Taliban’ın zaferi sonrası Afganistan’ı bekleyen senaryolar

İç ve dış aktörlerin verileri, taktikleri ve hesapları değişiyor.

Taliban’ın zaferi sonrası Afganistan’ı bekleyen senaryolar
TT

Taliban’ın zaferi sonrası Afganistan’ı bekleyen senaryolar

Taliban’ın zaferi sonrası Afganistan’ı bekleyen senaryolar

Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani Ahmedzai'nin Kabil Uluslararası Havalimanı'ndan Tacikistan Cumhuriyeti'ne giden uçağa bindiği an, ABD'nin Afganistan'da bir ulus inşa etmeye yönelik 20 yıllık çabası son buldu. Afgan devlet kurumlarını inşa etmek için harcanan trilyonlarca dolar, Afgan silahlı kuvvetlerinin “kaybolması” ve tüm hükümet yapısının çökmesiyle boşa gitmiş oldu. Ve tüm bunlar, Taliban milislerinin Pazar sabahı Afganistan'ın başkenti Kabil'e girmesinden sadece birkaç saat sonra meydana geldi.
Bu olay, 11 Eylül 2001'de ABD'ye yapılan saldırıların ardından “Taliban” hareketini dağıtma amacıyla başlatılan 20 yıllık uluslararası çabaların sonu oldu. Modern tarihte örneğini daha önce görmediğimiz bir şekilde bir büyük gücün böylesine savurgan bir maliyetle giriştiği askeri macera utanç verici bir şekilde sona erdi.
Taliban'ın Afganistan'ın başkenti Kabil'i ele geçirmesi ve hareketin şehrin etrafına güvenlik birimleri yerleştirmesinden sonra şehir merkezine sızarak her köşeye güvenlik noktası kurması ve şehri tam olarak kontrolü altına alması şu ana kadar barışçıl bir şekilde gerçekleşti. Öte yandan Taliban'ın, resmi adıyla Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’nın her köşesinde güvenlik noktaları oluşturmasına rağmen herhangi bir binaya girmekten kaçınmasıyla havaalanı, Kabil'de ABD ordusunun kontrolü altındaki tek tesis olmaya devam ediyor. Bu nedenle, Taliban ile havaalanını kontrol eden ABD askeri güçleri arasında adeta ilan edilmemiş bir ateşkes var. Taliban, bu güçlerin ABD diplomatik personelini Kabil’den tahliye ettiğini ve şehirdeki büyükelçilik yerleşkesinden Amerikan bayrağını indirdiğini biliyor.
Taliban'ın Kabil'in çeşitli ilçe ve bölgelerine girmesinden birkaç saat önce, Başkan Eşref Gani hükümetinin neredeyse tüm üyelerinin kaçtığı, ancak hareketin, hâlâ hükümet binaları ve cumhurbaşkanlığı yerleşkesi içinde bulunan yetkilileri zorla tahliye etmekten kaçındığını belirtmekte de fayda var. Taliban bu yetkilileri zorla çıkarmak yerine barışçıl bir iktidar geçişi sağlamak için eski Afgan hükümetinin üst düzey yetkilileri ile müzakerelere başladı. Eski Cumhurbaşkanı Hamid Karzai ve önde gelen hükümet politikacısı Dr. Abdullah Abdullah, müzakerelerde Afgan hükümeti ekibine liderlik ediyor.
Öte yandan, Taliban militanlarının şehre girmesinin ardından Kabil'de ciddi bir şiddet olayı bildirilmezken, şehir dışına büyük çaplı bir göç dalgası olduğu bildiriliyor. Eşref Gani hükümetiyle veya Amerikan kuvvetleriyle yakın iş birliği içinde olan bölge sakinleri, “Taliban” militanlarının misilleme saldırılarından korkuyorlar. Bu korku, çok sayıda vatandaşın uluslararası havaalanının kapılarına hücum ederek Afganistan’dan ayrılan Amerikan askeri ve ticari uçaklarına binmeye çalışmasında açıkça görüldü. Durum böyle olunca ABD ticari uçuşlarını askıya aldı, askeri uçuşlarda ise diplomatik personelin tahliyesine öncelik verdi.
