Şam ve Brüksel arasında normalleşme şartlarına ilişkin dolaylı diyalog

Suriye Dışişleri Bakanı, Avrupalı bakanlara ‘yeni yaptırımlar uygulanmasını önlemek’ için bir mektup gönderdi

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, 30 Mart’ta düzenlenen Suriye konulu Brüksel Konferansı’nda (Reuters)
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, 30 Mart’ta düzenlenen Suriye konulu Brüksel Konferansı’nda (Reuters)
TT

Şam ve Brüksel arasında normalleşme şartlarına ilişkin dolaylı diyalog

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, 30 Mart’ta düzenlenen Suriye konulu Brüksel Konferansı’nda (Reuters)
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, 30 Mart’ta düzenlenen Suriye konulu Brüksel Konferansı’nda (Reuters)

Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad, Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanlarına, Şam ile ‘açık diyalog’ yürütülmesi ve ‘Avrupa Birliği (AB) tarafından yeni yaptırımların uygulanmasını engelleme’ talebi içeren bir mektup gönderdi. Ancak Avrupalı bakanlar Mikdad’ın mektubuna henüz yanıt vermedi.
Ancak Mikdad’ın mektubuna yanıt, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından “Suriye hükümeti doğru yönde doğru adımlar atarsa, hepimiz karşılık veririz” şeklindeki açıklamasıyla dolaylı olarak geldi. Borrell, “Ekonomik yaptırımlardan vazgeçmeyeceğiz. Hiçbir seviyede normalleşme olmayacak. Suriye’de siyasi geçiş sürecinin başladığını görene kadar yeniden yapılanma çabalarını asla desteklemeyeceğiz” ifadelerini kullandı. Borrell’in bu ‘net yanıtı’ ve Avrupa ülkelerinin ortak tutumu, Mikdad’ın Avrupalılardan diyalog yolunu açma talebinde bulunmasının ve Avrupa duvarında çatlaklar açma çabalarına devam etmesinin gecikmesine katkıda bulundu.

“Terörizm ortak bir düşmandır”
Suriye Dışişleri Mikdad geçtiğimiz Mart ayı ortalarında, Şarku’l Avsat’ın bir kopyasına ulaştığı Avusturya, Romanya, İtalya ve Yunanistan dahil olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanlarına bir mektup gönderdi. Geçtiğimiz Kasım ayında eski Dışişleri Bakanı Velid el-Muallim'den görevi devralan Mikdat’ın, geçmiş yıllardaki duruma yönelik genel bir okumanın yer aldığı mektupta, “Bazı ülkelerde kaos ve istikrarsızlık hüküm sürdü. Buna yol açan nedenlerin başında, Suriye'de ülkenin karanlık bir döneminde terörün ortaya çıkması ve ardından Avrupa’daki ve dünyadaki diğer birçok ülkeye yayılması gelmektedir. Terörizm, birçok masum insanın hayatını kaybetmesine neden oldu” ifadelerine yer verdi. Mektubunda bir takım risklere dikkati çeken Mikdad, “Gerek doğrudan askeri yolla gerek basında bilinen adıyla ‘yumuşak güç’ yoluyla olsun diğer ülkelerin iç işlerine yönelik müdahaleler, dar ve muhtemelen acil çıkarlar elde edilmesini sağlarken belirli siyasi gündemleri de empoze etmeyi hedefler. Bu müdahaleler aynı zamanda ulusal egemenliğin, uluslararası hukuk ilkelerinin ve Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın açıkça ihlal eder ve halkların çıkarlarından ve özlemlerinden çok uzaktadır” dedi.
Daha sonra Suriye’nin durumuna değinen Mikdad mektubunda, “Suriye, bölgede özellikle dış güçlerin doğrudan desteğiyle gerçekleşen şiddetli terör eylemleri başta olmak üzere yukarıda belirtilen etkileşim ve müdahalelerden en çok etkilenen ülkeler arasında yer aldı. Bu kısa mektubun satırları, Suriye halkının çektiği acıların, sıkıntıların ve trajedilerin boyutlarını ve bunun sonucunda ülkemizi etkileyen korkunç yıkımı tam olarak açıklayamaz” yazdı.
Mikdad ayrıca Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanlarına hitaben, ‘bazı bilinen hükümetler tarafından benimsenen yanlış politikaların gelecekte de devam etmesine izin vermemek için zorlu geçen yıllardan ders çıkarılması’ gerektiğini ifade etti.
Suriyeli bakan, ‘karşılıklı saygı, ortak çıkarlar ve terörizmle mücadele temelinde, ortak özlemlere ulaşılmasına katkıda bulunabilecek şekilde taraflar arasındaki diyalog ve anlayış dilinin güçlendirilmesi ve ardından, herkes için istenen güvenlik ve istikrar seviyesine ulaşılması gerektiği’ çağrısında bulundu. Mikdad son dönemde bazı AB kurumları tarafından yapılan açıklamaların hiçbir şekilde ortak çıkarlara hizmet etmeyeceğine ve Suriye'deki krizin uzamasına katkı sağlayacağına dikkati çekerek yaptığı çağrı dışındaki bir tutumun, ‘Suriye halkına tek taraflı boğucu yaptırımlar uygularken iç işlerine açıkça müdahaleyi sürdürmeyi hedefleyen hükümetlerin politikalarından uzak’ olduğunun altını çizdi.
AB, şuana kadar yaklaşık 350 Suriyeli kişi ve kuruluşa yaptırım uyguladı. AB, Suriye'nin yeniden inşasına katkıda bulunmayı BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararı çerçevesindeki siyasi bir süreçte önemli bir ilerleme kaydedilmesiyle ilişkilendiren AB Bakanlar Konseyi'nin kararına bağlılığını sürdürürken, önümüzdeki Mayıs ayında Şam'a uygulanan dönemsel yaptırımların süresinin uzatılması bekleniyor.
Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Romanya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve İtalya gibi ‘arabulucu’ ülkeleri, AB tarafından Suriye’ye yeni yaptırımların uygulanmasını önlemeye çağırdı. ABD yaptırımlarını, uluslararası hukuka, Birleşmiş Milletler Antlaşması’na ve uluslararası insancıl hukuka tam saygı çerçevesinde ‘arzu edilen diyalogun ve mültecilerin gönüllü ve güvenli bir şekilde geri dönüşünün önünde bir engel teşkil ettiğini’ öne süren Mikdad, “Suriye hükümeti, Suriye krizine halkın ulusal egemenliğine tam saygı çerçevesinde özlemlerini gerçekleştirecek bir çözüm bulmak için elinden gelen çabayı gösterdi ve göstermeye devam ediyor” dedi.
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir O. Pedersen, 30 Mart’ta Brüksel’de düzenlenen Suriye'ye bağış konferansının sonuç bildirisinde, Avrupa’nın Suriye Anayasa Komitesi'nin çalışmalarında ilerleme kaydedilememesinden Şam'ın sorumlu tutulması önerisini reddetmişti.
Suriye Dışişleri Bakanı Mikdad, Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanlarına yönelik mektubunu Brüksel konferansı öncesinde yazdı. Şarku’l Avsat’a konuşan Avrupalı bir diplomat, “Mikdad, durumun bütünlüğünü test etmek için Avrupa ülkeleri arasında bir nabız yoklaması yapmak istedi. Muhtemelen mektubuna bir yanıt verilmesini de beklemiyordu” ifadelerini kullandı.

