın silahlarını bırakıp bırakmayacağı konusunda ciddi şüpheler taşıdığını aktardı.

Hamas’ın bu tutumu karşısında planın neden terk edilmediğine dair soruya yanıt veren yetkili, “Birçok ülkenin durumu sorunlu bulmasına rağmen planı desteklediğini, çünkü başka bir seçenek görmediklerini” söyledi. Yetkili, “Biz ve diğer Batılı ülkeler geri çekilmeyi tercih etmiyoruz; çünkü İsrail’in Gazze’de yeniden savaşa dönmesini görmek istemiyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

Belirsizlik ortamının hâkim olduğu süreçte, ABD de anlaşmayı desteklemek ve çöküşünü önlemek amacıyla baskılarını sürdürüyor.

Tel Aviv ve Washington arasında karşılıklı suçlamalar

Bu bağlamda Axios internet sitesi, iki Amerikalı yetkiliye dayandırdığı haberinde, Beyaz Saray’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya sert bir mesaj gönderdiğini aktardı. Mesajda, Hamas’ın üst düzey askeri lideri Raid Saad’ın bu hafta başında öldürülmesinin ateşkes anlaşmasının ihlali olduğu vurgulandı.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığı habere göre Beyaz Saray’dan gelen bu ‘öfke dolu’ mesaj, Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında, anlaşmanın ikinci aşaması ve İsrail’in bölgesel politikası (özellikle Lübnan ve Suriye’ye yaklaşımı) konusundaki gerilimin arttığı bir dönemde iletildi.

fergthy
Gazze'de tutulan rehinelerin teslim edildiği gün bölgeyi koruyan silahlı kişiler (Reuters)

Üst düzey bir Amerikalı yetkili, Beyaz Saray’ın Netanyahu’ya mesajını şöyle aktardı: “Eğer itibarını zedelemek ve anlaşmalara uymadığını göstermek istiyorsan, buyur. Ama biz, Trump’ın Gazze anlaşmasının sağlanmasında arabuluculuk yaptığı itibarını zedelemene izin vermeyeceğiz.”

Buna karşılık İsrailli kaynaklar, Tel Aviv yönetiminin Trump yönetimine, anlaşmayı Hamas’ın ihlal ettiğini, askerleri hedef alıp silah kaçakçılığını yeniden başlattığını ilettiğini bildirdi.

Axios’a konuşan bir İsrailli yetkili, “Raid Saad’ın öldürülmesi, bu ihlallere yanıt olarak gerçekleştirildi ve ateşkesin devamını güvence altına almayı amaçladı” ifadesini kullandı.

Gazze'ye uluslararası istikrar gücünün konuşlandırılması için hazırlıklar sürüyor

Hamas ile İsrail arasındaki karşılıklı suçlamalardan uzaklaşmak amacıyla, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) bugün Katar’da bir konferans düzenliyor. Toplantıya 40 ülkeden temsilciler katılıyor; bunların çoğu askerî yetkililerden oluşuyor. İsrail Yayın Kurumu’na göre konferansın amacı, Trump planının ikinci aşaması kapsamında Gazze’de konuşlandırılması planlanan uluslararası istikrar gücüne katılacak ülkelerin listesini netleştirmek.

fe
Gazze şehrinde enkaz yığınları ve yıkılmış binaların arasında yürüyen Filistinli kadınlar (Reuters)

Detaylara göre, konferansta Gazze’ye asker göndermeye hazır olduklarını açıklayan ülkelerle birlikte, bu adımı atmakta tereddüt eden ülkeler ve başta İtalya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri de yer alacak.

Toplantıda, gücün görev tanımları ve hangi bölgelerde faaliyet göstereceği de ele alınacak. Tartışılacak konular arasında, gücün Hamas kontrolündeki bölgelerde mi yoksa İsrail kontrolündeki alanlarda mı faaliyet göstereceği bulunuyor.

Büyük önem taşıyan bu konferansın oturumları, İsrail’in doğrudan katılımı olmadan gerçekleştiriliyor; yaklaşık iki ay sonra konuyla ilgili ikinci bir konferansın yapılması planlanıyor.

Trump planının uygulanmasına dair net bir perspektif bulunmaması, risklerle dolu bir süreçte spekülasyonları artırıyor. Bu durum, barış çabalarını zayıflatabilecek ve bölgeyi yeniden şiddet sarmalına sürükleyebilecek bir ortam yaratıyor.


Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
TT

Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Lübnan Ordu Komutanlığı, siyasi otoritenin kararı doğrultusunda ordunun Litani Nehri’nin güneyindeki bölgede uygulamaya koyduğu planın birinci aşamasını ve ülke genelindeki görevlerini yerinde göstermek amacıyla, çok sayıda büyükelçi, maslahatgüzar ve askerî ataşenin katılımıyla bir saha turu düzenledi.

Pazar günü yaşanan İsrail kaynaklı gerilimin ardından dün sınır hattında büyükelçilerin ziyareti sırasında sakinlik hâkim oldu. Büyükelçilere eşlik eden Ordu Komutanı Rudolf Heykel, ordunun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı.

dcfg
Büyükelçiler ve maslahatgüzarlar, Ordu Komutanı Rudolf Heykel'in silahların devletin elinde toplanmasına yönelik plana dair açıklamasını dinliyorlar. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Güney Litani Bölge Komutanlığı’ndaki toplantı, Lübnan milli marşının okunması ve ordu mensuplarından hayatını kaybedenler için yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından Ordu Komutanı Rudolf Heykel bir konuşma yaparak katılımcıları selamladı ve temsil ettikleri kardeş ve dost ülkelerin Lübnan’a gösterdiği ilgiden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Heykel, İsrail’in Lübnan topraklarındaki işgalinin ve süregelen saldırılarının devam ettiğine dikkat çekerek, askerî kurumun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı. Turun amacının ise sınırlı imkânlara rağmen ordunun 1701 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararı ve çatışmaların durdurulmasına ilişkin anlaşmayı uygulama konusundaki kararlılığını ve kendisine verilen görevleri yerine getirdiğini göstermek olduğunu ifade etti.

Heykel ayrıca, Lübnan toplumunun tüm kesimleri gibi bölge halkının da orduya güvendiğini belirtti.

Lübnan Ordu Komutanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre toplantı kapsamında, ordunun Lübnan’ın farklı bölgelerindeki görevlerine, Güney Litani’deki genel duruma, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) ile yürütülen iş birliğine ve ateşkesin denetlenmesine ilişkin mekanizma ile koordinasyon içinde ordunun planının birinci aşamasının uygulanmasına dair bir bilgilendirme sunumu yapıldı.

Açıklamada, katılımcıların ordunun görevini yerine getirirken sergilediği profesyonellik ve disipline övgüde bulunduğu, görev uğruna canlarını ortaya koyan askerlerin fedakârlıklarını takdir ettiği belirtildi. Toplantının ardından heyet, bazı subayların eşliğinde, ordunun planı kapsamında yer alan kimi merkez ve mevzileri kapsayan bir saha turu gerçekleştirdi.

Bu tur, ordunun kısa süre önce medya mensupları için düzenlediği benzer bir ziyaretin ardından gerçekleştirildi. Söz konusu medya turunun, hükümetin silahların tek elde toplanmasına ilişkin kararı doğrultusunda yürütülen tüm faaliyetleri kamuoyuna göstermek amacı taşıdığı, özellikle ordunun güvenlik kontrolünü devralma ve durumu yönetme kapasitesini sorgulayan eleştiriler ve şüpheci yaklaşımlar karşısında bu adımın atıldığı belirtildi.

Turun, Paris’in 18 Aralık’ta Lübnan ordusuna destek amacıyla bir hazırlık konferansına ev sahipliği yapmasından üç gün önce gelmesi dikkat çekti. Konferansa, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Lübnan Özel Temsilcisi Jean-Yves Le Drian, Macron’un siyasi danışmanı Anne-Claire Legendre, Lübnan Ordu Komutanı Rudolf Heykel ile ateşkes denetim mekanizmasına ABD adına katılan Morgan Ortagus’un katılması bekleniyor.


Libya: ‘Yapılandırılmış diyalog toplantısı’ güvenlik dosyasını açıyor

BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)
BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)
TT

Libya: ‘Yapılandırılmış diyalog toplantısı’ güvenlik dosyasını açıyor

BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)
BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısına katıldı. (UNSMIL)

Libya’nın başkenti Trablus’ta, Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu’nun (UNSMIL) himayesinde yürütülen ‘yapılandırılmış diyalog’ sürecinin ikinci gün çalışmaları dün başladı. Oturumların bir bölümü güvenlik ve yönetim dosyalarına ayrıldı. Görüşmeler, 2011’den bu yana ülkede süren güvenlik kaosu ve siyasi bölünmüşlük ortamında yapılırken, Tobruk kentinde bir sufi zaviyesine yönelik saldırı ve türbede defnedilmiş bir şeyhin naaşının çalınmasının ardından yükselen geniş çaplı öfke dalgasıyla da eş zamanlı olarak gerçekleşti.