“Uluslararası Ortak Açıklama”
60'tan fazla ülke yaptıkları ortak açıklamada, sivil düzenin ve güvenliğin derhal yeniden tesis edilmesi ve Taliban'a, ülkeyi terk etmek isteyen herkese izin vermesi çağrısında bulundu. Öte yandan aktivistler, Taliban’ın, kadınları giyim tarzında ve çalışma özgürlüğünde değişiklik yapmaya zorladığına dair haberler çerçevesinde Afganistan’daki kadınların kaderiyle ilgili endişelerini dile getiriyorlar. Bu arada Afganistan’daki özel yerel televizyon kanalları, kadın aktrislerin ve sunucuların görev yaptığı mevcut programları yayınlamaya devam ediyorlar.
Aktivistler ve siyasi yorumcular, Taliban’ın Afganistan’daki azınlıklara yönelik muameleleri konusundaki endişelerini de dile getiriyorlar. Peştuca konuşan (Taliban militanlarının çoğunluğunun dili) ve Taliban’ın Kabil’i ele geçirdiği ilk andan itibaren hareketin durumunu yakından takip eden Pakistanlı gazeteci Tahir Han, "Hareketin bu sefer farklı olacağına dair açık işaretler var. Zaten azınlıklar meselesi hususunda uluslararası toplum tarafından çok fazla baskı var” değerlendirmesinde bulundu.
Tahir Han, 3 Taliban liderinin Pazar günü Kabil'de düzenlenen bir Şii cenazesine katıldığını ve bunun Afgan hükümetinin kurulmasından sonra hareketin azınlıklarla ilişkilerinde yumuşak davranacağının açık bir göstergesi olduğunu belirtti. Han, “Bundan sonra ne olacağını tahmin etmenin zor olacağı doğru, ancak şu anda uluslararası baskılara yanıt veriyorlar” ifadelerini kullandı.
“İran'ın Artan Rolü”
Taliban'ın azınlıklara ve kadınlara yönelik tutumundaki bu açık değişiklik, hareketin İran, Çin ve Rusya dahil olmak üzere bölgesel devletlerle ilişkilerinin önemli ölçüde iyileşmesinden sonra sevk edildiği önemli bir stratejik arka plana dayanıyor. Tahir Han'a göre, "Taliban'ın ilişkilerini büyük ölçüde geliştirdiği ülkelerden biri İran. Taliban üyeleri ABD yönetimiyle yaptığı görüşmeler hususunda İranlı liderlerle istişarelerde bulundular ve istişareler için düzenli olarak Tahran'ı ziyaret ediyorlar."
Öte yandan, Pakistan dış politika çevrelerinde, ABD'nin Afganistan'dan tek taraflı çekilme kararının Washington'un artık terörle ilgili konulara odaklanmadığını gösterdiği ve bunun pratikte hem Pakistan'ın hem de Afganistan’ın stratejik öneminin azalması anlamına geldiğine dair net bir farkındalık var. Ancak bölgesel başkentlerden, Pakistan güvenlik teşkilatına bağlı "stratejik varlıklar"ın Rusya, İran ve Çin gibi bölge ülkeleri arasında bir miktar desteğe sahip olduğuna dair zayıf sinyaller var. “Stratejik varlıklar” terimi, uluslararası medya kuruluşları tarafından çoğu zaman Afgan Talibanı’na atıfta bulunmak için kullanılan bir tabir.
Burada bahsedilen destek şu; ABD'nin Afganistan'daki varlığının en parlak döneminde, ABD istihbaratının Washington'a, hem İran hem de Rusya'nın Kabil’deki ABD kuvvetlerine saldırı başlatması için “Taliban”a silah, istihbarat ve finansman sağladığını bildirdiğine dair haberler vardı.  Ayrıca Taliban, Rus ve İranlıların emriyle, 2014-2016 yılları arasında Afganistan'ın kuzeyinde ve doğusundaki DEAŞ'a bağlı gruplara karşı operasyonlar düzenlemişti. Bu dönemde Afganistan’da ani bir DEAŞ yükselişi kaydedilmişti. Ayrıca Pakistan istihbarat teşkilatı, Temmuz 2018'de Pakistan'ın başkenti İslamabad'da düzenlenen bir konferansta Moskova, Tahran ve Pekin istihbarat şeflerini ağırlamış ve bu konferansta Afganistan'da yükselen DEAŞ’a karşı dört istihbarat teşkilatının koordinasyon içinde çalışması kararlaştırılmıştı.