Avrupa’nın üç hayrı
Öte yandan AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell, Mikdad’ın mektubuna cevaben kaleme aldığı bir makalede şunları yazdı:
“Hepimiz, Suriye'nin yaşadığı yıkımın ve Suriye halkının katlandığı, on yıldır her gün devam eden acıların boyutunun farkındayız. Suriye’nin adı ölüm, yıkım ve felaketle eş anlamlı hale gelmesinin yanı sıra yirmi birinci yüzyılda şu ana kadar görülen en büyük insani göç hareketinin başlangıç noktası oldu. Ölenlerin sayısına ilişkin bazıları 400 binlere kadar çıkan tahminler yapılırken 100 bin kişiden halen haber alınamıyor. Suriye ekonomisinin de büyük ve hızlı bir çöküş içinde olduğunu çok iyi biliyoruz. Suriye vatandaşlarının yüzde 90'ından fazlası aşırı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Şu an 13 milyondan fazla Suriyeli (toplam nüfusun yaklaşık yüzde 60'ı ve yarısı çocuk), acil insani yardıma duyulan ihtiyaç nedeniyle ciddi gıda güvensizliği ile karşı karşıyadır. Aynı zamanda 12 milyondan fazla Suriyeli ülkelerinden kaçtı ve binlercesi ülkenin kuzeyindeki açık kamplarda zor şartlarda yaşıyor.”
AB’nin Suriye krizinin başlangıcından bu yana Suriye’ye yaptığı 25 milyar euroluk bağış çerçevesinde geçtiğimiz yıl yapılan bağış konferansında Suriye için taahhüt ettiği miktarla aynı olan 560 milyon euro hibede bulunduğunu belirten Borrell, “55'ten fazla ülkeden 85'ten fazla delege ve temsilciyi ve 25'ten fazla uluslararası örgütü bir araya getiren bu konferans sayesinde, toplam 5,3 milyar euroluk yeni mali bağış taahhüt edilmesini sağladık” dedi.
Avrupalılar olarak isteklerinin basit ve Suriye vatandaşlarının istekleriyle tutarlı olduğunu söyleyen Borrell, “Suriye'nin güvenli bir yer olarak ayağa kalkmasını istiyoruz. Uluslararası toplum ve Suriye kriziyle ilgili diğer taraflar, BMGK’nın 2254 sayılı kararı uyarınca ve BM gözetiminde özgür ve adil seçimler yapılarak, ülke için yeni bir anayasa taslağı hazırlamanın gerekliliği konusunda hemfikirler. Suriye’deki mevcut gidişat değişmeli. İktidardaki Suriye rejiminin, BMGK’nın 2254 sayılı kararında öngörülen önemli adımlar atması için büyük bir sorumluluğu var. Suriye hükümeti doğru yönde doğru adımlar atarsa ​​biz de buna hep birlikte karşılık vereceğiz. Ancak bu adımlar atılana kadar her düzeyde baskı uygulamaya devam edeceğiz. Suriye'de siyasi geçiş sürecinin başladığını görene kadar ekonomik yaptırımları uygulamaktan vazgeçmeyeceğiz. Hiçbir düzeyde normalleşme olmayacak ve yeniden yapılanma çabalarını asla desteklemeyeceğiz” şeklinde konuştu. Avrupalı bir diplomat bu şartları ‘Avrupa’nın üç hayırı’ olarak isimlendirdi.
Suriye Dışişleri Bakanlığı, Brüksel konferansı açıklamasına, konferansı ‘yasadışı’ olarak nitelendirerek yanıt verdi. Bakanlık, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne ve BMGK Başkanı'na gönderilen bir mektupla, Suriye hükümeti davet edilmeden beşinci kez yapılan konferansı kınadı.
Burada Rusya'nın da konferansa katıldığı ve aynı eleştirinin hedefi olduğu belirtilmeli.



