İzleyici ve okurlar arasında tartışma yaratan 17 kitap uyarlaması filmhttps://turkish.aawsat.com/home/article/2976106/i%CC%87zleyici-ve-okurlar-aras%C4%B1nda-tart%C4%B1%C5%9Fma-yaratan-17-kitap-uyarlamas%C4%B1-film
İzleyici ve okurlar arasında tartışma yaratan 17 kitap uyarlaması film
Kitaplardan uyarlanan filmlere dair tartışmayı alevlendiren Penceredeki Kadın'ın başrolünde Amy Adams yer almıştı (Netflix)
İstanbul/Şarkul Avsat
TT
TT
İzleyici ve okurlar arasında tartışma yaratan 17 kitap uyarlaması film
Kitaplardan uyarlanan filmlere dair tartışmayı alevlendiren Penceredeki Kadın'ın başrolünde Amy Adams yer almıştı (Netflix)
Bir filme dair, "Kitabı daha iyiydi" yorumunu neredeyse duymayan yoktur, üstelik bu yorumu haklı çıkaran pek çok örnek de mevcut.
Netflix’te 14 Mayıs’ta yayımlanan Penceredeki Kadın (The Woman in the Window) filmi de bu tartışmadan kendini kurtaramadı. A.J. Finn’in aynı isimli kitabından uyarlanan filme dair olumlu yorumlar kadar olumsuz yorumlar da filmin esasen istenen etkiyi tam olarak yaratamadığına işaret ediyor.
Bu tartışmadan hareketle prestijli kültür yayını IndieWire bugüne kadar hem izleyiciler hem okurlar hem de eserlerin yazarları arasında tartışma yaratan 17 filmi derledi. IndieWire’ın listesi şu şekilde:
1-) My Foolish Heart (1949)
Mark Robson’ın yönetmenliğini yaptığı film J.D. Salinger’ın “Sarsak Dayı Connecticut’ta” öyküsünden uyarlanmıştı.
2-) Breakfast at Tiffany’s (1961)
Blake Edwards’ın yönettiği ve Audrey Hepburn, George Peppard, Patricia Neal gibi isimlerin yer aldığı film Truman Capote’nin aynı isimli romanına dayanıyordu.
3-) One Flew Over the Cuckoo’s Nest (1975)
Jack Nicholson’ın unutulmaz bir performans sergilediği film Ken Kesey’in 1962’de yayımlanan aynı isimli romanından sinemaya aktarıldı.
4-) Myra Breckinridge (1970)
Michael Sarne’ın yönetmenliğini yaptığı film Gore Vidal’in 1968’de yayımlanan aynı isimli romanından uyarlanmıştı.
5-) Otomatik Portakal (A Clockwork Orange) (1971)
Stanley Kubrick'in en beğenilen filmleri arasında yer alan Otomatik Portakal, Anthony Burgess’in 1962’de yayımlanan aynı isimli romanına dayanıyor.
6-) The Shining (1980)
Stephen King’in romanından uyarlanan film Stanley Kubrick’in hâlâ en çok konuşulan filmlerinden biri. Jack Nicholson’ın performansını pek çok kişi beğense de o dönem King bu performansı beğenmemişti.
7-) Dune (1984)
Frank Herbert’in 1965’te yayımlanan ünlü bilim kurgu romanından David Lynch’in uyarladığı film beklenen etkiyi yaratamamıştı.
8-) Şenlik Ateşi (The Bonfire of the Vanities) (1990)
Tom Hanks ve Bruce Willis gibi isimlerin yer aldığı film Tom Wolfe’un aynı isimli romanından beyaz perdeye aktarılmıştı.
9-) Kırmızı Leke (The Scarlet Letter) (1995)
Demi Moore, Gary Oldman ve Robert Duvall’in rol aldığı film Nathaniel Hawthorne’un 1850’de yayımlanan kitabından uyarlanmıştı.
10-) Amerikan Sapığı (American Psycho) (2000)
Başrolünde Christian Bale’in yer aldığı film Bret Easton Ellis’in 1991 tarihli aynı isimli kitabından alınmıştı.
11-) Hobbit: Beklenmedik Yolculuk (The Hobbit: An Unexpected Journey) (2012)
Tüm dünyada pek çok hayran bulunan ve J.R.R. Tolkien’in “Hobbit” kitabından uyarlanan film Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin başarısına ulaşamamıştı.
12-) Trendeki Kız (The Girl On the Train) (2016)
Paula Hawkins’in aynı isimli romanından uyarlanan filmin başrolünde Emily Blunt yer alıyordu.
13-) Saka Kuşu (The Goldfinch) (2019)
Ansel Elgort, Nicole Kidman, Finn Wolfhard, Sarah Paulson gibi isimleri bir araya getiren film Donna Tartt’ın romanından uyarlanmıştı.