Ancak bu, Rusya ve İran'ın Afgan Taliban'ı ile aktif bir ilişkisi olduğu anlamına mı geliyor? Yahut bu, bölgesel aktörlerin, muhafazakâr Taliban'a, raporlara göre Afganistan'da kurulduğu söylenen aşırılık yanlısı DEAŞ'tan daha açık olduğu anlamına mı geliyor?
“Madalyonun Rusya Tarafı”
Bu tür soruların henüz net bir cevabı yok. Ancak İran'ın "yabancı güçlerin geri çekilmesini" memnuniyetle karşıladığı son derece açık. Rusya ise Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi bölgesel müttefiklerini korumak için askeri güç kullanmaya hazır olduğunu ifade ederken, Taliban’ın bu devletlerden herhangi biri için tehlike arz ettiğinden bahsetmiyor. Moskova’nın, bu ülkelerde artan şiddeti ve huzursuzluğu kesinlikle kabul etmemesine rağmen hiçbir Rus açıklamasında Taliban’dan bir tehdit unsuru olarak söz edilmiyor.
Bu bağlamda Pakistanlı yetkililere ve uzmanlara göre Ruslar, DEAŞ'ın Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan da dahil olmak üzere tüm Orta Asya ülkelerinde ve sınırları yakınındaki kuzey Afganistan'da yükselişinden özellikle endişe duyuyor. Zira Moskova hala kendini Orta Asya ülkelerinin güvenliğinin ana sorumlusu görüyor. Ruslar bu sorunu Taliban liderleriyle tartışıyorlar ve Taliban’ı, sınır bölgesinde ortaya çıkan DEAŞ ve diğer aşırılık yanlısı gruplara karşı potansiyel bir müttefik olarak görüyorlar.
Nitekim DEAŞ’ın Afganistan'daki hikayesi örgütün orada devam eden düşüşü etrafında dönüyor. 2014-2016 yılları arasında Kabil'deki çarpıcı yükselişin ve üye sayısının binlere ulaşmasının ardından DEAŞ sürekli bir düşüş halinde. Ayrıca, son iki yılda örgüt, ABD ve Afgan askeri operasyonları karşısında doğudaki Kunar ve Nangarhar vilayetlerinde peş peşe kayıplar verdi. Bu kayıplar, Taliban militanlarının örgüte karşı başlattığı bağımsız askeri harekatla daha da arttı.
DEAŞ’ın yaklaşık 2.200 savaşçıyı çağırdığını belirten haberlerle birlikte, Batılı uzmanların okumaları içeren bir rapora göre, bir bütün olarak Taliban'ın yolu, liderler ve savaşçılar arasında ayrılıklar, toprak kayıpları ve savaş alanında dağılan müttefiklerle dolu. Batılı uzmanların bazıları, "Taliban"ın Afganistan'da çeşitli şekillerde ortaya çıkabilecek ve bölge ülkelerini etkileyebilecek olan bozguncuların şiddeti sorunuyla başa çıkacak yetkinliğe ve yeterliliğe sahip olmadığına inanıyor.
“Gelecekteki Olasılıklar”
Öte yandan gözlemciler, "Taliban"ın şimdi İran'ı rahatsız etmemek veya tahrik etmemek için Afgan azınlıklarla, özellikle Şii Hazara azınlığı (orta Afganistan'daki) ile bir tür iyi ilişkiler kurmaya çalışmasını bekliyorlar. Bilinmelidir ki, çok sayıda Tacik, Özbek, Türkmen ve hatta bazı Hazaralar dahi Taliban'a katıldı. Hareketin kuzey Afganistan'da taarruza başlamasının nedeni buydu; Çoğunluk Peştun olmayan kabilelerden olduğu için, bu yeni durum "Taliban"ı etnik ve mezhepsel azınlıklara karşı nazik ve işbirlikçi olmaya teşvik etti.