Japonya Çin’in estirdiği fırtınalar ve ABD’nin değişen koruma şemsiyesi karşısında sessiz bir kaygı içinde

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

Japonya Çin’in estirdiği fırtınalar ve ABD’nin değişen koruma şemsiyesi karşısında sessiz bir kaygı içinde

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

İbrahim Hamidi

Son yirmi yıl içinde Japonya'yı birkaç kez ziyaret ettim. Her ziyaretim farklı bir dönemin aynası oldu. Japonya, ruhunu değiştirmeden sürekli yenilenen bir ülke. Vücudu yaşlanıyor, ama gözleri hala parlak. Her gidişimde dış dünyadan habersiz, geçmişin ve geleceğin sessizce sohbet ettiği bir zaman laboratuvarına giriyormuşum gibi hissediyorum. Japonya yaşlanmıyor, yavaşça olgunlaşıyor, her dönemin kendi dili ve endişeleri olduğunu bilen bilge bir adam gibi, ya da Japonlar böyle düşünüyor.

Bu sefer ki yolculuğuma Osaka'dan başladım. Burası gürültü olmadan kalabalığı yöneten bir şehir. Kuyruklar makul bir hızda ilerliyor, teknoloji gösterişten çok bir araç olarak kullanılıyor ve kamu tesisleri ortak mülkiyet olarak değerlendiriliyor. Ne sokaklarda gürültü ver ne de hayatın ayrıntılarında kendini gösteren ilerlemede abartı.

Expo 2025'e veda etmeye ve bayrağı Expo Riyad 2030'a devretmeye hazırlanan Osaka’ya geldim. Yıllar önce bu etkinliğe hazırlandığını görmüştüm. Şimdi de sonunu görmek için geri döndüm. Nahif selamlamalar, disiplinli alkışlar ve düzenin sınırında yürüyen müzik, sadece bir etkinlik değil, 20. yüzyılda mucizesini yaratan Japonya ve 21. yüzyılda rüyayı yeniden tanımlayan Suudi Arabistan olmak üzere iki rönesans süreci arasındaki bir köprü görevi görüyordu. Disiplinden hırsa, deneyimden yenilenmeye olan iki dönemi ve iki vizyonu özetleyen sembolik bir an.

Sergi salonlarında, yapay zekaya (AI) adanmış olanlar da dahil olmak üzere birçok standın arasında dolaştım. Salonlar soğuk ışıkla aydınlatılmıştı, ekranlarda değişen görüntüler geçiyordu, robotlar sanki insanları taklit etmeyi öğreniyormuş gibi hareket ediyorlardı. Osaka'da ilerleme, bir yarıştan çok bir tefekkür gibi görünüyor. Dünya, Çin'in yükselişinden ve büyük güçler arasındaki yarıştan bahsetse de Japonya üçüncü bir yolu, yani sabır yolunu izliyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Osaka, Expo 2025 çerçevesinde yeniliklerle göz kamaştırmaktan çok, kullanışlılığıyla ikna ediyor, işlevsellik katan ve hayranlık uyandıran mütevazı bir gelecek sunuyor. Tüm seyahatim boyunca ‘Japonya, sakin tavrından ödün vermeden, deniz, hava ve ekonomi alanlarında ‘sınırları’ zorlayan ve kendine güveni artan dev bir komşuyla nasıl yaşıyor?’ sorusu zihnimi meşgul etti.