UNSMIL, Trablus’taki yapılandırılmış diyalogun üst üste ikinci gününde, yönetişim ve güvenlik başlıklarından sorumlu ekipler için eş zamanlı iki sabah oturumu düzenlendiğini açıkladı. Ekonomi, ulusal uzlaşı ve insan hakları ekiplerinin ise iki ayrı oturum daha yapması öngörülüyor.

Bu başlıklara ilişkin tartışmaların gündemi, özellikle de güvenlik dosyası, henüz netlik kazanmadı. Pazar günü başlayan yapılandırılmış diyalog, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh’in dört ay önce BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu siyasi çözüm yol haritasındaki ana süreçlerden biri olarak değerlendiriliyor.

sdfrgt
Libya'nın başkenti Trablus'ta düzenlenen yapılandırılmış diyalog toplantısından (UNSMIL)

BM himayesinde düzenlenen diyalog, Libyalı siyasetçiler arasında faydasına ilişkin süregelen tartışmaların gölgesinde yapılıyor. Daha önce Siyasi Diyalog Forumu üyesi olan Fadıl el-Emini, sürecin ülkenin geleceği açısından kritik bir eşik olduğunu belirterek, tüm Libyalı kurum ve liderlerin tereddüt etmeden sorumluluk üstlenmesi ve bu dönüm noktasının başarıya ulaşmasına samimiyetle katkı sunması gerektiğini ifade etti.

Buna karşılık Temsilciler Meclisi (TM) üyesi Ali et-Tikbali ise ‘muhalif seslerin dışlanmasının’ diyaloğu içeriğinden arındırdığını ve süreci Libya’daki siyasi gerçekliği yansıtmayan biçimsel bir girişime dönüştürdüğünü savundu.

Bu gelişmeler, ülkenin doğusundaki Tobruk kentinde Zaviye el-Arusiye’ye yönelik bir saldırının ardından yükselen geniş çaplı öfke dalgasıyla eş zamanlı yaşandı. Kimliği belirsiz kişiler, zaviyeye bağlı mescidi ateşe verdi, Şeyh Muhammed el-Kindi’nin türbesini açarak naaşını çaldı.

Söz konusu olay, Şubat 2011’de başlayan devrimden bu yana tekrarlanan türbe ve mezarlara yönelik saldırılar dosyasını yeniden gündeme taşıdı.

Sosyal medyada yayımlanan bir videoda, Zaviye el-Arusiye mensupları, saldırıdan ismini vermedikleri ve DEAŞ’a yakın aşırı bir ideolojiyi benimseyen bir grubu sorumlu tuttuklarını açıkladı. Açıklamada, Tobruk’taki güvenlik birimleri ile Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’na (LUO) sorumluluklarını yerine getirme çağrısı yapıldı.

Sünni İslam Tasavvuf Yüksek Konseyi ise olayı, 14 yılı aşkın süredir devam ettiğini belirttiği ve Ehl-i Beyt, sahabe ve evliyaya ait kabirlerin açılmasını, cami ve zaviyelerin yakılıp yıkılmasını, ölülerin kemiklerine yönelik saldırıları ve bunların bilinmeyen yerlere gömülmesini kapsayan ‘uğursuz bir kampanyanın’ parçası olarak niteledi.

Öte yandan geçtiğimiz ağustos ayında Zliten kentinde, Kur’an-ı Kerim ezberi yapılan bir zaviyeyi de barındıran önemli dini yapılardan biri olan Miftah es-Sıfrani türbesi bombalanmış, saldırı sonucunda türbe tamamen yıkılmış, ancak can kaybı yaşanmamıştı.

5th
Tobruk'ta bir Sufi şeyhinin medfun olduğu zaviyenin mescidinde vandalizm izleri (Facebook)

Doğu Libya’daki yetkililerin sessizliği sürerken, Sünni İslam Tasavvuf Yüksek Konseyi, yaşananların sorumluluğunun yetkililere ait olduğunu belirterek, farklı kentlerdeki zaviye ve türbelerin sorumlularını ‘acil önlemler almaya’ çağırdı. Konsey, olayı mezar soygunculuğu olgusunun geri dönüşüne işaret eden bir ‘alarm zili’ olarak nitelendirdi.