Öte yandan, bozgunun şiddeti Pakistan toprakları içinde terörist saldırılar şeklini alabilir. Batılı istihbarat uzmanlarının söylediklerine bakılırsa, Hindistan istihbaratı, terörist grupların kalıntılarını Pakistan'a karşı kullanacağı bir uzantı haline getirebilir. Pakistan’ın, Hindistan istihbaratının Tehrik-i Taliban Pakistan (TTP) hareketine sızdığı ve bu silahlı grubu Pakistan'a terörist saldırılar düzenlemek için kullandığı iddiaları göz önünde bulundurulduğunda bu pek de imkânsız görünmüyor. Pakistan Talibanı'nı, El Kaide ve DEAŞ gibi uluslararası terörist gruplara bağlayan şebekelere atıfta bulunan sayısız haber ve iddia var.
Aynı şekilde, bu şiddet Pakistan'ın Afganistan'daki Hindistan çıkarlarına karşı terörist saldırılar düzenlemek için terörist grupları kullanması şeklinde de olabilir. Yakın geçmişe bakarsak, bu da imkânsız görünmüyor, çünkü Hintlilerin Afganistan'daki askeri istihbarat varlıklarını Pakistan'a karşı nasıl kullandıkları çok iyi biliniyor. ABD yönetiminin Kabil'deki Hindistan büyükelçiliğine yapılan terör saldırısından Pakistan istihbaratını sorumlu tutmasının acı hatıraları, ulusal ve uluslararası hafızada hala taze.
Bu, iyileşmeyen bir yara olarak Afgan çatışmasının başka bir yönünü temsil ediyor. Pakistan ve Hindistan güvenlik servisleri, Afganistan'daki kendi çıkarlarını korumak için net olarak belirlenmiş “oyun kurallarına” sahip değiller. Pakistanlılar, Washington'un çekilmesinden sonra Hindistan'a Afganistan'da orantısız bir rol verme arzusundan endişe duyarken, Hintliler Afganistan'daki ekonomik çıkarlarının "Taliban" kılığına girmiş baş düşmanları olan Pakistan’ın eylemlerinden olumsuz etkilenebileceğinden endişe ve korku duyuyorlar. Dolayısıyla bu “senaryo”da bozguncuların şiddeti çok da uzak görünmüyor. Aksine Afgan topraklarında bunun emsalleri var; ABD yönetimi, Rusya ve İran'ı, Afganistan'daki “Taliban”ı oradaki Amerikan güçlerine karşı şiddet eylemleri gerçekleştirmek için desteklemekle suçladı. Rusya, dolaylı olarak Amerikalıları, DEAŞ savaşçılarını kuzey Afganistan'a, Rusya'nın güvenlik sınırlarının bir parçası olarak gördüğü Orta Asya cumhuriyetlerinin sınırları yakınına getirmekle suçladı. Nitekim Afganistan'daki "El Kaide" ve "DEAŞ" kalıntıları, Orta Asya toplumlarında ortaya çıkan ve Orta Asya hükümetleriyle askeri çatışmalara giren terörist grupları barındırıyordu.
Çinliler de Afganistan'daki gelişmelerden son derece endişe duyuyorlar. Çünkü Çinli ayrılıkçı unsurların, özellikle Müslüman Uygurların DEAŞ, Taliban ve El Kaide ile ittifaklarının gayet farkındalar. Bu unsurlardan bazıları, yakın zamana kadar onlara sığınak sağlayan "Pakistan Talibanı" ile de müttefik durumdalar. İslamabad'da ikamet eden bir uzman, "Çin, topraklarına ulaşan yağmacıların şiddetinden gerçekten endişe duyuyor” dedi. Çin de dün yeni "Taliban" hükümetiyle çalışma ve iş birliği yapma niyetini dile getirdi.
“Pakistan-Hindistan hesaplarının çatışma noktası Afganistan”
Taliban hareketi şu ana kadar Afganistan'daki askeri zaferine karşı henüz herhangi bir direnişle karşılaşmadı, ancak haberler, eski ordu komutanı Ahmed Şah Mesud'a sadık militanların, Tacik liderin eski kalesi olan Pençşir Vadisi'nde toplanmaya başladığını gösteriyor.