Pusulanın düzeltilmesi

Osaka'dan hızlı trenle Hiroşima'ya gittim. Kısa bir yolculuktu, ama beni geleceğin gürültüsünden anıların ağırlığına taşıyacak kadar uzundu. Pirinç tarlaları çarpıcı bir geometrik düzen içinde uzanıyordu ve küçük evler sanki ders veriyormuş gibi sıralanmıştı.

Tokyo içerideki bu kırılgan durumla dışarıdaki dengesini korumaya çalışırken ABD ile güçlü bir ittifak ve kapsamlı bir güvenlik anlaşmasına sahip.

Şinkansen (Japonya'da Japan Railways tarafından işletilen yüksek hızlı demiryolu ağı) ile gidilebilecek uzaklıktaki Hiroşima pusulasını yeniden ayarlıyor. Tarihin eşiğinde yürüyen bir şehir. Burada hiçbir şey sıradan değil. Havanın kendisi bile yıkımın bir ders haline getirilebileceğini hatırlatıyor. Barış Parkı'nda, yıkılmış kubbenin yanında ağaçlar sallanıyor ve üniformalı okul çocukları çiçekler taşıyor. Ağaçların dallarına yüzlerce kağıttan turna asıyorlar. Her kağıt turnanın üzerinde kurbanlar için barış, umut ve anma sözleri yazılı. Turistler, eski ABD Başkanı Barack Obama'nın anılarla barışmak için cesaretle ziyaret ettiği kemerin altında fotoğraf çekilmek için sıraya giriyor.

df
1945 yılında Hiroşima'ya atılan atom bombasının kurbanları ve şehrin anısına ithaf edilen Barış Müzesi’ndeki ‘Barış Alevi’ anıtı, 30 Mayıs 2025 (AFP)

Burada hafıza, bir slogan ya da intikam için bir bahane değil, etik konusunda bir ders olarak karşımıza çıkıyor. Ziyaretçiler Barış Müzesi'ne girdiklerinde gerçeği olduğu gibi görürler, sonra da her zamanki gibi işleyen şehre geri dönerler. Trajedi, hatırlatılmak için değil, yönetilmek için öğretilir. Gerçeklere saygı duyarak insanlara saygı duymak, bir davranış kuralı haline gelmiştir. Düzen ve medeniyete yönelik bu eğilim, yalnızca sosyal bir davranış değil, bir savunma biçimidir. Japonya'da bir konuşmacı, ülkesinin ‘yenilginin anlamını erken öğrendiğini ve buna düzenle yanıt vermeye karar verdiğini’ söyledi. Japonların çoğu açıkça “İkinci Dünya Savaşı'nda yenildik. Japonya yenildi ve teslim oldu” demekten çekinmiyor ve ‘yenilgi’ ifadesi yumuşatılmıyor.

Dar sokaklar, geniş sorular

Hiroşima’dan Kyoto’ya kadar dil değişir ama fikir aynı kalır. Dar sokaklar boğucu değil, çünkü yollar işaretlidir. Tapınaklar ikonlar olarak değil varlıklar olarak yönetildikleri için faaldir. Yaşlı satıcılar bile bu felsefeyi basit bir cümleyle ‘sakinlik, dinleme ve organizasyon’ olarak özetliyor. Huzur, mimaride saklı. Japonya'nın bugün Çin'in yükselişi ve çevresindeki değişen dünya hakkındaki endişelerini nasıl sakin bir şekilde yönettiğini açıklayanda bu hesaplı sakinliktir.

Asla uyumayan başkent Tokyo'da, kültürel yoksunlukla ilgili endişeler somut siyasi ve ekonomik sorunlara dönüşüyor. Burada her şey, hatta şehrin kendisi sanki insan hassasiyetiyle çalışan bir saatmiş gibi, kesin bir hızda ilerliyor. Shibuya'nın gökdelenlerinden Ginza'nın mağazalarına, imparatorluk bahçelerine kadar her ayrıntı hesaplanmış, her sessizlik bilinçli olarak planlanmıştır. Ancak bu disiplinin arkasında gizli bir endişe yatıyor. Kafelerde ve sohbetlerde sürekli olarak, yükselen Çin, tehditkâr Kuzey Kore ve ağırlığıyla yakınlarda beliren Rusya konuşuluyor. Ginza İstasyonu’nun yakınlarındaki bir kafede, genç bir adam “Biz temkinli bir nesiliz. Babalarımızın ihtişamı ile Çin çağında en zayıf halka olma korkusu arasında yaşıyoruz” diyor.

y6u7
ABD tarafından 80 yıl önce nükleer bombayla hedef alınan Hiroşima'nın genel görünümü (Al Majalla)

“Korkmuyorlar, sadece kendilerini gözden geçiriyorlar.” Bu cümle, Japonların genel ruh halini özetliyor. Çünkü onlar bağırmak yerine sessizce gözden geçirmeyi, acele etmek yerine düşünmeyi tercih etti. Ancak bu sefer yeni bir şey var; siyasi fırtınalar. Bir uzman, Liberal Parti hükümetinin çöküşü, yolsuzluk iddiaları, boğucu enflasyon ve popülizmin yükselişi gibi içeride eşi benzeri görülmemiş krizlerin yaşandığını söyledi. Aynı uzman, Japon popülizminin Batı'daki popülizmin bir kopyası olmadığını, daha çok ‘demografik endişe ve ekonomik zorlukların bir karışımı’ olduğunu ifade etti. Binlerce adadan oluşan bir ülke olan Japonya, büyük bir nüfus yaşlanmasıyla karşı karşıya. Bu durum göçmenleri ekonomik bir zorunluluk haline getirirken, aynı zamanda sosyal gerginliğin artmasına da neden oluyor.