14-) Seçilmiş (The Giver) (2014)
Meryl Streep, Jeff Bridges, Odeya Rush gibi oyuncuların rol aldığı film Lois Lowry’nin kitabından sinemaya aktarıldı.
15-) Zaman Tüneli (The Time Machine) (2002)
H.G.Wells’in aynı isimli klasik eserinden uyarlanan film beklenen etkiyi yaratmamıştı.
16-) Cennetimden Bakarken (The Lovely Bones) (2009)
Alice Sebold’un 2002’de yayımlanan kitabını beyaz perdeye uyarlayan filmin yönetmeni Peter Jackson’dı.
17-) Battlefield Earth (2000)
L. Ron Hubbard’ın aynı isimli kitabından filmin başrolünde John Travolta yer almıştı.
Günümüzü düşünmek: Byung-Chul Han'ın okumanız gereken 5 yapıtı
Byung-Chul Han, uzun süre Almanya ve İsviçre'deki üniversitelerde ders verdi (Reuters)
Minerva'nın Baykuşu bu hafta, Güney Koreli felsefeci Byung-Chul Han'ın eserlerinin rehberliğinde, insan varoluşunun farklı hallerini keşfe çıkıyor.
1959'da Güney Kore'nin başkenti Seul'de doğan Han, üniversitede metalurji okurken yolunu değiştirerek felsefeyle uğraşmaya başladı. 1980'lerde doğduğu ülkeyi terk edip Almanya'ya giderek felsefenin yanı sıra Alman edebiyatı ve Katolik ilahiyatı alanlarında eğitim gördü.
Freiburg Üniversitesi'nde Heidegger üzerine doktorasını tamamlayan kültür kuramcısı, 20'den fazla kitap ve birçok deneme kaleme aldı.
2022'de yayımlanan Tefekkür Yaşamı'nın kasımda Ketebe Yayınları etiketiyle Türkiye'deki okurlarla buluşması vesilesiyle, Han'ın düşüncesinin farklı boyutlarını ortaya koyan 5 eserini ele aldık.
Tefekkür Yaşamı
Tefekkür Yaşamı hız, eylem ve tüketim üzerine kurulu günümüz toplumunda eylemsizliğin, yavaşlamanın ve derinlemesine düşünmenin imkanlarını sorguluyor.
"İnsan varlığı tamamen etkinlik tarafından emilir. Bu da onu sömürülebilir hale getirir" diyen Han, eylemsizliği bir tembellik ya da erteleme davranışı değil, insan olmanın özü şeklinde ele alıyor. Bu anlamda eylemsizlik, kendisini peşinen verimlilik, performans ve tüketimin hizmetine sunmayan bir var olma halini vurguluyor.
İşleve indirgediği sürece sömürüye de açık olan eylem ve tepkilerin karşısına yerleştirilen eylemsizlik, gerçek mutluluğun anahtarı olarak sunuluyor:
Gerçek mutluluk kendini amaçsız ve yararsız olana, kasıtlı olarak beceriksiz olana, verimsiz olana, dolambaçlı olana, saptırıcı olana, gereksiz olana, hiçbir işe yaramayan ve hiçbir amaca hizmet etmeyen güzel biçimlere ve jestlere borçludur.
Bizi eylemlerin tepkilere, deneyimlerin de yaşanmışlıklara indirgenmediği bir alana götüren bu eylemsizlik düşüncesi, her şeyden önce can sıkıntısına tahammül etmekle ve bazı şeylerin yavaş yavaş olgunlaşması için sabır göstermekle başlıyor.
Almancadan çeviren: Barış Tut, 100 s., 2024, Ketebe Yayınları Palyatif Toplum
Tedaviye dirençli ağrılardan muzdarip hastaların şikayetlerinin dindirilmesi amacıyla uygulanan tedavilere tıpta "palyatif" adı veriliyor. Sıfatın kökeninde Latince "manto" anlamına gelen "pallium" ve "paltoyla örtmek" manasındaki "palliare" sözcükleri var.
Han, bu etimolojik bagajı Palyatif Toplum'da çeşitli izlekler üzerinden açarak, günümüz toplumunu belirleyen acı fobisini (algofobi) merceğe alıyor. Alman yazar ve böcekbilimci Ernst Jünger'in "Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!" sözüyle açılan kitabında felsefeci, acının yorumbilimini yaparak sıradışı bir toplum eleştirisi sunuyor. Algofobinin sadece acıdan kaçınma değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal açıdan bir uyum baskısı ve uyuşma yarattığına dikkat çekiyor:
'Alternatifsizlik' siyasi bir ağrı kesicidir. Muğlak 'orta yol' palyatif bir etki gösterir. Tartışmanın ve daha iyi savlar uğruna mücadelenin yerini sisteme uyma baskısı alır.
Milyarderlerin servetlerini harcağı Silikon Vadisi'ndeki yaşlanmayı geciktirici projeler son dönemde gündemden düşmüyor. Fakat acının ve ölümün bertaraf edildiği bir yaşama artık insan hayatı diyemeyiz:
Sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır (...) İnsan hayatta kalmak uğruna kendini ortadan kaldırır. Muhtemelen ölümsüzlüğe de erişecektir ama hayatı pahasına.
