İran'ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi: Batı İran'a ölümcül darbeyi vurmalı

İran'ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi, 3 Ağustos 2021'de Washington'da AFP’ye konuştu
İran'ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi, 3 Ağustos 2021'de Washington'da AFP’ye konuştu
TT

İran'ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi: Batı İran'a ölümcül darbeyi vurmalı

İran'ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi, 3 Ağustos 2021'de Washington'da AFP’ye konuştu
İran'ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi, 3 Ağustos 2021'de Washington'da AFP’ye konuştu

İran'ın son Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi, İran rejiminin çöküşün eşiğinde olduğunu, ancak bu çöküşün gerçekleşebilmesi için Batı'nın yardımına ihtiyaç olduğunu söyledi. Pehlevi, yeni cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'yi "bir gün insanlığa karşı işlediği suçlardan yargılanacak olan bir kasap ve suçlu" olarak nitelendirdi.
Rıza Pehlevi, AFP ile yaptığı röportajda şunları söyledi: “Sistem bölünmüş, kırılgan ve uçurumun kenarında mı? Evet. Ama her zamanki gibi ona bir can simidi yollarsak, nefesini tutacak ve biraz daha uzun yaşayabilecek. Ona ölümcül bir darbe vurma şansımız var. Dünyadan bunu bizim için yapmasını istemiyoruz, İranlılar bunu yapmak istiyor, sadece biraz yardıma ihtiyaçları var.”
Eski veliaht prens, kendisini İran siyasi arenasında "doğası gereği cumhuriyetçi", monarşinin yeniden kurulması için çaba harcamayan aksine “laik bir demokrasi kurmayı” amaçlayan biri olarak tanıtıyor.
Washington’da yaşayan Pehlevi, babasını deviren 1979 devriminden bu yana seçimlerde oy kullanmakta çekimser kalanların yüzdesine ve ayrıca su kıtlığı nedeniyle ülke genelinde patlak veren son protestolara dikkati çekti.
Tahran'daki hükümetin yakın bir zamanda düşeceğini öngörmeyen Pehlevi, yaklaşık iki yıl önce, nihai çöküşün ‘birkaç hafta veya bir aylık’ bir mesele olduğunu savunmuştu.

Bu sefer değişen ne?
Pehlevi, “Fark, rejimin en basit haklarını talep eden susamış gençleri öldürme şekli. Rejimin bu tepkisi, bir güven ve istikrar duygusuna işaret etmez. İranlı liderler tüm kartlarını kaybetmişken İran rejiminin bugünkü yanıtı, Reisi adlı en nefret edilen ve en karanlık kişiliği ülkenin başına geçirmek oldu! Reisi, bir gün insanlığa karşı suç işlemekten yargılanacak bir kasap ve suçlu. Yeni cumhurbaşkanını boykot etmeyi açıkça reddeden Batılı demokrasiler sanki insanları sırtından bıçaklıyor. Özellikle Reisi’nin yemin törenine temsilci gönderme kararı alan Avrupa Birliği" dedi.
Pehlevi, ABD Başkanı Joe Biden'ın, eski Başkan Donald Trump döneminde Washington'un çekildiği nükleer anlaşmayı kurtarmaya çalışmak için yeni hükümetle müzakerelere devam etme arzusuna da değindi.
ABD heyeti Nisan ayında Viyana'da eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin ekibiyle görüşmeler gerçekleştirdi, ancak bir sonuca varılamadı.
Nükleer sorunun gündeme getirilmesi gereken birçok sorundan sadece biri olduğunu kaydeden Pehlevi, “İnsan hakları sorununun akıbeti nedir? Dağıtılan fonları nasıl kullanacaksınız?” dedi. Pehlevi, İranlı yetkilileri, 2015 yılında nükleer anlaşmanın imzalanması ve yaptırımların kaldırılması sırasında elde edilen fonları zimmetine geçirmekle suçladı. 
Pehlevi, “Biden yönetimi, Tahran'ın ‘artık görüştük, sizi rahat bırakacağız’ diyeceğini düşünüyorsa yanılıyor. Düşmanlık ve bölgesel istikrarsızlık tutumunu sürdürmeleri gerekiyor, çünkü şimdiye kadar bu şekilde paçayı kurtardılar. Laik bir cumhuriyet kurulması için Batılı ülkeler vakit kaybetmeden İran muhalefetiyle diyaloğa başlamalı. Bu alternatifi temsil eden demokratik güçlerle yapıcı bir diyalog olmadan patlayıcı bir kaostan ziyade disiplinli bir iç çöküş sorununa daha iyi bir çözüm bulma konusunda aynı kolaylığa veya olasılığa sahip olmayacağız” dedi.

 


İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.