Bilgiler, eski Afgan cumhurbaşkanı yardımcısı Emrullah Salih'in adamlarıyla birlikte Pençşir Vadisi'nde olduğunu ve Kabil'in kuzeyinden bir direniş hareketi başlatabileceğini aktarıyor. Geçmişte Hindistan'ın Mesud'un güçlerine uzun bir süre askeri yardım sağladığı biliniyor. Hindistan’ın, “Kuzey ittfakı” gruplarına havadan askeri yardım sağlamaya başladığı 1996 yılında bunun uluslararası bir terör tehdidi olduğu tam anlaşılamamış ve bölgesel ve uluslararası medya henüz bu tehdidi ciddiye almaya başlamamıştı. Bu nedenle Hintli askeri yetkililer, Afganistan'da Pakistan yanlısı güçlerin yükselişinden endişe duydular ve "Taliban"ı, Hindistan'ın stratejik ve siyasi düşüncesinin şekillenmesinde hayati bir role sahip olan Afganistan içinde kendileri için bir tehdit olarak gördüler. Bu çabalar ve girişimler çerçevesinde, İran, Rusya ve Tacikistan gibi başka ülkeler de Hindistan'a katıldı. Hindistan'dan gelen çeşitli destekler, Tacik gümrüklerinin yardımıyla Tacik lider Ahmed Şah Mesud'a sürekli aktı.
Hindistan'ın, çekilme sonrası aşamada Pakistan'ın Afganistan'ı kontrol edeceğine dair stratejik korkusu, Hintli yetkililerin, Pakistan güvenlik servisinin, Sünni militanlar ve "Afganistan'dan gelen terörizm" üzerinde etkili olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Bu bağlamda Hindistan, Afganistan'a İran limanlarından nüfuz edebilmek için Afganistan içindeki ilişkilerle çok ilgileniyor. Bununla birlikte, büyüyen ve petrole susayan Hindistan ekonomisinin talebini karşılamak için Orta Asya'nın petrol ve gaz zengini cumhuriyetlerine aynı zamanda pazar ve enerji tedarikçileri olarak ulaşma planları var. Hintli stratejistler bu şekilde Pakistan'ın stratejik önemini azaltmayı hedefliyor. Afganistan şu anda Taliban'ın tam askeri kontrolüne doğru ilerlerken, Hindistan'ın Afganistan'daki yol ve iletişim alanındaki önemli yatırımlarının kaybedilmesi de muhtemel. Bu durum da Hintli yetkilileri korkutuyor.
Her halükârda Hint medyası ve stratejik düşünürler, Hindistan'ın Afgan vatandaşları arasında iyi bir konumda olduğuna ikna olmuş durumdalar. Yeni Delhi'nin, doğru ülkede doğru yatırımı yaptığını ama belki zamanı doğru ayarlayamadığını düşünüyorlar. ABD’li ve Batılı istihbarat ve diplomatik yetkililerin Taliban ile gizli görüşmelere girmeye başladığı 2014 yılından itibaren Taliban'ın yükselişi açık ve beklenen bir şeydi. Bu konuyla ilgili haberler tüm dünya gazetelerinde ve medyasında manşet oldu; ancak Hintliler bunları görmezden geldiler. Görünüşe göre Amerikan kuvvetlerinin ayrılmasından sonra Afganistan “senaryosunu” planlamadılar ve kendilerini siyasi İslam ve “terörizm” karşıtı hareketlerin destekçisi olarak sunmaya devam ettiler.
Bu sefer durum farklı.  Eğer Hindistan, Taliban karşısında Pençşir militanlarına destek vermeye karar verirse, kesinlikle İran veya Rusya Federasyonu'nun desteğini alamayacaktır. Buna ek olarak, bir zamanlar Ahmed Şah Mesud'un savaşçılarının ana destek üssü olan Afganistan'daki Tacikler, Özbekler ve Türkmenler gibi etnik azınlıkların birçok üyesinin son zamanlarda "Taliban" saflarına geçtiğini görüyoruz. Bu da Taliban’ın kuzey şehirlerini ve kasabalarını ele geçirmesini kolaylaştırdı.