Su üzerinde uzanan bu adalar, tehditlerin aynasında kendilerini seyrediyorlar. Önceki ziyaretlerimde, Rusya ile barış anlaşması konuşuluyordu ve merhum Başbakan Abe Şinzo, tartışmalı ada meselesini sonuçlandırmak ve Tokyo'nun 80 yıldır beklediği barış anlaşmasını imzalamak için Başkan Vladimir Putin ile 28 kez bir araya gelmişti. Şimdi ise durum değişti. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan sesler yükseliyor ve eski anlayışlılığın artık mümkün olmadığına dair bir his hakim. Çin'in artan nüfuzu ve Senkaku Adaları'ndaki statükoyu değiştirme çabaları ile Kuzey Kore'nin füze denemeleri de Japonların sabrının sınırlarını hatırlatarak endişeleri artırıyor.

Tokyo içerideki bu kırılgan durumla dışarıdaki dengesini korumaya çalışırken ABD ile güçlü bir ittifak ve kapsamlı bir güvenlik anlaşmasına sahip. Fakat İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombası atılmasıyla aldığı yenilgiden bu yana, geleneksel anlamda güç kullanımı veya ordu kurulması anayasa tarafından yasaklı olmaya devam ediyor. Japonya, kuzeyde Rusya, doğuda Kuzey Kore, güneyde ve batıda Çin gibi sorunlu ülkelerle çevrili. Güvenliği için Washington ile olan ittifakına güvense de bu kez Washington'da başkanlık koltuğunda Biden değil Trump oturuyor.

Japonları en çok, Çin'in Tayvan'ı ilhak etme olasılığı endişelendiriyor. Çünkü Tayvan’da gerginliğin herhangi bir şekilde tırmanması, Japonya'nın güney adalarına mülteci akını ve Okinawa'daki ABD üslerinin kullanılması anlamına geliyor.

Japonya’da yaklaşık 200 bin kişilik bir öz savunma gücü var, ancak gençleri bu güce katılmaya ikna etmek giderek zorlaşıyor. Bir uzman, “Ordu fikri hala hassas bir konu. Dünya değişti ve savaşlar artık tarih kitaplarında kalmadı” değerlendirmesinde bulundu. Ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma silahlar müzelerde sergilenmeye devam ediyor. Eski Başbakan Kişida Fumio hükümeti, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından savunma bütçesini artırmış ve 2027 yılına kadar askeri harcamaları gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 2'sine çıkarmak için bir plan uygulamaya başlamıştı. Bu rakam, son 70 yılın en yüksek seviyesi.

Güneyden endişe rüzgarları esiyor

Ancak bu kez endişe kuzeyden değil, güneyden geliyor. Ekonomik ve askeri gücüyle Çin, denizde ve havada Japonya’nın sabrını sınamaya devam ediyor. Arka planda ise, bu rekabetin Japonya'nın aleyhine Donald Trump ve Şi Cinping başkanları arasında bir uzlaşmaya dönüşeceğine dair artan bir korku var.

sdf
Liberal Demokrat Parti lideri Sanae Takaichi, Tokyo'daki Temsilciler Meclisi'nin olağanüstü oturumunda Japonya'nın yeni başbakanı seçildikten sonra, 21 Ekim 2025 (AFP)

Uzmanlardan biri, “Tokyo, Trump ve Xi arasında kendi arkasından yapılabilecek olası bir ticaret anlaşmasından endişe duyuyor” yorumunda bulundu. Bu yüzden Japonya, Trump'ın 28 Ekim'de Güney Kore'de Çin devlet başkanıyla görüşmesinden önce ülkeyi ziyaretine hazırlık olarak, ‘Demir Leydi’ olarak anılan Takaiçi Sanae’nin başbakanlığında yeni bir hükümet kurdu.

Aynı uzman şunları söyledi:

“Biden, Çin'in Tayvan'a yönelik tek taraflı herhangi bir hamlesine karşı olduğunu defalarca söyledi. Bugün Şi, Trump'ın Tayvan'ın tek taraflı herhangi bir hamlesine karşı olduğunu söylemesini istiyor. Cümleyi tekrarlamak ve bağlamını biraz değiştirmek, caydırıcılık dengesini değiştiriyor.”