Şeyh Ahmed Muhammed İmran el-Kindi, 1917 yılında Zliten kentinde doğdu. Tobruk’ta yaşamış önde gelen mutasavvıflardan biri olan el-Kindi, buradaki Zaviye el-Arusiye’nin yenilenmesine katkı sundu ve 2007 yılında hayatını kaybetti.

Siyasi aktivist Usame eş-Şuhumi ise saldırının zamanlamasına dikkat çekerek, olayın kentin belediye seçimleriyle meşgul olduğu bir dönemde, sabah namazı öncesinde gerçekleştirilmesi ve mezarın açılmasının ardından dini miras eserleri barındıran bir kütüphanenin yakılmasının, bunun rastlantısal değil organize bir eylem olduğuna işaret ettiğini söyledi. Şuhumi, yaşananların ‘dini sembolizme olduğu kadar ilme ve bilgiye yönelik çifte bir düşmanlığı yansıttığını’ ifade etti.

Şuhumi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, hedef alınan zaviyenin herhangi bir kışkırtıcı ya da siyasi faaliyette bulunmadığını, nefret ya da tekfir söylemi benimsemediğini, aksine zikir ve Kur’an eğitimi verilen bir mekân olduğunu ve ziyaretçilerinin barışçıl, sade vatandaşlar olduğunu dile getirdi.

Öte yandan güvenlik alanında da gelişmeler yaşandı. Cenzur’da Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun binasına RPG’lerle düzenlenen saldırı maddi hasara yol açtı ancak can kaybı yaşanmadı. Kurum, olayı ‘kendilerini sindirmeye ve reform sürecini baltalamaya yönelik bir girişim’ olarak niteleyerek acil soruşturma ve binalarının korunmasını talep etti. Saldırı, resmi makamlar ve insan hakları çevreleri tarafından kınanırken, faillerin takibine yönelik taahhütler de yinelendi.

Bu çerçevede, merkezi Bingazi’de bulunan Usame Hammad başkanlığındaki Libya İstikrar Hükümeti (LİH), 2013 yılında verilen uluslararası tahkim kararıyla bağlantılı Kuveytli el-Harafi şirketi dosyasıyla ilgili olarak acil bir dizi hukuki ve yargısal işlem başlattığını duyurdu.

Hükümetten yapılan açıklamada, 2006 yılında imzalanan yatırım sözleşmesinin feshi için dava açılmasının yanı sıra, tahkim sürecinde devlet güvenliğini ve kamu maliyesini ilgilendiren, dolandırıcılık ve danışıklılık boyutuna varan ağır ihlaller ile usul hatalarını ortaya koyan yeni belgelere dayanarak tahkim kararına itiraz edilmesinin de bu kapsamda yer aldığı belirtildi.

Açıklamada, ulusal egemenliğin ve kamu malının korunması konusundaki kararlılık vurgulanırken, dün Bingazi Kuzey Mahkemesi’nin ihtiyati ve acele işler dairesi tarafından verilen ve ulusal yargı nezdindeki dava sonuçlanana kadar tahkim kararına ilişkin tüm işlemlerin durdurulmasını öngören kararın ardından, iç ve dış bağlantılı tüm sorumluların takibinin sürdürüleceği ifade edildi.

Söz konusu dava, 2006 yılında Libya Turizm Kurumu ile el-Harafi şirketi arasında, Tacura’da bir turizm projesinin hayata geçirilmesi amacıyla imzalanan yatırım sözleşmesine dayanıyor. Libya makamlarının 2010 yılında sözleşmeyi iptal etmesi üzerine şirket uluslararası tahkime başvurmuş, 2013 yılında Kahire’de verilen tahkim kararıyla Libya’nın yaklaşık 937 milyon dolar tutarında, doğrudan zararlar, yoksun kalınan kârlar ve faizleri kapsayan bir tazminat ödemesine hükmedilmişti.

Bunun ardından, kararın uygulanması ve geçersizliği konusunda Mısır ve Avrupa’daki mahkemeler nezdinde uzun süren hukuki mücadeleler yaşanmış, taraflar karşılıklı olarak hukuki ihlallerin bulunduğu yönünde suçlamalarda bulunmuştu.