İran’ın ABD hedeflerine saldırı için kullandığı gizli füze üsleri

Füze üsleri, bir dağın altındaki tünel ağında bulunuyor.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yeraltı üssünde bulunduğunu açıkladığı füzeler. (Arşiv)
İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yeraltı üssünde bulunduğunu açıkladığı füzeler. (Arşiv)
TT

İran’ın ABD hedeflerine saldırı için kullandığı gizli füze üsleri

İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yeraltı üssünde bulunduğunu açıkladığı füzeler. (Arşiv)
İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yeraltı üssünde bulunduğunu açıkladığı füzeler. (Arşiv)

İran’da dün öğleden sonra çekilen uydu görüntüleri, ülkenin batısındaki Kenesht Kanyonu ve Panj Pelleh bölgelerinde İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından yönetilen iki füze üssünü gün yüzüne çıkardı. Raporlarda Kırmanşah şehrinin yakınlarında bulunan iki füze üssünün bir dağın altındaki uçsuz bucaksız bir tünel ağıyla bağlantılı olduğu bildirildi. Fotoğraflar, korunaklı kompleksleri ve İran’ın kötü şöhretli “füze şehirlerinden” biri  olduğu iddia edilen yamaçların içine doğru kıvrılan tünelleri gösteriyor.
İran Ulusal Direniş Konseyi (NCRI) yetkilileri, İngiltere merkezli The Sun Online sitesine verdikleri demeçte “iki üste yüzlerce füze” olma ihtimalinin yüksek olduğunu aktardılar. Söz konusu şehirlerin aslında düşman saldırılarını engellemek için tasarlanmış beş kat betonun altında füzeleri depolamak ve gizlemek için kullanılan devasa yeraltı üsleri olduğu öne sürülüyor. Mobil roketatar kamyonların tünellere yerleştirildiği ve tekrar hızlı bir şekilde gizlenmeden önce yıkıcı silahlarını ateşlemeye hazır bir şekilde bekletildiği tahmin ediliyor.
NCRI -İran’da rejimin değişmesini isteyen sürgün edilmiş muhalif bir grup- Kenesht Kanyonu ve Panj Pelleh’in geçtiğimiz ocak ayında Irak’taki ABD’nin iki askeri üssüne saldırı düzenlemek için kullanıldığını iddia ediyor. Muhalifler, Panj Pelleh’i DMO’nun “en eski ve en önemli füze merkezlerinden” biri olarak nitelendirdi. NCRI, DMO Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade’nin Panj Pelleh’de konuşlandığını ve operasyonu şahsen denetlediğini iddia ediyor.
İranlı yetkililer tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Fransa merkezli NCRI, ülke sınırlarının içinde gözlemcilerden oluşan bir ağa sahip ve daha önce İran’ın nükleer tesislerini de açığa çıkarmıştı.
Geçen yıl “Şehit Süleymani Operasyonu” adı verilen saldırıda 110 ABD personeli yaralanmış ve bazılarına da Travmatik Beyin Hasarı (TBH) teşhisi konulmuştu.
İran’ın içinden, Ayn el-Esed ve Erbil hava üslerine doğru yaklaşık 15 roket fırlatıldığı ve roketlerin ABD kuvvetlerinin üzerine yağmadan önce 300 mil mesafe katettiği tahmin ediliyor. İran bu saldırıyı, eski ABD Başkanı Donald Trump tarafından verilen emirler doğrultusunda insansız hava aracıyla (İHA) yapılan bir hava saldırısında öldürülen DMO Komutanı Kasım Süleymani’nin intikamını almak için düzenlemişti.
Kenesht Kanyonu iki üssün en büyüğü sayılıyor. NCRI buranın füzeleri fırlatmak ve silahları depolamak için “stratejik bir nokta” olduğunu öne sürüyor. Raporlara göre üs, 2020 yılında genişletildi ve sıkı bir şekilde korunuyor. Herhangi bir bilgi sızıntısı olmaması için iki ayda bir askerler burada devriye geziyor. Bölgede beş geçit bulunuyor ve bu geçitlerin yeraltındaki tünel kompleksine ulaşmak için kullanıldığına inanılıyor. Roketatarların ileri geri hareket etmesine yetecek kadar büyük olduğu görülen iki giriş bulunuyor. Bunun yanı sıra Panj Pellah’ın yaklaşık iki mil uzunluğunda dağlık bir alanda gizlenmiş bir yeraltında kompleksi olduğu düşünülüyor. Uydu görüntülerinde dağın eteklerine doğru kıvrılan iki tane tünel görülebiliyor ve bunların yakındaki Kenesht Kanyonu Üssü’ne bağlı olduğu düşünülüyor.
NCRI yetkililerinden Ali Safavi The Sun Online sitesine verdiği demeçte şunları söyledi:
“Molla rejimi, balistik füze programını stratejik bir hayatta kalma aracı olarak görüyor. Bu yüzden proje, son 30 yılda milyarlar harcanarak aralıksız bir şekilde devam ettirildi. Füze ve nükleer silah programları ve bölge ülkelerinin işlerine müdahale edilmesi politikanın sadece tek bir yüzü. Diğer yüzü ise rejimin hayatta kalmak için acımasız bir şekilde yaptığı iç baskı. Bu, İran halkının çıkarları ile asla bağdaşmıyor.”



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.