Büyük başkentlerde diplomasi alanında uzun süre çalışmış bir başka uzman ise şöyle dedi:

ABD uzun süredir küresel polis rolünü üstlenmiş ve pazarlarını açmıştır. Trump bunu değiştirmek istiyor. Adalet hakkında konuşuyor, ancak adaletin anlamı kişiden kişiye değişir.”

yu78ı
ABD Başkanı Donald Trump ve eski Japonya Başbakanı İşiba Şigeru, Beyaz Saray'da bir araya geldi, 7 Şubat 2025 (AFP)

Çin adeta Japonya ve diğer müttefiklerin ABD’nin müttefikliği hakkındaki sorularına yanıt verircesine istikrarlı bir şekilde ilerliyor, Asya'daki varlığını güçlendiriyor ve Rusya ve Kuzey Kore ile ittifakını derinleştiriyor. Pekin, Moskova’nın Ukrayna'ya karşı savaşını destekliyor ve Rusya’dan büyük miktarlarda petrolü satın alıyor. Putin ve Kim Jong-un'un Zafer Bayramı kutlamalarına katılımı, bölgedeki yeni ittifakın sembolik bir işareti oldu. Bir Japon uzman, bu görüntünün ardında yatanlara dair “Şi, Putin ve Kim ile ittifakında temkinli davranıyor. Kendini sorumlu bir güç olarak göstermeye çalışıyor, ancak aynı zamanda Asya'daki güç dengesini kendi tarzında yeniden şekillendiriyor” değerlendirmesinde bulundu.

Çin'in Ukrayna'sı: Tayvan

Japonları en çok, Çin'in Tayvan'ı ilhak etme olasılığı endişelendiriyor. Çünkü Tayvan’da gerginliğin herhangi bir şekilde tırmanması, Japonya'nın güney adalarına mülteci akını ve Okinawa'daki ABD üslerinin kullanılması anlamına geliyor. Bu da Tokyo'yu krizin doğrudan tarafı haline getirir. Bir askeri uzman, Japonya’nın, ‘Çin'in Ukrayna'sı olan Tayvan’ olmak istemediğini belirtti. Bu yüzden Japonya, kendi tanımını değiştirmeden savunmasını güçlendirmek için sessizce çalışıyor.

sfrgty
Hiroşima Müzesi'ndeki ABD'nin 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında şehri bombaladığı anı gösteren saat ve sayaç (Al Majalla)

Sahada ise Senkaku Adaları çevresindeki sular sinirlerin sınandığı bir test alanı haline geliyor. Japonya’nın 1895'te işgal ettiği adalar, 1969 yılında Birleşmiş Milletler’in (BM) bir raporunda petrol rezervleri olabileceği öne sürülene kadar neredeyse tamamen unutulmuştu.

O tarihten beri Çin, 1992'de Senkaku'nun Çin'e ait olduğunu iddia eden bir rapor, 2008'de gemilerinin karasularına girmesi, 2016 yılında yaklaşık 200 geminin yaklaşması ve ardından son yıllarda tekrarlanan ihlaller, en sonuncusu ise geçtiğimiz mayıs ayında bir Çin helikopterinin adanın hava sahasına girmesi gibi gerginliği tırmandıran bazı adımlar attı.

Tokyo, Washington ile olan tarihi ittifakının artık eskisi kadar güvenli olmadığını düşünüyor.

Çin şu anda üç uçak gemisine sahip ve bunlardan biri geçtiğimiz yıl eylül ayında Japonya kara sularına girdi, ikisi ise sadece iki ay sonra Japonya çevresinde tatbikatlar gerçekleştirdi. Tokyo için bunlar münferit olaylar değil, ‘düşmanca normalleşme’ olarak adlandırdığı, yani tehlike hissini azaltmak için sürtüşmeleri günlük bir olay haline getirme eğiliminin işaretleriydi. Japonya'nın yüksek perdeden ses çıkan bir tepki vermedi, yasal belgeler, aralıksız devriyeler ve sürpriz unsurunu azaltan sofistike elektronik gözetim sistemini devreye sokmak gibi önlemler aldı. Bu konuyla ilgili diplomatik bir uzman, “Japonya gerginlik istemese de zorla değişimi kabul etmiyor. Çin'e her türlü karasuları ihlalini bildiriyoruz ve sürekli iletişim halindeyiz, çünkü iletişim eksikliği yanlış anlaşılmalara giden en kısa yoldur” ifadelerini kullandı.

Caydırıcılık felsefesi

Burada iletişim, caydırıcılık felsefesinin bir parçası. Tokyo, Pekin ile ilişkilerini koparmak istemiyor, ancak ona tamamen de güvenmiyor. Bunun yanında ABD ve Avustralya filolarıyla tam koordinasyon içinde faaliyet gösteren ve Güney Kore ile ortak tatbikatlar düzenleyen, fiilen küçük bir ordu haline gelen deniz sınır muhafızlarını güçlendirmeye devam ediyor.