Yeryüzüne Övgü, belki de Han'ın en şahsi kitaplarından biri. Kitabın özgün adı Lob der Erde, Mahler'in ölmeden önce bestelediği son eserlerinden Lied der Erde'yi (Yeryüzünün Şarkısı) anımsatıyor. Han'ın kitabı da aynı şekilde melodik; yeryüzüne övgüsü yeryüzünün şarkısına dönüşüyor.
Korece "gizli bahçe" anlamına gelen Bi-Won adını verdiği bir bahçede üç yıl boyunca çalışırken yaşadığı deneyimleri kaleme alan felsefeci, bahçede her şeyden önce zamanı çok daha yoğun deneyimlediğini, toprağın hem canlılığını hem de kırılganlığını keşfettiğini belirtiyor.
Ancak Han'ın eseri bir doğa güzellemesinden ibaret değil. İnsanın doğayla kurduğu ilişkinin geri dönülmez şekilde felakete sürüklendiğini belirten kuramcı, ekolojik krize ve bunun toplumsal-siyasi açmazlarına değinerek şunları söylüyor:
Bugün yeryüzü için her türlü duyarlılığımızı kaybetmiş durumdayız. Artık yer yüzünün ne olduğunu bile bilmiyoruz. Onu sadece uzun süreli kullanabileceğimiz bir kaynak olarak görüyoruz. Yeryüzüne özen göstermek, ona varlığını/özünü geri vermek demektir.
Almancadan çeviren: Nafer Ermiş, 148 s., 2021, İnka Kitap
Psikopolitika
Han'ın neoliberalizm ve iktidar tekniklerini incelediği Psikopolitika, modern toplumda bireylerin nasıl birer "proje" ve "performans öznesine" dönüştürüldüğünü masaya yatırıyor. Neoliberalizmi, "kapitalizmin mutasyon geçirmiş hali" diye niteleyen kültür kuramcısı, iktidarın gözetleme ve denetim işini artık özneye devrettiğini vurguluyor.
Bu rejimin teolojik boyutu, dijitalleşme ve sosyal medyada kendisini gösteriyor:
Like/Beğendim, dijital 'Amin'dir. Like'ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi. Akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir.
Tüm kaçış noktalarını önceden kapatan neoliberal sistemde bireyin saldırganlığını kendine yöneltmesi "devrimci değil depresif" bir kişilik yapılanması oluşturduğu gibi, siyasi ve toplumsal dönüşümü de açmaza sokuyor:
Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol almaya gerçek bir ilgi göstermemektedir (...) Siyasete sadece edilgin bir biçimde, homurdanarak, şikayet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektöründe yaptığı gibi.
İnsanın "doğru zaman algısını tamamen yitirdiği" savından yola çıkan Zamanın Kokusu, Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt'ündeki şu vurucu sorunun etrafında şekilleniyor:
'Zamanında öl!' öğretisi daha yabancı geliyor herkese. Zamanında öl: diye öğretti Zerdüşt. Hiç zamanında yaşamamış birisi nasıl zamanında ölsün ki?
Toplumun bir "diskroni", yani zaman algısının bozulmasından kaynaklanan bir krizle boğuştuğuna dikkat çeken Han, insanların kendi bedenleriyle, çevreleriyle ve olayların akışıyla belirli koordinatlar üzerinden ilişki kurma kapasitesini kaybettiğini belirtiyor.
Felsefeci, en yeninin hüküm sürdüğü bir çağda atomlaşan zamanın karşısına "bulunma ve ikamet etme" düşüncesini yerleştiriyor. Bu düşüncenin en iyi temsilcisi, Çincede "kokulu mühür yazısı" anlamına gelen "hsiang yin" adlı tütsülü saatler. Çin'de 19. yüzyılın sonuna kadar kullanılan bu saatlerin yerleştirildiği kutularda çeşitli şiirler yer alıyor.
"Koku salan zaman akıp gitmez" diyen Han, tütsülü saatlerin zamanla farklı bir ilişki kurma imkanı sağladığı ölçüde su ve kum saatlerinden çok daha etkili olduğunu vurguluyor.
Nietzsche, 19. yüzyılın sonlarına doğru şöyle yazmıştı:
Yaşamın olağanüstü şekilde hızlanmasıyla zihin ve göz, yarım ya da yanlış görmeye ve yargılamaya alışıyor. Herkes ülkeyi ve insanlarını trenin penceresinden gördüğü kadarıyla tanıyan yolculara benziyor.
Bugün bu sözler bize şaşırtıcı derecede yakın. Hem düşünme ufkumuzu genişletmek hem de görüşümüzü keskinleştirmek için Han'ın eserlerini tekrar tekrar okumalıyız.