Irak bütçesinin kabulü siyasi gruplar arasındaki ihtilafları derinleştirdi

Irak Meclisi 2021 bütçesini kabul ediyor (INA)
Irak Meclisi 2021 bütçesini kabul ediyor (INA)
TT

Irak bütçesinin kabulü siyasi gruplar arasındaki ihtilafları derinleştirdi

Irak Meclisi 2021 bütçesini kabul ediyor (INA)
Irak Meclisi 2021 bütçesini kabul ediyor (INA)

Irak’ta 2021 bütçesinin kabul edildiği oturumun birkaç saat öncesine kadar bile beklentiler bütçenin kabul edilmeyeceği yönündeydi. Zira siyasi gruplar arasındaki ihtilaflar bütçe konusunda bir çözüme ulaşılmasını ve orta yolu bulmayı imkansızlaştırıyordu. Meclis çatısı altındaki siyasi grupların arasındaki ittifakların son ana kadar nasıl şekilleneceği kestirilemez. Bu durum 10 Ekim’de yapılacak seçimler için de geçerli. Tüm göstergeler, bütçenin ‘çoğunluk oylarıyla’ değil, uzlaşı yoluyla geçmesi arzu edildiğine işaret ediyordu. Çünkü Meclis’te bir karar çoğunluk oylarıyla geçiyorsa bu, Kürtlerin o oturumu boykot ettiği ve dolayısıyla Bağdat-Erbil hattındaki ihtilafların derinleşeceği anlamına gelir. Ancak Meclis’te diğer siyasi gruplara karşı ciddi muhalefet yürütmesi beklenen koalisyon içerisindeki gruplardan hiçbirinin aklına gelmeyecek bir paradoks yaşandı. Bütçe çoğunluk oylarıyla ve Kürtlerin hesap etmediği bir şekilde kabul edildi.
Oylama anında Nuri el-Maliki’nin başkanlığındaki Kanun Devleti Koalisyonu çekildi ve toplantı yeter sayısının bozulması için müttefiki olan Hadi el-Amiri’nin başkanlığındaki Fetih Koalisyonu’nun çekilmesini umuyordu. Fakat Fetih Koalisyonu toplantı yeter sayısını bozmadı çünkü oturumdan çekilmedi. Üstelik bunun üzerine Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bütçe payı üzerinde anlaşmaya varıldıktan sonra Kürt siyasi gruplar oturuma katıldı. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani bütçenin kabul edilmesini ‘Kürt halkının zaferi’ diye niteledi.
Meclis, bütçe ile beraber 7 Ekim’de yani milletvekili seçimlerinin yapılmasından 3 gün önce kendisini feshetmesini öngören kararı kabul etti. Meclis, kendini feshetme kararını, seçimin 10 Ekim’de yapılması şartına bağladı yani seçimlerin ertelenmesi halinde Meclis görevine geri dönecek. Bu şartlı onay aynı zamanda siyasi gruplar arasında yaşanan güven krizini yansıtıyor. Bütçenin çoğunluk oylarıyla kabul edilmesi, özellikle bazı siyasi gruplar arasında daha önceden yapılan anlaşmalara aykırılık arz ettiği için önümüzdeki dönemde yeni koalisyonların habercisi olabilir.
Kanun Devleti Koalisyonu lideri Nuri el-Maliki, ‘savaşın henüz bitmediğini’ söyledi. Maliki bu açıklamayla bütçe kararının itirazı için Federal Mahkeme’ye başvuracağına işaret ediyor. Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr’ın desteklediği Sairun Koalisyonu bütçenin kabulü yolunda en büyük zafer kazananlardan biri olarak görülüyor.
Sairun Koalisyonu Milletvekili Mahmud ez-Zecravi, Kanun Devleti Koalisyonu’nun karara itiraz işareti hakkında yaptığı değerlendirmede, böyle bir adımın Kanun Devleti Koalisyonu adına siyasi ve seçim intiharı olacağını söyledi. Zecravi, “Değil bütçe yasasına, maddelerine bile itiraz edilmeyecek. Bu adımı atan, kendini kamuoyu önünde idam sehpasında bulur. Iraklılar arzu edilmeyen bir durumda. Tüm siyasi gruplardan beklenen bütçeyi desteklemek ve Irak ekonomisine hizmet eden projeleri kabul etmeye devam etmek ve aynı şekilde memur maaşlarının temin edilmesi ve geciktirilmemesi için çalışmaktır. Bu adımı atan siyaseten ve seçimlerde intihar etmiş olacak” ifadelerini kullandı.
Kürt koalisyonu bütçe maddelerine bağlı olduklarını ilan etti. IKBY Meclisi Milletvekili Osman Kerim, yaptığı açıklamada, “IKBY Hükümeti bütçede geçen tüm maddelere bağlı kalacak ve yasanın 11’inci maddesinde belirtildiği üzere petrol ve sınır kapılarının gelirlerini teslim edecek. İki hükümet işin teknik boyutu üzerinde uzlaşıya varılacak ve bütçenin Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması ve resmi gazetece yayınlanması halinde anlaşma yürürlüğe girecek. Böylece petrol gelirlerinin teslimi ve diğer uygulamalar da dahil olmak üzere tüm maddeler uygulanacak” dedi.
IKBY Başkanı Neçirvan Barzani, bütçenin kabul edilmesinden övgüyle söz etti. Barzani açıklamasında Irak halkını tebrik ederek, Cumhurbaşkanlığı’nı ve tüm siyasi grupları takdir etti.
Barzani, açıklamasında şunları kaydetti:
“Başbakan Mustafa el-Kazimi’nin ihtilafları hafifletmek ve anlaşmayı sağlamak için gösterdiği çabalar takdire şayandır. Irak, sorunların çözümü, istikrar ve medeniyetin gerçekleşmesi ve daha iyi bir gelecek için ortak iş birliğine ve ortak çalışmaya ihtiyaç duyuyor. Hepimiz bu yönelimi desteklemeliyiz. IKBY heyetiyle birlikte zor ve uzun görüşmelerden başarıyla çıkan hükümet heyeti başkanı Kubad Talabani’yi özellikle takdir ediyorum. Aynı şekilde Irak bütçesinde IKBY payının tespit edilmesinde birbiriyle ve hükümet heyetiyle iş birliği yapan ve dayanışma gösteren Kürt gruplarını takdir ediyorum. Umuyorum tüm taraflar yasaya bağlı kalır. Bütçenin onaylanması yeni bir başlangıç ve IKBY ile merkezi hükümet arasında geri kalan sorunların çözümüne vesile olabilir.”



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.