Diğer yandan hükümet yeni bir farkındalık kampanyası başlattı. Japonya'nın merkezinde bulunan bir müze, genç nesillere Rusya, Güney Kore ve Çin ile olan denizcilik ve egemenlik anlaşmazlıklarını anlatıyor. Bu küçük bir adım olsa da kültürel bir değişimin işaretidir. Tehditlerden bahsetmekten kaçınmaktan, halkın bu tehditler konusunda farkındalığını artırmaya doğru bir adım.

dfgty
İkinci Dünya Savaşı’nda Japon ordusu tarafından donatılan intihar denizaltısı, Deniz Kuvvetleri Koleji Müzesi'nde sergileniyor (Al Majalla)

Çin ile olan çatışma sadece askeri alanda değil. Japonya, sivil araçları kullanarak caydırıcılık sağlayan ve “ekonomik güvenlik” olarak adlandırdığı bir strateji izliyor. Buradaki amaç, ilişkilerin kesilmesi değil, bağımlılığın azaltılmasıdır. Tokyo, Çin'e 23 kategorideki gelişmiş çip üretim ekipmanlarının ihracat kısıtlamalarını sıkılaştırırken, aynı zamanda bu alanda büyük iç yatırımları çekiyor. Bu projeler sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik niteliktedir. Bunlar, kritik tedarik zincirlerinde Çin'in nüfuzunu azaltma girişimidir.

Üç kelime arasında denge kurmak

Kısa bir süre önce yapılan bir ankette, Japonların yüzde 90'ı Çin hakkında olumsuz bir izlenime sahip olduklarını ifade ederken benzer bir yüzdeyle Çinliler de Japonya hakkında aynını hissettiği ortaya çıktı. Bu psikolojik ayrılık, karşılıklı güvenin kurulmasını zorlaştırıyor, ancak iletişim ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Deneyimli bir diplomat bu durumu “Japonya sürekli bir çatışma içinde yaşayamaz, ancak komşusuna da güvenemez. Bu nedenle ortaklık, rekabet ve çatışma olmak üzere bu üç kelime arasında denge kurmaya çalışıyoruz” diye özetliyor. Aynı diplomat, “Akıllıca olanı, diyaloga imkan veren ve çatışmaya sürüklenmemizi önleyen bir mesafe korumaktır” diye ekledi.

Öte yandan Tokyo, Washington ile olan tarihi ittifakının eskisi kadar güvenli olmadığını düşünüyor. Emekli bir diplomat, “Eskiden dünya için tek bir polise güveniyorduk. Şimdi ise bu polis memuru daha yüksek maaş istiyor ve hizmet kurallarını değiştiriyor” şeklinde konuştu. Bu endişe, Japonya'yı Avustralya, Hindistan ve Filipinler ile ortaklıklar kurarak güvenlik ağını genişletmeye itiyor. Böylece hükümet, tek bir müttefike bağlı olmayan, ‘çok katmanlı caydırıcılık’ olarak adlandırdığı bir sistem oluşturmaya çalışıyor.

Japonya tehlikelerle, tıpkı sokaklarını temizlediği gibi yavaşça, dikkatlice ve sessizce başa çıkıyor.

Tokyo, gürültünün ödüllendirildiği bir dünyada gücünü sessizce artırmayı seçti. Açıklanan programa göre savunma harcamalarını artıran Japonya, kurumlarını yavaş yavaş reformdan geçiriyor ve uzun vadede kolektif sinirlerini eğitiyor. Ben gizemli bir ‘Japon sırrına’ rastlamadım. Daha ziyade basit bir yaklaşım buldum. Gücü dizginleyen bir hafıza, paniği önleyen bir sistem ve sakinliği bir strateji haline getiren bir politika ile karşılaştım. Çin'in yükselişi yadsınamaz bir gerçekse, Japonya'nın bu konudaki yaklaşımı da yerleşik bir gerçek haline gelmiş durumda. Taklit yok, uyuşukluk yok. Uzun vadeli bir yaklaşım, mantıkla yönetilen ve komşularının gerginliği artarken ülkenin normal yaşamını sürdürme kabiliyetiyle ölçülen bir yaklaşım.

asdr
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi, Japonya hükümetinin Rusya, Güney Kore ve Çin ile yaşadığı deniz sınırı anlaşmazlıkları üzerine kurduğu müzeyi gezerken (Al Majalla)

Burada endişe gürültüye dönüşmüyor. Japonya tehlikelerle, tıpkı sokaklarını temizlediği gibi yavaşça, dikkatlice ve sessizce başa çıkıyor. Osaka'dan Hiroşima'ya, oradan Kyoto'ya ve Tokyo'ya kadar aynı manzara tekrarlanıyor. Japonya, endişelerine duygusal değil mantıklı bir şekilde yaklaşan, Çin'in yükselişinden ve ABD’nin koruma şemsiyesinin değişmesinden duyduğu korkuyu organizasyon ve hazırlık için enerjiye dönüştüren bir ülke.