Esad rejiminin ardından: Suriye toplu mezarlar ülkesine dönüştü

HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)
HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)
TT

Esad rejiminin ardından: Suriye toplu mezarlar ülkesine dönüştü

HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)
HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)

Beşar Esad rejiminin yıkılmasının ardından Suriye'de toplu mezarlar çıkmaya devam ediyor. 

Wall Street Journal'ın haberinde, Esad rejiminin 8 Aralık'ta devrildiği Suriye'nin toplu mezarlarla dolu bir ülkeye dönüştüğü yazılıyor. 

Dera iline bağlı İzra şehrinde yeni sahiplerine satılan bir çiftlikte toprağın altından 31 ceset çıktığı aktarılıyor. Çiftliğin rejim askerlerinin yıllarca kullandığı bir kontrol noktasına yakın olduğuna dikkat çekiliyor. 

Olay yerinde inceleme yapan adli tıp uzmanı Dr. Memdu Zubi, "Tam beklediğimiz şeyi bulduk, bir toplu mezarla karşılaştık" diyor. 

Hama kırsalındaki Ma'an köyü yakınlarında yer alan bir kuyudan da çok sayıda ceset çıkarıldı. Aynı bölgede en az üç kuyunun daha cesetleri atmak için kullanıldığı tespit edildi. 

Bir çiftçi, yıllardır kayıp olan kardeşini aradığını belirterek "Onun Sednaya'da olduğunu sanıyordum ama belki de bu kuyulardan birindedir" diyor. Sednaya Hapsihanesi, Esad rejiminin gerçekleştirdiği hak ihlalleri ve işkencelerle gündeme gelmişti.

Uluslararası Geçiş Dönemi Adaleti Merkezi (ICTJ) ve Suriyeli avukat ve doktor örgütlerinin verilerine göre ülke genelinde şimdiye dek 134 toplu mezar tespit edildi. Ancak gerçek sayının çok daha yüksek olduğu düşünülüyor.

Suriye'nin son 50 yılda yaşadığı siyasi baskı, iç savaş, Rus bombardımanları, IŞİD saldırıları ve 2023 depreminin ülkede "sayısız gömülmemiş ceset" bıraktığı ifade ediliyor. 

2012-2013'te cesetlerin genellikle Rif Şam ilindeki El-Tel ve Najha bölgelerindeki açıklık alanlara gömüldüğü, daha sonraki naaşların geceleri gizlice farklı bölgelere taşındığı bildiriliyor. 

Suriye'de Ahmed Şara yönetiminin kurduğu Ulusal Kayıplar Komisyonu'nun uluslararası kuruluşlarla ortak çalışarak ülke genelinde DNA toplama, diş kayıtlarını eşleştirme ve rejim arşivlerini inceleme çalışması başlatması bekleniyor.

Komisyon başkanı Muhammed Rıza Celhi, sürecin maliyetinin 200 milyon dolara kadar çıkabileceğini söylüyor.

Suriyeli hak örgütlerine göre en az 160 bin kişi iç savaş sırasında kayboldu. Bu kişilerin çoğunun toplu mezarlarda olduğu düşünülüyor.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, Reuters


İran, ABD’yle nükleer müzakere şartlarını açıkladı

Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)
Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)
TT

İran, ABD’yle nükleer müzakere şartlarını açıkladı

Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)
Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)

İran'ın dini lideri Ali Hamaney'in Dış Politika Danışmanı Kemal Harrazi, belirli koşulların sağlanması halinde ABD'yle nükleer müzakereleri yeniden başlatmaya açık olduklarını söyledi. 

Harrazi, CNN'de bugün yayımlanan söyleşisinde, ilk adımı ABD'den beklediklerini belirterek "Bizim belirlediğimiz koşullar temelinde görüşmeye hazır olduklarını göstermeliler" dedi.