Kyoto'da, Japonya'nın tek bir yeri değil, bütünü içine alan bir mozaik olduğunu fark ettim. Her şehir bir renk ve her deneyim daha büyük bir kompozisyonun bir detayı. Pratik zihniyle Osaka, yaralı hafızasıyla Hiroşima, düşünceli ruhuyla Kyoto ve gerilmiş sinirleriyle Tokyo... Dengesi bozulmadan zıtlıkları bir araya getirmeyi başaran, çelişkiyi uyumun kaynağı haline getiren ve zafer peşinde koşmadan yenilgiyi kabul eden bir ülkenin görüntüsü tamda bu mozaiğin içinde belirginleşiyor.


Petro, Trump'a ABD mahkemelerinde iftira davası açmayı planlıyor

ABD Başkanı Donald Trump ve Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro (AFP)
TT

Petro, Trump'a ABD mahkemelerinde iftira davası açmayı planlıyor

ABD Başkanı Donald Trump ve Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro (AFP)

Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro dün yaptığı açıklamada, Cumhuriyetçi milyarder Donald Trump'ın bir basın toplantısında kendisine ‘haydut’ dediği için ABD'de ‘yasal olarak kendini savunacağını’ ve Trump'ı iftira suçlamasıyla dava edeceğini duyurdu.

Solcu başkan, “Amerikan topraklarında üst düzey yetkililer tarafından bana yöneltilen iftiraya yanıt olarak, Amerikalı avukatların yardımıyla ABD mahkemelerinde yasal olarak kendimi savunacağım” dedi.

Kolombiya ve ABD geleneksel müttefiklerdir, ancak son aylarda iki ülkenin liderlerinin birbirlerine açıkça hakaret etmeleriyle ilişkiler ciddi şekilde gerginleşti.

Kolombiya'nın Washington Büyükelçisi ise Trump'ın ülkesine ve devlet başkanına yönelik tehditlerini kınayarak, iki yüzyıldır iki ülkeyi birleştiren yakın ilişkinin şu anda tehlike altında olduğu uyarısında bulundu.

Büyükelçi Daniel Garcia Pena, ülkesi tarafından istişare için çağrıldıktan sonra Bogota'da AFP'ye verdiği demeçte, Trump'ın sözlerinin ‘kabul edilemez’ olduğunu söyledi.

Pena, “Hiçbir koşulda bu tür tehditler ve tamamen asılsız suçlamalar haklı gösterilemez” dedi.

Trump'ın Petro'yu ‘haydut’ olarak nitelemesi ve Kolombiya ile devlet başkanına karşı ‘çok ciddi önlemler’ alacağı tehdidine yanıt veren büyükelçi, şaşkınlık dolu bir ses tonuyla, ABD Başkanı’nın açıklamasında ‘kabul edilemez şeyler’ olduğunu ifade etti.


Endonezya, İsrailli jimnastikçilere vize yasağı kararını savundu

Rusya'dan Daniil Marinov, Cakarta'da düzenlenen 2025 Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası'nda erkekler artistik jimnastik genel klasman finalinde performans sergiliyor. (EPA)
Rusya'dan Daniil Marinov, Cakarta'da düzenlenen 2025 Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası'nda erkekler artistik jimnastik genel klasman finalinde performans sergiliyor. (EPA)
TT

Endonezya, İsrailli jimnastikçilere vize yasağı kararını savundu

Rusya'dan Daniil Marinov, Cakarta'da düzenlenen 2025 Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası'nda erkekler artistik jimnastik genel klasman finalinde performans sergiliyor. (EPA)
Rusya'dan Daniil Marinov, Cakarta'da düzenlenen 2025 Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası'nda erkekler artistik jimnastik genel klasman finalinde performans sergiliyor. (EPA)

Endonezya Gençlik ve Spor Bakanı Erick Thohir bugün yaptığı açıklamada, ülkesinin Cakarta'da düzenlenen Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası’na İsrailli jimnastikçilerin katılımını yasaklama kararının sonuçlarının farkında olduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre Thohir'in açıklaması, Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin (IOC) tüm uluslararası spor federasyonlarına Endonezya'da spor etkinlikleri düzenlememeleri çağrısında bulunmasının ardından geldi.

IOC, gelecekteki olimpiyat oyunlarının düzenlenmesi konusunda Endonezya ile tüm görüşmeleri askıya aldığını da açıkladı.

Endonezya hükümetinden bir yetkili, bu ayın başlarında 19 Ekim'de başlayan Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası'na katılan İsrailli sporculara vize verilmeyeceğini açıklamıştı.

İsrail takımında, 2020 Olimpiyat altın madalyası sahibi ve erkekler yer egzersizlerinde dünya şampiyonu Artem Dolgopyat da yer alıyordu.

Endonezya, Filistinlilerin güçlü bir destekçisi ve İsrailli sporcuların olası katılımı ülkede şiddetli bir muhalefete yol açtı.