Hamaney'e bağlı Dış İlişkiler Stratejik Konseyi'nin Başkanı Harrazi, haziranda İsrail'le yaşanan 12 günlük çatışmalardan önce belirledikleri koşulların değişmediğini ifade etti.

İran'ın tıbbi amaçlarla ve reaktörlere yakıt sağlamak için uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini belirten Harrazi, balistik füze programının müzakereye açık olmadığını söyleyerek "ABD ve diğer taraflarla yalnızca nükleer mesele hakkında görüşeceğiz" dedi. 

Diğer yandan İranlı yetkili, uranyum zenginleştirme seviyelerinde değişikliğe gitmeye açık olduklarına işaret ederek, "eşitlik ve karşılıklı saygı" temelinde ABD'yle yapılacak görüşmelerde çeşitli seçeneklerin değerlendirilebileceğini söyledi.

Harrazi, ABD'nin olumlu adımlar atarak Tahran'la ilişki kurması gerektiğini de sözlerine ekledi: 

İran'a karşı olumlu bir yaklaşımla sürece başlayın. Eğer olumlu davranırsanız kesinlikle karşılık görürsünüz. Ancak bunun için onlar (ABD) İran'a karşı herhangi bir güç kullanmaktan kaçınmalıdır. Bunu denediler ve şimdi bunun kabul edilemez ve uygulanabilir olmadığını anladılar.

ABD ve İran'ın son dönemde yürüttüğü nükleer müzakereler, İsrail'in saldırısıyla askıya alınmıştı. 

İsrail'in 13 Haziran'daki saldırısıyla başlayan çatışmalarda İran vakit kaybetmeden misilleme yapmıştı. ABD de devreye girerek İran'daki İsfahan, Fordo ve Natanz tesislerine 22 Haziran'da hava saldırısı düzenlemiş, operasyonda 14 "sığınak delici" GBU-57 bombası kullanılmıştı.

İran, ABD'nin saldırısına cevap olarak 23 Haziran'da Amerikan ordusunun Katar'daki El-Udeyd Hava Üssü'ne saldırmıştı. Operasyonda Tahran'ın önceden Washington'a haber verdiği ve hiçbir can kaybı yaşanmadığı aktarılmıştı.

Washington operasyonun ardından 24 Haziran'da taraflar arasında ateşkes sağlandığını duyurmuştu.

İsrail ve ABD, İran'ın uranyum zenginleştirerek nükleer silah elde etmeye çalıştığını savunurken Tahran iddiaları reddediyor. 

Harrazi, ABD veya İsrail'den gelebilecek olası bir saldırıya ilişkin "Her şey mümkün ancak bu senaryo için hazırız" dedi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ı salı günü Beyaz Saray'da ağırlayan Trump, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada "İran'ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırarak" iyi bir iş çıkardıklarını savunmuştu. Harrazi, ABD saldırısının ardından oluşan hasarla ilgili tespit çalışmalarının sürdüğünü belirtiyor. 

Buna ek olarak Trump, İran'ın da ABD'yle "anlaşma yapmak için can attığını" öne sürmüş, Tahran'ın iletişime geçmesi halinde buna açık olduklarını belirtmişti.
Independent Türkçe, CNN, Newsweek


ABD’nin Suudi Arabistan’a F-35 satışı İsrail’de nasıl yankılandı?

ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)
ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)
TT

ABD’nin Suudi Arabistan’a F-35 satışı İsrail’de nasıl yankılandı?

ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)
ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)

ABD'nin Suudi Arabistan'a F-35 satışına yeşil ışık yakması İsrail'de büyük yankı uyandırdı.

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, dün Beyaz Saray'da bir araya geldi. 

Görüşmede öne çıkan başlıklardan biri de Suudi Arabistan'a F-35 satışı oldu. Trump, satışı onayladığını duyururken, bunların İsrail'in elindeki F-35'lerle aynı seviyede olacağını söyledi. 

Toplantının ardından iki liderin düzenlediği basın toplantısında Trump, hem İsrail'i hem de Suudi Arabistan'ı "ABD'nin büyük müttefikleri" diye niteledi ve şöyle devam etti: 

Onların (İsrail'in) sizin daha düşük kalibreli uçaklar almanızı istediğini biliyorum. Ancak bunun sizi çok mutlu edeceğini sanmıyorum. Bana kalırsa, ikisi de en üst düzeyde donanıma sahip ürünleri (F-35 uçaklarını) alacak seviyede.

İsrailli haber sitesi Ynet'in aktardığına göre İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Trump-Selman görüşmesi öncesinde pazar günü Tel Aviv yönetimine olası uçak satışına dair bir rapor gönderdi. 

Raporda, İsrail'in bölgedeki hava üstünlüğünün beşinci nesil F-35'lerle düzenlediği uzun menzilli operasyonlara dayandığı belirtiliyor. Bu uçaklar Ortadoğu'da sadece İsrail'de var. Ancak Suudi Arabistan'a da aynı kalibrede uçaklar satılmasının İsrail ordusunun bölgedeki hakimiyetini zayıflatacağı uyarısında bulunuluyor. 

Ayrıca Riyad yönetiminin siparişlerinin savaş jetlerini üreten Lockheed Martin'de yoğunluk yaratacağı, İsrail'in uçaklarının teslimatının aksayabileceği belirtiliyor. 

Jerusalem Post'un analizinde, bunun ABD'nin Ortadoğu politikasında "ciddi değişime işaret edeceği ve Ortadoğu'daki dengeleri değiştirebileceği" yazılıyor.

Öte yandan Haaretz'in haberinde, İsrail'in hava üstünlüğünü kaybetmesine ilişkin endişelerin yersiz olduğu savunuluyor. 

Haziranda 12 gün süren İsrail-İran çatışmalarında Tel Aviv yönetiminin "hava üstünlüğünü açıkça gösterdiği", bunun hem F-35'ler hem de İsrail Hava Kuvvetleri'nin planlama becerisi sayesinde yapıldığı yazılıyor.

Haberde, Türkiye'nin ABD'den F-35 alma süreci de hatırlatılarak, "Suudilerin ya da Türklerin İsrail'le aradaki farkı kapatması zaman alır" ifadeleri kullanılıyor.

Diğer yandan Tel Aviv yönetimi, uçakların satışını Suudi Arabistan'la ilişkilerin normalleştirilmesi şartına bağlamıştı. Trump, görüşmede İbrahim Anlaşmaları'yla ilgili süreci ele aldıklarını belirtirken, Riyad'ın mutabakata katılımına dair net ifadeler kullanmadı. 

"F-35'ler için normalleşme şartı koşulmadı"

CNN'in analizinde, satışın gerçekleşmesi halinde Suudi Arabistan'ın beşinci nesil F-35'leri alan ilk Arap ülkesi olacağı belirtiliyor. Kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla konuşan kaynaklar, F-35 satışının İsrail'le normalleşme şartına bağlı olmadığını savunuyor. 

Riyad ve Tel Aviv arasında Washington arabuluculuğunda gerçekleştirilen normalleşme görüşmeleri, Hamas'ın Aksa Tufanı saldırısıyla 7 Ekim 2023'te patlak veren Gazze savaşı nedeniyle askıya alınmıştı. Suudi Arabistan, iki devletli çözümde ısrar ederken radikal sağcı İsrail yönetimi buna yanaşmıyor. 

King's College'dan Nawaf Obaid, Trump'ın Suudi Arabistan ve İsrail arasında tıkanan görüşmeleri kenara bırakmak istediğini belirterek şu yorumları yapıyor: 

Trump, bu iki süreci birbirinden ayırdığını açıkça belirtti. Sırf Netanyahu yüzünden tüm bu silah ve malzeme satışını durdurmakla zamanını boşa harcamayacak.

Obaid, Riyad ve Tel Aviv arasında normalleşme görüşmelerinin ilerlemesi için İsrail'de hükümetin değişmesi ve Filistin Devleti'nin kurulmasına yönelik yol haritası belirlenmesi gerektiğini de sözlerine ekledi. 

Independent Türkçe, CNN, Times of Israel, Ynet, Haaretz